Efendim; Kalem hicap eder yazamam.. Kalb hicap eder sezemem.. Dil hicap eder konuşamam.. Şairin mısralarına sığınırım, kuytuna sığınır gibi.. ''Ma medahtü bi-mekaleti Muhammeda Ve lakin medahtü mekaleti bi-Muhammeda''
BİRİNCİ REŞHA: Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden, pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik, bürhan-ı nâtık dediğimiz “Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir? ” diye yapılan suale cevaben deriz ki:
Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki, azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zâtın Mescid-i Aksa'sıdır.
Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir. Cemaat-ı mü'minîne en son ve en âlî imam ve nev'-i beşerin hatib-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünki dini bütün dinlerin esasatına câmi'dir. Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle onları terbiye ve tenvir ediyor.
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Nurullah Genç'in Hz Muhammed Efendimizi yağmur (=rahmet) olarak imgelediği şiirinden alıntıdır.
Bedbahtım; zamanın köhnesinde yaşamaya mecbur olduğum için Bedbahtım; senin saadet asrından ve nur ikliminden uzak kaldığım için Bedbahtım; hakikat güneşinin altında nefsimin buzlarını eritemediğim için Bedbahtım; nurunla cilalanamadığım ve varlığında yok olamadığım için Bedbahtım; senin iman göğünde sönük de olsa bir yıldız olamadığım için Bedbahtım; ayaklarının değdiği kızgın kum tanelerine yüzümü süremediğim için Bedbahtım; arkanda el bağlayıp Hakk’a yönelen cemaatine dâhil olamadığım için Bedbahtım; fezayı kuşatan mübarek dualarına yürekten ‘âmin’ diyemediğim için Bedbahtım; gönül pervazlarına konup adını terennüm eden bir ak güvercin olamadığım için Bedbahtım; yüreğim hicret duygularının sancısıyla kıvranıyor, doğranıyor şimdi…
Sen gidince; güneşin ziyası değmez oldu üstümüze, yıldızlar iyice kıstı o berrak ışığını Sen gidince; yeşilin büyüsü siyahın mateminde eriyip buz kesildi ebemkuşağı Sen gidince; dindi rahmet yağmurları, kirlendi gönül evimiz, tarumar oldu hanemiz Sen gidince; kanadı kırıldı yetimlerin, yüreği burkuldu gariplerin ve mazlumların Sen gidince; çağların üstüne kâbus misali kalın bir paçavra örtüldü, yırtıldı perdeler… Sen gidince; riya, inkâr ve hıyanet altın devrini yaşamaya başladı toz duman içinde Sen gidince; ümmetinle birlikte Hira Dağı da gözyaşı döktü buz tutan eteklerine Sen gidince; zamanın bağrına düştü ateş, sessizliğin çığlığı tuttu yedi kat göğü Sen gidince; çıkmaz oldu Bilâl-i Habeşilerin yanık sesi, yas tuttu arşın direği minareler Sen gidince; düşmez oldu cemreler toprağa, hayat hayatını kaybetti her dem nefes alsak da…
Ey Sevgili; şimdi bir yağmur damlacığında berraklaşıp düş, kavrulan gönül çölümüze Ey Sevgili; yoluna revan olanların safında yer almak bahtiyarlığın tarifsiz şahikasıdır Ey Sevgili; senin rayihana muhtacız, suretine ve siretine hasrettir gönül gözlerimiz Ey Sevgili; hasretin dayanılmaz oldu gayri, doğ ne olur güneş olup kararan göğümüze Ey Sevgili; yaratılan cümle mevcudat senin bitimsiz aşkına Kerem olmuştur Ey Sevgili; cismine hayran, yoluna kurban olduğum, gül yaprağına sinmiş teninin kokusu Ey Sevgili; sensizliğin gurbetinde mahkûm duygularım; Muhammed’im, can Ahmed’im… Ey Sevgili; sensin mevsimlerin ilkbaharı, rüzgârların kıbleden eseni, cennetin müjdecisi Ey Sevgili; Miraç gecesi sana açılmıştı yedi kat gökler, sidretül müntehaya değmişti başın Ey Sevgili; sürmeli gözlerinden süzülen şehla bakışlar, ateşe duvar olur ruz-i mahşerde
En Sevgili; senin nurun güneşin aydınlığını bile gölgede bıraktı, bulutlar sana ağladı En Sevgili; aşkınla, hasretinle, eleminle yanmayan yürekler yüktür tarumar sinelerde En Sevgili; güllerin nebisi, nebilerin gülü, hakikat güneşinin süveydaya düşen gölgesi En Sevgili; hissiz, sevgisiz, muhabbetsiz, aşksız gönülleri aydınlatan ışıksın sen… En Sevgili; acizdir kalemler, seni anlatmaya muktedir değil şair, kâğıtlar yetmez methine En Sevgili; bir gece, tek bir gece rüyalarıma misafir ol, doyasıya seyredeyim o gül cemalini En Sevgili; içimizi yakar müşfik bakışların, kalp göğünden doğar gül yüzlü hayalin En Sevgili; gül kokusunu senden alır, herkes sana hayran kalır, sana dönen yolu bulur En Sevgili; göklere adın yazılıdır, senden alır yıldızlar ışığını, bulutlar rahmetini… En Sevgili; nurun dolar gönül hanemize, ağarır tan vakti karanlığın koynundaki düşlerimiz
Hasretim; payıma düşmeyen o doyumsuz sevdanın her dirhemine nefes kadar… Hasretim; kıpkızıl güneşin kavurucu sıcağında şefkatli gölgenin altında serinlemeye Hasretim; ashabın seni yücelten ve gök kubbeye sığmayan sınırsız sevgisine Hasretim; nefreti silip süpüren aşk iklimine, engin hoşgörüne ve şiddetin panzehiri sevgine… Hasretim; hasat mevsiminde ağırlaşan başağını yere eğen buğday misali ağır başlılığına Hasretim; hıçkırıklardan tebessümler çıkaran, umarsızlığı umuda dönüştüren duruşuna Hasretim; seherlerde gül dalı işlemeli seccadelerde Allah’a dönüp yakaran titrek sesine Hasretim; yağmalanan duygularımızı, cam kırıkları arasından toplayıp kalbimize serpişine Hasretim; bir kılını koca dünyayla değişmediğim saçının her bir teline, ahirine, evveline… Hasretim; nurdan cemaline, erişilmez kemaline, anlatılmaz ahvaline, ikbaline, her şeyine…
Dön artık; serpildi nifak ağacı, günahlar boyumuzu aştı, hakikat yuvadan uçtu Dön artık; kurudu pınar başları, akmaz oldu nurlu oluklardan hayat suyu Dön artık; gayya çukurlarından temenna dileyenler uyansın gaflet uykularından Dön artık; Kisra saraylarındaki sütunları yeniden imar ediyor asrın Ebu Cehilleri Dön artık; ayağa kaldır zulmün önünde diz çökmüş ümmetini, bir kez ruhundan üfle Dön artık; bitsin gönül gurbetleri, dinsin hüzün sağanağı, kanatlansın yetim hissiyatımız Dön artık; merhem ol yaralanmış bilinçlerimize; sula, kuruyan gönül pınarlarımızı Dön artık; şafaklarımız hüzne boğulmasın, dağıt ruhumuzda çöreklenen karanlığı Dön artık; gecelerin efkârı bitirdi bizi, dinmiyor kalbimizi saran o yetim sızı Dön artık; haybeye kürek çeken ellerimiz, hakikat mumunun fitilini tutuştursun
Gel ki; dinsin yüreklerin sızısı, kırılsın hakikati tersyüz eden kiralık kalemler Gel ki; yeşersin dualar, can bulsun ahların gökleri kuşattığı raddede uhrevi arzular Gel ki; hüznün alevleri sönsün rahmet damlalarının çepeçevre kuşattığı yerde Gel ki; esrik düşünceler can suyuyla çelikleşsin, diri kalsın biteviye Gel ki; hayra tebdil olsun serencamımız, yol alsın bulutlara, buharlaşsın gamımız Gel ki; durulsun hercai duygularımız, hedefini bulsun taş yerine attığımız gonca güller Gel ki; tek bedende toplansın cümle canlar, yetim kalmasın minarelerde ezanlar Gel ki; ihtiraslar dinsin, sabrın ve şükrün bayrağı dalgalansın ruhun maviliklerinde Gel ki; açılsın üzeri is bağlamış, duvarlara çivilenmiş, ölülere adanmış nurlu sahifeler Gel ki; hafiflesin serçelerin kanatlarına yüklenen kurşundan ağır yükler…
Sen ki; gönül bahçelerimizin solmayan gülüydün, dikenlerin ensesinde açan Sen ki; putların taşlardan çok olduğu bir Mekke gecesinin alacakaranlığına doğmuştun Sen ki; çaresizlerin çaresi, umarsızların gözyaşlarını silen şefkat ve umut eliydin Sen ki; karakışlarımıza baharın gülen yüzünü nakşettin, diriliş muştusuydu getirdiklerin Sen ki; paçavralar altında kıvranan ve ruhuna prangalar vurulan kimsesizlerin kimsesiydin. Sen ki; bir damla gözyaşında okyanuslar saklardın, kirlenen hislerimizi paklardın Sen ki; kâinat kitabının içine sığdıramadığı, bulutların kıyıp da yağdıramadığı nursun Sen ki; korunaktın, limandın imanımızı sakladığımız, küfrün kalelerini yokladığımız… Sen ki; yüreklere altın yaldızla işlenen suretinle, adınla kalp tahtının güçlü padişahıydın Sen ki; naatlarımızı anlamlandıran, sözü kıymetli kılan, mana eriydin berzahımızda
Ey gölgesi fecre kadar uzayan, melali aynalara yansıyan güzel, karanlığımıza hükmet! .. Ey gökleri gezen seyyah, uğra bizim de iklimimize, damıt ve dağıt içimizdeki hüzünleri Ey gönüllere köprü olan, kin köprülerini yıkan dost, dökülmesin umut ağacımızın yaprakları Ey ilham pınarlarının eşsiz kaynağı, esirgeme can suyunu, serp çatlayan yüreğimize Ey korkularımızı silip süpüren, sol yanımda taşıyorum alev parçasına dönüşen yokluğunu Ey bereketli yağmurlarla gelen nur damlası, çölleşen gönül atlasımıza ruhundan can ver Ey gönüllerin mümbit topraklarında açan yetim gül, çağlasın nehirlerin her kum tanesinde Ey göklerdeki yıldızları devşiren nurlu elçi, ışığını gönder kapkaranlık atmosferimize Ey varlığı yoklukta bulan sevgili, gözlerin çağırsın beni dar vakitlerde gönül hapsine Ey tarihin gülen talihi, götür hülyalarımızı teslim eyle sözün çoğalan keremine…
Esselatü Vesselamü Aleyke ya Resûlullah! ...Esselatü Vesselamü Aleyke ya Habiballah!
Efendim; Sana değen rüzgârı, Seni örten bulutu özledim. Özlemeyi, Özlenilmeyi, Sevmeyi, Sevilmeyi, Sevindirmeyi, Sevindirilmeyi, Özledim.. Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler, Yokluğunun ızdırabını nasıl duysunlar? Efendim, Seni çok seviyorum, Seni çok özlüyorum...
Hangi gecenin sabahında bulurum ben seni, Günde beş defa iyi - kötü savaşı çıkartır kelimelerim, On dört asırlık uzaklıktan geliyorum kapına Suskunluğum, susuzluğum bu yüzden Bu yüzden sensizliğinde gurbetlerin dili lâl şairiyim.
Ey aşıkı dildade Gel nuş edelim bade Bir bade gerek amma Ki içilem ma’vade Can Allah canan Allah Canlar sana kurban Allah Hay kalbim zikrullah La ilahe illallah Muhammed rasûlallah
suskunluğun bedeli çaresizliğin diyetidir Muhammed
Ve şimdi Kudüs şahittir ki semaların küçük şehidi nazlı çiçeğidir Muhammed...
Kudüste puslu bir yaz günü Birazdan kıyamet kopacak Küçücük bir şehit cennete uçacak Birazdan…
Muhammed yaralı ceylanım Kapatma Gözlerini… Muhammed kurbanın olayım Bırakma Elimi… Muhammed ne olur duy beni Baba gel gidelim de Daha çok görecek günün var Acelen ne diye…
Kapıda annen bekliyor Yolunu gözlüyor Muhammed Muhammed…
İman göğünün parlayan yıldızıdır Hz. Muhammed(sav) … Çölde susamışlara çağlayandır. Yolda kalmışlara kervansaraydır, handır. Uykusuzluktan gözleri kapananlara kuştüyü yastık… Kızgın güneş altında terden su olan bedenleri okşayan tatlı ve yumuşak bir saba yelidir. Güneşin kavurucu sıcağında gökleri kaplayan pamuk tarlası misali salkım salkım buluttur. Aşk bağının solmaz gülüdür. Karanlıklara tutulan billurdan bir avizedir.
Onun mübarek aydınlığı karanlığa neşter vurdu. Ruhlarımız onun saadet ve nur ummanında aydınlandı. Karanlık karanlığından utanırken aydınlık senin aydınlığınla iftihar etti. Kâinatın özü olan sen, daralan ruhlarımıza da soluk oldun. Dünya sende buldu cemalini… İman senin nefesinle coğrafyamıza can verdi. Kum tanelerinden ibaret olan çöller bereketinle gülşene döndü. Varlık varlığınla hayat buldu şüphesiz…
Senin ahlakın Kur’an’dan ibaretti. Onun için ahlak coğrafyan kusursuzdu. Geceni de gündüzünü de rahman ve rahim olan Allah’a adamıştın. Duygu, düşünce ve hayallerin, ilhamını göklerden alıyordu. Sen hususi bir edebe maliktin. Nurlu mürebbilerin tezgâhından geçmişti mübarek kalbin. Kur’an’ın nuruyla bezenmişti her bir hücren…
İman ışığıyla aydınlanan gönüllerin azığıydın sen. Övülenlerin ve özgüye layık olanların şahikasıydın. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem olsa da gerçekte yaşam seninle başladı. Sen Allah’ın insanlığa sunduğu eşsiz bir lütufsun. İslam’la şereflenenlere göre sevilmeye layık olanların başında gelensin. Her şey seninle irtibatlıdır hayatta. Seninle irtibatını kesenlerin sonu ne kadar da kötüdür. Ahh keşke bilseler ve dönseler! ...
Muhammet(sav) muhabbettir dünyaya iman ışığıyla bakanlar için… Bizim gözbebeklerimize onun gölgesi düşer. Eşyaya onun penceresinden bakarız. Onun kokusu siner ayetlerin her bir hurufatına… Ümmi olsa da O, gelmiş geçmiş en büyük münevverdir düşünce ufuklarını kuşatan… Ledünni ilmin sarsılmaz kalesidir O…Sidretu’l-Münteha’da onun izleri silinmemiştir hâlâ… Rahman katına bu kadar yaklaşan bir fani gelmemişti cihana…
Yetimleri koruyup kollayan bir yetimdin sen. Dünya gözüyle görmemiştin evin direği olan babanı… Körpeyken kaybetmiştim sevgili anneni… İçinde koca bir boşluk olarak kalmıştı onların sevgi ve hasreti. Deden Abdulmuttalip’le amcan Ebu Talip şefkat ve merhamet kanatlarının altında büyütmüştü seni. Sütannen Halime’nin evine bolluk ve bereket getirmiştin. Durum bundan ibaretken kimsesizlerin kimsesiydin, gariplerin sığınağıydın yine. Senden eli boş dönen olmamıştı ömrün boyunca. Rahmettin, yeri göğü yeşerten berekettin… Dalında işveyle duran mübarek ve muazzez bir güldün. Güllerin en irisiydin.
Kin ve nefretin karşısında çelikten bir tabyaydın. Sözlerin müjdeler ve esintiler taşırdı çoraklaşan gönüllerimize. Adaletin uzun düşen gölgesiydin yeryüzünde. Umutlar senin gül kokuları sinen bahçende yeşerirdi ancak. Sen öldükten sonra ölümün de güzel olduğuna şeksiz inandık. Sen öldüysen ölüm güzel demektir. “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? ”diyen büyük şaire şimdi daha çok hak veriyoruz. Sen, bir zamanlar bize soğuk gelen ölümü bile sevdirdin.
Senin ikliminde büyüyen ruhlar hayatın ilacı oldular. Ashab senin getirdiğin tükenmez solukla dağları, tepeleri, çorak arazileri aşarak menzile ulaştı. Cahiliye Arapları islamın nurlu iklimine girince bütün kirlerinden arındılar. Hayata kin ve nefretle bakan gözler ilahi ışıkla bezenince, kardeş oldu birbirine sırt çeviren yürekler… Birbirinin kuyusunu kazanlar; kâinatı kuşatan, canlı cansız her zerreye hayat veren ilahi mesajınla, kazılan kuyuları kapatmanın gayreti içerisine girdiler. Herkes kazdığı kuyuyu kapatmakla kalmadı, açılan diğer kör kuyuları da bertaraf ettiler. Kapatılan her kuyunun üzerine karanfiller, menekşeler ve gonca güller dikildi. Gül rayihaları kan ve barut kokusunu bastırdı.
Ne kadar da güzel söylemiş şair: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl? ” diye… Evet, sohbetlerimiz seninle laf-ı güzaf olmaktan kurtuldu. Seni anlattıkça ve senin anlattığın nurlu hakikatleri, ilahi mesajından haberdar olamamış bahtsız insanlara ulaştırdıkça hayat daha da tazelendi. Somurtkan güzler tebessümle can buldu.
Hz. Muhammed(sav) ruhlara vurulan iman mührünün mühürdarıdır. O mühürden yoksun ruhlar gerçekte bir viranedir. Zira o mühür imanın hayat suyuyla yıkanmıştır. Çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar kararan kalpler, bu mührün gölgesinde yumuşayarak mübarek insanlar zincirinin eşsiz halkaları olma bahtiyarlığına erişmişlerdir. Bu değişim gerçek manada bir yenilenme ve tazelenmedir.
Arap çöllerinin nazlı kum taneleri bile seni dünya gözüyle göremeyen, sana dokunamayan, senin mübarek kokunu içine çekemeyen biz ahir zaman ümmetinden daha bahtiyardır. Topuklarına değen o kumlar kadar şanslı değiliz. Senin ayaklarının altındaki kumlara bile gıptayla bakan biz asi ahir zaman ümmetini şefkat ve merhametinden mahrum etme bari… Dünyaya geç gelişimiz ve suretini temaşa edemeyişimiz bizi eziyor. Bari ukbada doyasıya seyrettir o gül yüzlü cemalini biz bahtı kara ümmetine… Gerçi senin mübarek cemaline bakacak kadar arı değil gözbebeklerimiz… Yine de bu ziyafeti çok görme bize.
Senin zamanında yaşayıp da sana inanmayanlara ve o mübarek kalbini yaralayanlara hem şaşarım, hem de acırım. Öte yandan seninle dost olan ve sana elverenlere gıptayla bakarım. Onlar yeryüzüne gelmiş en bahtlı insanlardır. ‘Ashab’ diye adlandırdığımız bu nurlu çehreler, yaşadığın müddetçe elin ayağın olmuşlardı. Sana yürekten bağlanan ve seni bütün değerlerin ve değerlilerin fevkinde tutan bu güzel insanlar bir yeryüzü cenneti inşa etmişlerdi.
Resulullah’ı sevmek sevgilerin en isabetlisidir. Çünkü o sevginin kaynağı olan Allah’ın elçisidir. Allah’ı seven onun ‘Habibim’ dediği elçisini de sever. Zira Allah’ın en çok sevdiği ve değer verdiği kul Hz. Muhammed(sav) ’dir. Onu sevmekle Allah’a yakınlaşırız.
Sevmek her şeye katlanmaktır; bütün zorluklara göğüs germektir. Sevgi ‘seviyorum’ demekle olmaz şüphesiz… Sevdiklerimize karşı fedakâr ve vefalı olmalıyız. Allah’ı ve Peygamberini sevmek, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Uyulması gerekenlere titizlikle uyuyor ve kaçınılması gerekenlerden kaçınıyorsanız bilin ki ilahi sevgi imtihanından alnınızın akıyla çıkmışsınız demektir.
Seven sevdiğine layıkıyla itaat edendir. Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’a gösterilecek sevginin, Resulüne itaat ile mümkün olabileceğini şöyle vurgulamaktadır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran, 31–32)
Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı insanları olan ashabın Resulullah’a duyduğu sevgi, şefkat ve merhamet dillere destandı. Onlar Efendimize yâr olmak için birbiriyle yarışmışlardı. Bunu dünyevi bakış açısıyla ele almak muhayyilemizi zorlayabilir. Çünkü o engin sevgiyi ve bağlılığı bizim gibi dünya menfaatleriyle ruhu kararmış fanilerin anlaması mümkün değildir.
Sahabelerin mübarek hayat sahifelerine göz attığımızda Hz. Muhammed(sav) ’e olan bağlılıkları ve fedakârlıkları karşısında adeta küçük dilimizi yutarız. Zira onlar çocuklarını, eşlerini, mallarını ve canlarını hiçe sayarak Peygamber Efendimizin yüce saflarında yer tutmuşlardır. Resulullah’ı korumak için kendilerini gönül rahatlığıyla ölümün kucağına atabilmişlerdir. Böyle bir ruhun nasıl gerçekleştiğini bizlerin anlaması pek mümkün değildir. Demek ki tahkiki iman, insanı bu mertebelere getirebiliyor. Şüphesiz ki bu belli bir süreç gerektirir. Bizler emekleme devresinde olduğumuz için hafızamız bunlara yetişmiyor.
Sahabelerin her biri birer yıldızdı. Fakat onların da birbirine göre daha üstün olanları vardı. Hulefa-i Raşidin bunlardandır. Bu dört mübarek zatın peygamber sevgisi, kelimelerle ifade edilemeyecek derecede büyüktü. Onlar kendilerini Resulullah’a adamışlardı.
Dört halifeden ilki olan Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimize diğer sahabelerden çok daha yakındı. O, aynı zamanda damadı olan Efendimizi canından aziz bilmiştir. Ona sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Hz. Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e, oradan da Sidretü’l Münteha’ya gittiğini, İsra ve Mirâc hâdisesini gerçekleştirdiğini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir’e yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bekledikleri bir açığı bulmuşçasına sevinen ve alaycı bir tavırla hareket eden müşrikler, böylelikle ondan arzuladıkları cevabı alamamışlardır. Hz. Ebubekir’in bu sadakat ifade eden cevabı onun her halükârda Peygamberimize olan sonsuz güvenini ve itimadını gösteren bir misaldir.
Hz. Ömer’in Resulullah’a olan aşkı ve muhabbeti dillere destandı. Resul-i Ekrem’e söylenen her kötü sözün sahibi, karşısında Hz. Ömer’i bulurdu. Peygamberimizi, canından aziz bilen Hz. Ömer, bir ara Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş ve: “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden başka her şeyden daha sevimlisin”, demişti. Peygamberimiz de: “Ömer! Kendinden de! ” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Ömer: “Kendimden de! ”, deyince Hz. Peygamber (sav) : “Ey Ömer, işte şimdi oldu! ” cevabını vermişti.
Hz. Muhammed(sav) ashabın gözbebeğiydi. Büyük küçük herkes onu anasından, babasından, malından mülkünden daha çok seviyordu. Bununla ilgili olarak Uhud Savaşı sonrasında yaşanan bir hadise Resulullah’a duyulan sevgi ve muhabbetin derecesini göstermesi bakımından dikkate şayandır. Bilindiği gibi Uhud Savaşı İslam tarihinin önemli hadiselerindendir. Bu savaşta Müslümanlar önemli kayıplar vermişti. İslam’ın şanlı kılıcı Hz. Hamza da bu savaşta şehit olmuştu. Bu savaşla ilgili olarak anlatılan şu kıssa, Peygamberimize duyulan sevginin derecesini göstermesi açısından ehemmiyetlidir.
İslâm ordusu Medine’ye döndüğü zaman karşılayanlar arasında, Beni Dinar kabilesi mensuplarından Müslüman bir kadın da vardı. Bu kadının babası, kardeşi ve kocası harpte şehit olmuştu. Onu görenler bu haberi kendisine veren kişi olmamak için gözlerini ondan kaçırıyor, ona bakmamaya çalışıyorlardı. Sonunda kendisine önce babasının şehit olduğunu söylediler. O, “Hz. Peygamber sağ mı? ” diye sordu. Arkasından kardeşinin vefatını haber verdiler. Kadın ise, “Resulullah nasıldır? ” dedi. Sonunda, “Kocan da şehit oldu” dediler. O hanım bütün bunları duymamış gibi hâlâ, “Allah’ın Resulü nasıl, ona bir şey olmadı ya? ” diye soruyordu. Hz. Peygamberin sağ ve salim olduğunu bildirdiklerinde ise şöyle dedi: “O, sağ ve selâmette olduktan sonra, her felâket benim için bir hiçtir.” (İbn Hişam, Siret, III/178–181)
Resulullah Efendimiz de diğer insanlar gibi bu dünyada bir faniydi. O da zamanı gelince bütün insanlar gibi bu imtihan sahnesinden ayrıldı. Fakat onun ölümü ashabı derin bir üzüntüye gark etti. Onun varlığını küfre karşı bir kalkan olarak gören müminler, ölümüyle elem denizine düştüler. Hz. Peygamberin ölümüne en çok üzülen ve bunu bir türlü kabullenemeyen Hz. Ömer’in tepkisi enteresandır. Hz. Ömer, O’nun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için ‘öldü’ diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu.
Resulullah’ın ölümü esnasında gözlerden oluk oluk yaşlar dökülüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefat haberini duyar duymaz hemen geldi, Resûlullah’ı alnından öptü ve “Babam ve anam sana feda olsun ya Resulullah... Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Ya Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım” dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve ayakta durmaya mecali olmayan sahabelere şunları söyledi:
“Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed(sav) ’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmrân, 3/144) .Allah’ın kitabı ve Resûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”
Saadet asrının İslamla şereflenen her bir ferdi, Peygamberinin gönüllü askeriydi. Onun için yapamayacakları bir fedakârlık yoktu. En büyük sermayeleri ona duydukları sevgi ve muhabbetti. Fakat onlar karşılıksız ve çıkarsız seviyorlardı. Bir gün ashabdan biri gelerek Allah Resulüne: “Kıyamet ne zaman kopacak? ” diye sorar. O da: “Kıyamet için ne hazırladın? ” buyurur. Sahâbi: “Öyle çok fazla amelim yok. Lâkin Allah ve Resulünü çok seviyorum” deyince, Allah Resulü: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurur. O zat, bunu bir müjde olarak kabul eder, içi tarifsiz bir huzurla dolar.
Sahabelerin Hz. Muhammed(sav) ’e duydukları sevgiyi kelimelerle anlatmak müşküldür. Bununla ilgili olarak yüzlerce örnek kıssa anlatabiliriz. Fakat asıl maksadımızı bu kadar misalle de ifade ettiğimiz kanaatindeyim. Allah bizleri onun şefaatine nail eylesin. Sözlerimi, şiirde İslam’ın gür sesi olan Mehmet Akif’in, Resulullah Efendimizi tavsif ettiği, dua niteliği de taşıyan bir dörtlülüğüyle bitirmek istiyorum:
“Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep, Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi; Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet, Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret! ”
HZ. RESUL HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:
Thomas Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’
Prof.Dr.H. Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’
Jane Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’
Aleksi Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’
G’la Faytt:’Ey şanlı arap! Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’
Raymons Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet resulüdür.’
Sosyolog V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’
Prof.Jules Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’
Prof.Dr. Michael Hart:Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek kişidir.’
Tolstoy: Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.
Gibson: Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.
Dostyoyevski: Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.
B. Smith: Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için yapılamaz.
Prens Bismark: Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.
Geothe: Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.
Shebol: Hz. Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.
Bernard Shaw: Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.
Voltaire: Türk kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor... senin dinin çok asil.
Lamartine: İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?
Knematirul: Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.
İnternetten arak :) (birde bizim sözde aydınlarımızın sözlerine bakın, aydın demeye dilim varmıyor abajur desem olurmu... :)
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
'Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım) . Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır.'
Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: 'Hz. Câbir radıyallahu anh dedi ki: 'Kebâir (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var! '
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
'Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip: 'Evlatlarına şefaat et! ' diye talepte bulunacaklar. O ise:
'Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır' diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da:
'Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır! ' diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da:
'Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin! ' diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:
'Ben şefaate yetkiliyim! ' diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ınilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teâla:
'Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir! ' buyuracak. Ben de:
'Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum! ' diyeceğim. Rabb Teâla: '(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar! ' diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: 'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:
'Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:
'Başını kaldır! ' denilecek. Ben de kaldırıp:
'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:
'Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı olanları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: 'Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir! ' denilecek. Ben de: 'Ey Rabbim! bana Lailâhe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver! ' diyeceğim. Rabb Teâla:
'Bu hususta yetkin yok! -veya: 'Bu hususta sana izin yok! - Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için lailâhe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım! ' buyuracak.'
Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler,şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz.Muhammed’in bir avuç imanlı müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer,fâni insanların kârı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.
'Mümin yumuşaktır. O kadar ki onu yumuşaklığından dolayı ahmak zannedersin.'
'Gençlerin en hayırlısı kendini yaşlılara benzeten, ihtiyarların en şerlisi kendini gençlere benzetendir'
'İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.'
'Alim, ilim ve amelin yeri cennettedir. Alim, ilmi ile amel etmezse, ilim ve amel cennette, alim ise cehennemde olur.'
'Kur’an yedi nuans üzere indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşınmasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.'
Ali benden, ben de Ali’denim, kendisi de tüm müminlerin Veli’sidir.
Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim hikmet isterse, kapıya gelsin.
Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.
'İnsanların en hayırlıları, ahmak, aptal diye adlandırılmadıkça kıyamet kopmaz.'
'Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.'
'İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.'
'Biz bu aleme rahmetten nasibi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka bir işimiz yok.'
'Daha sadaka, isteyenin eline düşmeden Rahman’ın eline değer.'
SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine olan düşkünlüğünü göstermez mi?
CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir insan olduğuna göre evlenecekti. Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden 15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala’nın emri ile evlendi. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra evlenirken şöyle demiştir: “Beni affet Hatice’m, Allah’ın emri olmasaydı evlenmezdim.”
Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah’ın emri ile evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; “Ya Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen” dediği zaman, Peygamberimiz (s.a.v): “Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim” demiştir. Şimdi nötr olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v) , Mekke şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından “elemin” yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük, hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer “Hazret-i Hatice zengindi de ondan evlendi” denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a) evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v) , kırk yaşında nübüvvet devri başlayıp Allah’ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: “Gel bu peygamberlik davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç.” dedikleri zaman Peygamberimiz (s.a.v.) : “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vallahi ben davamdan vazgeçmem” buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice validemiz Altmış yaşındaydı. “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin Peygamberimiz evlenmedi? Evet… “Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi” diyenler, size soruyorum: Müşrikler, “Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim” dedikleri halde, Hatice validemiz, “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de Peygamberimiz (s.a.v) : “Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti vermiştir” dediği halde. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi? “Peki niçin elli küsuryaşındım sonra çok evlendi? ” denilecek olursa: 1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , Allah’ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar yapacağından Allah’ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi. 2 _ Peygamberimiz (s.a.v) , Allah’ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman, Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar, müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu. Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları, Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını veya kızları Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları, Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan’da herkes maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve Peygamberimiz: “Cinsî yönden Allah’ım beni 40 erkek kudretinde yarattı” dediğini unutmamak gerekir. Buna rağmen yine ‘de Allah Rasulü: “Adaleti maddî ve manevî yönden tatbik etmemde bana yardım et” diye Allah’a (cc.) dua etmiştir. 3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında, sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet’i anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’an’ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta, bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla, Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı.
O'nu bu kelimelerle anlatamazsınız,haddimizde değildir zaten O rabbimin övdüğü yücelttiği gibidir....
Dünyada en çok kullanılan isimmiş, galiba 1 milyonu aşkın kişinin adı Muhammed imiş...
güzel bir isim daha da güzeli Muhammed Mustafa
saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok insanın dostudur. o hala Allah'ın lütfuyla yeryüzünde hayır ve bereket için dolaşıyor
Efendim;
Kalem hicap eder yazamam..
Kalb hicap eder sezemem..
Dil hicap eder konuşamam..
Şairin mısralarına sığınırım, kuytuna sığınır gibi..
''Ma medahtü bi-mekaleti Muhammeda
Ve lakin medahtü mekaleti bi-Muhammeda''
BİRİNCİ REŞHA: Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden,
pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik,
bürhan-ı nâtık dediğimiz “Hazret-i Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir? ”
diye yapılan suale cevaben deriz ki:
Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki,
azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz,
o zâtın Mescid-i Aksa'sıdır.
Mekke-i Mükerreme onun mihrabı,
Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir.
Cemaat-ı mü'minîne en son ve en âlî imam ve
nev'-i beşerin hatib-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor.
Ve bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor.
Çünki dini bütün dinlerin esasatına câmi'dir.
Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle
onları terbiye ve tenvir ediyor.
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Nurullah Genç'in Hz Muhammed Efendimizi yağmur (=rahmet) olarak imgelediği şiirinden alıntıdır.
AYYÜZLÜ RESULE HİTABIMDIR! …
M.NİHAT MALKOÇ
Bedbahtım; zamanın köhnesinde yaşamaya mecbur olduğum için
Bedbahtım; senin saadet asrından ve nur ikliminden uzak kaldığım için
Bedbahtım; hakikat güneşinin altında nefsimin buzlarını eritemediğim için
Bedbahtım; nurunla cilalanamadığım ve varlığında yok olamadığım için
Bedbahtım; senin iman göğünde sönük de olsa bir yıldız olamadığım için
Bedbahtım; ayaklarının değdiği kızgın kum tanelerine yüzümü süremediğim için
Bedbahtım; arkanda el bağlayıp Hakk’a yönelen cemaatine dâhil olamadığım için
Bedbahtım; fezayı kuşatan mübarek dualarına yürekten ‘âmin’ diyemediğim için
Bedbahtım; gönül pervazlarına konup adını terennüm eden bir ak güvercin olamadığım için
Bedbahtım; yüreğim hicret duygularının sancısıyla kıvranıyor, doğranıyor şimdi…
Sen gidince; güneşin ziyası değmez oldu üstümüze, yıldızlar iyice kıstı o berrak ışığını
Sen gidince; yeşilin büyüsü siyahın mateminde eriyip buz kesildi ebemkuşağı
Sen gidince; dindi rahmet yağmurları, kirlendi gönül evimiz, tarumar oldu hanemiz
Sen gidince; kanadı kırıldı yetimlerin, yüreği burkuldu gariplerin ve mazlumların
Sen gidince; çağların üstüne kâbus misali kalın bir paçavra örtüldü, yırtıldı perdeler…
Sen gidince; riya, inkâr ve hıyanet altın devrini yaşamaya başladı toz duman içinde
Sen gidince; ümmetinle birlikte Hira Dağı da gözyaşı döktü buz tutan eteklerine
Sen gidince; zamanın bağrına düştü ateş, sessizliğin çığlığı tuttu yedi kat göğü
Sen gidince; çıkmaz oldu Bilâl-i Habeşilerin yanık sesi, yas tuttu arşın direği minareler
Sen gidince; düşmez oldu cemreler toprağa, hayat hayatını kaybetti her dem nefes alsak da…
Ey Sevgili; şimdi bir yağmur damlacığında berraklaşıp düş, kavrulan gönül çölümüze
Ey Sevgili; yoluna revan olanların safında yer almak bahtiyarlığın tarifsiz şahikasıdır
Ey Sevgili; senin rayihana muhtacız, suretine ve siretine hasrettir gönül gözlerimiz
Ey Sevgili; hasretin dayanılmaz oldu gayri, doğ ne olur güneş olup kararan göğümüze
Ey Sevgili; yaratılan cümle mevcudat senin bitimsiz aşkına Kerem olmuştur
Ey Sevgili; cismine hayran, yoluna kurban olduğum, gül yaprağına sinmiş teninin kokusu
Ey Sevgili; sensizliğin gurbetinde mahkûm duygularım; Muhammed’im, can Ahmed’im…
Ey Sevgili; sensin mevsimlerin ilkbaharı, rüzgârların kıbleden eseni, cennetin müjdecisi
Ey Sevgili; Miraç gecesi sana açılmıştı yedi kat gökler, sidretül müntehaya değmişti başın
Ey Sevgili; sürmeli gözlerinden süzülen şehla bakışlar, ateşe duvar olur ruz-i mahşerde
En Sevgili; senin nurun güneşin aydınlığını bile gölgede bıraktı, bulutlar sana ağladı
En Sevgili; aşkınla, hasretinle, eleminle yanmayan yürekler yüktür tarumar sinelerde
En Sevgili; güllerin nebisi, nebilerin gülü, hakikat güneşinin süveydaya düşen gölgesi
En Sevgili; hissiz, sevgisiz, muhabbetsiz, aşksız gönülleri aydınlatan ışıksın sen…
En Sevgili; acizdir kalemler, seni anlatmaya muktedir değil şair, kâğıtlar yetmez methine
En Sevgili; bir gece, tek bir gece rüyalarıma misafir ol, doyasıya seyredeyim o gül cemalini
En Sevgili; içimizi yakar müşfik bakışların, kalp göğünden doğar gül yüzlü hayalin
En Sevgili; gül kokusunu senden alır, herkes sana hayran kalır, sana dönen yolu bulur
En Sevgili; göklere adın yazılıdır, senden alır yıldızlar ışığını, bulutlar rahmetini…
En Sevgili; nurun dolar gönül hanemize, ağarır tan vakti karanlığın koynundaki düşlerimiz
Hasretim; payıma düşmeyen o doyumsuz sevdanın her dirhemine nefes kadar…
Hasretim; kıpkızıl güneşin kavurucu sıcağında şefkatli gölgenin altında serinlemeye
Hasretim; ashabın seni yücelten ve gök kubbeye sığmayan sınırsız sevgisine
Hasretim; nefreti silip süpüren aşk iklimine, engin hoşgörüne ve şiddetin panzehiri sevgine…
Hasretim; hasat mevsiminde ağırlaşan başağını yere eğen buğday misali ağır başlılığına
Hasretim; hıçkırıklardan tebessümler çıkaran, umarsızlığı umuda dönüştüren duruşuna
Hasretim; seherlerde gül dalı işlemeli seccadelerde Allah’a dönüp yakaran titrek sesine
Hasretim; yağmalanan duygularımızı, cam kırıkları arasından toplayıp kalbimize serpişine
Hasretim; bir kılını koca dünyayla değişmediğim saçının her bir teline, ahirine, evveline…
Hasretim; nurdan cemaline, erişilmez kemaline, anlatılmaz ahvaline, ikbaline, her şeyine…
Dön artık; serpildi nifak ağacı, günahlar boyumuzu aştı, hakikat yuvadan uçtu
Dön artık; kurudu pınar başları, akmaz oldu nurlu oluklardan hayat suyu
Dön artık; gayya çukurlarından temenna dileyenler uyansın gaflet uykularından
Dön artık; Kisra saraylarındaki sütunları yeniden imar ediyor asrın Ebu Cehilleri
Dön artık; ayağa kaldır zulmün önünde diz çökmüş ümmetini, bir kez ruhundan üfle
Dön artık; bitsin gönül gurbetleri, dinsin hüzün sağanağı, kanatlansın yetim hissiyatımız
Dön artık; merhem ol yaralanmış bilinçlerimize; sula, kuruyan gönül pınarlarımızı
Dön artık; şafaklarımız hüzne boğulmasın, dağıt ruhumuzda çöreklenen karanlığı
Dön artık; gecelerin efkârı bitirdi bizi, dinmiyor kalbimizi saran o yetim sızı
Dön artık; haybeye kürek çeken ellerimiz, hakikat mumunun fitilini tutuştursun
Gel ki; dinsin yüreklerin sızısı, kırılsın hakikati tersyüz eden kiralık kalemler
Gel ki; yeşersin dualar, can bulsun ahların gökleri kuşattığı raddede uhrevi arzular
Gel ki; hüznün alevleri sönsün rahmet damlalarının çepeçevre kuşattığı yerde
Gel ki; esrik düşünceler can suyuyla çelikleşsin, diri kalsın biteviye
Gel ki; hayra tebdil olsun serencamımız, yol alsın bulutlara, buharlaşsın gamımız
Gel ki; durulsun hercai duygularımız, hedefini bulsun taş yerine attığımız gonca güller
Gel ki; tek bedende toplansın cümle canlar, yetim kalmasın minarelerde ezanlar
Gel ki; ihtiraslar dinsin, sabrın ve şükrün bayrağı dalgalansın ruhun maviliklerinde
Gel ki; açılsın üzeri is bağlamış, duvarlara çivilenmiş, ölülere adanmış nurlu sahifeler
Gel ki; hafiflesin serçelerin kanatlarına yüklenen kurşundan ağır yükler…
Sen ki; gönül bahçelerimizin solmayan gülüydün, dikenlerin ensesinde açan
Sen ki; putların taşlardan çok olduğu bir Mekke gecesinin alacakaranlığına doğmuştun
Sen ki; çaresizlerin çaresi, umarsızların gözyaşlarını silen şefkat ve umut eliydin
Sen ki; karakışlarımıza baharın gülen yüzünü nakşettin, diriliş muştusuydu getirdiklerin
Sen ki; paçavralar altında kıvranan ve ruhuna prangalar vurulan kimsesizlerin kimsesiydin.
Sen ki; bir damla gözyaşında okyanuslar saklardın, kirlenen hislerimizi paklardın
Sen ki; kâinat kitabının içine sığdıramadığı, bulutların kıyıp da yağdıramadığı nursun
Sen ki; korunaktın, limandın imanımızı sakladığımız, küfrün kalelerini yokladığımız…
Sen ki; yüreklere altın yaldızla işlenen suretinle, adınla kalp tahtının güçlü padişahıydın
Sen ki; naatlarımızı anlamlandıran, sözü kıymetli kılan, mana eriydin berzahımızda
Sensiz daralıyor yürek denizlerimizin kararan ufukları, fırtınalar dinmiyor ateş deryalarında
Sensiz daralıyor asumanın nefesleri, büküyor boynunu kutlu bahçedeki peygamber çiçekleri
Sensiz daralıyor vakit, yanıyor muhayyel saraylarım, intizara gömülüyor alevden âhlarım
Sensiz daralıyor görüş alanım, fırtınalarda inciniyor, kırılıyor ipekten kanatlarım…
Sensiz daralıyor kalbimizin saçakları, uhrevi bakışın yakıyor kirpiklerimi, soluyor gamzelerim
Sensiz daralıyor yürek dağlarım, leyli düşünceler kurşuna diziliyor, eşkıyalar çalıyor hislerimi
Sensiz daralıyor mevsimlerin soluğu, çatlıyor tohum, çürüyor olgunlaşan meyveler dallarında
Sensiz daralıyor göğüs kafeslerimiz, şehrayinler karanlığa el pençe divan duruyor sabahlarda
Sensiz daralıyor gönül kıyılarım, sadağında paslanıyor oklar, kumlar şimdi kırgındır denize
Sensiz daralıyor sesimizin değdiği coğrafyanın nazenin ervahı, kül oluyor coşkumuz tende
Ey gölgesi fecre kadar uzayan, melali aynalara yansıyan güzel, karanlığımıza hükmet! ..
Ey gökleri gezen seyyah, uğra bizim de iklimimize, damıt ve dağıt içimizdeki hüzünleri
Ey gönüllere köprü olan, kin köprülerini yıkan dost, dökülmesin umut ağacımızın yaprakları
Ey ilham pınarlarının eşsiz kaynağı, esirgeme can suyunu, serp çatlayan yüreğimize
Ey korkularımızı silip süpüren, sol yanımda taşıyorum alev parçasına dönüşen yokluğunu
Ey bereketli yağmurlarla gelen nur damlası, çölleşen gönül atlasımıza ruhundan can ver
Ey gönüllerin mümbit topraklarında açan yetim gül, çağlasın nehirlerin her kum tanesinde
Ey göklerdeki yıldızları devşiren nurlu elçi, ışığını gönder kapkaranlık atmosferimize
Ey varlığı yoklukta bulan sevgili, gözlerin çağırsın beni dar vakitlerde gönül hapsine
Ey tarihin gülen talihi, götür hülyalarımızı teslim eyle sözün çoğalan keremine…
Esselatü Vesselamü Aleyke ya Resûlullah! ...Esselatü Vesselamü Aleyke ya Habiballah!
en-nour
en yüce varlık, ins ve cinin peygamberi,
senden daha üstün insan gelmedi gelemez
خ ا ت م ا ل ن ب ي ي ن , hatamul-enbiya, mühür, son
Efendim;
Sana değen rüzgârı,
Seni örten bulutu özledim.
Özlemeyi,
Özlenilmeyi,
Sevmeyi,
Sevilmeyi,
Sevindirmeyi,
Sevindirilmeyi,
Özledim..
Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler,
Yokluğunun ızdırabını nasıl duysunlar?
Efendim,
Seni çok seviyorum,
Seni çok özlüyorum...
в ι η у ıℓ öм я üм σ ℓ ѕ α в ι η у ι ℓ ѕ є η ι ѕ є ν є я ∂ ι м в ι η у ıℓ ѕ є η ι ѕ є ν ѕ є у ∂ ι м в ι η у ıℓ ∂ α н α ι ѕ т є я ∂ ι м
Ey güller ülkesinin sultanı,
Ey en büyük sevgilinin sevgilisi,
Sana aşkımı ilan ediyorum.
Sen seviyorum ya râsulallah....
Hangi gecenin sabahında bulurum ben seni,
Günde beş defa iyi - kötü savaşı çıkartır kelimelerim,
On dört asırlık uzaklıktan geliyorum kapına
Suskunluğum, susuzluğum bu yüzden
Bu yüzden sensizliğinde gurbetlerin dili lâl şairiyim.
alıntıdır
Ey aşıkı dildade
Gel nuş edelim bade
Bir bade gerek amma
Ki içilem ma’vade
Can Allah canan Allah
Canlar sana kurban Allah
Hay kalbim zikrullah
La ilahe illallah Muhammed rasûlallah
Filistinli küçük şehit...
suskunluğun bedeli
çaresizliğin diyetidir Muhammed
Ve şimdi Kudüs şahittir ki
semaların küçük şehidi nazlı çiçeğidir Muhammed...
Kudüste puslu bir yaz günü
Birazdan kıyamet kopacak
Küçücük bir şehit cennete uçacak
Birazdan…
Muhammed yaralı ceylanım
Kapatma Gözlerini…
Muhammed kurbanın olayım
Bırakma Elimi…
Muhammed ne olur duy beni
Baba gel gidelim de
Daha çok görecek günün var
Acelen ne diye…
Kapıda annen bekliyor
Yolunu gözlüyor
Muhammed Muhammed…
Arayı arayı bulsam izini
İzinin tozuna sürsem yüzümü
Hak nasip eylese görsem yüzünü
Ey sevdiğim
Ya Muhammed canım arzular seni
der Yunus Emre..
Aşkımın zirve insanı.. Örnek şahsiyet.. Ayaklı Kur'an.. Şefaat Ya Resulallah..
MUHAMMET(SAV) MUHABBETTİR
M.NİHAT MALKOÇ
İman göğünün parlayan yıldızıdır Hz. Muhammed(sav) … Çölde susamışlara çağlayandır. Yolda kalmışlara kervansaraydır, handır. Uykusuzluktan gözleri kapananlara kuştüyü yastık… Kızgın güneş altında terden su olan bedenleri okşayan tatlı ve yumuşak bir saba yelidir. Güneşin kavurucu sıcağında gökleri kaplayan pamuk tarlası misali salkım salkım buluttur. Aşk bağının solmaz gülüdür. Karanlıklara tutulan billurdan bir avizedir.
Onun mübarek aydınlığı karanlığa neşter vurdu. Ruhlarımız onun saadet ve nur ummanında aydınlandı. Karanlık karanlığından utanırken aydınlık senin aydınlığınla iftihar etti. Kâinatın özü olan sen, daralan ruhlarımıza da soluk oldun. Dünya sende buldu cemalini… İman senin nefesinle coğrafyamıza can verdi. Kum tanelerinden ibaret olan çöller bereketinle gülşene döndü. Varlık varlığınla hayat buldu şüphesiz…
Senin ahlakın Kur’an’dan ibaretti. Onun için ahlak coğrafyan kusursuzdu. Geceni de gündüzünü de rahman ve rahim olan Allah’a adamıştın. Duygu, düşünce ve hayallerin, ilhamını göklerden alıyordu. Sen hususi bir edebe maliktin. Nurlu mürebbilerin tezgâhından geçmişti mübarek kalbin. Kur’an’ın nuruyla bezenmişti her bir hücren…
İman ışığıyla aydınlanan gönüllerin azığıydın sen. Övülenlerin ve özgüye layık olanların şahikasıydın. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem olsa da gerçekte yaşam seninle başladı. Sen Allah’ın insanlığa sunduğu eşsiz bir lütufsun. İslam’la şereflenenlere göre sevilmeye layık olanların başında gelensin. Her şey seninle irtibatlıdır hayatta. Seninle irtibatını kesenlerin sonu ne kadar da kötüdür. Ahh keşke bilseler ve dönseler! ...
Muhammet(sav) muhabbettir dünyaya iman ışığıyla bakanlar için… Bizim gözbebeklerimize onun gölgesi düşer. Eşyaya onun penceresinden bakarız. Onun kokusu siner ayetlerin her bir hurufatına… Ümmi olsa da O, gelmiş geçmiş en büyük münevverdir düşünce ufuklarını kuşatan… Ledünni ilmin sarsılmaz kalesidir O…Sidretu’l-Münteha’da onun izleri silinmemiştir hâlâ… Rahman katına bu kadar yaklaşan bir fani gelmemişti cihana…
Yetimleri koruyup kollayan bir yetimdin sen. Dünya gözüyle görmemiştin evin direği olan babanı… Körpeyken kaybetmiştim sevgili anneni… İçinde koca bir boşluk olarak kalmıştı onların sevgi ve hasreti. Deden Abdulmuttalip’le amcan Ebu Talip şefkat ve merhamet kanatlarının altında büyütmüştü seni. Sütannen Halime’nin evine bolluk ve bereket getirmiştin. Durum bundan ibaretken kimsesizlerin kimsesiydin, gariplerin sığınağıydın yine. Senden eli boş dönen olmamıştı ömrün boyunca. Rahmettin, yeri göğü yeşerten berekettin… Dalında işveyle duran mübarek ve muazzez bir güldün. Güllerin en irisiydin.
Kin ve nefretin karşısında çelikten bir tabyaydın. Sözlerin müjdeler ve esintiler taşırdı çoraklaşan gönüllerimize. Adaletin uzun düşen gölgesiydin yeryüzünde. Umutlar senin gül kokuları sinen bahçende yeşerirdi ancak. Sen öldükten sonra ölümün de güzel olduğuna şeksiz inandık. Sen öldüysen ölüm güzel demektir. “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? ”diyen büyük şaire şimdi daha çok hak veriyoruz. Sen, bir zamanlar bize soğuk gelen ölümü bile sevdirdin.
Senin ikliminde büyüyen ruhlar hayatın ilacı oldular. Ashab senin getirdiğin tükenmez solukla dağları, tepeleri, çorak arazileri aşarak menzile ulaştı. Cahiliye Arapları islamın nurlu iklimine girince bütün kirlerinden arındılar. Hayata kin ve nefretle bakan gözler ilahi ışıkla bezenince, kardeş oldu birbirine sırt çeviren yürekler… Birbirinin kuyusunu kazanlar; kâinatı kuşatan, canlı cansız her zerreye hayat veren ilahi mesajınla, kazılan kuyuları kapatmanın gayreti içerisine girdiler. Herkes kazdığı kuyuyu kapatmakla kalmadı, açılan diğer kör kuyuları da bertaraf ettiler. Kapatılan her kuyunun üzerine karanfiller, menekşeler ve gonca güller dikildi. Gül rayihaları kan ve barut kokusunu bastırdı.
Ne kadar da güzel söylemiş şair: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl? ” diye… Evet, sohbetlerimiz seninle laf-ı güzaf olmaktan kurtuldu. Seni anlattıkça ve senin anlattığın nurlu hakikatleri, ilahi mesajından haberdar olamamış bahtsız insanlara ulaştırdıkça hayat daha da tazelendi. Somurtkan güzler tebessümle can buldu.
Hz. Muhammed(sav) ruhlara vurulan iman mührünün mühürdarıdır. O mühürden yoksun ruhlar gerçekte bir viranedir. Zira o mühür imanın hayat suyuyla yıkanmıştır. Çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar kararan kalpler, bu mührün gölgesinde yumuşayarak mübarek insanlar zincirinin eşsiz halkaları olma bahtiyarlığına erişmişlerdir. Bu değişim gerçek manada bir yenilenme ve tazelenmedir.
Arap çöllerinin nazlı kum taneleri bile seni dünya gözüyle göremeyen, sana dokunamayan, senin mübarek kokunu içine çekemeyen biz ahir zaman ümmetinden daha bahtiyardır. Topuklarına değen o kumlar kadar şanslı değiliz. Senin ayaklarının altındaki kumlara bile gıptayla bakan biz asi ahir zaman ümmetini şefkat ve merhametinden mahrum etme bari… Dünyaya geç gelişimiz ve suretini temaşa edemeyişimiz bizi eziyor. Bari ukbada doyasıya seyrettir o gül yüzlü cemalini biz bahtı kara ümmetine… Gerçi senin mübarek cemaline bakacak kadar arı değil gözbebeklerimiz… Yine de bu ziyafeti çok görme bize.
Senin zamanında yaşayıp da sana inanmayanlara ve o mübarek kalbini yaralayanlara hem şaşarım, hem de acırım. Öte yandan seninle dost olan ve sana elverenlere gıptayla bakarım. Onlar yeryüzüne gelmiş en bahtlı insanlardır. ‘Ashab’ diye adlandırdığımız bu nurlu çehreler, yaşadığın müddetçe elin ayağın olmuşlardı. Sana yürekten bağlanan ve seni bütün değerlerin ve değerlilerin fevkinde tutan bu güzel insanlar bir yeryüzü cenneti inşa etmişlerdi.
Resulullah’ı sevmek sevgilerin en isabetlisidir. Çünkü o sevginin kaynağı olan Allah’ın elçisidir. Allah’ı seven onun ‘Habibim’ dediği elçisini de sever. Zira Allah’ın en çok sevdiği ve değer verdiği kul Hz. Muhammed(sav) ’dir. Onu sevmekle Allah’a yakınlaşırız.
Sevmek her şeye katlanmaktır; bütün zorluklara göğüs germektir. Sevgi ‘seviyorum’ demekle olmaz şüphesiz… Sevdiklerimize karşı fedakâr ve vefalı olmalıyız. Allah’ı ve Peygamberini sevmek, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Uyulması gerekenlere titizlikle uyuyor ve kaçınılması gerekenlerden kaçınıyorsanız bilin ki ilahi sevgi imtihanından alnınızın akıyla çıkmışsınız demektir.
Seven sevdiğine layıkıyla itaat edendir. Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’a gösterilecek sevginin, Resulüne itaat ile mümkün olabileceğini şöyle vurgulamaktadır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran, 31–32)
Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı insanları olan ashabın Resulullah’a duyduğu sevgi, şefkat ve merhamet dillere destandı. Onlar Efendimize yâr olmak için birbiriyle yarışmışlardı. Bunu dünyevi bakış açısıyla ele almak muhayyilemizi zorlayabilir. Çünkü o engin sevgiyi ve bağlılığı bizim gibi dünya menfaatleriyle ruhu kararmış fanilerin anlaması mümkün değildir.
Sahabelerin mübarek hayat sahifelerine göz attığımızda Hz. Muhammed(sav) ’e olan bağlılıkları ve fedakârlıkları karşısında adeta küçük dilimizi yutarız. Zira onlar çocuklarını, eşlerini, mallarını ve canlarını hiçe sayarak Peygamber Efendimizin yüce saflarında yer tutmuşlardır. Resulullah’ı korumak için kendilerini gönül rahatlığıyla ölümün kucağına atabilmişlerdir. Böyle bir ruhun nasıl gerçekleştiğini bizlerin anlaması pek mümkün değildir. Demek ki tahkiki iman, insanı bu mertebelere getirebiliyor. Şüphesiz ki bu belli bir süreç gerektirir. Bizler emekleme devresinde olduğumuz için hafızamız bunlara yetişmiyor.
Sahabelerin her biri birer yıldızdı. Fakat onların da birbirine göre daha üstün olanları vardı. Hulefa-i Raşidin bunlardandır. Bu dört mübarek zatın peygamber sevgisi, kelimelerle ifade edilemeyecek derecede büyüktü. Onlar kendilerini Resulullah’a adamışlardı.
Dört halifeden ilki olan Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimize diğer sahabelerden çok daha yakındı. O, aynı zamanda damadı olan Efendimizi canından aziz bilmiştir. Ona sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Hz. Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e, oradan da Sidretü’l Münteha’ya gittiğini, İsra ve Mirâc hâdisesini gerçekleştirdiğini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir’e yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bekledikleri bir açığı bulmuşçasına sevinen ve alaycı bir tavırla hareket eden müşrikler, böylelikle ondan arzuladıkları cevabı alamamışlardır. Hz. Ebubekir’in bu sadakat ifade eden cevabı onun her halükârda Peygamberimize olan sonsuz güvenini ve itimadını gösteren bir misaldir.
Hz. Ömer’in Resulullah’a olan aşkı ve muhabbeti dillere destandı. Resul-i Ekrem’e söylenen her kötü sözün sahibi, karşısında Hz. Ömer’i bulurdu. Peygamberimizi, canından aziz bilen Hz. Ömer, bir ara Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş ve: “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden başka her şeyden daha sevimlisin”, demişti. Peygamberimiz de: “Ömer! Kendinden de! ” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Ömer: “Kendimden de! ”, deyince Hz. Peygamber (sav) : “Ey Ömer, işte şimdi oldu! ” cevabını vermişti.
Hz. Muhammed(sav) ashabın gözbebeğiydi. Büyük küçük herkes onu anasından, babasından, malından mülkünden daha çok seviyordu. Bununla ilgili olarak Uhud Savaşı sonrasında yaşanan bir hadise Resulullah’a duyulan sevgi ve muhabbetin derecesini göstermesi bakımından dikkate şayandır. Bilindiği gibi Uhud Savaşı İslam tarihinin önemli hadiselerindendir. Bu savaşta Müslümanlar önemli kayıplar vermişti. İslam’ın şanlı kılıcı Hz. Hamza da bu savaşta şehit olmuştu. Bu savaşla ilgili olarak anlatılan şu kıssa, Peygamberimize duyulan sevginin derecesini göstermesi açısından ehemmiyetlidir.
İslâm ordusu Medine’ye döndüğü zaman karşılayanlar arasında, Beni Dinar kabilesi mensuplarından Müslüman bir kadın da vardı. Bu kadının babası, kardeşi ve kocası harpte şehit olmuştu. Onu görenler bu haberi kendisine veren kişi olmamak için gözlerini ondan kaçırıyor, ona bakmamaya çalışıyorlardı. Sonunda kendisine önce babasının şehit olduğunu söylediler. O, “Hz. Peygamber sağ mı? ” diye sordu. Arkasından kardeşinin vefatını haber verdiler. Kadın ise, “Resulullah nasıldır? ” dedi. Sonunda, “Kocan da şehit oldu” dediler. O hanım bütün bunları duymamış gibi hâlâ, “Allah’ın Resulü nasıl, ona bir şey olmadı ya? ” diye soruyordu. Hz. Peygamberin sağ ve salim olduğunu bildirdiklerinde ise şöyle dedi: “O, sağ ve selâmette olduktan sonra, her felâket benim için bir hiçtir.” (İbn Hişam, Siret, III/178–181)
Resulullah Efendimiz de diğer insanlar gibi bu dünyada bir faniydi. O da zamanı gelince bütün insanlar gibi bu imtihan sahnesinden ayrıldı. Fakat onun ölümü ashabı derin bir üzüntüye gark etti. Onun varlığını küfre karşı bir kalkan olarak gören müminler, ölümüyle elem denizine düştüler. Hz. Peygamberin ölümüne en çok üzülen ve bunu bir türlü kabullenemeyen Hz. Ömer’in tepkisi enteresandır. Hz. Ömer, O’nun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için ‘öldü’ diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu.
Resulullah’ın ölümü esnasında gözlerden oluk oluk yaşlar dökülüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefat haberini duyar duymaz hemen geldi, Resûlullah’ı alnından öptü ve “Babam ve anam sana feda olsun ya Resulullah... Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Ya Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım” dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve ayakta durmaya mecali olmayan sahabelere şunları söyledi:
“Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed(sav) ’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmrân, 3/144) .Allah’ın kitabı ve Resûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”
Saadet asrının İslamla şereflenen her bir ferdi, Peygamberinin gönüllü askeriydi. Onun için yapamayacakları bir fedakârlık yoktu. En büyük sermayeleri ona duydukları sevgi ve muhabbetti. Fakat onlar karşılıksız ve çıkarsız seviyorlardı. Bir gün ashabdan biri gelerek Allah Resulüne: “Kıyamet ne zaman kopacak? ” diye sorar. O da: “Kıyamet için ne hazırladın? ” buyurur. Sahâbi: “Öyle çok fazla amelim yok. Lâkin Allah ve Resulünü çok seviyorum” deyince, Allah Resulü: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurur. O zat, bunu bir müjde olarak kabul eder, içi tarifsiz bir huzurla dolar.
Sahabelerin Hz. Muhammed(sav) ’e duydukları sevgiyi kelimelerle anlatmak müşküldür. Bununla ilgili olarak yüzlerce örnek kıssa anlatabiliriz. Fakat asıl maksadımızı bu kadar misalle de ifade ettiğimiz kanaatindeyim. Allah bizleri onun şefaatine nail eylesin. Sözlerimi, şiirde İslam’ın gür sesi olan Mehmet Akif’in, Resulullah Efendimizi tavsif ettiği, dua niteliği de taşıyan bir dörtlülüğüyle bitirmek istiyorum:
“Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep,
Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi;
Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet,
Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret! ”
Gönlümün Gülü
Sen’i seven her ruh uludur ya Resûlallâh!
Gönlü-gözü onun doludur ya Resûlallâh!
Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh,
Kapının ayrılmaz kuludur ya Resûlallâh!
Beklemez bir başka iltifât Sana erenler,
Semtin iltifat buğuludur ya Resûlallâh!
Gönül gözleriyle bir kere seni görenler,
Onlar ruhların bir koludur ya Resûlallâh!
Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar,
İklimin kuşların yoludur ya Resûlallâh!
Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar,
Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Resûlallâh!
Sana ermek imanlı gönüllerin rüyâsı,
Seni bilmeyenler ölüdür ya Resûlallâh!
Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyâsı,
Bu benim gönlümün gülüdür ya Resûlallâh!
M. Fethullah Gülen
^^ Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim.^^
Hz. Muhammed Mustafa (sav)
Sana layık olamadığımız için
ŞEFAAT YA RESULALLAH
(___ETERNAL___ gibilerin de ıslah olması dileğiyle)
HZ. RESUL HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:
Thomas Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’
Prof.Dr.H. Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’
Jane Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’
Aleksi Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’
G’la Faytt:’Ey şanlı arap! Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’
Raymons Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet resulüdür.’
Sosyolog V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’
Prof.Jules Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’
Prof.Dr. Michael Hart:Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek kişidir.’
Tolstoy: Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.
Gibson: Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.
Dostyoyevski: Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.
B. Smith: Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için yapılamaz.
Prens Bismark: Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.
Geothe: Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.
Shebol: Hz. Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.
Bernard Shaw: Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.
Voltaire: Türk kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor... senin dinin çok asil.
Lamartine: İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?
Knematirul: Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.
İnternetten arak :) (birde bizim sözde aydınlarımızın sözlerine bakın, aydın demeye dilim varmıyor abajur desem olurmu... :)
Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
'Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım) . Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır.'
Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198): Muvatta, Kur'an 26, (1, 212): Tirmizi, Da'avat 141, (3597) .
Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.'
Tirmizi, Kıyamet 12, (2437): Ebu Davud, Sünnet 23, (4739): İbnu Mace, zühd 37, (4310) .
Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: 'Hz. Câbir radıyallahu anh dedi ki: 'Kebâir (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var! '
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
'Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip: 'Evlatlarına şefaat et! ' diye talepte bulunacaklar. O ise:
'Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır' diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da:
'Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır! ' diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da:
'Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin! ' diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:
'Ben şefaate yetkiliyim! ' diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ınilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teâla:
'Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir! ' buyuracak. Ben de:
'Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum! ' diyeceğim. Rabb Teâla: '(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar! ' diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: 'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:
'Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:
'Başını kaldır! ' denilecek. Ben de kaldırıp:
'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:
'Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı olanları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: 'Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir! ' denilecek. Ben de: 'Ey Rabbim! bana Lailâhe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver! ' diyeceğim. Rabb Teâla:
'Bu hususta yetkin yok! -veya: 'Bu hususta sana izin yok! - Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için lailâhe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım! ' buyuracak.'
Sen, Rabbimin Habîbi!
Sen, Rahmet peygamberi!
Sen, hürmetine güllerin ve dikenin yaratıldığı güzel!
Sen, gönlü buruk yetim!
Sen, masum ve öksüz!
Sen, gittiği her yere bereket götüren!
Sen, altı ciğer pâresini de yitirdiği halde, yine de Allah! diyecek kadar râzı!
Sen, gönlünün gülü Hatice'yi, ömrü boyunca unutmayacak kadar hayırlı!
Sen, Zeyd'in ana- babasına tercih edeceği kadar merhametli!
Sen, Ebû-Bekir'in gönlündeki güzel!
Sen, Ömerin kılıcını gül ile parçalayan...
Sen, gidişiyle Fâtımâ'nın yüreğini dağlayan..
'O Hakk'ın Nûrudur. İlim irfan kaynağıdır.
Hakk'tır onun özü, Hakk'tan gelir onun sözü.'
Bu sabah uyandım. Aklıma ilk gelen yine sendin.
YA RESULULLAH SENİ BUGÜN DE COK SEVİYORUM!
Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler,şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.
Hz.Muhammed’in bir avuç imanlı müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer,fâni insanların kârı değildir.
Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
'Mümin yumuşaktır. O kadar ki onu yumuşaklığından dolayı ahmak zannedersin.'
'Gençlerin en hayırlısı kendini yaşlılara benzeten, ihtiyarların en şerlisi kendini gençlere benzetendir'
'İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.'
'Alim, ilim ve amelin yeri cennettedir. Alim, ilmi ile amel etmezse, ilim ve amel cennette, alim ise cehennemde olur.'
'Kur’an yedi nuans üzere indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşınmasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.'
Ali benden, ben de Ali’denim, kendisi de tüm müminlerin Veli’sidir.
Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim hikmet isterse, kapıya gelsin.
Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.
'İnsanların en hayırlıları, ahmak, aptal diye adlandırılmadıkça kıyamet kopmaz.'
'Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.'
'İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.'
'Biz bu aleme rahmetten nasibi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka bir işimiz yok.'
'Daha sadaka, isteyenin eline düşmeden Rahman’ın eline değer.'
'Bilginin mürekkebi, şehidin kanından kutsaldır.'
'Dünya uyuyanın rüyası gibidir'
'Allah vardı, O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.'
'Kendini bilen Rabbini bilir.'
'Beni gören Hakk’ı görmüştür.'
'Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.'
SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine
olan düşkünlüğünü göstermez mi?
CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir
insan olduğuna göre evlenecekti.
Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok
kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın
alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden
15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice
validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin
vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala’nın emri ile
evlendi. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra
evlenirken şöyle demiştir: “Beni affet Hatice’m, Allah’ın emri olmasaydı evlenmezdim.”
Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah’ın emri ile
evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; “Ya
Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen” dediği zaman, Peygamberimiz
(s.a.v):
“Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim” demiştir.
Şimdi nötr olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v) , Mekke
şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından “elemin”
yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük,
hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer “Hazret-i
Hatice zengindi de ondan evlendi” denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a)
evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için
evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük
olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v) , kırk yaşında nübüvvet devri
başlayıp Allah’ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: “Gel bu peygamberlik
davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel
kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu
peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç.” dedikleri zaman
Peygamberimiz (s.a.v.) : “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vallahi ben davamdan
vazgeçmem” buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice
validemiz Altmış yaşındaydı. “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin
Peygamberimiz evlenmedi? Evet… “Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi”
diyenler, size soruyorum: Müşrikler, “Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim”
dedikleri halde, Hatice validemiz, “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde
niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de
Peygamberimiz (s.a.v) : “Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti vermiştir”
dediği halde.
Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan
sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik
devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur
yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi?
“Peki niçin elli küsuryaşındım sonra çok evlendi? ” denilecek olursa:
1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , Allah’ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin
emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı
ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile
anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar
yapacağından Allah’ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi.
2 _ Peygamberimiz (s.a.v) , Allah’ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman,
Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya
başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı
ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası
etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar,
müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman
Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu.
Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları,
Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen
kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını
veya kızları Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz
işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları,
Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine
nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan’da herkes
maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla
evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla
evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve
Peygamberimiz: “Cinsî yönden Allah’ım beni 40 erkek kudretinde yarattı” dediğini
unutmamak gerekir. Buna rağmen yine ‘de Allah Rasulü: “Adaleti maddî ve manevî yönden
tatbik etmemde bana yardım et” diye Allah’a (cc.) dua etmiştir.
3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında,
sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir
sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında
yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her
kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok
ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet’i
anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’an’ı, tefsiri, hadisi ondan
öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta,
bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes
bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını
buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve
bununla iftihar ediyordu.
Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla,
Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar
sayıyorlardı.