beşik ulemalığını,devletin sırtındaki kambur boş beleşçi takımının toplandığı bir yer haline gelen tekkeleri, tarikatleri kaldıran,sana ve senin gibilere bu düşünce özgürlüğü ortamını sağlayan size rahatça ibadet edebilme hatta ona dil uzatabilme imkanını veren bi de bunu sanki allahın emriymiş gibi onun adını ağzına alarak yapan sizlere bu cürreti veren kim acaba? ? ? ?
Bazı CUMHURİYET vede ATATÜRK düşmanlarının bilgisine sunulur
Kaynak:Mehmet Emin BAYAR Diyanet İşleri Başkanlığı
Teftiş Kurulu Başkanı
Halkçı bir önder olan Atatürk, Türk toplumunu çağdaş uygarlık istikametine doğru dönüştürmek için giriştiği inkılaplarında öncelikli olarak Türk milletinin köklü manevi değerlerine dayanmıştır. Onun belirgin olarak göze çarpan başarısı, dini doğru bir şekilde anlaması ve ondan ülkenin dirilmesi ve kalkınması için hakkıyla yararlanmasıdır. Nutku, söylev ve demeçlerine baktığımızda sürekli olarak İslamiyet'e ait kavramlara demeçlerine baktığımızda sürekli atıfta bulunduğunu görmekteyiz. bir Konuşmalarında Kur'an ait ayetlerine referansta bulunmuş, Hz. Muhammed'in hadislerini zikretmiş ve İslam'ın çeşitli meseleleri ile ilgili bakışını belirtmiştir.
Bu konuşmalardan, Atatürk'ün dinine bağlı bir lider, İslamiyet hakkında geniş ve zengin bilgisi olan bir kimse olduğunu anlıyoruz. Konuşmaları dikkatlice tahlil edildiğinde, onun din anlayışının çağının mevcut birikiminin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Dini taassubun çok yaygın olduğu, din adına softaların halk üzerinde tesir ve nüfuz elde ettikleri, Osmanlı'dan kalma medrese geleneğinin hala direnç gücüne sahip olduğu bir dönemde aşağıda tafsilatıyla vermeye çalışacağımız fikirleriyle Atatürk, din alanında da çağdaş görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü onun 1920 lerin koşullarında söyledikleri aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün ülkemizin ilahiyatçılarının birçoğu tarafından İslam'ın sahih yorumu olarak ileri sürülmektedir.
Konuyu daha fazla uzatmadan burada Atatürk'ün din konusunda dile getirmiş olduğu ve muhtelif kaynaklarda yer verilen sözlerinden tespit edebildiklerimizi burada zikretmek yerinde olacaktır:
'Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiııa etmiyor. '
'Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmu~tur. Bir dine tabü olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. '1
'Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik deııridir. İkinci devir, insanlığın kemal devridir. '
'Ey millet! Allah birdir, şânı, büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur'ani azimuşsândaki nusustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ııe tabi kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır. '2
'Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Dü~ünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din i~lerini, millet ve devlet i~leriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve füle dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat ııermeyeceğiz. '3
Din ııardır ııe lazımdır, Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takııiye etmek lüzumu hissedilmemi~. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış, Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez, Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır, '4
'Efendiler..' Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ııe en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım, Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum, Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşünmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır... ' 'Milletimiz dil ve din gibi kuııvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuııvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz. '5
'Bizim dinimiz hiçbir ııakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir, Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir, Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ııe nerede olursa oraya gitmek ııe onunla dolu olma zorundadır. Îslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ııe diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır, Belki daha ileriye gitmişlerdir,
'Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin ııücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ııe dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir. '
Bizde ruhbanlık yoktur, Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit olarak öğrenmeliyiz, Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir, 6,
'Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim.”
'Biz ne Bolşevik'iz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız, Türkler milliyetperııer ve dinlerine hürmetkar bir millettir, Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir. ' _____________________________________________________ Kaynak:Mehmet Emin BAYAR Diyanet İşleri Başkanlığı
M.KEMAL ATATÜRK benim için Türkiye demek,M.KEMAL ATATÜRK bana Laikliğin ve Cumhuriyetin en büyük savunucusu büyük insanı çağrıştırıyor.NE MUTLU TÜRK'üm diyene.Saygılarımla
Atatürk hakkında bilmediğimiz gerçekler var... Okuyunca onu ne kadar az tanıdığımızı göreceksiniz... İşte Atatürk'ün bilmediğimiz yönlerinden bazıları... Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir... Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider... Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir? ... ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık... Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak... Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir... Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil... En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis... Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina'daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor... Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal... Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi... Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der ki, 'Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim' dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i... Yada, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak istiyorum... Diyorki; 'Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.' dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal... Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir... Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum... Diyorki 'Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir'... Öneri nedir? ... Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir... Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler... 'Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız? ' şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler... 'Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız' sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal... Sonra nemi olur? ... UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya 'ne yani' diye... O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; 'Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum' diyecektir... İşte o muhteşem belge diyorki; ' ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU' Var mı böyle bir metin! ... Bir filozof derki 'bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin' şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz... İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır... Eşi olmayan devlet adamı metni... Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? ...İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor... 2004 de bir konferans veriyoruz birden bir hanımefendi ayağa fırladı... Dediki 'Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım' dedi... Hanımefendi 'nedir o deyim' dedim... 'Norveççe'de 'ATATÜRK gibi düşünmek' deyimi var... Çok sık kullanırız bu deyimi' 'nerelerde kullanırsınız' dediğimde 'Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez... Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var... Birde ATATÜRK gibi düşün'... O gün o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim... Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar... Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal'e şöyle sorar gazeteci... 'Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz? ... ' Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle: 'Şartlarımızı koyarız.... Kabullerine bağlı... Biz müracaat etmeyiz üye olmak için... Eğer davet gelirse düşünürüz'... Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere.... Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal'den... Ama bu arada 2005'de bir yabancı gazetede aynen şöyle yazıyor.... Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış... 'Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım'... İçimden dedim yazara ATATÜRK 'ü hiç tanımıyor herhalde... Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında... Her kaşır toprağa ayrı bir önem verirdi ve yararlı hale getirmek için çok çaba sarf etti...Çorak toprakla yeşermesi için çok uğraştı...'BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ' derdi... Etmez de... Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933... Ne yapar biliyor musunuz? ... Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? ... Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? ... 1980 den sonra... Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? ... İlk Çevre günü kutlamasını yaptı... Hem de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye 'ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık' öyle falan değil... Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler... Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir.... Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.... Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık... 'Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı... Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını? ' der... 'Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana... Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere geldim... Köylüler beni tanımadılar... Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim... 'Al dediler', bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek... 'Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz' dediler... Ah o iki gün Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben... İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım... Dediler ki bana 'ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin'... Ve hani Tahsin COŞKAN'ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim'... Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz... Hani ATATÜRK'e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı... Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder... Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil... Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız... Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten... Neydi o örnek '17 Ağustos depremi'... Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü... Oysa 1930'dan beri bize 'lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın' diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı... Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini... Ben size bu bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum... Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum... İnanılmaz bir haberdi... Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da 'ATATÜRK Çiçeği' diyoruz... O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen yazıyorum sizlere yazıyı.... Gazete haberi şu 'Chicago özel, geçenlerde Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir... Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir... Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir'... Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor... Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok... Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır... Diyorki Mustafa Kemal 'çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bir liderliktir, peki, sınırın nedir? ... Sınıftır...Sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi, tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal... Dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir... Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? ... Ne dersiniz? .. Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir... Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada 'kültür antropoloğu' sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir... 'Kültür Antropoloğu' nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım... Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim... Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz... Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal... Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil... Nasıl yetişmiş bu kadar işe hiç anlamadım... Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor... 'Ya ne yapıyor Mustafa Kemal' diyorlar... Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş... Üç gün sonra 'gelin diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz'... Hemen geliyor diyorki 'arkeologlar toplanın'... Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var... Bu Zübeyir KOŞAR'ın bir e bir anısıdır... Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; 'kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir'... Yabancı arkeologlar 'el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun' der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden... Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği yeri kazmaya... Sonuç mu? ... Bütün bulgular ordan çıkacaktır... İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır... Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı 'Sırat Köprüsü' adlı piyese davetlidir... Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince 'bana Galip ARCAN'ı çağarın! ' der... Galip ARCAN gelince 'bu piyesi siz mi yazdınız? 'der... 'Evet paşam ben yazdım'... 'Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin'in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum' diyecektir... Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz... Dedim ki 'a be Atam boldvilin'e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın'... Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi... Ne? ... Sinema... Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar... Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor... Atatürk 'Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem... Önemli olan işin iyi çıkması... Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın' der... Cezmi AR hayatının son günlerinde 'ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım' diyecektir... Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler... Çankaya' da ne mi yaparlar? .. ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur... 'Ben bir İnkilap Çocuğuyum' dur adı... Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır... Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir... Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum... Bu arada Mustafa Kemal'i İnsan yapan en büyük sır nerde...Evet asıl sır nerde? ... En büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime... Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için...'Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir... Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal'dir'... Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor... Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor... Esas sır nerde çok merak ediyorum... On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor... E on yılda bunların hepsi peki nasıl? ...Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? ...Onun bir sözünde... Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda... ATATÜRK diyor ki' Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım'... Esas sır bence burada... Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir... İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal... Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? .. Bildiğimiz gibi bir okuma değil... Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum... Anafartalar'da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz... Öyle bir şey yok... Macar Türkoloğu Nemet'in, Fransız Türkoloğu Devin'in Türkoloji albümleri duruyormuş... Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal... Diyorlar ki 'niye bunları okuma gereği duyuyorsun' verdiği cevaba bakın... Onlara diyor ki 'Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum'... Yıl 1914, gelelim 1916'ya... Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor... Notta ne yazıyor biliyor musunuz? ... 'Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak'... Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok... Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını... Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına... Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır... Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir... Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun'u tanımıştır... Ayşe Hatun'u hepimiz tanıyoruz... Bilmeyen var mı içinizde? ...Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? ... Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? ... Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor... Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor... Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Ayşe Hatun'un, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un... Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun... Peki ne yapar? ... Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir... Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu... 'Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun' (yani şurada oturan bizler için şehit olan) 'bu benim içinde, senin içinde bir şereftir... Yeterki vatansağolsun' diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor... Hanımefendiler içinizde anne olanlar var... Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin... El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? .. çocuğunuz mu? ... İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatun'u tanıdı Mustafa Kemal... Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaşlarında bir nine... Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim... Mustafa Necati neyi görür? ... Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle... Aynen şunları söyler 'nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına' dediğinde aldığı cevap 'dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın... Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler... hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki... Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul' diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal... Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir... Hulusi ATAK sorar bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım' dediğinde aldığı cevap 'adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu' cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün... Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk... Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım'ı tanıdı... Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? ...Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır... 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum... Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı... Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir... Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok... Hadi bunlar oldu farz edelim... Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? ... Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz? ...Cep telefonunuz var, faksımız var... Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum... Hanımlar 50 kişi geldi mi aman diyorlar bu gün çok kalabalığız... 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanım'ın 'MUTFAK PROJESİ', inanılmaz bir proje... Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje... ATATÜRK Zekiye Hanım'ı, Nakiye Hanım'ı tanıdı bu savaşta... ATATÜRK Melek REŞİT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı tanıdı bu savaşta... Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı... ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı... İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış 'anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın' demiş ve bu arada şöyle yazmış' biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz' demiş... Bu bana acı geldi... Ben Jean d'Arcı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu araştırmam da tanıdım... Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum.... Bu arada ATATÜRK evet bizler için bir geometri kitabı yazmış... Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir... İyi ki yazmışsın dedim... Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor... Adı 'Mimber', 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim... 'Sansür' kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır... Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim... Çok moral bulurlardı çünkü... Bu arada çok güzel şiirler yazmış... İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu dergisinde yayınlanmış... Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de aktarabilseydim... Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış... Peki okumuş yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? ... Sadece gününü mü kurtarmış acaba? ... Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz? ... İşte günümüzde kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak bırakmış bir lider... Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider... Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster... İşte ilk örneğimiz; Türkiye'deki sorunları sorduğumuzda önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun... Peki Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki 'ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın yeter Türkiye'... ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? ... Türk parasının değerini korumak... Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş... Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı... Peki 1938'de kaç kuruş biliyor musunuz? ... 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş... Buna gerçekten inanmaya imkan yok... Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı... Peki son dört ayda ne oldu diye baktım, tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8... Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum... Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size... 5 Aralık 1927 tarih... 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında... Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık bizden sonrakiler daha rahat edecekti... Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön vereceksiniz... Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum... Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var... Ekonomik kriz var... Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz... Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin... Türkiye tabiî ki... Peki, 1929'da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile... Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor... Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize... Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar... Peki, ikinci örnek, günümüze örnek; 1996 İngiltere'de bir seçim yapılır... Meclisteki kadın milletvekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra birden 123 olur... Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Leslie Abdela diye bir hanımefendi... Leslie Abdela'yı tüm ülkeler çağırır, 'ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise' derler... Leslie Abdela'yı Türkiye de çağırır... Şile'ye gelir, dolar alır anlatmak için... Ve işte sözlerinin özeti 'İngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK'e danıştı'... Yani ben Türkiye ye tereciye tere satmaya geldim... Peki Leslie Abdela'nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? ... 'Mutfak Projesi' peki şöyle yazıyor şurada; '1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK'ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba' diye de ironi yapmış burada... Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye'de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna... Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor... Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma... Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma... Biz bugün bir yerden bir yerlere gidince indiğimiz araçtan oflayarak inerek çoğu kez...'off ayağım belim melim' deriz..., bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nın Kurtuluşuna da tanık oluyor... Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! ..Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı... Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım zannediyordum... Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim... Bu arada Kara Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın... Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı... Gazeteci soruyor diyorki; 'çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın' diyor... Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle...'Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak maşımı Kızılay'a bağışlıyorum' diyecektir... Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? ...ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; 'neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız' diye... ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum... 'Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum... Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır' diye cevaplayacaktır... Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar, varolsunlar... Dileyelim ki bizim nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar.... Bu arada ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; 'Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur... ' Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum... Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım... Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir... Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? ... Şair Melek hanım diye anılırmış Haçin'de... Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış... O anda gördüklerini kaleme almış... Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir destan... Başına ne demiş biliyormusunuz 'inşallah okuna'... Ben 30 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da 'bizden sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum' demiş... son iki kıt'ayı sizlere yazıyorum... Meydan kazanı kurdular.Tüm bebeklerimizi kaynattılar Gün görmedik anaları.Süngü ile oynattılar Kundakları verdiler. Kanlı kundak yu dediler Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar.Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler… Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz.... Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi... Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? ...Hadi gelin Antalya'ya gidelim... Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir 'Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni' der. küçücük bir çoban gelir... Derki 'Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun'... Başlar çoban 'demirciler demir döver tunç olur' diye... bitince ATATÜRK dalmıştır 'bis bis' der... Çoban böyle bakar. 'Oğlum der bis' der 'Çok beğendik tekrarla anlamına gelir'.... Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar.... ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır... Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK'e 'bis bis' der... Bu espri ATATÜRK'ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır... ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek masasında hiç hoşlanmıyor... Karşısındaki adam da ATATÜRK'e 'sen Türklerin şahısın şususun bususun...', feci dalkavuk... Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk; 'Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız'... Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor... 'Ah...' diyorlar '...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak'... adam perişan, ah paşam vah paşam derken 'Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum'... Bir gazetecide Atatürk'e sorar 'size de diktatör diyorlar ne dersiniz'... Atatürk şöyle bir bakar,.'Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız ' diyecektir... Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım... İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler... Trene binerler kompartımana çekilirler... Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk... Yaveri 'ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz' der... 'Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz... Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım' der... Yaveri; 'aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik' der... Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki 'Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz...Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması'... Var mı böyle bir şey! ...Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir... Ayaklarının altına Yunan bayrağıserildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum... Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var... Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni... Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş... Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar... Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; 'Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır' diyor... En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor... Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal'i görüyoruz orada... Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet... Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise... ya İstanbul'a ATATÜRK diyorduk ya Ankara'ya... Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor; 'Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur... Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatırlıyoruz... Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim' diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir...Ah Paşam ahhh... Şimdi bakıyorum da ufacık bir olayda hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye... Ve bir öürencinin ağzından Atatürk... Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ... Şöyle anlatır Mahmut SADİ... 'Yıl 1923... İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar... Okul duvarında bir ilan görüyorum... Avrupa'ya talebe yollanacaktır... Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa'ya talebe! ... Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim... 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz... Benim ismimin yanına ATATÜRK 'Berlin Üniversitesine gitsin' diye yazmış... Zaman geldi... Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? .. Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm... O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı 'Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var' telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu 'sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz'... Var mı böyle bir şey? ... 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun... Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu... Tüm ülkenin huyu değişiyor... Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor... Mahmut Sadi devam ediyor 'gel de şimdi gitme, git de ordaçalışma, dönde bu ülke için canını verme'.diyor... Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? ...Beyin göçü... En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar... Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? ... Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış... Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var...Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun... İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır 'O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeniyeni kazandığı dönemler... Benim tiyatroda çömezlik dönemim... Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş yönetmen olarak atanmış... Çok titiz bir insan... Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu... Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu... Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul'unda düşmanı çoktu... Bir gece Dolmabahçe'den ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi... Ben de karşılamak için hazırdım... Fakat Paşa gecikti... Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı... ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı... Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar... ATATÜRK 'Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul'la Görüşürüz' dedi... Herkes Muhsin ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı... ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı... Tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık, siz vazifenizi yaptınız, eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi... Ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler ' demez mi... Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada'... Ama işte liderlik diyorum... Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden... Mümkün mü? ... Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor... Evet, ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? ...Lütfen pazara gidelim... Yabancı ülkelere gittim... Portakalı taneyle jelâtinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet... Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana 'Türklerin özel bir günü herhalde bu gün'... 'Neden' dedim? ... Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede... Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla... Ve bana ne dedi biliyor musunuz? .. “Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun”...? 'Ne' dedim... 'Türkiye'yi isterim de isterim diye tutturacağım' dedi... Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez... Peki yerin altına geçelim... Krom, brom, toryum, bor... Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım... Neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri... Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında... Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum... Bu gün dünyadaki, Türkiye'de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş... Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre... Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz... 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda... Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? .. Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni... Erzurum'a gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor,Bursa'ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor... Sadece bizim sıcak su kaplıcamız... Hakikisi var çünkü elimizde... Geçen gün Ispartada Davraz diye bir kayak merkezine götürdü arkadaşlar.... Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz'ta... Birbuçuk saat Antalya'ya in... Millet denizde yüzüyordu.... Var mı böyle bir ülke söyleyin bana... Birbuçuk saatlik mesafede... Bursa, Uludağ'a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz denize giriyorlar... Hakikaten yok böyle bir ülke... Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım... Ya güneşi var, ya karı var, ya denizi var, ya dağı var birinden biri mutlaka... Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? ... Asla.... Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok... Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde... Nasıl olmasın ki! ... Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede... Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar... Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık... Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık... Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik olan-olmayan, ATATÜRK'çü olan-olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık... Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı... Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler... Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok... Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte... İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? ... Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman... Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman... Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman... Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla... Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyorum... ATATÜRK de et artı kemik artı kandı, İnsanüstü değildi yani ATATÜRK, ATATÜRK de herkes gibi kusurları olandı, ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı, Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı, Yemeklerden fasulye pilakisini seven, Miri kelam bir İstanbul efendisi. Aşık ve şair, mahcup ve ürkek, Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı, Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı, Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek. Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal. İnsan üstü değildi ATATÜRK, Tam insandı.
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. M.KEMAL ATATÜRK
Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK... Gençliğinde kot pantolon giyememiş. Sevgilisinin elinden tutup hâsılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş... Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş... Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu... Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş... Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş... Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar... Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş! ... Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden… İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti.. Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı... Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı... Atatürk'e acıyorum... Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir… Aaaah ah... Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken... Bunları yapmadı Atatürk... Keyif çatmadı... Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı... ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK… HER FIRSAT ELINDE VARDI… O ISE SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI… BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI O KADAR.....
Bayrağa saygı... 30 ağustos sabahı, Mustafa Kemal muharebe sahasında dolaşıyordu... Etraf binlerce düşman cesetleri ve birbiri üzerine yığılmış yüzlerce topçu havanı, terk edilmiş silah, top ve cephane dolu idi... Atatürk söyle söylendi: —bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk... Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler'… Ganimetlerin arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de yunan bayrağı gören başkumandan eli ile kaldırılmasını işaret ederek; —bir milletin istiklal alametidir, düşman da olsa hürmet etmek lazımdır, kaldırıp topun üzerine koyunuz'… İnsancıl Atatürk bu işte…
Sakal üzerine... Atatürk Amasya ziyaretinde... Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette... Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri… Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker… Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; … — Kimdir bu? Vali yanıt verir; — Efendim kendisi Şıh'tir. Yörede çok hatırlısı vardır... Atatürk Şıh'i yanına çağırır ve — Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir… Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir… Şıh; — Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir… Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Sih'i hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar… Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'in sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır… Atatürk telefonu kapatır, kâğıdı kalemi eline alır ve az sonra nazirini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister... Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış... Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar… Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüstür... Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; … — Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ... Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; — Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'i Afyon'a vali atadığımı bildirdim der… Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler... Yazıda söyle yazmaktadır; — İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim… Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarin başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir… Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım… Kal sağlıcakla...
...'Ben,vazifemin bitmediğini,yüklendiğim mesuliyetinde yüksek ve çetin olduğunu biliyorum.Arkadaşlar,BU VAZİFE BİTMEYECEKTİR.BEN TOPRAK OLDUKTAN SONRADA DEVAM EDECEKTİR.Ben seve seve,sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve kutsal vazifenin yüksek mesuliyetiyle mesut olacağım.Vazifeme başarıyla devam edeceğim.Çünkü,büyük milletimizin,kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum.Bu benim için büyük kuvvettir,büyük yetkidir.' ......Hangi üç asır,hangi on asır; Tuna ezelden Türk Diyarıdır.Asyanın ortasında Oğuz Oğulları.Avrupanın Alp lerinde Oğuz Torunları.Doğudan çıkan biz,Batı da yine biz.Nerde olsa,ne olsa kendimizi biliriz. ....Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle göruyorum. Bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.
ATAM sen hayattayken varolan Cumhuriyet düşmanları hala var ama Bizler dün CUMHURİYET mitingi yaparak 2 milyona yakın halkla İstanbulda heryeri bayraklarımızla kırmızıya boyadık sen kolay kazanmadın bizlerde kolay kaybetmeyi düşünmüyoruz gerekirse Vatanımız için siper oluruz, ATAM GÖRSEN,duysan şaşırırsın bu çağda hala bu cumhuriyet düşmanlarımı var diye üzülürsün.
Emanetin bizlerde sen huzur içinde RAHAT UYU CUMHURİYETTEN HİÇBİR ÖDÜN VERİLMEYECEK
Türk Ulusu! İçin rahat olsun... Bu vatanda tek bir Atatürkçü kalsa bile, bu vatan Cumhuriyet içinde doğru yolda ilerleyecektir... Kaldı ki bizler milyonlarcayız...
'Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikir ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasi ve ictimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevki sana parmağıyle gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak hem de bir vazife! '
Atatürk'ü anlamak basamağına henüz ulaşamamış olan toplumumuz, Atatürk'ü tamamlamak için zorunlu olan hamleyi elbette gösteremez... Sorumlulara gelince; yanlış Atatürk yorumcuları ile Atatürk goygoycularının, Atatürk'e karşıt olanlardan daha çok bu sorumlulukta payı olduğunu sanmaktayım'... Atatürk'ü anlamak, Atatürkçü akımın temeline inmeyi zorunlu kılar... Bu temel nedir? ... Atatürk, 'İstiklâl-i tam, bizim bugün, deruhte ettiğimiz vazifenin ruhu aslisidir' derken Atatürkçülüğün üzerine bina edildiği temeli dile getirir ve 'istiklâli tammımızın temini ve idamesi' için 'siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, harsi ve ilah...' alanlarda bağımsızlığımızı gerekli sayar. Ona göre, bunların herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, bütününden mahrumiyet demektir... Görüldüğü gibi Atatürk bir 'Bağımsızlık Savaşçısı'dır... Sadece söz konusu ettiği alanlarda bağımsızlık savaşçılığı etmekle kalmaz, daha da önemlisi düşüncenin bağımsızlığını şart koşar... Aklın üzerinde sulta kuran hurafelere, inanışlara ve kurumlara karşı oluşu sebepsiz değildir... Atatürk'ü anlamanın bir yanı onun bağımsızlık savaşçılığı ise öteki yanı da gerçekleştirdiği devrimlerin bütünlüğüdür... En büyük eseriniz hangisidir? sorusuna verdiği şu cevapta bu düşünce açık ve seçik olarak ifade edilmiştir... 'Benim yaptığım işler biri diğerine bağlı ve lüzumlu olan şeylerdir'... Toplum olarak Atatürk'ü anlamak basamağına henüz ulaşamadığımızı söylerken 'istiklâl-i tam' ve 'Türk Devrimi'nin bütünlüğü' anlayışında açılan gediklere işaret etmek istemiştik... Bu gedikler Atatürk'ü tamamlamak meselesini ortaya çıkarmaktadır... Kurtuluş Savaşı sonrası düzeyine yeniden ulaşmak için Atatürk'ü tamamlamanın yanı sıra, Türk Devrimi'nin gerçekleştiremediği hedeflere ulaşabilmek için de Atatürk'ü tamamlamak söz konusudur... Atatürk'ü tamamlamanın ilk anlamı 'istiklâl-i tam' ve 'Türk Devrimi'nin bütünlüğü' anlayışında açılan gedikleri kapatmaktır... Bu davranış Atatürkçülüğe yeni bir şey katmayacak, onu eski düzeyine kavuşturacaktır... Yeni bir 'Kuvay-ı Milliye ruhu'na muhtaç olduğumuzu ileri sürenler bunu söylemek istiyorlar... Atatürkçülüğü eski düzeyine ulaştırmak yetmez, eksik kalan yanlarını tamamlamak da gerekir. Atatürk'ü tamamlamanın asıl anlamı Türk Devrimi'ne yeni katkılarda bulunmaktır... 'Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur' diyen Atatürk kendi eksiklerini dile getirmekten de çekinmez... Konuşmalarından birinde, 'Ben çok içtimaiyat ile meşgul olmadım' der... İktisadi meseleler karşısındaki durumunun da aynı olması olağandır... Müstesna bir sezişle ortaya koyduğu bazı meselelerin gerçeklik kazanamamış olması çevresinin ve o günkü Türkiye koşullarının da bir sonucu olmuştur... Kendisinin de belirttiği gibi, 'Biz daha çok hatveler atmak mecburiyetindeyiz'... Türk Devrimi'nin ilkelerinden biri olan devrimcilik, katılaşmış bir toplum düzeni yerine yeni oluşlara açık bir anlayışı zorunlu kılar... Dinamizmini yetirerek kendi üzerine kapanmak Atatürkçülüğü donmuş kalıplar haline getirir ve yaşama gücünü zayıflatır... Batılı bir toplum olmak ve halkın mutluluğunu daha ileri bir düzeye çıkarmak, değişen dünya koşulları içinde, Atatürk'ün sürekli bir ülküsü idi... Bu ülküye bel bağlayan genç kuşaklar ve düşüncede genç kalanlar için Atatürk'ü tamamlamamın yolu daima açıktır... 'Bugüne kadar istihsal eylediğimiz muvaffakiyet, bize ancak terakki ve medeniyete doğru bir yol açmıştır... Yoksa terakki ve medeniyete henüz isal etmiş değildir... Bize ve ahfadımıza vazife bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir'... (Ağustos 1923) 'Sen ölmedin' edebiyatı ile Atatürkçülüğe ve Türk milletine yararlı olunamaz... Atatürk'e yapılacak kötülüklerin en büyüğü onu bir evliya haline getirmektir... Basmakalıp, şekilci ve çıkarcı Atatürk sevgisi artık yerini gerçekçi ve tamamlayıcı çalışmalara bırakmalıdır... Atatürk sömürücülüğüne bir son verilmelidir... Yazımızın başına aldığımız cümlelerinin son ikisindeki 'millet' kelimesi yerine 'Atatürk' kelimesini koyarak bir daha okumalı ve düşünmeliyiz... Şurasını unutmamalıyız ki, Türk milletinin hayatında Atatürk bir fasıl değil, yeni bir başlangıçtır... Onun öncülük ettiği eser eksiksiz olmadığı gibi tamamlanmış da değildir... Genç kuşakları bekleyen en önenli görev bu 'başlangıç'ı sürdürmektir...
Bugün Ankara kırmızı beyazdı... Bugün Türkiye kırmızı beyazdı... Bugün Ankara'da evlerde oturmama yasağı vardı... Bugün Türkiye'deki yüreklerde cumhuriyetine sahip çıkma heyecanı vardı... Bugün her yerde Kuva-i Milliye ruhu vardı... Başı açık, türbanlı, genç, yaşlı, etnik kökeni ne olursa olsun bugün her yerde Cumhuriyetine sahip çıkma iradesi vardı... İşte Türkiye'nin mozaği bu... Bizler emanetlere hiç kuşku yok ki kanımızın son damlasına kadar sahip çıkmayı göze almışız...
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Türk kadını için söylediği bir özdeğiştir; 'Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.',eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
Çankaya'ya çıkan yollara otururuz... GÖRDÜĞÜM kadarıyla Başbakan'ın halkın karşısına çıkması giderek daha da zorlaşıyor... Misal; Ecevit'in cenaze töreninde, Başbakan'ın camiye girmesi için yandaki inşaatın içinden özel bir yol yapılması ve iktidar heyetinin halka gözükmeden oradan cami avlusuna girmesi iyi bir fikirdi. Alttan, altgeçit de yapılabilirdi... Olmadı, havadan da sarkıtılabilirdi Başbakan, sepet içinde... Halk görmesin yeter... Çünkü halk, Başbakan'ı görünce 'Çankaya laiktir, laik kalacak' diye bağırmaya başlıyor.. Başbakan'ın buna canı sıkılıyor... Ve o zaman kendi cemaatine soruyor: 'Laikliğin en çok mücadelesini veren kim? ..' Onlar yanıtlıyorlar: 'Siz... Yani sizin kadar laiklikten yana olan kimse yoktur...' Kendisi de inanıyor ve mutlanıyor: 'Eeee... O zaman ne bağırıyorsun arkadaş...' Olsun... Halkımız bir kez neyi bağıracağını ezberlediğinde, artık kimse onu tutamaz... Bu durumda Başbakan'ın işi zorlaşıyor... Nasıl Cumhurbaşkanı olacak? ... Nasıl halkın karşısına çıkacak? .. Bayramlarda halka gözükmeden nasıl resmi geçitten geçecek? .. Törenlerde on binlerce insanın karşısındaki şeref tribününde nasıl oturacak halktan gizli? .. Başbakan'ın açık toplantılara böyle arka yoldan, arka kapıdan, arka inşaattan girmesi iyi işaretler değil... Bu olanlar toplumsal tepkinin ilkiydi... Hiç kimse örgütlemeden, kimsenin çabası olmadan, toplumun kendi doğal tepkisiydi bu... Bir gün elli milyon insan, Çankaya'ya çıkan tüm yollara oturacak. Şaşırmamalısınız... Yüzde 25 oyla, toplumun tümünün iradesine rağmen, bir oldu-bitti maşallah ile Çankaya'ya çıkmaya geçit yok... Tayyip Erdoğan nasıl çıkacak Çankaya'ya? .. Arkadaki inşaattan mı? .. Bence bu halk en kapsamlı, en kararlı, en içten, en yürekli tepkisine hazırlanıyor... Çankaya yolu zor... Vatan Bölünmez Tektir...Cumhuriyet Içerisinde Cumhuriyet Kuran Namerttir... 'Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar Eğildi, durdu Bıraksalar İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı…”
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ; BİR 'DUVAR SÜSÜ' DEĞİL, 'ERKEN UYARI SİSTEMİ'DİR!
beşik ulemalığını,devletin sırtındaki kambur boş beleşçi takımının toplandığı bir yer haline gelen tekkeleri, tarikatleri kaldıran,sana ve senin gibilere bu düşünce özgürlüğü ortamını sağlayan size rahatça ibadet edebilme hatta ona dil uzatabilme imkanını veren bi de bunu sanki allahın emriymiş gibi onun adını ağzına alarak yapan sizlere bu cürreti veren kim acaba? ? ? ?
İŞTE BENİM MUSTAFA KEMAL'İM
Atatürk bizim desem.
Yalan da söylemem ya!
Kiminmiş anlatayım
Öğrensin bütün dünya.
Önce Türkün.ATATÜRK
Sonra da dünyanındır.
İlmi nerde bulursa,
Alıp ta yayanındır.
Her türlü düşünceye,
Tahammül edenindir.
Her sahada milletin,
Önünde gidenindir.
Milleti aç dururken,
Tokluk bilmeyenindir.
Yetimleri ağlarken
Yüzü gülmeyenindir.
Tüm kutsal değerlere,
Saygı duyanlarındır.
Bunlara saygısızdan,
Kaygı duyanlarındır.
Birliğe,bütünlüğe,
Önem verenlerindir.
Milletin yarınını,
Bugün görenlerindir.
İstikbali göklerde,
Arayıp,bulanındır.
İlimde,fende her gün,
En önde olanındır.
Adaleti temelden,
Çıkarıp verenindir.
Mazluma,mağdurlara,
Kol kanat gerenindir.
Bizim midir ATATÜRK.
Sizin mi bakın şimdi.
Halimiz ortadayken
Demeyin ki benimdi
Bazı CUMHURİYET vede ATATÜRK düşmanlarının bilgisine sunulur
Kaynak:Mehmet Emin BAYAR
Diyanet İşleri Başkanlığı
Teftiş Kurulu Başkanı
Halkçı bir önder olan Atatürk, Türk toplumunu çağdaş uygarlık istikametine doğru dönüştürmek için giriştiği inkılaplarında öncelikli olarak Türk milletinin köklü manevi değerlerine dayanmıştır. Onun belirgin olarak göze çarpan başarısı, dini doğru bir şekilde anlaması ve ondan ülkenin dirilmesi ve kalkınması için hakkıyla yararlanmasıdır. Nutku, söylev ve demeçlerine baktığımızda sürekli olarak İslamiyet'e ait kavramlara demeçlerine baktığımızda sürekli atıfta bulunduğunu görmekteyiz. bir Konuşmalarında Kur'an ait ayetlerine referansta bulunmuş, Hz. Muhammed'in hadislerini zikretmiş ve İslam'ın çeşitli meseleleri ile ilgili bakışını belirtmiştir.
Bu konuşmalardan, Atatürk'ün dinine bağlı bir lider, İslamiyet hakkında geniş ve zengin bilgisi olan bir kimse olduğunu anlıyoruz. Konuşmaları dikkatlice tahlil edildiğinde, onun din anlayışının çağının mevcut birikiminin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Dini taassubun çok yaygın olduğu, din adına softaların halk üzerinde tesir ve nüfuz elde ettikleri, Osmanlı'dan kalma medrese geleneğinin hala direnç gücüne sahip olduğu bir dönemde aşağıda tafsilatıyla vermeye çalışacağımız fikirleriyle Atatürk, din alanında da çağdaş görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü onun 1920 lerin koşullarında söyledikleri aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün ülkemizin ilahiyatçılarının birçoğu tarafından İslam'ın sahih yorumu olarak ileri sürülmektedir.
Konuyu daha fazla uzatmadan burada Atatürk'ün din konusunda dile getirmiş olduğu ve muhtelif kaynaklarda yer verilen sözlerinden tespit edebildiklerimizi burada zikretmek yerinde olacaktır:
'Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiııa etmiyor. '
'Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmu~tur. Bir dine tabü olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. '1
'Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik deııridir. İkinci devir, insanlığın kemal devridir. '
'Ey millet! Allah birdir, şânı, büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur'ani azimuşsândaki nusustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ııe tabi kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır. '2
'Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Dü~ünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din i~lerini, millet ve devlet i~leriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve füle dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat ııermeyeceğiz. '3
Din ııardır ııe lazımdır, Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takııiye etmek lüzumu hissedilmemi~. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış, Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez, Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır, '4
'Efendiler..' Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ııe en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım, Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum, Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşünmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır... ' 'Milletimiz dil ve din gibi kuııvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuııvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz. '5
'Bizim dinimiz hiçbir ııakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir, Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir, Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ııe nerede olursa oraya gitmek ııe onunla dolu olma zorundadır. Îslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ııe diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır, Belki daha ileriye gitmişlerdir,
'Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin ııücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ııe dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir. '
Bizde ruhbanlık yoktur, Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit olarak öğrenmeliyiz, Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir, 6,
'Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim.”
'Biz ne Bolşevik'iz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız, Türkler milliyetperııer ve dinlerine hürmetkar bir millettir, Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir. '
_____________________________________________________
Kaynak:Mehmet Emin BAYAR
Diyanet İşleri Başkanlığı
Teftiş Kurulu Başkanı
Bu mesajımı sil
Allah ın kuralını kaldırtan kim?
(bkz:düşünce özgürlüğü)
zaten hakkındaki herşeyi herkes biliyo. bunuda bilin: En Büyük Beşiktaş'lı... :)
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK sonsuz düşünce gücüyle hala bize yol gösteriyor ve sonsuza dek hep onun düşünce gücüyle yol alacağız.
batılıların ve memleketimdeki hainlerin en korkulu rüyası
Tek cümle: 'ADAM GİBİ ADAM'
M.KEMAL ATATÜRK benim için Türkiye demek,M.KEMAL ATATÜRK bana Laikliğin ve Cumhuriyetin en büyük savunucusu büyük insanı çağrıştırıyor.NE MUTLU TÜRK'üm diyene.Saygılarımla
Bir KEMALİST olarak ATATÜRK'Ü anlatmak, anlamak ve hayatımda yer vermek görevim... Her vatanını seven insan gibi....
Tarihin Türk ulusuna armağan ettiği enson ve en büyük başbuğ.
Atatürk hakkında bilmediğimiz gerçekler var... Okuyunca onu ne kadar az tanıdığımızı göreceksiniz...
İşte Atatürk'ün bilmediğimiz yönlerinden bazıları...
Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir... Üstelik diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle, saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider... Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir? ...
ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık...
Asker ATATÜRK ya da devlet adamı ATATÜRK olarak... Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir... Zaten herhalde bir başkasına da rastlamamız mümkün değil... En büyük düşmanı; hani şu ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis... Hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı Atina'daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK'ün resminin önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor... Böyle bir saygıyı en büyük düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal... Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı dönemi... Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye döner ve aynen şöyle der ki, 'Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim' dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen Mustafa Kemal'i... Yada, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak
istiyorum... Diyorki; 'Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir.' dizelerindeki bu kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal... Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir... Öneri paketindeki bir cümleyi sizlere okumak istiyorum... Diyorki 'Bu gün UNESCO'nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir'... Öneri nedir? ... Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir... Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler... 'Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız? ' şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler... 'Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız' sözlerini döktürtebilen bir Mustafa Kemal... Sonra nemi olur? ... UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani İsveç delegesi demişti ya 'ne yani' diye... O İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
'Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben
atıyorum' diyecektir...
İşte o muhteşem belge diyorki;
' ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI
GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU'
Var mı böyle bir metin! ... Bir filozof derki 'bir ülke için kıstas aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin' şu anda kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin gösteremeyiz... İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır... Eşi olmayan devlet adamı metni... Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz, soruyorsunuz bana o bir ülke kim? ...İşte o ülkenin adını vermeye benim dilim maalesef varmıyor... 2004 de bir konferans veriyoruz birden bir hanımefendi ayağa fırladı... Dediki 'Ben Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var, bu deyimin anlamını anladım' dedi... Hanımefendi 'nedir o deyim' dedim... 'Norveççe'de 'ATATÜRK gibi düşünmek' deyimi var... Çok sık kullanırız bu deyimi' 'nerelerde kullanırsınız' dediğimde 'Hani bir problem veririz çöz diye o da tembellik eder çözmez... Deriz ki ona bu problemin mutlaka çözümü var... Birde ATATÜRK gibi düşün'... O gün o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim...
Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar... Röportajını Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa Kemal'e şöyle sorar gazeteci... 'Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz? ... ' Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle: 'Şartlarımızı koyarız.... Kabullerine bağlı... Biz müracaat etmeyiz üye olmak için... Eğer davet gelirse düşünürüz'... Evet, Birleşmiş Milletler sadece Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiyesi Birleşmiş Milletlere.... Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında Mustafa Kemal'den... Ama bu arada 2005'de bir yabancı gazetede aynen şöyle yazıyor.... Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış... 'Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım'... İçimden dedim yazara ATATÜRK 'ü hiç tanımıyor herhalde... Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de yeterdi aslında... Her kaşır toprağa ayrı bir önem verirdi ve yararlı hale getirmek için çok çaba sarf etti...Çorak toprakla yeşermesi için çok uğraştı...'BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERK EDEMEYİZ' derdi... Etmez de... Aynı Sakarya savunması gibi akasya savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık bu günü, 25 Mayıs 1933... Ne yapar biliyor musunuz? ... Hani 5 Haziranlarda kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? ... Çevre günü ne zaman kutlanmaya başladı? ... 1980 den sonra... Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne yaptı? ... İlk Çevre günü kutlamasını yaptı... Hem de bugün okullara soruyorum diyosunuz ki ne yaptınız diye 'ya ağaç diktik diyorsunuz ya çöp topladık' öyle falan değil... Bütün Ankara halkını bedava trenlerle buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler, havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler... Hatta bütün masrafı cebinden ödemiştir buraya bir fabrika yaptırmıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir.... Herkes çok mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.... Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık... 'Yahu paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı... Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını? ' der... 'Gel Nebizade gel, şimdi anlatayım sana... Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki köylülere geldim... Köylüler beni tanımadılar... Köylülere, ağalar dedim burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim... 'Al dediler', bana bir testi su verdiler, bir de kazma kürek... 'Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz' dediler... Ah o iki gün Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir bir de ben... İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su bitmişti, köylülere uzattım... Dediler ki bana 'ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş burda ne ekersen biçersin'... Ve hani Tahsin COŞKAN'ın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim'... Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz... Hani ATATÜRK'e kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı... Onu da ATATÜRK buraya müdür tayin eder... Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil... Bu arada biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız... Çalışmadığımızın en acı örneğini Türkiye yaşadı zaten... Neydi o örnek '17 Ağustos depremi'... Evet deprem bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu binalar çöktü... Oysa 1930'dan beri bize 'lütfen tabiatla oynamayın, tek bir ağaçla bile oynamayın' diye bize örnek olan bir liderimiz varken yaşadık bu acıyı... Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne güzel değerlendirmiş hareketini... Ben size bu bilgileri vermek için 1919 başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri tarıyorum... Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 günün Cumhuriyet gazetesinde bir haber okudum... İnanılmaz bir haberdi... Hani bir çiçek alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da 'ATATÜRK Çiçeği' diyoruz... O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk ama bakın gazeteyi aynen yazıyorum sizlere yazıyı.... Gazete haberi şu 'Chicago özel, geçenlerde Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde edilmiştir... Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin verilmesini önermiştir... Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiştir'... Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor... Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren, başka hiçbir lider yok... Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmamıştır... Diyorki Mustafa Kemal 'çevre hareketi dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer sınıf başkanı olacaksan bu bir liderliktir, peki, sınırın nedir? ... Sınıftır...Sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi, tek bir sıra tek arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal... Dünya tarihi sadece bir sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir... Başka dünyada hiçbir liderin alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? ... Ne dersiniz? .. Evet Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir...
Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal ATATÜRK olduğu için dünyada 'kültür antropoloğu' sıfatı verilebilen tek lider Mustafa Kemal'dir... 'Kültür Antropoloğu' nedir ne değildir uzun uzun başınızı ağrıtmayacağım... Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim... Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz... Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal, müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal... Ama bugünkülerde olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil... Nasıl yetişmiş bu kadar işe hiç anlamadım... Bakıyorsunuz Efes kazıları başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazıları başlıyor başında, birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak alıyor, ölçüyor, biçiyor... 'Ya ne yapıyor Mustafa Kemal' diyorlar... Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar ediyor bir heyecan bir telaş... Üç gün sonra 'gelin diyor Ahlatlıbel'e gidiyoruz'... Hemen geliyor diyorki 'arkeologlar toplanın'... Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var... Bu Zübeyir KOŞAR'ın bir e bir anısıdır... Toplanıyor ve diyorki Mustafa Kemal heyecanla; 'kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir'... Yabancı arkeologlar 'el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun' der gibi aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden... Başlıyorlar Mustafa Kemal'in gösterdiği yeri kazmaya... Sonuç mu? ... Bütün bulgular ordan çıkacaktır... İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır... Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı 'Sırat Köprüsü' adlı piyese davetlidir... Davetiyede böyle yazar piyesin başında mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince 'bana Galip ARCAN'ı çağarın! ' der... Galip ARCAN gelince 'bu piyesi siz mi yazdınız? 'der... 'Evet paşam ben yazdım'... 'Hayır, bu bir Bolunun Flor Doranj adlı boldvilin'in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz hakkınızda soruşturma açtırıyorum' diyecektir... Buna benzer pek çok anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz... Dedim ki 'a be Atam boldvilin'e varıncaya kadar ne zaman okursun? ne zaman kafanda tutarsın'... Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi... Ne? ... Sinema... Hey hat, baş yönetmen Cezmi AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar... Ve Cezmi Ar Mustafa Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer oyunculara şiddetle bağırıyor... Atatürk 'Gel Cezmi gel, burda başkomutan sensin. ben bu işi bilmem... Önemli olan işin iyi çıkması... Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın' der... Cezmi AR hayatının son günlerinde 'ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım' diyecektir... Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler... Çankaya' da ne mi yaparlar? .. ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur... 'Ben bir İnkilap Çocuğuyum' dur adı... Kendi yazdığı film senaryosunu Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır... Ama yıl 1937 dir, ömrü vefa etmemiştir... Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle bakıyorum... Bu arada Mustafa Kemal'i İnsan yapan en büyük sır nerde...Evet asıl sır nerde? ... En büyük lider eleştirmeninin sözü geldi elime... Liderleri çok sıkı eleştiren bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için...'Liderler içerisinde eleştiri acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir... Çünkü bütün Rönesans, bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında toplanmış, bir çağa sıran etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal'dir'... Bunu biz demiyoruz dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor... Peki, tamam laf iyi de diyorsunuz ki; laflar karın doyurmuyor... Esas sır nerde çok merak ediyorum... On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları yapıyor... E on yılda bunların hepsi peki nasıl? ...Ben esas sırrı nerde buldum biliyor musunuz? ...Onun bir sözünde... Ama bu bence, ve dedim ki bu sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok farklı biyerde olurdu şu anda... ATATÜRK diyor ki' Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım'... Esas sır bence burada... Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35 yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46 yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir...
İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize geçecektir Mustafa Kemal... Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? .. Bildiğimiz gibi bir okuma değil... Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum... Anafartalar'da savaşın bir dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça dinlenmek istersiniz... Öyle bir şey yok... Macar Türkoloğu Nemet'in, Fransız Türkoloğu Devin'in Türkoloji albümleri duruyormuş... Açıyor onları okuyor Mustafa Kemal... Diyorlar ki 'niye bunları okuma gereği duyuyorsun' verdiği cevaba bakın... Onlara diyor ki 'Savaştan sonra bu dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum'... Yıl 1914, gelelim 1916'ya... Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor, yaveri İzzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor... Notta ne yazıyor biliyor musunuz? ... 'Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak'... Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok...
Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını... Peki sizce tam savaşın en hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına... Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü, dünyayı şaşırtan bir manzaradır... Ülkelerin savaşları olmuştur ama topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir... Atatürk bu savaşta Ayşe Hatun'u tanımıştır... Ayşe Hatun'u hepimiz tanıyoruz... Bilmeyen var mı içinizde? ...Onun yapabildiğini acaba hangi ülkenin kadını yapabilir? ... Ya da zamanımızda hangi kadın yapabilir? ... Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve cepheye cephane götürüyor... Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya başlıyor... Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Ayşe Hatun'un, ama düşman eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek, bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un... Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar, düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun... Peki ne yapar? ... Çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları söylemiştir... Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu... 'Sen yüzlerce binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun' (yani şurada oturan bizler için şehit olan) 'bu benim içinde, senin içinde bir şereftir... Yeterki vatansağolsun' diyor, omuzuna alıyor cephanesini ve yola koyuluyor... Hanımefendiler içinizde anne olanlar var... Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin... El bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın sizden sonraki kuşak mı? .. çocuğunuz mu? ... İşte bu Ayşe yada diğer adıyla Tayyibe Hatun'u tanıdı Mustafa Kemal... Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, -30oC, -40 oC. Ve 75-80 yaşlarında bir nine... Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den dinleyelim... Mustafa Necati neyi görür? ... Bütün yorgan battaniye ne varsa cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle... Aynen şunları söyler 'nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına' dediğinde aldığı cevap 'dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın... Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler... hayır oğlum hayır hiç üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorum ki... Düşman bu topraklara girdi gireli benim içim yanıyor içim a oğul' diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal... Albay Hulusi ATAĞ'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve cephane taşırken yere düşmüştür, ölmek üzeredir... Hulusi ATAK sorar bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım' dediğinde aldığı cevap 'adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu' cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle sürebilseydi bugün... Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz olurduk... Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanım'ı tanıdı... Zekiye Hanım ne yaptı biliyor musunuz? ...Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır... 10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim herhalde sıfırları fazla okuyorum... Hayır 3000 kadın, yapımcısı, dinleyicisi, konuşmacısı... Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun için dünyaya ilk geçmiştir... Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok... Hadi bunlar oldu farz edelim... Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu dersiniz? ... Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de üzüntü duydum neden biliyor musunuz? ...Cep telefonunuz var, faksımız var... Pek çok kulübün, pek çok derneğin davetlisi olarak gidiyorum... Hanımlar 50 kişi geldi mi aman diyorlar bu gün çok kalabalığız... 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını da söylemek istiyorum Zekiye Hanım'ın 'MUTFAK PROJESİ', inanılmaz bir proje... Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje... ATATÜRK Zekiye Hanım'ı, Nakiye Hanım'ı tanıdı bu savaşta... ATATÜRK Melek REŞİT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadın'ı tanıdı bu savaşta... Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı... ATATÜRK üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaşındaki Nezahat kızımızı tanıdı... İşte Nezahat kızımızın yanında şehit olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış 'anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada niye olduğumu anlardın' demiş ve bu arada şöyle yazmış' biz Mehmetçik Nezahat'e Türklerin Jean d'Arc 'ı diyoruz' demiş... Bu bana acı geldi... Ben Jean d'Arcı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu araştırmam da tanıdım... Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış oldum.... Bu arada ATATÜRK evet bizler için bir geometri kitabı yazmış... Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48 tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa Kemal'dir... İyi ki yazmışsın dedim... Bu arada ATATÜRK her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir gazete çıkarıyor... Adı 'Mimber', 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim... 'Sansür' kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır... Bu arada keşke bütün Türk gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim... Çok moral bulurlardı çünkü... Bu arada çok güzel şiirler yazmış... İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu dergisinde yayınlanmış... Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de aktarabilseydim... Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış, sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış... Peki okumuş yazmışta sadece gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? ... Sadece gününü mü kurtarmış acaba? ... Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım mı ne dersiniz? ... İşte günümüzde kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak bırakmış bir lider... Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider... Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster... İşte ilk örneğimiz; Türkiye'deki sorunları sorduğumuzda önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun... Peki Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Jhons bize şunu öneriyor, diyor ki 'ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın yeter Türkiye'... ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? ... Türk parasının değerini korumak... Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş... Ha bir savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı... Peki 1938'de kaç kuruş biliyor musunuz? ... 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş... Buna gerçekten inanmaya imkan yok... Peki dedim ki herhalde yanlış okudum banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919'dan 1938 son dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı... Peki son dört ayda ne oldu diye baktım, tahmin ettiniz mi? %15. 19 senede %8... Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım yerlerde sanıyorum... Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size... 5 Aralık 1927 tarih... 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar alabiliyormuşuz karşılığında... Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık bizden sonrakiler daha rahat edecekti... Ama diyorum ki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile kurabilirsiniz o da bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön vereceksiniz... Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum... Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var... Ekonomik kriz var... Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz... Peki soruyorum size sarsılmayan bir ülke söyleyin... Türkiye tabiî ki... Peki, 1929'da bütün dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile... Hadi etkilenmedin de, rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor... Eksilmeye alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize... Enflasyon ne kadar? % -1.2, bunlar resmi rakamlar... Peki, ikinci örnek, günümüze örnek; 1996 İngiltere'de bir seçim yapılır... Meclisteki kadın milletvekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra birden 123 olur... Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Leslie Abdela diye bir hanımefendi... Leslie Abdela'yı tüm ülkeler çağırır, 'ya bize de öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise' derler... Leslie Abdela'yı Türkiye de çağırır... Şile'ye gelir, dolar alır anlatmak için... Ve işte sözlerinin özeti 'İngiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK'e danıştı'... Yani ben Türkiye ye tereciye tere satmaya geldim... Peki Leslie Abdela'nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? ... 'Mutfak Projesi' peki şöyle yazıyor şurada; '1919 dan beri biz Türk kadını ve ATATÜRK'ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekilinizde benim peşimde niye acaba' diye de ironi yapmış
burada... Bu arada eğer biz bu metodu uygulasaymışız Türkiye'de sanıyorum Türk erkekleri şu anda meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok buna... Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişiz ki bunlardan bir tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda, bizden dünya orduları örnek alıyor... Kurtuluş Savaşında rütbe alan kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI, Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma... Evet dünyadaki ilk müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma... Biz bugün bir yerden bir yerlere gidince indiğimiz araçtan oflayarak inerek çoğu kez...'off ayağım belim melim' deriz..., bir an aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nın Kurtuluşuna da tanık oluyor... Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! ..Ha o zaman sanıyorum şu andaki Türk kadını asla ve asla yoruldum demeye hakkı yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı... Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım zannediyordum... Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim... Bu arada Kara Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş, sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın... Ama Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı... Gazeteci soruyor diyorki; 'çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın' diyor... Verdiği cevap tarihi bir cevap aynen şöyle...'Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak maşımı Kızılay'a bağışlıyorum' diyecektir... Bu bana neyi hatırlattı biliyor musunuz? ...ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; 'neden mal ve mülkünüzü milletinize bağışladınız' diye... ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen aktarıyorum... 'Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime bağışlamaktan ferahlık duyuyorum... Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır' diye cevaplayacaktır... Ne güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne diyelim sağ olsunlar, varolsunlar... Dileyelim ki bizim nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar.... Bu arada ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; 'Geçmişi ne kadar çok unutursak geleceği korumak o kadar zor olur... ' Biz Kara Fatmaları mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum... Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım... Haçin katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir... Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? ... Şair Melek hanım diye anılırmış Haçin'de... Şahadetinden sonra kolunun altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan yazmış... O anda gördüklerini kaleme almış... Mektupçu Hüseyin nasıl vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini kaleme aldığı bir destan... Başına ne demiş biliyormusunuz 'inşallah okuna'... Ben 30 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da 'bizden sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum' demiş... son iki kıt'ayı sizlere yazıyorum...
Meydan kazanı kurdular.Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları.Süngü ile oynattılar
Kundakları verdiler. Kanlı kundak yu dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar.Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler…
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz.... Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi ciddi... Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? ...Hadi gelin Antalya'ya gidelim... Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir 'Ya bu türküyü çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni' der. küçücük bir çoban gelir... Derki 'Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun'... Başlar çoban 'demirciler demir döver tunç olur' diye... bitince ATATÜRK dalmıştır 'bis bis' der... Çoban böyle bakar. 'Oğlum der bis' der 'Çok beğendik tekrarla anlamına gelir'.... Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü okumaya başlar.... ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır uzatır... Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır ATATÜRK'e 'bis bis' der... Bu espri ATATÜRK'ün çok hoşuna gittiği için çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır... ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek masasında hiç hoşlanmıyor... Karşısındaki adam da ATATÜRK'e 'sen Türklerin şahısın şususun bususun...', feci dalkavuk... Yoğurt kasesi adamın önündeymiş diyorki Atatürk; 'Şu yoğurt kasesini bana uzatır mısınız'... Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor... 'Ah...' diyorlar '...adama taktı ATATÜRK, bir de zaten sinirlenmiş durumda, bir de çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak'... adam perişan, ah paşam vah paşam derken 'Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum'... Bir gazetecide Atatürk'e sorar 'size de diktatör diyorlar ne dersiniz'... Atatürk şöyle bir bakar,.'Eğer ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız ' diyecektir... Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım... İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler... Trene binerler kompartımana çekilirler... Ertesi gün kompartımanı çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk... Yaveri 'ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz' der... 'Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz... Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım' der... Yaveri; 'aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik' der... Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki 'Geç farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz...Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması'... Var mı böyle bir şey! ...Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir... Ayaklarının altına Yunan bayrağıserildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi olabilir diye düşünmeden de edemiyorum... Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen arkadaşlarımız var... Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım. İstanbul Üniversitesinin açılış töreni... Çok mütevazı bir salon, tahta iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü muhteşem bir koltuk konmuş... Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun diyorlar... Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları söylüyor; 'Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk sadece sizlere layıktır' diyor... En kıdemli profesörü o koltuğa oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor... Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa Kemal'i görüyoruz orada... Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet... Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise... ya İstanbul'a ATATÜRK diyorduk ya Ankara'ya... Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve aynen şunları söylüyor; 'Bir ismin dillerde kalması için şehrin temellerine sığınmasına gerek yoktur... Bakın bu şehrin ismi İstanbul ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatırlıyoruz... Eğer ben bir şey yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim' diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir...Ah Paşam ahhh... Şimdi bakıyorum da ufacık bir olayda hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor merak ediyorum nasıl oluyor bu diye... Ve bir öürencinin ağzından Atatürk... Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut SADİ... Şöyle anlatır Mahmut SADİ... 'Yıl 1923... İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar... Okul duvarında bir ilan görüyorum... Avrupa'ya talebe yollanacaktır... Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923 Avrupa'ya talebe! ... Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim... 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz... Benim ismimin yanına ATATÜRK 'Berlin Üniversitesine gitsin' diye yazmış... Zaman geldi... Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışık ki gitsem mi kalsam mı, orda beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? .. Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm... O sırada bir müvezzi ismimi çağırdı 'Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var' telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu 'sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum alevler olarak geri dönmelisiniz'... Var mı böyle bir şey? ... 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider dünya lideri olmasın da ne olsun... Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu... Tüm ülkenin huyu değişiyor... Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor... Mahmut Sadi devam ediyor 'gel de şimdi gitme, git de ordaçalışma, dönde bu ülke için canını verme'.diyor... Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? ...Beyin göçü... En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar... Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? ... Ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış... Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail bilgisayar var...Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alan bir liderleri olsun... İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır 'O zamanlar kadınların sanatçı kimliğini yeniyeni kazandığı dönemler... Benim tiyatroda çömezlik dönemim... Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş yönetmen olarak atanmış... Çok titiz bir insan... Provadan oyuna her şey saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu... Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu... Eee tahmin edersiniz ki bu durumda Muhsin Ertuğrul'unda düşmanı çoktu... Bir gece Dolmabahçe'den ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleceği haber verildi... Ben de karşılamak için hazırdım... Fakat Paşa gecikti... Muhsin Ertuğrul kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı... ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı... Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini ovuştura ovuştura anlattılar... ATATÜRK 'Yaaa öyle mi Muhsin Ertuğrul'la Görüşürüz' dedi... Herkes Muhsin ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor, ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı... ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı... Tebrik ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini cidiye aldığınızı gösterir biz geç kaldık, siz vazifenizi yaptınız, eğer bir tek benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan ileri gitmez ve beni çok üzerdi... Ben herkesin her sahada işini bu kadar ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler ' demez mi... Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada'... Ama işte liderlik diyorum... Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım baba iseniz başlatın programı gelmeden... Mümkün mü? ... Ondan sonra artık beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor... Evet, ATATÜRK ve onunla el ele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin üstünü anlatayım mı? ...Lütfen pazara gidelim... Yabancı ülkelere gittim... Portakalı taneyle jelâtinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu dilimle yiyorlar, biz kelek çıktı mı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz var mı böyle bir nimet... Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana 'Türklerin özel bir günü herhalde bu gün'... 'Neden' dedim? ... Eee baktı kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet nerde, hangi ülkede... Bir tane salatalık, bir tane domates, biz kilolarla... Ve bana ne dedi biliyor musunuz? .. “Yahu ülkeme dönünce ne isteyeceğim biliyor musun”...? 'Ne' dedim... 'Türkiye'yi isterim de isterim diye tutturacağım' dedi... Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su götürmez... Peki yerin altına geçelim... Krom, brom, toryum, bor... Tamam güzel ama petrolün zekasına hayranım... Neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor, burda çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir kilometre girmiyor içeri... Var mı böyle bir petrol, yani altımız petrol dolu aslında... Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum... Bu gün dünyadaki, Türkiye'de değil dünyadaki eni iyi uranyum rezervi bizim Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş... Hoş o bize bakıyor biz ona bakıyoruz ama Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre... Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle bakıyorsunuz... 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var altımızda... Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? .. Suni termal tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni... Erzurum'a gittim kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor,Bursa'ya gittim kaynıyor, İzmir kaynıyor... Sadece bizim sıcak su kaplıcamız... Hakikisi var çünkü elimizde... Geçen gün Ispartada Davraz diye bir kayak merkezine götürdü arkadaşlar.... Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davraz'ta... Birbuçuk saat Antalya'ya in... Millet denizde yüzüyordu.... Var mı böyle bir ülke söyleyin bana... Birbuçuk saatlik mesafede... Bursa, Uludağ'a gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz denize giriyorlar... Hakikaten yok böyle bir ülke... Dünya yuvarlağını çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben bulamadım... Ya güneşi var, ya karı var, ya denizi var, ya dağı var birinden biri mutlaka... Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız dertten kurtulur mu? ... Asla.... Düşmanımız dünden daha az değil, dünden daha çok... Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde... Nasıl olmasın ki! ... Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede... Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüz yıllardır uyguluyorlar... Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın dediler, yutmadık... Daha sonra etnik böldüler, kürt-Türk dediler, kapışın dediler, yutmadık... Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan, laik olan-olmayan, ATATÜRK'çü olan-olmayan diye dörde beşe, tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık... Ekonomiyi kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı... Yani tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler... Oyunun kuralı buydu ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok...
Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte... İşte bugün bizi kuvvetlendikçe budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? ... Onu anmayı bırakıp anlamaya başladığımız zaman... Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman... Onu özlediğimiz kadar özümsediğimiz zaman... Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla... Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın bizi affetmeyin diyorum...
ATATÜRK de et artı kemik artı kandı, İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,
ATATÜRK de herkes gibi kusurları olandı,
ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,
Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Aylayı,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir İstanbul efendisi.
Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,
Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.
Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.
İnsan üstü değildi ATATÜRK,
Tam insandı.
Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.
M.KEMAL ATATÜRK
'Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben yapabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. O halde ya istiklal ya ölüm! '
Bu ülkede yasayan her insanin bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK...
Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
Sevgilisinin elinden tutup hâsılat rekorları kiran bir sinema filmine gidememiş...
Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs'ta Samsun'a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş...
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş! ...
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden…
İsmet Pasa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası isteyemeden gitti..
Lozan Zaferi'nden sonra veya Cumhuriyet'in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı...
Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı...
Atatürk'e acıyorum...
Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir…
Aaaah ah...
Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken... Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatini ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı...
ISTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK… HER FIRSAT
ELINDE VARDI… O ISE SADECE BU MILLETIN BAGIMSIZLIGINI ISTEDI…
BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI O KADAR.....
Bayrağa saygı...
30 ağustos sabahı, Mustafa Kemal muharebe sahasında dolaşıyordu... Etraf binlerce düşman cesetleri ve birbiri üzerine yığılmış yüzlerce topçu havanı, terk edilmiş silah, top ve cephane dolu idi...
Atatürk söyle söylendi:
—bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk... Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler'…
Ganimetlerin arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de yunan bayrağı gören başkumandan eli ile kaldırılmasını işaret ederek;
—bir milletin istiklal alametidir, düşman da olsa hürmet etmek lazımdır, kaldırıp topun üzerine koyunuz'…
İnsancıl Atatürk bu işte…
Sakal üzerine...
Atatürk Amasya ziyaretinde... Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette... Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri… Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker… Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; …
— Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
— Efendim kendisi Şıh'tir. Yörede çok hatırlısı vardır...
Atatürk Şıh'i yanına çağırır ve
— Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir… Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir…
Şıh;
— Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir…
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Sih'i hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar… Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh'in sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır… Atatürk telefonu kapatır, kâğıdı kalemi eline alır ve az sonra nazirini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister... Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata’nın karsısına çıkar… Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüstür... Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; …
— Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız? ...
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
— Dün aksam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh'i Afyon'a vali atadığımı bildirdim der…
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler... Yazıda söyle yazmaktadır;
— İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim… Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarin başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir… Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım… Kal sağlıcakla...
...'Ben,vazifemin bitmediğini,yüklendiğim mesuliyetinde yüksek ve çetin olduğunu biliyorum.Arkadaşlar,BU VAZİFE BİTMEYECEKTİR.BEN TOPRAK OLDUKTAN SONRADA DEVAM EDECEKTİR.Ben seve seve,sevine sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve kutsal vazifenin yüksek mesuliyetiyle mesut olacağım.Vazifeme başarıyla devam edeceğim.Çünkü,büyük milletimizin,kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum.Bu benim için büyük kuvvettir,büyük yetkidir.'
......Hangi üç asır,hangi on asır; Tuna ezelden Türk Diyarıdır.Asyanın ortasında Oğuz Oğulları.Avrupanın Alp lerinde Oğuz Torunları.Doğudan çıkan biz,Batı da yine biz.Nerde olsa,ne olsa kendimizi biliriz.
....Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsan, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle göruyorum. Bağımsızlık ve egemenliklerine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır.
Mustafa Kemal ATATÜRK...
ATAM sen hayattayken varolan Cumhuriyet düşmanları hala var ama Bizler dün CUMHURİYET mitingi yaparak 2 milyona yakın halkla İstanbulda heryeri bayraklarımızla kırmızıya boyadık sen kolay kazanmadın bizlerde kolay kaybetmeyi düşünmüyoruz gerekirse Vatanımız için siper oluruz, ATAM GÖRSEN,duysan şaşırırsın bu çağda hala bu cumhuriyet düşmanlarımı var diye üzülürsün.
Emanetin bizlerde sen huzur içinde RAHAT UYU CUMHURİYETTEN HİÇBİR ÖDÜN VERİLMEYECEK
Türkün dili Türkçedir. Ne mutlu Türküm diyene. (Atatürk)
Demekki bu sözü bize yarım öğretmişler.
Türk Ulusu!
İçin rahat olsun...
Bu vatanda tek bir Atatürkçü kalsa bile, bu vatan
Cumhuriyet içinde doğru yolda ilerleyecektir...
Kaldı ki bizler milyonlarcayız...
'Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengaverlikte değil, fikir ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasi ve ictimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevki sana parmağıyle gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak hem de bir vazife! '
Kemal Atatürk
biz hepimiz birer Mustafa Kemalleriz.
Atatürk'ü anlamak basamağına henüz ulaşamamış olan toplumumuz, Atatürk'ü tamamlamak için zorunlu olan hamleyi elbette gösteremez... Sorumlulara gelince; yanlış Atatürk yorumcuları ile Atatürk goygoycularının, Atatürk'e karşıt olanlardan daha çok bu sorumlulukta payı olduğunu sanmaktayım'...
Atatürk'ü anlamak, Atatürkçü akımın temeline inmeyi zorunlu kılar... Bu temel nedir? ... Atatürk, 'İstiklâl-i tam, bizim bugün, deruhte ettiğimiz vazifenin ruhu aslisidir' derken Atatürkçülüğün üzerine bina edildiği temeli dile getirir ve 'istiklâli tammımızın temini ve idamesi' için 'siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, harsi ve ilah...' alanlarda bağımsızlığımızı gerekli sayar. Ona göre, bunların herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, bütününden mahrumiyet demektir...
Görüldüğü gibi Atatürk bir 'Bağımsızlık Savaşçısı'dır... Sadece söz konusu ettiği alanlarda bağımsızlık savaşçılığı etmekle kalmaz, daha da önemlisi düşüncenin bağımsızlığını şart koşar... Aklın üzerinde sulta kuran hurafelere, inanışlara ve kurumlara karşı oluşu sebepsiz değildir...
Atatürk'ü anlamanın bir yanı onun bağımsızlık savaşçılığı ise öteki yanı da gerçekleştirdiği devrimlerin bütünlüğüdür... En büyük eseriniz hangisidir? sorusuna verdiği şu cevapta bu düşünce açık ve seçik olarak ifade edilmiştir...
'Benim yaptığım işler biri diğerine bağlı ve lüzumlu olan şeylerdir'...
Toplum olarak Atatürk'ü anlamak basamağına henüz ulaşamadığımızı söylerken 'istiklâl-i tam' ve 'Türk Devrimi'nin bütünlüğü' anlayışında açılan gediklere işaret etmek istemiştik... Bu gedikler Atatürk'ü tamamlamak meselesini ortaya çıkarmaktadır... Kurtuluş Savaşı sonrası düzeyine yeniden ulaşmak için Atatürk'ü tamamlamanın yanı sıra, Türk Devrimi'nin gerçekleştiremediği hedeflere ulaşabilmek için de Atatürk'ü tamamlamak söz konusudur...
Atatürk'ü tamamlamanın ilk anlamı 'istiklâl-i tam' ve 'Türk Devrimi'nin bütünlüğü' anlayışında açılan gedikleri kapatmaktır... Bu davranış Atatürkçülüğe yeni bir şey katmayacak, onu eski düzeyine kavuşturacaktır... Yeni bir 'Kuvay-ı Milliye ruhu'na muhtaç olduğumuzu ileri sürenler bunu söylemek istiyorlar... Atatürkçülüğü eski düzeyine ulaştırmak yetmez, eksik kalan yanlarını tamamlamak da gerekir. Atatürk'ü tamamlamanın asıl anlamı Türk Devrimi'ne yeni katkılarda bulunmaktır...
'Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur' diyen Atatürk kendi eksiklerini dile getirmekten de çekinmez... Konuşmalarından birinde, 'Ben çok içtimaiyat ile meşgul olmadım' der... İktisadi meseleler karşısındaki durumunun da aynı olması olağandır... Müstesna bir sezişle ortaya koyduğu bazı meselelerin gerçeklik kazanamamış olması çevresinin ve o günkü Türkiye koşullarının da bir sonucu olmuştur... Kendisinin de belirttiği gibi, 'Biz daha çok hatveler atmak mecburiyetindeyiz'...
Türk Devrimi'nin ilkelerinden biri olan devrimcilik, katılaşmış bir toplum düzeni yerine yeni oluşlara açık bir anlayışı zorunlu kılar... Dinamizmini yetirerek kendi üzerine kapanmak Atatürkçülüğü donmuş kalıplar haline getirir ve yaşama gücünü zayıflatır... Batılı bir toplum olmak ve halkın mutluluğunu daha ileri bir düzeye çıkarmak, değişen dünya koşulları içinde, Atatürk'ün sürekli bir ülküsü idi... Bu ülküye bel bağlayan genç kuşaklar ve düşüncede genç kalanlar için Atatürk'ü tamamlamamın yolu daima açıktır... 'Bugüne kadar istihsal eylediğimiz muvaffakiyet, bize ancak terakki ve medeniyete doğru bir yol açmıştır... Yoksa terakki ve medeniyete henüz isal etmiş değildir... Bize ve ahfadımıza vazife bu yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir'... (Ağustos 1923)
'Sen ölmedin' edebiyatı ile Atatürkçülüğe ve Türk milletine yararlı olunamaz... Atatürk'e yapılacak kötülüklerin en büyüğü onu bir evliya haline getirmektir... Basmakalıp, şekilci ve çıkarcı Atatürk sevgisi artık yerini gerçekçi ve tamamlayıcı çalışmalara bırakmalıdır... Atatürk sömürücülüğüne bir son verilmelidir... Yazımızın başına aldığımız cümlelerinin son ikisindeki 'millet' kelimesi yerine 'Atatürk' kelimesini koyarak bir daha okumalı ve düşünmeliyiz...
Şurasını unutmamalıyız ki, Türk milletinin hayatında Atatürk bir fasıl değil, yeni bir başlangıçtır... Onun öncülük ettiği eser eksiksiz olmadığı gibi tamamlanmış da değildir... Genç kuşakları bekleyen en önenli görev bu 'başlangıç'ı sürdürmektir...
M. K. Atatürk ve vatana yapılan hakaretin suçunun sonuçları çok ağırdır...
YAŞASA idi, TBMM yi toptan temizlerdi...
(hilafeti isteyenler gibi....)
Bugün Ankara kırmızı beyazdı... Bugün Türkiye kırmızı beyazdı... Bugün Ankara'da evlerde oturmama yasağı vardı... Bugün Türkiye'deki yüreklerde cumhuriyetine sahip çıkma heyecanı vardı... Bugün her yerde Kuva-i Milliye ruhu vardı... Başı açık, türbanlı, genç, yaşlı, etnik kökeni ne olursa olsun bugün her yerde Cumhuriyetine sahip çıkma iradesi vardı... İşte Türkiye'nin mozaği bu... Bizler emanetlere hiç kuşku yok ki kanımızın son damlasına kadar sahip çıkmayı göze almışız...
İzindeyiz.....
Emrindeyiz.....
Sanmayın sadece Ankarada miting vardı......bugün tüm Türkiyede miting vardı.....herkes bayraklarını astı......herkes mitingi evlerinde yaşadı.....
Bu ülke akpli........ CUMHURBAŞKANI...... istemiyor......
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Türk kadını için söylediği bir özdeğiştir; 'Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.',eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.
Çankaya'ya çıkan yollara otururuz...
GÖRDÜĞÜM kadarıyla Başbakan'ın halkın karşısına çıkması giderek daha da zorlaşıyor...
Misal; Ecevit'in cenaze töreninde, Başbakan'ın camiye girmesi için yandaki inşaatın içinden özel bir yol yapılması ve iktidar heyetinin halka gözükmeden oradan cami avlusuna girmesi iyi bir fikirdi.
Alttan, altgeçit de yapılabilirdi...
Olmadı, havadan da sarkıtılabilirdi Başbakan, sepet içinde...
Halk görmesin yeter...
Çünkü halk, Başbakan'ı görünce 'Çankaya laiktir, laik kalacak' diye bağırmaya başlıyor..
Başbakan'ın buna canı sıkılıyor...
Ve o zaman kendi cemaatine soruyor:
'Laikliğin en çok mücadelesini veren kim? ..'
Onlar yanıtlıyorlar:
'Siz... Yani sizin kadar laiklikten yana olan kimse yoktur...'
Kendisi de inanıyor ve mutlanıyor:
'Eeee... O zaman ne bağırıyorsun arkadaş...'
Olsun...
Halkımız bir kez neyi bağıracağını ezberlediğinde, artık kimse onu tutamaz...
Bu durumda Başbakan'ın işi zorlaşıyor...
Nasıl Cumhurbaşkanı olacak? ...
Nasıl halkın karşısına çıkacak? .. Bayramlarda halka gözükmeden nasıl resmi geçitten geçecek? .. Törenlerde on binlerce insanın karşısındaki şeref tribününde nasıl oturacak halktan gizli? ..
Başbakan'ın açık toplantılara böyle arka yoldan, arka kapıdan, arka inşaattan girmesi iyi işaretler değil...
Bu olanlar toplumsal tepkinin ilkiydi...
Hiç kimse örgütlemeden, kimsenin çabası olmadan, toplumun kendi doğal tepkisiydi bu...
Bir gün elli milyon insan, Çankaya'ya çıkan tüm yollara oturacak.
Şaşırmamalısınız...
Yüzde 25 oyla, toplumun tümünün iradesine rağmen, bir oldu-bitti maşallah ile Çankaya'ya çıkmaya geçit yok...
Tayyip Erdoğan nasıl çıkacak Çankaya'ya? ..
Arkadaki inşaattan mı? ..
Bence bu halk en kapsamlı, en kararlı, en içten, en yürekli tepkisine hazırlanıyor...
Çankaya yolu zor...
Vatan Bölünmez Tektir...Cumhuriyet Içerisinde Cumhuriyet Kuran Namerttir...
'Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar
Eğildi, durdu
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı…”
ATATÜRK’ÜN GENÇLİĞE HİTABESİ; BİR 'DUVAR SÜSÜ' DEĞİL, 'ERKEN UYARI SİSTEMİ'DİR!
SÖZ KONUSU VATAN İSE GERİSİ TEFERRUATTIR...