Kültür Sanat Edebiyat Şiir

muhammed sizce ne demek, muhammed size neyi çağrıştırıyor?

muhammed terimi Cem Nizamoglu tarafından tarihinde eklendi

  • Bora Aslan
    Bora Aslan

    O'nu bu kelimelerle anlatamazsınız,haddimizde değildir zaten O rabbimin övdüğü yücelttiği gibidir....

  • Mehlika Ersan
    Mehlika Ersan

    Dünyada en çok kullanılan isimmiş, galiba 1 milyonu aşkın kişinin adı Muhammed imiş...
    güzel bir isim daha da güzeli Muhammed Mustafa

  • Guga Sssss
    Guga Sssss

    saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok insanın dostudur. o hala Allah'ın lütfuyla yeryüzünde hayır ve bereket için dolaşıyor

  • Leyla Gül
    Leyla Gül

    Efendim;
    Kalem hicap eder yazamam..
    Kalb hicap eder sezemem..
    Dil hicap eder konuşamam..
    Şairin mısralarına sığınırım, kuytuna sığınır gibi..
    ''Ma medahtü bi-mekaleti Muhammeda
    Ve lakin medahtü mekaleti bi-Muhammeda''

  • H3pp4n
    H3pp4n

    BİRİNCİ REŞHA: Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden,
    pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik,
    bürhan-ı nâtık dediğimiz “Hazret-i Muhammed
    Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir? ”
    diye yapılan suale cevaben deriz ki:

    Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki,
    azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz,
    o zâtın Mescid-i Aksa'sıdır.

    Mekke-i Mükerreme onun mihrabı,
    Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir.
    Cemaat-ı mü'minîne en son ve en âlî imam ve
    nev'-i beşerin hatib-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor.
    Ve bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor.
    Çünki dini bütün dinlerin esasatına câmi'dir.
    Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle
    onları terbiye ve tenvir ediyor.

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
    Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
    Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
    Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
    Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
    Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
    Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
    Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
    Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
    Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
    Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
    Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
    Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
    Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


    Nurullah Genç'in Hz Muhammed Efendimizi yağmur (=rahmet) olarak imgelediği şiirinden alıntıdır.

  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç

    AYYÜZLÜ RESULE HİTABIMDIR! …
    M.NİHAT MALKOÇ

    Bedbahtım; zamanın köhnesinde yaşamaya mecbur olduğum için
    Bedbahtım; senin saadet asrından ve nur ikliminden uzak kaldığım için
    Bedbahtım; hakikat güneşinin altında nefsimin buzlarını eritemediğim için
    Bedbahtım; nurunla cilalanamadığım ve varlığında yok olamadığım için
    Bedbahtım; senin iman göğünde sönük de olsa bir yıldız olamadığım için
    Bedbahtım; ayaklarının değdiği kızgın kum tanelerine yüzümü süremediğim için
    Bedbahtım; arkanda el bağlayıp Hakk’a yönelen cemaatine dâhil olamadığım için
    Bedbahtım; fezayı kuşatan mübarek dualarına yürekten ‘âmin’ diyemediğim için
    Bedbahtım; gönül pervazlarına konup adını terennüm eden bir ak güvercin olamadığım için
    Bedbahtım; yüreğim hicret duygularının sancısıyla kıvranıyor, doğranıyor şimdi…

    Sen gidince; güneşin ziyası değmez oldu üstümüze, yıldızlar iyice kıstı o berrak ışığını
    Sen gidince; yeşilin büyüsü siyahın mateminde eriyip buz kesildi ebemkuşağı
    Sen gidince; dindi rahmet yağmurları, kirlendi gönül evimiz, tarumar oldu hanemiz
    Sen gidince; kanadı kırıldı yetimlerin, yüreği burkuldu gariplerin ve mazlumların
    Sen gidince; çağların üstüne kâbus misali kalın bir paçavra örtüldü, yırtıldı perdeler…
    Sen gidince; riya, inkâr ve hıyanet altın devrini yaşamaya başladı toz duman içinde
    Sen gidince; ümmetinle birlikte Hira Dağı da gözyaşı döktü buz tutan eteklerine
    Sen gidince; zamanın bağrına düştü ateş, sessizliğin çığlığı tuttu yedi kat göğü
    Sen gidince; çıkmaz oldu Bilâl-i Habeşilerin yanık sesi, yas tuttu arşın direği minareler
    Sen gidince; düşmez oldu cemreler toprağa, hayat hayatını kaybetti her dem nefes alsak da…

    Ey Sevgili; şimdi bir yağmur damlacığında berraklaşıp düş, kavrulan gönül çölümüze
    Ey Sevgili; yoluna revan olanların safında yer almak bahtiyarlığın tarifsiz şahikasıdır
    Ey Sevgili; senin rayihana muhtacız, suretine ve siretine hasrettir gönül gözlerimiz
    Ey Sevgili; hasretin dayanılmaz oldu gayri, doğ ne olur güneş olup kararan göğümüze
    Ey Sevgili; yaratılan cümle mevcudat senin bitimsiz aşkına Kerem olmuştur
    Ey Sevgili; cismine hayran, yoluna kurban olduğum, gül yaprağına sinmiş teninin kokusu
    Ey Sevgili; sensizliğin gurbetinde mahkûm duygularım; Muhammed’im, can Ahmed’im…
    Ey Sevgili; sensin mevsimlerin ilkbaharı, rüzgârların kıbleden eseni, cennetin müjdecisi
    Ey Sevgili; Miraç gecesi sana açılmıştı yedi kat gökler, sidretül müntehaya değmişti başın
    Ey Sevgili; sürmeli gözlerinden süzülen şehla bakışlar, ateşe duvar olur ruz-i mahşerde

    En Sevgili; senin nurun güneşin aydınlığını bile gölgede bıraktı, bulutlar sana ağladı
    En Sevgili; aşkınla, hasretinle, eleminle yanmayan yürekler yüktür tarumar sinelerde
    En Sevgili; güllerin nebisi, nebilerin gülü, hakikat güneşinin süveydaya düşen gölgesi
    En Sevgili; hissiz, sevgisiz, muhabbetsiz, aşksız gönülleri aydınlatan ışıksın sen…
    En Sevgili; acizdir kalemler, seni anlatmaya muktedir değil şair, kâğıtlar yetmez methine
    En Sevgili; bir gece, tek bir gece rüyalarıma misafir ol, doyasıya seyredeyim o gül cemalini
    En Sevgili; içimizi yakar müşfik bakışların, kalp göğünden doğar gül yüzlü hayalin
    En Sevgili; gül kokusunu senden alır, herkes sana hayran kalır, sana dönen yolu bulur
    En Sevgili; göklere adın yazılıdır, senden alır yıldızlar ışığını, bulutlar rahmetini…
    En Sevgili; nurun dolar gönül hanemize, ağarır tan vakti karanlığın koynundaki düşlerimiz

    Hasretim; payıma düşmeyen o doyumsuz sevdanın her dirhemine nefes kadar…
    Hasretim; kıpkızıl güneşin kavurucu sıcağında şefkatli gölgenin altında serinlemeye
    Hasretim; ashabın seni yücelten ve gök kubbeye sığmayan sınırsız sevgisine
    Hasretim; nefreti silip süpüren aşk iklimine, engin hoşgörüne ve şiddetin panzehiri sevgine…
    Hasretim; hasat mevsiminde ağırlaşan başağını yere eğen buğday misali ağır başlılığına
    Hasretim; hıçkırıklardan tebessümler çıkaran, umarsızlığı umuda dönüştüren duruşuna
    Hasretim; seherlerde gül dalı işlemeli seccadelerde Allah’a dönüp yakaran titrek sesine
    Hasretim; yağmalanan duygularımızı, cam kırıkları arasından toplayıp kalbimize serpişine
    Hasretim; bir kılını koca dünyayla değişmediğim saçının her bir teline, ahirine, evveline…
    Hasretim; nurdan cemaline, erişilmez kemaline, anlatılmaz ahvaline, ikbaline, her şeyine…

    Dön artık; serpildi nifak ağacı, günahlar boyumuzu aştı, hakikat yuvadan uçtu
    Dön artık; kurudu pınar başları, akmaz oldu nurlu oluklardan hayat suyu
    Dön artık; gayya çukurlarından temenna dileyenler uyansın gaflet uykularından
    Dön artık; Kisra saraylarındaki sütunları yeniden imar ediyor asrın Ebu Cehilleri
    Dön artık; ayağa kaldır zulmün önünde diz çökmüş ümmetini, bir kez ruhundan üfle
    Dön artık; bitsin gönül gurbetleri, dinsin hüzün sağanağı, kanatlansın yetim hissiyatımız
    Dön artık; merhem ol yaralanmış bilinçlerimize; sula, kuruyan gönül pınarlarımızı
    Dön artık; şafaklarımız hüzne boğulmasın, dağıt ruhumuzda çöreklenen karanlığı
    Dön artık; gecelerin efkârı bitirdi bizi, dinmiyor kalbimizi saran o yetim sızı
    Dön artık; haybeye kürek çeken ellerimiz, hakikat mumunun fitilini tutuştursun

    Gel ki; dinsin yüreklerin sızısı, kırılsın hakikati tersyüz eden kiralık kalemler
    Gel ki; yeşersin dualar, can bulsun ahların gökleri kuşattığı raddede uhrevi arzular
    Gel ki; hüznün alevleri sönsün rahmet damlalarının çepeçevre kuşattığı yerde
    Gel ki; esrik düşünceler can suyuyla çelikleşsin, diri kalsın biteviye
    Gel ki; hayra tebdil olsun serencamımız, yol alsın bulutlara, buharlaşsın gamımız
    Gel ki; durulsun hercai duygularımız, hedefini bulsun taş yerine attığımız gonca güller
    Gel ki; tek bedende toplansın cümle canlar, yetim kalmasın minarelerde ezanlar
    Gel ki; ihtiraslar dinsin, sabrın ve şükrün bayrağı dalgalansın ruhun maviliklerinde
    Gel ki; açılsın üzeri is bağlamış, duvarlara çivilenmiş, ölülere adanmış nurlu sahifeler
    Gel ki; hafiflesin serçelerin kanatlarına yüklenen kurşundan ağır yükler…

    Sen ki; gönül bahçelerimizin solmayan gülüydün, dikenlerin ensesinde açan
    Sen ki; putların taşlardan çok olduğu bir Mekke gecesinin alacakaranlığına doğmuştun
    Sen ki; çaresizlerin çaresi, umarsızların gözyaşlarını silen şefkat ve umut eliydin
    Sen ki; karakışlarımıza baharın gülen yüzünü nakşettin, diriliş muştusuydu getirdiklerin
    Sen ki; paçavralar altında kıvranan ve ruhuna prangalar vurulan kimsesizlerin kimsesiydin.
    Sen ki; bir damla gözyaşında okyanuslar saklardın, kirlenen hislerimizi paklardın
    Sen ki; kâinat kitabının içine sığdıramadığı, bulutların kıyıp da yağdıramadığı nursun
    Sen ki; korunaktın, limandın imanımızı sakladığımız, küfrün kalelerini yokladığımız…
    Sen ki; yüreklere altın yaldızla işlenen suretinle, adınla kalp tahtının güçlü padişahıydın
    Sen ki; naatlarımızı anlamlandıran, sözü kıymetli kılan, mana eriydin berzahımızda

    Sensiz daralıyor yürek denizlerimizin kararan ufukları, fırtınalar dinmiyor ateş deryalarında
    Sensiz daralıyor asumanın nefesleri, büküyor boynunu kutlu bahçedeki peygamber çiçekleri
    Sensiz daralıyor vakit, yanıyor muhayyel saraylarım, intizara gömülüyor alevden âhlarım
    Sensiz daralıyor görüş alanım, fırtınalarda inciniyor, kırılıyor ipekten kanatlarım…
    Sensiz daralıyor kalbimizin saçakları, uhrevi bakışın yakıyor kirpiklerimi, soluyor gamzelerim
    Sensiz daralıyor yürek dağlarım, leyli düşünceler kurşuna diziliyor, eşkıyalar çalıyor hislerimi
    Sensiz daralıyor mevsimlerin soluğu, çatlıyor tohum, çürüyor olgunlaşan meyveler dallarında
    Sensiz daralıyor göğüs kafeslerimiz, şehrayinler karanlığa el pençe divan duruyor sabahlarda
    Sensiz daralıyor gönül kıyılarım, sadağında paslanıyor oklar, kumlar şimdi kırgındır denize
    Sensiz daralıyor sesimizin değdiği coğrafyanın nazenin ervahı, kül oluyor coşkumuz tende

    Ey gölgesi fecre kadar uzayan, melali aynalara yansıyan güzel, karanlığımıza hükmet! ..
    Ey gökleri gezen seyyah, uğra bizim de iklimimize, damıt ve dağıt içimizdeki hüzünleri
    Ey gönüllere köprü olan, kin köprülerini yıkan dost, dökülmesin umut ağacımızın yaprakları
    Ey ilham pınarlarının eşsiz kaynağı, esirgeme can suyunu, serp çatlayan yüreğimize
    Ey korkularımızı silip süpüren, sol yanımda taşıyorum alev parçasına dönüşen yokluğunu
    Ey bereketli yağmurlarla gelen nur damlası, çölleşen gönül atlasımıza ruhundan can ver
    Ey gönüllerin mümbit topraklarında açan yetim gül, çağlasın nehirlerin her kum tanesinde
    Ey göklerdeki yıldızları devşiren nurlu elçi, ışığını gönder kapkaranlık atmosferimize
    Ey varlığı yoklukta bulan sevgili, gözlerin çağırsın beni dar vakitlerde gönül hapsine
    Ey tarihin gülen talihi, götür hülyalarımızı teslim eyle sözün çoğalan keremine…

    Esselatü Vesselamü Aleyke ya Resûlullah! ...Esselatü Vesselamü Aleyke ya Habiballah!

  • Zainab
    Zainab

    en-nour

    en yüce varlık, ins ve cinin peygamberi,
    senden daha üstün insan gelmedi gelemez

  • Zainab
    Zainab

    خ ا ت م ا ل ن ب ي ي ن , hatamul-enbiya, mühür, son

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Efendim;
    Sana değen rüzgârı,
    Seni örten bulutu özledim.
    Özlemeyi,
    Özlenilmeyi,
    Sevmeyi,
    Sevilmeyi,
    Sevindirmeyi,
    Sevindirilmeyi,
    Özledim..
    Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler,
    Yokluğunun ızdırabını nasıl duysunlar?
    Efendim,
    Seni çok seviyorum,
    Seni çok özlüyorum...

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    в ι η у ıℓ öм я üм σ ℓ ѕ α в ι η у ι ℓ ѕ є η ι ѕ є ν є я ∂ ι м в ι η у ıℓ ѕ є η ι ѕ є ν ѕ є у ∂ ι м в ι η у ıℓ ∂ α н α ι ѕ т є я ∂ ι м

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Ey güller ülkesinin sultanı,
    Ey en büyük sevgilinin sevgilisi,
    Sana aşkımı ilan ediyorum.
    Sen seviyorum ya râsulallah....

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Hangi gecenin sabahında bulurum ben seni,
    Günde beş defa iyi - kötü savaşı çıkartır kelimelerim,
    On dört asırlık uzaklıktan geliyorum kapına
    Suskunluğum, susuzluğum bu yüzden
    Bu yüzden sensizliğinde gurbetlerin dili lâl şairiyim.

    alıntıdır

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Ey aşıkı dildade
    Gel nuş edelim bade
    Bir bade gerek amma
    Ki içilem ma’vade
    Can Allah canan Allah
    Canlar sana kurban Allah
    Hay kalbim zikrullah
    La ilahe illallah Muhammed rasûlallah

  • Kaan Terli
    Kaan Terli 22.02.2007 - 02:14

  • Kaan Terli
    Kaan Terli

    Filistinli küçük şehit...

    suskunluğun bedeli
    çaresizliğin diyetidir Muhammed

    Ve şimdi Kudüs şahittir ki
    semaların küçük şehidi nazlı çiçeğidir Muhammed...


    Kudüste puslu bir yaz günü
    Birazdan kıyamet kopacak
    Küçücük bir şehit cennete uçacak
    Birazdan…

    Muhammed yaralı ceylanım
    Kapatma Gözlerini…
    Muhammed kurbanın olayım
    Bırakma Elimi…
    Muhammed ne olur duy beni
    Baba gel gidelim de
    Daha çok görecek günün var
    Acelen ne diye…

    Kapıda annen bekliyor
    Yolunu gözlüyor
    Muhammed Muhammed…

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Arayı arayı bulsam izini
    İzinin tozuna sürsem yüzümü
    Hak nasip eylese görsem yüzünü
    Ey sevdiğim
    Ya Muhammed canım arzular seni

    der Yunus Emre..

  • Tolga Mert
    Tolga Mert

    Aşkımın zirve insanı.. Örnek şahsiyet.. Ayaklı Kur'an.. Şefaat Ya Resulallah..

  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç

    MUHAMMET(SAV) MUHABBETTİR

    M.NİHAT MALKOÇ

    İman göğünün parlayan yıldızıdır Hz. Muhammed(sav) … Çölde susamışlara çağlayandır. Yolda kalmışlara kervansaraydır, handır. Uykusuzluktan gözleri kapananlara kuştüyü yastık… Kızgın güneş altında terden su olan bedenleri okşayan tatlı ve yumuşak bir saba yelidir. Güneşin kavurucu sıcağında gökleri kaplayan pamuk tarlası misali salkım salkım buluttur. Aşk bağının solmaz gülüdür. Karanlıklara tutulan billurdan bir avizedir.

    Onun mübarek aydınlığı karanlığa neşter vurdu. Ruhlarımız onun saadet ve nur ummanında aydınlandı. Karanlık karanlığından utanırken aydınlık senin aydınlığınla iftihar etti. Kâinatın özü olan sen, daralan ruhlarımıza da soluk oldun. Dünya sende buldu cemalini… İman senin nefesinle coğrafyamıza can verdi. Kum tanelerinden ibaret olan çöller bereketinle gülşene döndü. Varlık varlığınla hayat buldu şüphesiz…

    Senin ahlakın Kur’an’dan ibaretti. Onun için ahlak coğrafyan kusursuzdu. Geceni de gündüzünü de rahman ve rahim olan Allah’a adamıştın. Duygu, düşünce ve hayallerin, ilhamını göklerden alıyordu. Sen hususi bir edebe maliktin. Nurlu mürebbilerin tezgâhından geçmişti mübarek kalbin. Kur’an’ın nuruyla bezenmişti her bir hücren…

    İman ışığıyla aydınlanan gönüllerin azığıydın sen. Övülenlerin ve özgüye layık olanların şahikasıydın. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem olsa da gerçekte yaşam seninle başladı. Sen Allah’ın insanlığa sunduğu eşsiz bir lütufsun. İslam’la şereflenenlere göre sevilmeye layık olanların başında gelensin. Her şey seninle irtibatlıdır hayatta. Seninle irtibatını kesenlerin sonu ne kadar da kötüdür. Ahh keşke bilseler ve dönseler! ...

    Muhammet(sav) muhabbettir dünyaya iman ışığıyla bakanlar için… Bizim gözbebeklerimize onun gölgesi düşer. Eşyaya onun penceresinden bakarız. Onun kokusu siner ayetlerin her bir hurufatına… Ümmi olsa da O, gelmiş geçmiş en büyük münevverdir düşünce ufuklarını kuşatan… Ledünni ilmin sarsılmaz kalesidir O…Sidretu’l-Münteha’da onun izleri silinmemiştir hâlâ… Rahman katına bu kadar yaklaşan bir fani gelmemişti cihana…

    Yetimleri koruyup kollayan bir yetimdin sen. Dünya gözüyle görmemiştin evin direği olan babanı… Körpeyken kaybetmiştim sevgili anneni… İçinde koca bir boşluk olarak kalmıştı onların sevgi ve hasreti. Deden Abdulmuttalip’le amcan Ebu Talip şefkat ve merhamet kanatlarının altında büyütmüştü seni. Sütannen Halime’nin evine bolluk ve bereket getirmiştin. Durum bundan ibaretken kimsesizlerin kimsesiydin, gariplerin sığınağıydın yine. Senden eli boş dönen olmamıştı ömrün boyunca. Rahmettin, yeri göğü yeşerten berekettin… Dalında işveyle duran mübarek ve muazzez bir güldün. Güllerin en irisiydin.

    Kin ve nefretin karşısında çelikten bir tabyaydın. Sözlerin müjdeler ve esintiler taşırdı çoraklaşan gönüllerimize. Adaletin uzun düşen gölgesiydin yeryüzünde. Umutlar senin gül kokuları sinen bahçende yeşerirdi ancak. Sen öldükten sonra ölümün de güzel olduğuna şeksiz inandık. Sen öldüysen ölüm güzel demektir. “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber/ Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? ”diyen büyük şaire şimdi daha çok hak veriyoruz. Sen, bir zamanlar bize soğuk gelen ölümü bile sevdirdin.

    Senin ikliminde büyüyen ruhlar hayatın ilacı oldular. Ashab senin getirdiğin tükenmez solukla dağları, tepeleri, çorak arazileri aşarak menzile ulaştı. Cahiliye Arapları islamın nurlu iklimine girince bütün kirlerinden arındılar. Hayata kin ve nefretle bakan gözler ilahi ışıkla bezenince, kardeş oldu birbirine sırt çeviren yürekler… Birbirinin kuyusunu kazanlar; kâinatı kuşatan, canlı cansız her zerreye hayat veren ilahi mesajınla, kazılan kuyuları kapatmanın gayreti içerisine girdiler. Herkes kazdığı kuyuyu kapatmakla kalmadı, açılan diğer kör kuyuları da bertaraf ettiler. Kapatılan her kuyunun üzerine karanfiller, menekşeler ve gonca güller dikildi. Gül rayihaları kan ve barut kokusunu bastırdı.

    Ne kadar da güzel söylemiş şair: “Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl? ” diye… Evet, sohbetlerimiz seninle laf-ı güzaf olmaktan kurtuldu. Seni anlattıkça ve senin anlattığın nurlu hakikatleri, ilahi mesajından haberdar olamamış bahtsız insanlara ulaştırdıkça hayat daha da tazelendi. Somurtkan güzler tebessümle can buldu.

    Hz. Muhammed(sav) ruhlara vurulan iman mührünün mühürdarıdır. O mühürden yoksun ruhlar gerçekte bir viranedir. Zira o mühür imanın hayat suyuyla yıkanmıştır. Çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar kararan kalpler, bu mührün gölgesinde yumuşayarak mübarek insanlar zincirinin eşsiz halkaları olma bahtiyarlığına erişmişlerdir. Bu değişim gerçek manada bir yenilenme ve tazelenmedir.

    Arap çöllerinin nazlı kum taneleri bile seni dünya gözüyle göremeyen, sana dokunamayan, senin mübarek kokunu içine çekemeyen biz ahir zaman ümmetinden daha bahtiyardır. Topuklarına değen o kumlar kadar şanslı değiliz. Senin ayaklarının altındaki kumlara bile gıptayla bakan biz asi ahir zaman ümmetini şefkat ve merhametinden mahrum etme bari… Dünyaya geç gelişimiz ve suretini temaşa edemeyişimiz bizi eziyor. Bari ukbada doyasıya seyrettir o gül yüzlü cemalini biz bahtı kara ümmetine… Gerçi senin mübarek cemaline bakacak kadar arı değil gözbebeklerimiz… Yine de bu ziyafeti çok görme bize.

    Senin zamanında yaşayıp da sana inanmayanlara ve o mübarek kalbini yaralayanlara hem şaşarım, hem de acırım. Öte yandan seninle dost olan ve sana elverenlere gıptayla bakarım. Onlar yeryüzüne gelmiş en bahtlı insanlardır. ‘Ashab’ diye adlandırdığımız bu nurlu çehreler, yaşadığın müddetçe elin ayağın olmuşlardı. Sana yürekten bağlanan ve seni bütün değerlerin ve değerlilerin fevkinde tutan bu güzel insanlar bir yeryüzü cenneti inşa etmişlerdi.

    Resulullah’ı sevmek sevgilerin en isabetlisidir. Çünkü o sevginin kaynağı olan Allah’ın elçisidir. Allah’ı seven onun ‘Habibim’ dediği elçisini de sever. Zira Allah’ın en çok sevdiği ve değer verdiği kul Hz. Muhammed(sav) ’dir. Onu sevmekle Allah’a yakınlaşırız.

    Sevmek her şeye katlanmaktır; bütün zorluklara göğüs germektir. Sevgi ‘seviyorum’ demekle olmaz şüphesiz… Sevdiklerimize karşı fedakâr ve vefalı olmalıyız. Allah’ı ve Peygamberini sevmek, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Uyulması gerekenlere titizlikle uyuyor ve kaçınılması gerekenlerden kaçınıyorsanız bilin ki ilahi sevgi imtihanından alnınızın akıyla çıkmışsınız demektir.

    Seven sevdiğine layıkıyla itaat edendir. Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’a gösterilecek sevginin, Resulüne itaat ile mümkün olabileceğini şöyle vurgulamaktadır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. De ki: Allah’a ve peygamberine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran, 31–32)

    Dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı insanları olan ashabın Resulullah’a duyduğu sevgi, şefkat ve merhamet dillere destandı. Onlar Efendimize yâr olmak için birbiriyle yarışmışlardı. Bunu dünyevi bakış açısıyla ele almak muhayyilemizi zorlayabilir. Çünkü o engin sevgiyi ve bağlılığı bizim gibi dünya menfaatleriyle ruhu kararmış fanilerin anlaması mümkün değildir.

    Sahabelerin mübarek hayat sahifelerine göz attığımızda Hz. Muhammed(sav) ’e olan bağlılıkları ve fedakârlıkları karşısında adeta küçük dilimizi yutarız. Zira onlar çocuklarını, eşlerini, mallarını ve canlarını hiçe sayarak Peygamber Efendimizin yüce saflarında yer tutmuşlardır. Resulullah’ı korumak için kendilerini gönül rahatlığıyla ölümün kucağına atabilmişlerdir. Böyle bir ruhun nasıl gerçekleştiğini bizlerin anlaması pek mümkün değildir. Demek ki tahkiki iman, insanı bu mertebelere getirebiliyor. Şüphesiz ki bu belli bir süreç gerektirir. Bizler emekleme devresinde olduğumuz için hafızamız bunlara yetişmiyor.

    Sahabelerin her biri birer yıldızdı. Fakat onların da birbirine göre daha üstün olanları vardı. Hulefa-i Raşidin bunlardandır. Bu dört mübarek zatın peygamber sevgisi, kelimelerle ifade edilemeyecek derecede büyüktü. Onlar kendilerini Resulullah’a adamışlardı.

    Dört halifeden ilki olan Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimize diğer sahabelerden çok daha yakındı. O, aynı zamanda damadı olan Efendimizi canından aziz bilmiştir. Ona sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Hz. Peygamber’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e, oradan da Sidretü’l Münteha’ya gittiğini, İsra ve Mirâc hâdisesini gerçekleştirdiğini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir’e yetiştirdikleri zaman; “O dediyse doğrudur.” demiştir. Bekledikleri bir açığı bulmuşçasına sevinen ve alaycı bir tavırla hareket eden müşrikler, böylelikle ondan arzuladıkları cevabı alamamışlardır. Hz. Ebubekir’in bu sadakat ifade eden cevabı onun her halükârda Peygamberimize olan sonsuz güvenini ve itimadını gösteren bir misaldir.

    Hz. Ömer’in Resulullah’a olan aşkı ve muhabbeti dillere destandı. Resul-i Ekrem’e söylenen her kötü sözün sahibi, karşısında Hz. Ömer’i bulurdu. Peygamberimizi, canından aziz bilen Hz. Ömer, bir ara Peygamber Efendimizin huzuruna gelmiş ve: “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden başka her şeyden daha sevimlisin”, demişti. Peygamberimiz de: “Ömer! Kendinden de! ” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Ömer: “Kendimden de! ”, deyince Hz. Peygamber (sav) : “Ey Ömer, işte şimdi oldu! ” cevabını vermişti.

    Hz. Muhammed(sav) ashabın gözbebeğiydi. Büyük küçük herkes onu anasından, babasından, malından mülkünden daha çok seviyordu. Bununla ilgili olarak Uhud Savaşı sonrasında yaşanan bir hadise Resulullah’a duyulan sevgi ve muhabbetin derecesini göstermesi bakımından dikkate şayandır. Bilindiği gibi Uhud Savaşı İslam tarihinin önemli hadiselerindendir. Bu savaşta Müslümanlar önemli kayıplar vermişti. İslam’ın şanlı kılıcı Hz. Hamza da bu savaşta şehit olmuştu. Bu savaşla ilgili olarak anlatılan şu kıssa, Peygamberimize duyulan sevginin derecesini göstermesi açısından ehemmiyetlidir.

    İslâm ordusu Medine’ye döndüğü zaman karşılayanlar arasında, Beni Dinar kabilesi mensuplarından Müslüman bir kadın da vardı. Bu kadının babası, kardeşi ve kocası harpte şehit olmuştu. Onu görenler bu haberi kendisine veren kişi olmamak için gözlerini ondan kaçırıyor, ona bakmamaya çalışıyorlardı. Sonunda kendisine önce babasının şehit olduğunu söylediler. O, “Hz. Peygamber sağ mı? ” diye sordu. Arkasından kardeşinin vefatını haber verdiler. Kadın ise, “Resulullah nasıldır? ” dedi. Sonunda, “Kocan da şehit oldu” dediler. O hanım bütün bunları duymamış gibi hâlâ, “Allah’ın Resulü nasıl, ona bir şey olmadı ya? ” diye soruyordu. Hz. Peygamberin sağ ve salim olduğunu bildirdiklerinde ise şöyle dedi: “O, sağ ve selâmette olduktan sonra, her felâket benim için bir hiçtir.” (İbn Hişam, Siret, III/178–181)

    Resulullah Efendimiz de diğer insanlar gibi bu dünyada bir faniydi. O da zamanı gelince bütün insanlar gibi bu imtihan sahnesinden ayrıldı. Fakat onun ölümü ashabı derin bir üzüntüye gark etti. Onun varlığını küfre karşı bir kalkan olarak gören müminler, ölümüyle elem denizine düştüler. Hz. Peygamberin ölümüne en çok üzülen ve bunu bir türlü kabullenemeyen Hz. Ömer’in tepkisi enteresandır. Hz. Ömer, O’nun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için ‘öldü’ diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu.

    Resulullah’ın ölümü esnasında gözlerden oluk oluk yaşlar dökülüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefat haberini duyar duymaz hemen geldi, Resûlullah’ı alnından öptü ve “Babam ve anam sana feda olsun ya Resulullah... Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şanın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Ya Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım” dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve ayakta durmaya mecali olmayan sahabelere şunları söyledi:

    “Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed(sav) ’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır” (Âl-i İmrân, 3/144) .Allah’ın kitabı ve Resûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”

    Saadet asrının İslamla şereflenen her bir ferdi, Peygamberinin gönüllü askeriydi. Onun için yapamayacakları bir fedakârlık yoktu. En büyük sermayeleri ona duydukları sevgi ve muhabbetti. Fakat onlar karşılıksız ve çıkarsız seviyorlardı. Bir gün ashabdan biri gelerek Allah Resulüne: “Kıyamet ne zaman kopacak? ” diye sorar. O da: “Kıyamet için ne hazırladın? ” buyurur. Sahâbi: “Öyle çok fazla amelim yok. Lâkin Allah ve Resulünü çok seviyorum” deyince, Allah Resulü: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurur. O zat, bunu bir müjde olarak kabul eder, içi tarifsiz bir huzurla dolar.

    Sahabelerin Hz. Muhammed(sav) ’e duydukları sevgiyi kelimelerle anlatmak müşküldür. Bununla ilgili olarak yüzlerce örnek kıssa anlatabiliriz. Fakat asıl maksadımızı bu kadar misalle de ifade ettiğimiz kanaatindeyim. Allah bizleri onun şefaatine nail eylesin. Sözlerimi, şiirde İslam’ın gür sesi olan Mehmet Akif’in, Resulullah Efendimizi tavsif ettiği, dua niteliği de taşıyan bir dörtlülüğüyle bitirmek istiyorum:

    “Dünya neye mâlikse O’nun vergisidir hep,
    Medyûn O’na cemiyeti, medyûn O’na ferdi;
    Medyûndur O masuma bütün bir beşeriyet,
    Yâ Rab, mahşerde bizi bu ikrar ile haşret! ”

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    Gönlümün Gülü

    Sen’i seven her ruh uludur ya Resûlallâh!
    Gönlü-gözü onun doludur ya Resûlallâh!

    Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh,
    Kapının ayrılmaz kuludur ya Resûlallâh!


    Beklemez bir başka iltifât Sana erenler,
    Semtin iltifat buğuludur ya Resûlallâh!

    Gönül gözleriyle bir kere seni görenler,
    Onlar ruhların bir koludur ya Resûlallâh!

    Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar,
    İklimin kuşların yoludur ya Resûlallâh!

    Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar,
    Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Resûlallâh!

    Sana ermek imanlı gönüllerin rüyâsı,
    Seni bilmeyenler ölüdür ya Resûlallâh!

    Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyâsı,
    Bu benim gönlümün gülüdür ya Resûlallâh!

    M. Fethullah Gülen

  • Yağmur Bulut
    Yağmur Bulut

    ^^ Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim.^^

    Hz. Muhammed Mustafa (sav)

  • Mehmet Yağcı
    Mehmet Yağcı

    Sana layık olamadığımız için
    ŞEFAAT YA RESULALLAH
    (___ETERNAL___ gibilerin de ıslah olması dileğiyle)

  • Harun İşlek
    Harun İşlek

    HZ. RESUL HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:

    Thomas Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’

    Prof.Dr.H. Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’

    Jane Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’

    Aleksi Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’

    G’la Faytt:’Ey şanlı arap! Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’

    Raymons Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet resulüdür.’

    Sosyolog V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’

    Prof.Jules Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’

    Prof.Dr. Michael Hart:Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek kişidir.’

    Tolstoy: Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.

    Gibson: Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.

    Dostyoyevski: Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.

    B. Smith: Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için yapılamaz.

    Prens Bismark: Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.

    Geothe: Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.

    Shebol: Hz. Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.

    Bernard Shaw: Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.

    Voltaire: Türk kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor... senin dinin çok asil.

    Lamartine: İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?

    Knematirul: Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.



    İnternetten arak :) (birde bizim sözde aydınlarımızın sözlerine bakın, aydın demeye dilim varmıyor abajur desem olurmu... :)

  • Edaa
    Edaa

    Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    'Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı âhirete bıraktım) . Ona inşaallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nâil olacaktır.'

    Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198): Muvatta, Kur'an 26, (1, 212): Tirmizi, Da'avat 141, (3597) .

    Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.'

    Tirmizi, Kıyamet 12, (2437): Ebu Davud, Sünnet 23, (4739): İbnu Mace, zühd 37, (4310) .

    Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: 'Hz. Câbir radıyallahu anh dedi ki: 'Kebâir (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var! '

    Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: 'Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

    'Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem aleyhisselam'a gelip: 'Evlatlarına şefaat et! ' diye talepte bulunacaklar. O ise:

    'Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim aleyhisselam'a gidin! Çünkü o Halilullah'tır' diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim'e gidecekler. Ancak o da:

    'Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelamıdır! ' diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da:

    'Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed aleyhissalatu vesselam'a gidin! ' diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:

    'Ben şefaate yetkiliyim! ' diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ınilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah'a medh u senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Rabb Teâla:

    'Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecektir! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir! ' buyuracak. Ben de:

    'Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum! ' diyeceğim. Rabb Teâla: '(Çabuk onların yanına) git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar! ' diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd u senâlarla hamd ve senâlarda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: 'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:

    'Var, kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, evvelki gibi:

    'Başını kaldır! ' denilecek. Ben de kaldırıp:

    'Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ' diyeceğim. Bana yine:

    'Var, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imannı olanları da ateşten çıkar! ' denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd u senâda bulunacağım, sonra secdeye kapanacağım. Bana: 'Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir! ' denilecek. Ben de: 'Ey Rabbim! bana Lailâhe illallah diyenlere şefaat etmem için izin ver! ' diyeceğim. Rabb Teâla:

    'Bu hususta yetkin yok! -veya: 'Bu hususta sana izin yok! - Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için lailâhe illallah diyenleri de ateşten çıkaracağım! ' buyuracak.'

  • Edaa
    Edaa

    Sen, Rabbimin Habîbi!

    Sen, Rahmet peygamberi!

    Sen, hürmetine güllerin ve dikenin yaratıldığı güzel!

    Sen, gönlü buruk yetim!

    Sen, masum ve öksüz!

    Sen, gittiği her yere bereket götüren!

    Sen, altı ciğer pâresini de yitirdiği halde, yine de Allah! diyecek kadar râzı!

    Sen, gönlünün gülü Hatice'yi, ömrü boyunca unutmayacak kadar hayırlı!

    Sen, Zeyd'in ana- babasına tercih edeceği kadar merhametli!

    Sen, Ebû-Bekir'in gönlündeki güzel!

    Sen, Ömerin kılıcını gül ile parçalayan...

    Sen, gidişiyle Fâtımâ'nın yüreğini dağlayan..

  • Bilal Büyükılgaz
    Bilal Büyükılgaz

    'O Hakk'ın Nûrudur. İlim irfan kaynağıdır.
    Hakk'tır onun özü, Hakk'tan gelir onun sözü.'

  • Edaa
    Edaa

    Bu sabah uyandım. Aklıma ilk gelen yine sendin.
    YA RESULULLAH SENİ BUGÜN DE COK SEVİYORUM!

  • Hakan Akbulak
    Hakan Akbulak

    Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler,şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar.
    Hz.Muhammed’in bir avuç imanlı müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer,fâni insanların kârı değildir.
    Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.


    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

  • Sebahattin Zorlu
    Sebahattin Zorlu

    'Mümin yumuşaktır. O kadar ki onu yumuşaklığından dolayı ahmak zannedersin.'

    'Gençlerin en hayırlısı kendini yaşlılara benzeten, ihtiyarların en şerlisi kendini gençlere benzetendir'

    'İnsanlara akılları ölçüsünde söz söyleyiniz.'

    'Alim, ilim ve amelin yeri cennettedir. Alim, ilmi ile amel etmezse, ilim ve amel cennette, alim ise cehennemde olur.'

    'Kur’an yedi nuans üzere indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki, bir hiç zahir, bir de batın mana taşınmasın. Ebu Talip’in oğlu Ali’de bu zahir ve batına ait ilim mevcuttur.'

    Ali benden, ben de Ali’denim, kendisi de tüm müminlerin Veli’sidir.

    Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim hikmet isterse, kapıya gelsin.

    Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır. İlmi isteyen kimse kapıdan girmelidir.

    'İnsanların en hayırlıları, ahmak, aptal diye adlandırılmadıkça kıyamet kopmaz.'

    'Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.'

    'İyilik yap ehli olana da, olmayana da, ehline isabet ederse yerini bulur. Etmez ise ehli sen olursun.'

    'Biz bu aleme rahmetten nasibi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik. Başka bir işimiz yok.'

    'Daha sadaka, isteyenin eline düşmeden Rahman’ın eline değer.'

    'Bilginin mürekkebi, şehidin kanından kutsaldır.'

    'Dünya uyuyanın rüyası gibidir'

    'Allah vardı, O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.'

    'Kendini bilen Rabbini bilir.'

    'Beni gören Hakk’ı görmüştür.'

    'Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın.'

  • Edaa
    Edaa

    SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine
    olan düşkünlüğünü göstermez mi?

    CEVAP: Peygamberimiz (s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir
    insan olduğuna göre evlenecekti.
    Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok
    kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın
    alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden
    15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice
    validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin
    vefatından sonra üç sene daha evlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala’nın emri ile
    evlendi. Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra
    evlenirken şöyle demiştir: “Beni affet Hatice’m, Allah’ın emri olmasaydı evlenmezdim.”

    Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah’ın emri ile
    evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; “Ya
    Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen” dediği zaman, Peygamberimiz
    (s.a.v):
    “Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim” demiştir.
    Şimdi nötr olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v) , Mekke
    şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından “elemin”
    yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük,
    hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer “Hazret-i
    Hatice zengindi de ondan evlendi” denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a)
    evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için
    evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük
    olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v) , kırk yaşında nübüvvet devri
    başlayıp Allah’ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: “Gel bu peygamberlik
    davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel
    kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu
    peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç.” dedikleri zaman
    Peygamberimiz (s.a.v.) : “Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vallahi ben davamdan
    vazgeçmem” buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice
    validemiz Altmış yaşındaydı. “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde niçin
    Peygamberimiz evlenmedi? Evet… “Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi”
    diyenler, size soruyorum: Müşrikler, “Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim”
    dedikleri halde, Hatice validemiz, “Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen” dediği halde
    niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de
    Peygamberimiz (s.a.v) : “Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti vermiştir”
    dediği halde.
    Peygamberimiz (s.a.v) , Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan
    sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik
    devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur
    yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi?
    “Peki niçin elli küsuryaşındım sonra çok evlendi? ” denilecek olursa:
    1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.) , Allah’ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin
    emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı
    ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile
    anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar
    yapacağından Allah’ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi.
    2 _ Peygamberimiz (s.a.v) , Allah’ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman,
    Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya
    başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı
    ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası
    etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar,
    müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman
    Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu.
    Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları,
    Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen
    kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını
    veya kızları Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz
    işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları,
    Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine
    nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan’da herkes
    maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla
    evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla
    evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve
    Peygamberimiz: “Cinsî yönden Allah’ım beni 40 erkek kudretinde yarattı” dediğini
    unutmamak gerekir. Buna rağmen yine ‘de Allah Rasulü: “Adaleti maddî ve manevî yönden
    tatbik etmemde bana yardım et” diye Allah’a (cc.) dua etmiştir.
    3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında,
    sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir
    sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında
    yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her
    kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok
    ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet’i
    anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur’an’ı, tefsiri, hadisi ondan
    öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta,
    bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes
    bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını
    buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve
    bununla iftihar ediyordu.
    Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla,
    Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar
    sayıyorlardı.