1800’lü yılların başından itibaren bütün Osmanlı coğrafyasında yaşanan iç savaşlarda Türkler büyük bedeller ödedi. Tarihçi Mc Carthy’ye göre o yıllarda toplam 5 milyon Türk öldürülmüştür. Daha fazlası ise Anadolu’ya göçmek zorunda kalmıştır. Bugün Anadolu’da bağımsız bir Türk Devleti’nin yaşamasını sağlayan ödenen bu ağır bedel olmuştur.
“Türk-Kürt savaşı” tehlikesi
Bir iç savaşa mı gidiyoruz? Son günlerde en çok tartışılan konu bu. Tüm Türkiye bir iç savaşa dönüşecek bir Türk-Kürt kavgasının başlamasından endişeleniyor. Malum, ortada Kürtlük temelinde örgütlenen bir bölücü terör örgütü var ve 25 yıldır Türk Milleti bu bölücü teröre evlatlarını kurban veriyor.
Bu bölücü terör, Türk köylerini basmakta, Türklerin bindiği minibüsleri taramakta, Türk askerlerine saldırmakta... Yani tamamen etnik zeminde saldırılar düzenlemekte.
Ve bölücü teröre karşı tepkiler arttıkça, Kürtlük temelinde örgütlenen bu kanlı örgüte karşı Türklük temelinde bir birlik ve beraberlikle yanıt verilmesi gerektiği de ortaya çıkıyor.
Emperyalizm ve yandaşları ise dört bir koldan Türklük temelindeki bu örgütlenmeyi engellemeye çalışıyor. Temel slogan ise şu: “Türklük temelinde örgütlenme ülkede bir Türk-Kürt kavgasına yol açar. Bu da ülkemizi bir iç savaşa sürükler.”
Emperyalizmin ulusal kesimler içindeki uzantıları da hemen propagandaya girişiyor: “Emperyalizm ülkemizi Türk-Kürt diye bölmeye çalışıyor. Emperyalizmin oyununa gelmeyelim. Türk-Kürt kavgasını körüklemeyelim. Emperyalizmin istediği iç savaşa karşı çıkalım.”
Emperyalizme çok karşıymış gibi gözüken ama Türklerin birliğini engelleyen ve dolayısıyla aslında emperyalizme hizmet eden bu tezlere karşı çıkmak gerekiyor.
Emperyalizm iç savaş körüklemez, iç savaşta taraf olur
Öncelikle emperyalizmin iç savaşlar körükleyerek hakimiyet sağladığı paradigmasıyla hesaplaşmak gerekiyor.
Emperyalizmin dünyanın belli bölgelerinde iç savaşlar çıkardığı doğrudur. Bu iç savaşların çıkmış olması, emperyalizmin işine de gelmiş olabilir. Ama bir başka gerçeği daha unutmamak gerekiyor. Emperyalizm, çıkan iç savaşları “Yaşasın, ben bu ülkeyi böldüm” diye ellerini ovuşturarak izlemez. Çokça propagandası yapıldığı gibi iki tarafa silah satarak kazançlı çıkmaz.
Emperyalizmin dünya çapında yayılma stratejisi iç savaşlarda silah satmak değil, iç savaşlar yoluyla kendisine tam ya da yarı bağımlı bölgeler yaratmaktır.
Irak bu açıdan önemli bir örnektir. Saddam döneminde Sünnilerin ve Şiilerin, Arapların ve Türkmenlerin beraber yaşadığı Irak, bugün yoğun bir iç savaş yaşamaktadır. Ancak emperyalizm bu iç savaşı “Bakın nasıl da birbirlerine düşürdüm” diye izlememektedir.
Emperyalizm Irak’ta yaşanan iç savaşı körükleyendir, doğru. Ancak bu iç savaşta taraf tutmaktadır: Emperyalizm açık bir şekilde Kürtleri desteklemektedir. O kadar ki, Irak Cumhurbaşkanlığına bir Kürdü, Talabani’yi getirmekten geri kalmamıştır.
ABD, bununla da yetinmemiş, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti için düğmeye basmıştır. Bu bağlamda, yıllardır birbiriyle savaşan Kürt aşiretlerini de barıştırmıştır. Kısacası emperyalizm, Irak içinde bir iç savaşı körüklerken, Kürtler arasındaki savaşı durdurmuştur.
Görüldüğü üzere, bir iç savaşın yaşanıyor olması emperyalizm için tek başına yeterli değildir. Bu iç savaşta emperyalizmin desteklediği bir etnik ya da dini unsurun hakim çıkması da gereklidir. Halbuki, “Aman iç savaş çıkmasın, emperyalizm iç savaşlar körüklüyor” tezlerinin dayanak noktası emperyalizmin her türden milliyetçiliği ve ırkçılığı körükleyerek halkları birbirine düşürdüğü şeklindedir.
Ancak, Irak örneğinde böyle olmadığı ortadadır. Emperyalizm Sünni direnişçi grupları desteklememektedir.
Kerkük’te Kürtleşmeye direnen Türkmenleri de kesinlikle desteklememektedir.
Aksine, ABD ordusu, bir yandan Kürtleri silahlandırıp Peşmergelere tank bile verirken, diğer yandan Telafer’de Türkmenleri, Bağdat’ta Arapları katletmektedir.
Kerkük’teki Kürtleri silahlandıran ABD, Arap ve Türkmenlerin ise şehri terk etmesini istemektedir.
ABD, Irak’ta bütün etnik unsurları birbirine düşürme amacıyla kışkırtmamakta ve tümünü birden desteklememekte, tersine, Kürtlere dayanan bir iç savaş örgütlemektedir.
Yani ABD Irak’ta tarafsız bir iç savaş kışkırtıcısı değil, taraflı bir saldırgandır.
Aynı şekilde iç savaşlarda her iki taraf da emperyalizmin tuzağına düşmüş olmamaktadır. Taraflardan biri emperyalizmin desteğini alıyorsa, karşı taraf da aslında antiemperyalist bir savaş vermeye başlamaktadır. Dolayısıyla iç savaş taraflardan biri için antiemperyalist savaşa dönüşmektedir.
Kurtuluş Savaşı döneminde yaşanan Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşı
Bugün Irak’ta yaşanan iç savaşın ve o çok korkulan Türk-Kürt iç savaşının benzeri, bu topraklarda önce Türklerle Ermeniler, sonra da Türklerle Yunanlılar arasında yaşandı.
O günleri hatırlamak bugünleri daha iyi anlamak için gereklidir.
Bu noktada bir iç savaş tanımı yapmamız gerekiyor. İç savaş, iki ayrı devlet arasında yaşanmayan savaştır. Yani savaş çıkana kadar aynı devletin vatandaşı kimliğini taşıyan, belki aynı köyde, aynı mahallede iç içe yaşayan insanların etnik ya da dini temelde ayrışarak birbirleriyle savaşmasıdır.
Yani iç savaş aynı ülkenin vatandaşlarının birbirlerine düşmesidir.
Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan Türk-Yunan savaşı bu anlamda bir iç savaştır. O güne kadar Anadolu’da Türklerle kardeşçe yaşayan Rumlar büyük bir ihanet göstererek savaşta Yunanlıların tarafında yer almıştır.
Anadolu’da Yunan işgali bilindiği gibi 15 Mayıs 1919’da İzmir’de başladı. Ve başından itibaren Rumların yoğun desteğini arkasına aldı. Türklerin “kardeş” bildiği Rumlar, Yunan işgaliyle birlikte aslında ne kadar “kalleş” olduklarını gösterdi. Türk düşmanlarının kendilerini güçlü hissettikleri anda sandıklarda sakladığı silahlarını çıkarıp Türklere saldıracağı böylece görülmüş oldu.
İzmir’in işgali Rumlar tarafından coşkuyla kutlandı. İşgalin hemen ertesinde çıkan bir Rum gazetesinde şöyle yazılacaktır:
“Bu, adeta kalplerin, çiçeklerin ve bayrakların büyük bir bayramı oldu. Bütün Yunan filosu orada, kilise çanları bütün hızları ile çalınıyor, askeri mızıkalar vatan marşları çalıyordu, gemi düdüklerinin feryadı, şevk ve neşe çığlıklarına karışıyor. Metropolit ve papazlar, kurtarıcı sancaklar önünde diz çöküyorlar ve ağlayarak, dualar okuyarak onları öpüyorlardı. Askerler ve deniz silahendazları kendilerini kolları üstünde taşıyan ve çiçek yağmuruna tutan, sevinçten sarhoş olmuş halkın önünden geçiyorlar, beşyüz yıl esirlikten sonra İzmir yeniden eski Yunan hürriyetine kavuştu.”
Yunanlılar İzmir’le yetinmeyecek, bütün Ege Bölgesi’ni Sakarya ve Eskişehir’e kadar işgal edecektir.
Rumların bu işgale desteği ise limanlarda bayrak sallamaktan öteye geçecektir. Yerli Rumlar, Yunan ordusuna rehberlik edecek, Türk köylerini basan Yunan ordusuna gönüllü Yunan çeteleri destek olacaktır.
Rum-Yunan-Pontus zulmünün boyutları
Türklere yönelik bu zulüm Yunanlılar denize dökülene kadar sürecektir.
Yunan zulmü boyutsuzdur.
Bütün boyutuyla anlatmak bu derginin sayfalarını aşar. Bir örnek olarak Hasan İzzet Dinamo’nun Kutsal İsyan isimli değerli eserinin ilk cildinden bir bölüm aktarmakla yetineceğiz. Yunan zulmünün ne kadar insafsız olduğunu merak edenler daha ayrıntılı bir okuma için bu kitaba başvurabilirler:
“Rum rehberleriyle birlikte iki makineli tüfek ve dokuz Yunan eri, Karamandıra köyüne girmiş, halktan iki bin altın istemişti. Bu parayı köyün ağası Hacı Mustafa’nın getirmesini isteyen erler, onun direnmesine kızarak sakallarını tutuşturmuşlardı. Kafası kızarak çılgına dönen Hacı Mustafa, Yunanlılara büsbütün karşı durmuş, bunun üzerine adamcağızı kurşunla delik deşik etmişler, sonra da hınçlarını alamayarak onun karısına, kızına saldırmışlardı. Kızın ırzına geçmişler, sonra boynuna bağladıkları bir ipi ahırdaki atın kuyruğuna bağlayarak hayvanı süngüyle dürtüp yaralamışlar, hayvan can korkusuyla kaçıp giderken kızcağızı parça parça etmişti.
Yunanlılar sonra köyün bütün erkeklerini bacaklarından birbirine bağlayarak baştan başa köyü dolaştırmışlar, bu sırada da onları kırbaçla, sopalarla durmadan dövmüşlerdi. Bu arada işin daha çok tadını çıkarmak isteyen erler, birçok erkeği kurşunlayarak öldürmüşlerdi. Direnen Çiftçi Emrullah, büyük işkencelerle öldürülmüştü. İlk önce sokaklarda kırbaçlanarak yürütülmüş, sonra kaba etlerine kasatura sokulmuş bütün parmakları bire birer kesilmiş, gözünün biri de oyulduktan sonra başı gövdesinden ayrılarak bir ağacın çatalına konmuştu.”
O günlerde Türkiye’de bulunan ünlü tarihçi Arnold Toynbee de Yunan vahşetine tanık olmuştur. Bir mektubunda Yunan zulmünün başvurduğu insanlıkdışı “yöntem”leri şu şekilde sıralamaktadır:
“Tırnak sökmek, un çuvalına sokarak dövmek, çuvala koyup suya atarak boğmak, ağaca asarak kasap gibi parça parça etmek, diri diri kendilerine kazdırılan çukura gömmek, gözleri oymak, kulak kesmek, kol-bacak kesmek, camiye doldurup yakmak, evlerde soygun, silahı kurbanın eline verip kendi kendini öldürtmek, dağa kaldırmak, ırza geçmek, kadın memelerinden kebap yapmak, kadınlara zorla kesilmiş erkek cinsel organlarını çiğnetmek, çocukların ana babalarına zorla tecavüz ettirilmesi, kurşuna dizmek, kadınların edep yerlerine bomba koyup patlatmak, Kuran’a tecavüz, kızgın demirle dağlamak, boğaza, kulağa, gözlere erimiş kurşun dökmek, tabanları yarıp yaraya tuz basarak yürütmek, tabanlara nal çakmak, vb.”
Rumların ihanetinin bir başka örneği ise Karadeniz bölgesinde yaşanmıştır. Samsun, Ordu ve Giresun’da İngiliz desteğini alan Rumlar Pontus Devleti’ni kurabilmek için Türk köylerine baskınlar düzenlemeye başlamıştır. Senaryo aynıdır. Bölgedeki Türk köylüleri korkutulacak ve kaçırılacaktır. Böylece bölgede Rum çoğunluğunu sağlayarak Pontus Devleti için uluslararası kamuoyu oluşturulacaktır.
Rumların bu ihanetinin boyutu hakkında kesin rakamlar maalesef yoktur. Ancak bir fikir vermek için toplam Türk nüfusu o dönemde 10 bin olan Bandırma ve yöresindeki Yunan zulmü için şu rakamları verebiliriz: Ölü: 890, yaralı: 1.219, dayak ve işkence: 2.228, ırza tecavüz: 207, yakılan ve yıkılan ev sayısı: 3.134, öldürülen hayvan: 18.243.
Yani her 10 Türk’ten biri öldürülmüş, neredeyse bütün Türk evleri yakılıp yıkılmıştır!
Üstelik bu bilanço Yunan işgali dönemiyle sınırlı değildir. 1820 yılından itibaren Yunanlıların bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte, özellikle Balkan Savaşı döneminde bugünkü Yunanistan sınırı içinde on binlerce Türk öldürülmüş, çok daha fazlası yerinden ve yurdundan sürülmüştür.
1800’lü yılların başından itibaren Balkanlar’da yaşananlar büyük bir iç savaştır. Ama bu iç savaşta da yıllar sonra Anadolu’da yaşanacağı gibi Türklerin arkasında hiçbir emperyalist destek yoktur. Yani ortada bir “emperyalistlerin kışkırttığı etnik unsurlar arası savaş” değil, Türklerin aleyhinde her tür etnik unsurun emperyalistler tarafından silahlandırıldığı bir istila hareketi söz konusudur.
Rusya’nın Ermenileştirme politikası
Anadolu’da 1800’lü yılların başlarından itibaren yaşanan Türk-Ermeni savaşı da bir iç savaş olarak nitelendirilmelidir. Ve bu iç savaşta emperyalizm başından itibaren Ermenilerin yanında yer almıştır. Yani pek çoklarının ağzına sakız ettiği “emperyalizmin iç savaşın iki tarafına da silah satarak savaşın kesin galibi olma” gibi bir durum söz konusu değildir. Emperyalizm net bir şekilde Ermenileri desteklemiş, gerek silah ve mühimmat yardımı, gerekse barış toplantılarındaki “diplomasi” yardımıyla Anadolu’da yaşanan ve on binlerce insanın ölümüne neden olan bu iç savaşta açıkça Türklerin karşısında yer almıştır.
Halbuki, 1800’lü yıllara gelininceye değin Türklerle Ermeniler arasında hiçbir etnik sorun yaşanmamıştı. Ermeni-Türk Savaşı Rusya’nın Kafkaslar’a inmesiyle birlikte başladı. Rusya, önce Kafkaslar’ı sonra da Anadolu’yu Türklerden “arındırmayı” hedef olarak belirlemişti. Yüzlerce yıllık Türklük geçmişi olan bu bölgeler Ermenilerin desteğiyle Rus hegemonyasına alınacaktı.
Bu bağlamda 1820 yılından itibaren Rusya, Kafkaslar’a yönelik yoğun bir Ermeni göçü organize etti. Rusya’nın ve Kafkaslar’ın çeşitli bölgelerinden Ermeniler adım adım bu bölgeye yerleştirildi. Bir yandan da, o yıllara değin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bugünkü Ermenistan’da büyük Türk katliamları yaşandı. 1870’lere gelinene dek 200 bine yakın Kafkas Türkü öldürüldü. Bir o kadarı da Anadolu’ya ve bugünkü Azerbaycan’a kaçmak zorunda bırakıldı.
Doğu Anadolu’da Ermeni terörü
1870’lere gelindiğinde Kafkaslar’da tamamen kontrolü eline geçirmiş olan Rusya, Doğu Anadolu’ya yöneldi. 1877-78 Türk-Rus Savaşı’nı Rusya’nın kazanması üzerine Doğu Anadolu’daki Türklere yönelik Ermeni terörü başladı.
Ermeniler Taşnak ve Hınçak gibi örgütler kurdu ve Türk köylerine baskınlar düzenlemeye koyuldu. Amaç ortadaydı. Türkleri Doğu Anadolu’dan göçmek zorunda bırakmak ve bölgede Ermeni nüfusunun çoğunluk olmasını sağlamak.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına değin Ermenilerin yürüttüğü bu sindirme, kaçırma politikasının Türkler açısından faturası ağırdı. On binlerce Türk köylüsü bu “iç savaş”ta öldürüldü.
Fransızlar ise Adana bölgesindeki Ermenileri örgütlemeye başlamıştı. Bu bölgedeki Ermeni saldırıları Fransız yardımlarıyla gerçekleşiyordu. 1909 yılında Ermeni çeteleri Adana’da onlarca Türk köyünü basarak yüzlerce Türk’ü öldürdü.
Ermeni saldırıları, Türk köylerinin basılması ve çoluk çocuk demeden herkesin öldürülmesi ve köylerin yağmalanması şeklinde gerçekleşiyordu. Yüzlerce örneği bulunan bu saldırılardan ilkini burada aktarmakla yetineceğiz. Ermeni terör örgütü Taşnak ilk saldırısını 25 Temmuz 1879’da gerçekleştirir. 750 kişilik bir kuvvetle Ermeni çeteleri Başkale’de bir Türk köyüne baskın düzenler. 250 hanelik köyün bütün sakinleri öldürülür ve mallarının tümü yağmalanır.
Doğu Anadolu’daki bu Ermeni saldırıları Birinci Dünya Savaşı’na kadar sistemli bir şekilde devam eder. Maraş, Merzifon, Kayseri, Yozgat gibi şehirlerde Ermeniler ayaklanırlar. Tabii bu ayaklanmalar gözü dönmüş Ermeni çetelerinin Türk köylerini basarak gördükleri herkesi öldürüp mallarına el koyması şeklinde gerçekleşmektedir.
1. Dünya Savaşı’nda Ermeniler Türk Ordusu’nu arkadan vurdu
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Ermeni zulmü artarak devam eder. Rus orduları Van, Bitlis ve Muş’a doğru ilerlemektedir. Bir yandan da bu illerdeki Ermeniler gizlice silahlandırılmaktadır. Plan gizli ve sinsidir. Ruslar bu şehirlere saldırdığında, Ermeniler de eşzamanlı ayaklanacak ve Osmanlı Ordusu’nu arkadan vuracaktır. Türkler iki ateş arasında kalacaktır.
Ermeni köylerinde “Dayanın, kurtarıcı Rus ordusu bize yaklaşıyor. Kaleye Ermeni bayrağının dikileceği gün pek yakındır” yazılı bildiriler dağıtılmaktadır.
Ermenilerin ilk sinsi saldırısı 8 Nisan 1915’te gerçekleşir. Van’da Osmanlı Ordusu’nun cephane deposu olan Mahhudaya Kışlası’na 400 metrelik bir tünel kazarak ulaşan Ermeniler, Rus saldırısının başlamasından bir gün önce, cephaneliği patlatırlar. Daha sonra Van’daki bütün Ermeniler ayaklanır. Böylece Osmanlı Ordusu arkadan vurulduğu gibi, Van’da direnen Türklerin başka illerden destek alması da engellenmiş olur.
Van’ı ele geçiren Rus General Nikolayef raporunda şöyle diyecektir:
“Bir ay süren Ermeni silahlı mukavemeti sayesinde Van’ı işgal ettik. Türk mahalleleri haraptır. Fakat Ermeni mahallesiyle Rus Konsolosluğu ayakta durmaktadır. Halk bizi Türklerden yağma ettiği toplarla selamladı. İdareyi Ermenilere verdim. Mukavemet kahra-manı Aram Manukyan’ı vali tayin ettim.”
Rus generalin raporundaki bir gerçeğe dikkat çekmek istiyoruz. Van’da yaşanan aslında bir iç savaştan da öte, Ermenilerin Ruslarla birlikte Türklere saldırısıdır. Çünkü, Türk köyleri harapken Ermeni köyleri sapasağlam ayaktadır.
İç savaş mı, Türklere karşı istila hareketi mi?
Bu istila hareketi Anadolu tamamen Türklerden arındırılıncaya kadar sürecek gözükmektedir. 1800’lerin başından itibaren Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da, daha sonra Maraş-Antep yöresinde, sonra Kıbrıs’ta, sonra Musul-Kerkük’te yaşananlar bu bağlamda ele alınmalıdır. Türklerin yaşadığı geniş Osmanlı coğrafyası son 200 yılda emperyalistlerin desteklediği iç savaşlar sonucu adım adım Türklerden “arındırılmıştır.” Yaşananların Türkleri Anadolu ve civarından püskürtme amaçlı bir istila hareketi olduğunu görmek gerekiyor.
İşin ilginci, tüm bu süreçte yaşanan savaşların hiçbirinde emperyalistler Türklerin tarafında yer almamıştır. Bütün savaşlarda Türkler, bütün emperyalist devletlerin ortak düşmanıdır.
Bugün ise bu istila hareketinin operasyonel gücü olarak Kürtler kullanılmaktadır. Üstelik sadece Türklere karşı değil, Araplara ve İranlılara karşı da.
Dün işgal ordularını Ermeniler ve Yunanlılar ellerinde bayraklarla karşılıyordu.
Bugün bunu Kürtler yapmaktadır. Irak’ı işgal eden ABD kuvvetleri Irak’ta bir tek Kürtler tarafından çiçeklerle karşılanmıştır.
Ancak biz Türkler açısından durumun daha avantajlı olduğunu görmemiz gerekiyor. O dönem emperyalizmin kullandığı Yunanlılar ve Ermeniler ne olursa olsun tarihsel köklere sahip milletlerdi. Ve yaşanan iç savaşın aslında bir zemini bulunuyordu. Osmanlı’nın Anadolu’ya hakim olduğu yüzyıllar boyunca Ermenileri ve Rumları asimile etmemiş olması bir hata mıdır değil midir başka bir tartışma konusudur. Ancak, sonuç olarak Anadolu’da bir Rum ve Ermeni varlığından bahsetmek gereklidir.
Şunu da eklemek gerekir ki, 1800’lerin başından itibaren yaşanan iç savaşlar Rumlar ve Ermenilerle Türkler arasında bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Türkler 1919-1922 yılları arasındaki savaşlardan galip ayrılmıştır. Zaten Anadolu’daki varlığını da bu sayede devam ettirebilmiştir.
Ancak Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşlarından çıkarılması gereken bir başka ders ise, Rumların ve Ermenilerin ancak ve ancak kendilerini güçlü hissettikleri anda yani emperaylist işgal sırasında saldırıya geçtiğidir. Ancak işgalin gerçekleştiği anda çok organize ve silahlı bir şekilde başlayan iç savaşlar Rumların ve Ermenilerin bir iç savaş için uzun süredir hazırlandığını göstermektedir. Türkler ise çıkan o iç savaşlarda gafil avlanmış, hazırlıksız yakalanmıştır.
Ancak “çoğunluk” olduğumuz için bu savaşlardan galip çıkmasını başarmışız.
Türk-Kürt savaşı nasıl engellenir?
Bugünkü duruma baktığımızda ise Kürtlerin ne Anadolu’da, ne Irak-Suriye’de ne de İran’da tarihsel bir birikimi bulunmadığını görüyoruz. Emperyalizm aslında son kozlarını oynamakta. O yüzden bu son istila hareketini def etmek daha kolay. Bugün Kürt kimliğiyle karşımıza çıkanların aslında emperyalizmin kanlı istila hareketinin piyonları olduğunu ortaya koyabilirsek, sorunu baştan çözmüş oluruz.
Bugün olası bir Türk-Kürt savaşını engellemenin ve daha önce Rumlar ve Ermenilerle yaşanan kötü deneyimlerin tekrarlanmamasının tek yolu Türk’ten, Arap’tan ve İranlıdan ayrı bir Kürt kimliğinin engellenmesidir.
Bugün karşımıza Kürt kimliğiyle çıkanların yarın bir iç savaşta Türk köylerini basan çetelere dönüşeceği tarihsel deneyimlerimizle sabittir.
O acı günleri yaşamak istemiyorsak, İzmir işgal edildiğinde sokaklara dökülen Rumlara şaşkınlıkla bakan İzmirli Türkler gibi olmayalım.
Önlemini şimdiden alalım. Ülkeyi bir iç savaşa götürecek olan Türk-Kürt ayrımını ortadan kaldıracak Atatürk çözümünü uygulayalım: “Türkiye Türklerindir” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene! ”
Bir iç savaşı engellemenin tek yolu, iç savaşın taraflarından biri olacak Kürt kimliğinin güçlenmesini engellemektir. Bu, aynı zamanda en barışçı yöntemdir.
van ve hakkarinin hemen dogusu,iran azarbeycanin baslangic noktasidir,
iranla olan tum sinirimiz vede kerkuk un dogusuna kadar,iran azarbeycanidir.
ikiye ayrilir,sarki ve garbi azerbaycan olmak uzere,garbi azerbeycan en onmeli sehri urmiyedir,vede turktur. hakkariye komsudur,turkler her zaman orta dogunun bir parcasi olmustur,tarihin her doneminde
turk milletinin kokeni,kurdugu medeniyet ler hakkinda,binlerce eser var acip okursan,anadolu turklerinin kokeninin cokta uzaklarda olmadigini gorursun,
anadolu turkleri selcuklu kokenlidir,selcuklular irandan anadoluya goc etmis bir toplumdur
bu anlattiklarim islamiyet sonrasi,islamiyet oncesi turk izlerinide anadoluda ve avrupada gormek mumkun
Turklerin Batiya gocu milattan once 7000 de baslar,
1071den once de sonrada herzaman anadoluda turk vardi,
Bizans toplumu degisik etnik grublardan olusuyordu,,
pecenek,kipcak,cuman,tatar,avar askerleri bizans ordusunda vardi 1071 de
malazgirt savasinda bu askerlerin bir kismi Turklere karsi savasmak istememis,tatarlarda savas sirasinda geri cekilmistir,
geri kalan turk boylari hiristiyanligi secerek tamamen asimile olmuslardir,kumanlar gibi bugunku romanyada,bulgaristanda,hala kumanlardan kalma soyadlari vardir kumanov,sehir adlari mevcuttur
turklerin avrupadaki diger varligi gokturk alfabesidir,orhun yazitlari bulundugu zaman arkeologlar avrupalilara ait kalintilar zannetmisler fakat incelendiginde turkce oldugu ortaya cikmis,bu alfabe avrupali cogu halklar tarafindan kullanilmisti
bir ornek vereyim
gecenlerde prof Dr.Alberto Piazza Torino Üniversitesi'nin son 4 yıl içerisinde yaptığı çok yönlü araştırmaların sonuçları açıklandı
İtalyan araştırmacı 30 Etrüsk mezarından alınan DNA'ların daha önce
Ferrara Üniversite sinde araştırıldığı ve buna benzer bir sonuçla bu uygarlığın köklerinin Anadolu'da filizlendiğin ortaya çıktığını
hatırlatarak ' ' Özellikle Etrüsklerin yoğun yapılandığı ve yaşadığı Siena'ya bağlı Murlo kasabasında yaşayanların DNA
testlerinin sonuçlarına göre kanlarında normal bir İtalyan'dan çok Türk kökenlilerinkine benzer kanların bulunduğuna rastladık. Bu
bakımdan tezimizin yüzde yüz olmasa bile buna yakın doğru olduğuna inanmaktayız.'dedi
Alın bilmeyenlere biraz bilgi verelim bunlar doğrudan Kürt tarihçilerin anlatığı Kürdistan tarihidir.Ve bugün kürtlerin olaylara nasıl baktığını göstermektedir. Evrensel tarih, Kürtlerin kökenini ve insanlık sahnesine çıkış dönemini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus tarihçi Lazarev; Kürtlerin etnik ataları olan halkları 3–4 bin yıllarının sonlarında ön Asya da tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunlar Huriler, Lulubalar, Kassiler, Karduklar ve bazı boylardır. Yazara göre Kürt adı 3–4 bin yıllarında ortaya çıkmıştır. M.Ö 1. bin yılın Ortalarından itibaren Kürtlerin dolaysız atalarından söz edebiliriz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı Kuzey Mezopotamya da yani çağdaş Kürdistanın tam merkezinde bulunmaktadır.8 bin yıl önce varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültürü bu topraklarda çağdaş Kürdistanın Suriye’de kalan toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır. Yunanlı komutan Ksenefonda M.Ö 5. yüzyılda yazdığı “Anabasis” kitabında Kürtlerin varlığından yaşam biçimlerinden söz eder. Bu saptamaya göre Kürtler sayısız soykırıma, tehcire ve savrulmalara rağmen direnerek etnik yüzünü koruyup günümüze kadar gelen nadir halklardan biriydi. Başka bir anlatımla Ortadoğu’nun “Otoktan”(yerli) halklarından kendi topraklarında hayat bulan bir halk olarak tanımlanır. Sümer tabletleri incelendiğinde Kürtlerin Mezopotamya’nın yerli halklarından olduğu tezi daha ağırlık kazanmaktadır. Bu temelde neolitik toplumu üzerinde durmak daha çözümleyici olacaktır. Kürt tarihinin düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun çözümlenmesi ve bu çağda yaşayan Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi tarihin aydınlanmasında kilit rol oynayacaktır. Bugün dahi neolitik toplum özelliklerini Kürtlerde görmek mümkündür. Neolitik toplum tarihte ilk defa yaklaşık olarak M.Ö 12 bin den beri, Toros-Zagros dağ sisteminin iç ve dış çeperlerinde ovayla dağlık alanların birleştiği ve su kaynaklarına yakın tepelik bölgelerde gelişim gösterdiği kanıtlanmaktadır. Bu bölge aynı zamanda buzul dönemi boyunca üç kıtanın birleştiği bir alan olup Afrika’nın doğusundan çıkan insan türünün tüm dünyaya en güvenilir yayılma alanı olarak burayı seçtiğini göstermektedir. Buda Mezopotamya’nın coğrafik ve iklim şartlarıyla yakından bağlantılıdır. Uygun beslenme, iklim ve güvenlik bunda temel rolü oynar. Tarihin en büyük devrimi M.Ö.11 bin yıllarında Batmanın Çeme Hallone, Ergani’nin Çeme koteber ve Urfanın birçok toprak tepesinde yerleşime tarım ve hayvancılık devrimi, tarihin çarklarını olabildiğince hızlandırmıştır. M.Ö 6 bin yıllarına doğru neolitik kültür bu bölgede yaygın olarak kurumlaşmaktadır. İlk başarılı örnekleri Tel Khalet yerleşim yerinden ötürü bu döneme Tel Khalat kültürü denilmektedir. Bu kültür M.Ö 4 binlere kadar başat rolü oynamaktadır. İnsanlığın en köklü adımının uygarlığı doğuracak tüm icatların bu alandaki kültür tarafından yaratıldığı gözlenmektedir. Neolitik çağ, süre ve kapsayan itibariyle insanlığın ruh ve zihniyet yapısını oluşturan en temel dönemidir. İlk düşünce kalıpları ruhsal yüceliş, bilgilenme, yönetme, toplum olma bilinci, Tanrı kavramına ulaşma gibi temel ideolojik unsurlar bu dönemde büyük gelişme sağlar. Din ve mitoloji bütün temel kavramların kaynağını bu dönemin koşulları oluşturmaktadır. Din ve mitoloji, aslında toplumun bu büyük devrimsel gelişen zihniyet yansımaları olarak kimlik kazanmaktadır. Güçlü ana kültürü bu dönemin diğer bir özelliğidir. Tarihe damgasını vuran neolitik toplum kültürü orijinalini bu bölgede bulunmaktadır. Daha sonra ise diğer bölgelere yayılmaktadır. Yayılma ise fizik göçlerden ziyade kültürel olmaktadır. Bu kültürel yayılma daha sonra yayıldığı bölgelerdeki kültürlerle de büyük benzerlikler taşıdığı kanıtlanmaktadır. Kültürel yayılma sadece maddi üretim tekniğiyle sınırlı değildir. Özellikle Hint-Avrupa dil grubunun esas kaynağının, bu büyük devriminin gerçekleştiği Dicle-Fırat havzasının yukarı kısımları olduğu kanıtlanan diğer bir gerçekliktir. Aryan dil ve kültür grubu M.Ö 11.bin yıllarında şekillenmeye başladığı ve bu kültür oluşumuna kaynaklık eden ise tarım ve hayvancılık devrimidir. Bu bölgede Kürtçe lehçelerinde kullanılan birçok kelime kaynağını bu dönemde ve bu zamanda oluştuğunu göstermektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gereken diğer husus ise Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olan yerli gruplardır.
Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin atalarına ve analarının, tüm bu tarihi dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğu gösterilmektedir. Sümerlere kadar ki bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto- Kürtler demekte mümkündür. Diğer birçok dil devletin resmi dili haline gelmesine rağmen lehçeler arasındaki farklılık oldukça derindir. Ama aynı durum Kürtler için söz konusu değildir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Burada belirleyici etken, neolitik devriminin uzun süreli dil ve kültür gücünden ileri gelmektedir. Diğer yandan bu devrim Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları böylelikle kültürel ve dilsel saflığını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Belirtilmesi gereken bu anlamdaki diğer bir husus ise kültürel veya dilsel aktarımın nesilden nesile aktaran ananın belirleyici rolü olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerde de bu durum fazlasıyla yaşanmaktadır. Dört bin yıl önceki ezginin içeriği ve melodisi bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmektedir. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçeği doğrulamaktadır. Yine Sümer inanna ve Akadrası olan aynı tanrıça İştarın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı daha sonrası “en yüce ve büyük” anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirdiğini göstermektedir. Kürtçe de Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıktıklarında yıldızlarla simgeleştirilmesi Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir. Neolitik topluma Kürtlerin başat rolü ortadadır. Ama tüm halkların emek tarihi hakkıyla yazılmamıştır. Egemen sömürücü güçler tarafından yok sayılmış veya çarpık yansıtılmıştır. Kürtlerde bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Tarihi siz yaratacaksınız, uygarlığın başlatıcısı olacaksınız ve yok sayılacaksınız inanılmaz bir çelişki. Sanırım Kürtlerin eğer suç sayılacaksa tek sucu uygarlığa olan bu katkısının tarihe yazdırmamasıdır. Tarihin yazılı olarak başladığı MÖ yaklaşık 3 binli yıllar döneminde, tarih sahnesinde başta gelen bir rolü Kürt asıllı topluluklarının oynadığı, Sümer yazılı belgelerinde güçlü bir biçimde anlatılmaktadır. Sümerlerde bu topluluklara Horrit, Guti, Kassit, Mitaniler gibi adlar takmışlardır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. Kısaca bu Kürt asıllı topluluklara bakmak yerinde olacaktır. Çünkü Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağ yaratıcı Horritlerden aldıkları rahatlıkla görülmektedir. Temel bilgi ve mitolojik kavramları da daha fazla bu kültürden alınmıştır. Sümer dil yapısındaki bir çok ön ek ve dişil öğede bu kültürden alınmadır. Birçok Sümer destan ve şiiri, içerik ve biçim olarak, bugün bile Kürt aşiret kültüründe varlığını sürdürmektedir. Bir Dervişe Abdi destanı uyarlaması, kaynağını MÖ 2.bin yıllarda yazılan Sümer tabletlerinde bulmaktadır. Aynı Sincar bölgesinde meçhul bir kız tarafından Gıro olarak adlandırılan anonim bir halk kahramanı adına seslendirilmektedir.MÖ 2000 ‘lerde yazılan Gıro şiiriyle, bugünkü Dervişe Abdi Destanı, söz ve biçim olarak çarpıcı bir benzerlik arz etmektedir.Dolayısıyla bu toplulukları incelediğimizde Sümerlerle bu topluluklar arasındaki ilişkiyi daha net bir biçimde görebiliriz. Anadolu Hitit İmparatorluğu ile Sümer ardılı Babil-Asur İmparatorluğu arasındaki Yukarı ve Orta Mezopotamya ‘nın (Luwice Gondwana,Sümerce Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve doğu-batı geçiş noktasında yer alması,ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama gibi bir iklime sahip olması,onun adeta tarihin “doğuran anası”,büyüten beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır.Bu özelliği aynı zamanda dört taraftan ve sürekli istila ve talan alanına dönmesine yol açmıştır.Uygarlık doğuran temel alan olmasına rağmen,merkezi yapılar ve kurumlara kalıcı olarak sahip olmaması da bu özellikleriyle yakından bağlantılıdır.Tampon bir geçiş bölgesi olmaktan kurtulamamaktadır.Halbuki günümüze kadar buradan beslenmeyen uygarlık yok gibidir.Bu özelliği,onun günümüzde dilini bile hayvan sesi kadar özgürce kullanamamasının nedenini de izah etmektedir. Bu alandaki etnik yapılar M.Ö 6000’den beri bilinmektedir. Tarım devrimini merkezleri,Dicle ve Fırat’ın kollarıyla birlikte çıktığı dağların ova kesimleriyle birleştiği noktalarda ortaya çıkmışlardır.Yüzlerce tümsekte yapılan kazılar bunu kesinlikle doğrulamaktadır.Hint-Avrupa dil grubunun temellerinin de bu tarım devriminin merkezlerinde oluştuğu hem etimolojik hem de arkeolojik kazılarla doğrulanmaktadır.Gelişim merkezleri olması alanın temel özellikleriyle birleşince, bu durum kabile ve aşiret düzenlerinin çok güçlü yapılar olarak şekillenmelerini beraberinde getirmiştir.Bu etnik yapısal özellikler etraftaki merkezileşmiş uygarlık güçlerinin istila ve işgal hareketleriyle birleştiğinde,bir uygarlık alanı olarak merkezileşmeye kolay kolay fırsat tanımamaktadır. Bu genel yaklaşımın ışığında Hurri adlı benzer ve akraba bağları olan aşiretlerin M.Ö 2000–1500 yılları arasında bir konfederasyon teşkil ettiği, ama merkezileşerek Hititler kadar bir gelişmeyi sağlayamadıkları anlaşılmaktadır. Hurriler, Hititlerle ve toplumsal temellerini oluşturan Luwi ve Khaldi etnik gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Ticaret yoluyla Sümer, Babil ve Asur etkilerinin kuzey ve doğuya taşınmasında ilk halka rolünü oynamaktadır. Sümer uygarlığıyla komşulukları ve neolitiğin sahibi olmaları nedeniyle çok yakın akrabalıkları mevcuttur. Dil yapılarında ve birçok kelimede ortaklık söz konusudur. Bunun çok erken dönemde, daha sonra Sümerler kuruluş aşamasındayken geliştiği de kabul gören bir görüştür. Bir anlamda Sümer şehir alanlarıyla Hurri tarımsal alanları doğal bir ittifak durumunu yaşamaktadır. Tanrıça inanna mitolojisinde ve Gılgameş Destanında bu gerçeğin izlerine güçlü bir biçimde rastlanmaktadır. Yani Hurrilerin merkezi uygarlığa bir nevi Sümer’dir.Ayrı bir merkez kurma ihtiyacını güçlü bir biçimde duymamaktadır.Çünkü yanı başında bu ihtiyacı gören merkez dururken, yeni bir tane kurmanın gereği yoktur anlayışı oldukça güçlüdür.Günümüze kadar bu anlayışın izlerini güçlü bir biçimde yaşamaktayız.Oynayan rol,yanı başındaki merkezileşmiş siyasi güçlerin eyaleti,otonomisi,federesi olma biçimindedir.Bugün bu alanda yaşanan bu gerçekliğin daha tarihin başlangıç yıllarında bir temele dayandığı anlaşılmak durumundadır. Gutiler daha çok da Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan diğer Aryen kökenli bir etnik gruptur. Sümer şehir devletlerinin iki başlı oldukları dönemde bir tarafın müttefiki olarak hareket etmektedirler. Semitik Akad Hanedanlığı’nın yıkılmasında bir kısım Sümer şehir devler yöneticileriyle yapılan işbirliği sonucunda kurulan ittifak temel rol oynamıştır. Burada tarih günümüze kadar bu tip ittifaklara sürekli tanık olacaktır. Guti’nin kelime manası da (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Sümerlerin sürekli bu tarz bir kavramlaştırma dil yapıları mevcuttur. Guti Hanedanı yaklaşık M.Ö 2250-2150 yılları arasında yüz yıllık bir hanedanlık kurmuştur.Bu hanedan Sümer toprağında hüküm sürmüştür.Daha sonra yine bu sefer Semitik kökenli Amorit (Sümerce bu kelime ‘Batılılar’ demektir) gruplarla ittifak kuran bir kısım Sümer şehir yöneticileri bu hanedanlığı yıkmış ve sürmüşlerdir. Kassitler, daha çok kuzey ve doğu dağlık alanlarından gelen bir nevi yoksul kır emekçileri olarak Sümer kentlerinde yaşayan bir kesimdir. Zaman zaman güçlerini birleştirerek hanedan değişikliğinde önemli rol oynamışlardır. M.Ö 1595’te Mitaniler ve Hititlerin Babil’i istilalarında Kassitlerin rolünden de bahsetmek mümkündür. Bürokrasi ve kültür alanlarında kendilerine göre bir ekol yaratmışlardır. Bunun izlerine İran kökenli vezirler olarak Abbasi İmparatorluğu’nda Barmekiler, Selçuklu İmparatorluğu’nda Nizam-ül Mülk’ün vezirliğinde tanık olmaktayız. Bu tip bürokrasi Kassitlere kadar gitmektedir. Mittaniler, Hurri konfederasyon denemesinden sonra kurulan daha güçlü bir federasyon konumundadır.Habur çayının doğduğu yerde Wajukani adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır.Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da,bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürmektedir.M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır.Demiri kendi tekelinde tutmuştur.At yetiştiriciliğinde meşhurdur..Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ortamını yaşamıştır.En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir. Urartu (Sümerce, yüksek yerler memleketi) Van kıyısında merkezileşen önemli bir uygarlık parçasıdır. Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayanmaktadır. Khaldilerin giderek ağırlık kazandıkları anlaşılmaktadır ve Ermenilerin ataları olmaları yüksek bir ihtimaldir. Devletin daha çok kuzey bölgelerinde yaşamaktadırlar. Yüzlerce Hurrit kökenli aşiretlere dayandıkları, başlangıçtaki gevşek federasyonlaşmayı giderek merkezi bir devlete dönüştürdükleri görülmektedir. M.Ö 1000–700 yılları arasında yaşamışlardır. Maden yataklarına, at yetiştirme merkezlerine ve orman kerestesine sahip olduklarından, Asurların korkunç saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu dönemde savaş teknolojisi güçlü Asur kralları hiçbir halka aman vermedikleri gibi, karşılarında direnen tek güç olmaları nedeniyle Khaldilerin böylesine boy hedefi olmaları anlaşılır bir husustur. Tarihte ilk defa en uzun sulama kanalı (56 km uzunluğu) ve barajları kurma ustalığını göstermişlerdir. Elit tabakanın dili karışıktır. Sümer kutsal metinlerini okul sisteminde okutmaktadırlar. Asurca devlet dili arasında yer almaktadır. Her tarafta olduğu gibi Sümer uygarlığının ağır dil ve kültür yapısı etkinliğini sürdürmektedir. Aşiretlerin dili farklıdır ve yazıya konu olmamaktadır. Bu husus da günümüze kadar varlığını sürdüren bir bölge gerçekliğidir. Egemen ve işbirlikçi yöneticiler hakim dil ve kültürün taşıyıcıları iken, aşiretler daha çok yerel halk dil ve kültürünün taşıyıcıları konumundadırlar. Urartulardan az sonra, bu sefer daha doğuda Gutilerin bir devamı gibi Babillilerle ittifak halinde hareket eden Aryen kökenli Med aşiretler federasyonu, M.Ö 625’lerde Asur İmparatorluğunu yıkar. Babil bir kez daha ve son olarak üstünlük kazanır. Medlerin gevşek federasyonu, yükselen Aryen-Pers kökenli Akhamenit Hanedanlığı için bir geçiş rolünü oynar. Med kralı Astiyag ‘ın yeğeni Kiros’un saray darbesiyle, siyasal otorite ilk defa Güneybatı İran’da yoğunlaşan Pers aristokrasisinin eline geçer ve kısa bir süre sonra M.Ö 550 yıllarında güçlü ve merkezi Pers İmparatorluğu’nun kuruluşuyla sonuçlanır. Kürtler kendi yurtlarının yerlisi olup, ekip biçmeyi, hayvanları evcileştirip, kendi medeniyetlerin ürünü olan köy ve şehirleri inşa ettiler. Kürtler İslamiyet’ten önce Zerdüşt dinine tapıyor hayatı var eden aydınlığı, ayı, güneşi kutsal biliyorlardı. Kürtler Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmediler. Müslümanlığı aynı zamanda Arap egemenliği kabul, ona biat ve teslimiyet olarak algıladıkları için direndiler. Araplar dini yayma adı altında Kürdistan şehirlerini işgal ve talan ediyor, ki bu savaşların en önemlisi de 642 yılındaki Nahavend Savaşı ve onu izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri Arapları geriletmiştir. Bu savaşlarda ve Kürt tarihi açısından dönüm noktası olan Şorezor savaşında Araplar Şorezor şehrini ele geçirmekle birlikte Kürtler halife yönetimini kabul etmiyordu ve daha sonra birbirini izleyen isyanlar başlıyordu. Bu isyanlarda Cafer Faracis liderliğindeki Musul Kürtleri 830 yılında Azarbeycan ve Ermenistan arasında kalan toprakları büyük bölümünü ele geçiriyor ve halifenin orduları Dasin dağlarında bozguna uğratıyordu. Araplar savaşta yetersiz kalınca Selçuklulardan oluşan “Hassa ordusu” ki günümüzde kiralık asker olarak bilinir. Kürtlerin üzerine sürer ve çocuk, yaşlı, kadın demeden kılıçtan geçirilir. Kürtler İsfahan, Cebel ve Farsta yenilgiye uğratılır. Fakat bu yenilgi Kürt-Arap savaşların sonuncusu olmuyor ve 10–11. yüzyıllara sarkıyordu. Tüm bu çabalara rağmen Kürtler Araplaşmıyor ama Selçuklu akınları ve kanlı baskınlarda devam ediyordu. Ta ki, Kürt Usıf e Selahaddin e Eyyup bütün Müslümanları Sultanı olana kadar.
Selahaddin Eyyubi Kürtler açısından kötü gidişin sonun oldu. Selahaddin, varlıklı, bilim ve kültürel alanda tanınmış bir aileden geliyordu. Nitekim kendiside İslam âleminin Sultanı olduktan sonra kültür ve bilime büyük önem vermiş, çevresine dönemin bilginlerini toplamış, daha sonra Moğollar tarafından yakılıp yıkılacak olan dünyanın en zengin kütüphanesini kurmuştu. Yusuf Selahaddinin kökleri TC. Tarafından Hasankeyf diye değiştirilen Hınsı Keyfliydi. Selahaddinin amcası Şekux (Dağ aslanı) büyük bir askeri komutan, babası Eyyub ise Saddam Hüseyinin doğum yeri olan Tikrit’in valisiydi. Selahaddin Tikrit’te doğdu. Selahaddin Eyyubi, Kürtlerinde içinde bulunduğu Arap ordularını yönetiyordu.1169’da Arap dünyasının hükümdarı oldu. Selahaddin Eyyubi İslamın iktidarını ele geçirince Kürtler rahat bir nefes aldı. Barbar Selçuklu baskınlarına son verdi. Fakat Kürtler dönemin nesnel koşulları gereği bu gücü ulusal amaçlar için kullanmıyordu. Döneme hâkim olan “Ümmetçi kalıplar” içinde kalınıyordu. Bu dönemde ümmetçiliğin evrensel açılımı bütün değerlerin önüne geçiyordu. Nitekim Avrupa’da, ekonomik ve siyasal amaçlarını “Din mihveri” etrafında birleştirmiş ve Haçlı seferlerini başlatmıştı. Kavmiyet yerine Din savaşlarının verildiği böyle bir dönemde Kürtlük bilincini üste çıkması dönemin genel örgüsüne aykırıydı. Selahaddin Eyyubi adaletli ve savaşçı kişiliğiyle dönemin haçlı komutanlarını yenilgiye uğratmasına rağmen Karizmatik kişiliğiyle birçok haçlı komutanını derinden etkilemiş ve daha sonra filmlere konu olmuştur.Değinilmesi gerek önemli bir diğer nokta ise Selahaddin İmparatorluğu bir Kürt devleti olmamakla beraber birçok ordunun komutanı ve şehirlerin valisi Kürtlerdendi. Selahaddin en seçkin ordusunu Kürtlerden oluşturmuştu. Selahaddin Eyyubi’den sonra, Selçukluların Kürtlerin üzerindeki baskısı artıyordu. Uzun savaşlardan sonra saldırmazlık anlaşmasıyla uzlaşmaya varılıyordu. Kürdistan Mirlikleri tam barış ve sükûna kavuştuk derken çok geçmeden sıra Kürtler üzerindeki Moğol istilası gelecekti. Moğollar 1219 yılında Harzanşeh devletine saldırıyor, Sultan Celaleddin kaçıp Kürdistan’a sığınınca Moğollar bunu bahane edip Kürdistan’a yöneliyor. Cengiz ve komutanları yıkıp yakmaya, katliamları sıradan bir uğraş haline getiriyorlardı.1231 yılında Amedi, Cizre, Mardin ele geçirdiler. Ahlat, Şorezore, Kirmeşah, Erbil, Musul, Hakkari de taş üstünde taş bırakmadılar, eşi benzeri olmayan katliamlar gerçekleştirdiler. Kürtlerin yaşamlarının her döneminde Kendilerini katliamdan kurtaran ve özgürleştiren dağlara sığınarak bu istilada en iyi bir şekilde kurtulmaya çalıştılar. Bu istilalar içinde yine Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştiren Erbil kalesinin direnişi ve ihaneti önemli bir diğer noktadır. Erbil valisi Kırmenşah’ın kaderinin yaşamamak için kaleden çıkıp teslim olmasına rağmen Kürt savaşçıları kaleyi terk etmiyor gece baskınlarıyla Moğolların ordusunun büyük kayıplar verdiriyordu. Fakat Musul’daki komutanın işbirlikçileriyle Erbil kalesi Moğollar tarafından ele geçiriliyordu. Musul istilalarından büyük kayıplara uğrayan Kürtler Timur’a karşı hazırlıklı davranıyor. Timur’un saldırısını beklemeden ondan önce harekete geçiyor ordusunu yol boylarında “vur kaç” yöntemiyle büyük kayıplar verdirtiyordu. Fakat bazı işbirlikçi Kürtlerin saf değiştirip kendi halkına hançer çekmesi üzerine savaşın seyri değişiyordu. Timur 1400 yılında Bağdat’tan Azerbeycan’a dönüşü sırasında Kürtlerden ağır darbeler alıyordu. Timur’dan sonra Kürt beylikleri Akkoyunlu ve Karakoyunlulara karşı‘da bağımsızlıklarını koruyarak Roma-Bizans topraklarında oluşan Osmanlı devleti ile yüz yüze geliyordu. Şerefnameye göre Kürt mirlikleri 15.yy ‘da iç açıcı bir durumdaydı. Mirlikler diğer halklarla komşuluk ediyor ve refah düzeyi yüksek bir hayat sürdüyorlardı. Kürt mirlikleri arasında en gözdesi Evdalan hanedanıydı. Egemenlik sınırları İran Kürdistan’ını batı bölgelerinde içine alan bugünkü güney Kürdistan’ının tümünü kapsıyordu. Diğer büyük mirliklerde Hakkari, behdinan, bahti, hısnıkeyf,erbil,sorandı.Beylikler halinde yaşayan Kürtler 16.yy’ da kendilerini İran ile Osmanlı imparatorluklarının dişlileri arasında buluyordu.Afganistan’ın göçmen bir aşiret olan Osmanlı yönetimi ile Kürtlerin siyasal ve sosyal ilişkileri 15.yy’da başlıyordu.Kürtler Osmanlılara romi yerleştikleri topraklarda Romalıların ülkesi anlamına gelen ‘ diyare rome’ diyorlardı.Bizanslılarla kurdukları iyi komşuluk ilişkilerini osmanlılarlada yürütmeye çalışıyorlardı.Fakat Kürtler 1500 yılların başında Osmanlılarla İran arasında baş kösteren çekişmelerin ortasında kalıyordu. İki büyük imparatorluk Kürdistan’ı stratejik olarak önemli buluyorlardı. Bu dönemde Kürtler bu imparatorlukları güçlerinin farkında olup emperyal niyetlerini tahmin edebiliyorlardı. Çok geçmeden Kürtler Amed mirliği önderliğinde merkezleşmeye gitti. 1501’de Şah İsmail tahta geçti. Kürtler iki imparoturluklada iyi geçinmeye çalışıyor, dengeli bir siyaset yürütüyordu. Bu bağlamda iyi dileklerini bildirmek üzere birkaç Kürt emirliği Şah İsmailli ziyarette bulundular. Şah İsmail dengesizliği ile önce Kürt valilerini zindana atıp sorguluyor ve daha sonra serbest bırakıp Hasankeyf valisi Melik Halid’i görkemli bir düğünle kız kardeşiyle evlendiriyordu. Bu arada Osmanlıda boş duracak değildi. Kürt birliklerini hoşnut tutan jestlerde bulunuyor, hediyeler gönderiyordu. Şah İsmail Kürtler üzerine sefer düzenlemeye başladı. Hazırlıksız yakalanan Kürt mirlikleri, Şah İsmaillin karşısında varlık göstermediler. Kimi teslim olup yanına geçiyor, kimside savaşarak direnmeye çalışıyordu. Şah İsmail Siirt’ten, Çapakçur(Bingöl) , Palu’dan Maraşa kadar bütün Kürt illerine kendi adamlarını vali olarak atıyordu. Şah İsmail’le Kürt savaşı birkaç yıl sürdü. Bu sırada Osmanlı başında korkunç lakabıyla bilinen Yavuz selim Kürdistan’dan sonra sıra kendisine geleceğini biliyor ve İran imparatorluğuna karşı savaş ilan ediyor. İki ordu 1514 tarihinde Van gölünün kuzeydoğusunu çaldıran vadisinde karşılaşıyordu. Şah İsmaillin daha önce savaş açtıkları Kürt mirliklerinin bir kısmı ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla Osmanlı tarafına geçiyor. Bir kısım mirliklerde şah İsmail’den yana tavır koyuyor ve yavuz selim Şah İsmaili çaldıranda yeniyordu. Tarihçilere göre Kürdistan yöneticileri Şah İsmail ile Yavuz Selim arasındaki çelişkiden yararlanmayı bilemediler. Ulusal birliklerini pekiştirme yerine ikiye bölündüler bu yüzden bir birine kılıç çekecek duruma geldiler. Bu dönemde Kürdistan’da İdrisi Bitlisi kişiliği Kürt tarihine damgasını vuruyor. Yavuz Selim Kürt vali ve mirliklerini yanına çekmek için kimilerine baskı kimilerine karşıda yoğun bir diplomasi yürütmüştür. Kürtlere karşı diplomasi ayağını yürüten yavuzun kadim hizmetkârı heybeler dolu altın karşısında kendisini satan İdrisi Bitlisidir. İdrisi Bitlisi Bitlisli bir Kürttür. Çok iyi bir eğitim görmüş din adamı, Melleydi. Kimi çevrelere göre sofi diye de bilinir. Farsçayı çok iyi biliyordu. İlk Osmanlı sultanlarının tarihini anlatan “heşt be heşt” adındaki kitabının Farsça şiir dille yazılmıştı. Hayatını bölge sultanlarına hizmetle kazanıyordu. Bazı tarihçilere göre her şeye rağmen ikili görüşmelerde Kürtleri gözettiğini belirtilir. Osmanlılarla Kürt mirleri arasındaki anlaşmalara Kürtlerin bağımsız ve özgür kalacağına ilişkin maddeyi o koydu. Ama tarihçilerin genel bir kabul ile Kürt beyliklerini Osmanlıya bağlayan Kürtlerin kaderini satan kişi olarak nitelendiriliyorlar. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlının Kürdistan mirleri ile imzalanan anlaşma gereğince savaşlarda Osmanlının yanında yer alıp yardım ediyor. Ama iç işlerinde bağımsız özgür ve özerk kalıyorlardı. 18000’lere kadar Kürdistan’ın özerkliğine el uzatılmıyordu. 1800 de Osmanlı müdahalesi başlayınca tümü ile kopma bağımsızlaşma yolunda isyanlar sürecine giriyordu. 18–19 y.y dünyanın sarsılarak değiştiği dönemdir. Halkların ulusal bilincini ateşleyen Fransız ihtilalinin etkileri evrensel devrimlerle yayılıyordu. Batı Asya ve Kürdistan’da etkilenme alanındaydı. Fransız devrimi ile beraber Osmanlı İmparatorluğu içende yaşayan halklar yavaş yavaş bağımsızlaşma sürecine girdiler. Çürümüş Osmanlı İmparatorluğu güçsüzleşmesinden kaynaklı Fransız ve İngiltere’nin himayesine girmeyi kabul etmişti. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde batılı devletler tarafından içten paylaşılmıştı. Tabi ki bu paylaşımda Rusyada pay koparma peşindeydi. Kürdistan’ın bağımsızlaşması bu emperyal devletlerin zararınaydı. Kürtlerin bağımsızlaşma sürecinde Osmanlıdan ziyade engel teşkil eden Fransa, Almanya ve Rusya’ydı. Özellikle Rusya’nın bölge devleti olması ayrı bir öneme sahipti.Kürdistan’ın bağımsızlaşması Rusya’nın alacağı payı küçülteceğinden Osmanlıyla savaşta dahi olsa bile Kürtlerin karşısında dururdu. Kürtler Osmanlıya karşı isyanda öteki halklara öncülük etmişlerdi. Mora, Girit isyanları Kürtlerden 20 yıl sonra baş gösterdi. Bulgarlar, Sırp, Arnavut ve Araplar Kürtlerden çok sonra isyan edecekti. Fakat Kürtler onlardan farklı şartların kurbanıydı. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’a destek veren batı devletler Kürtlerin karşısında Osmanlının yanında yer alıyorlardı. Öte yandan çekememezliklerin yarattığı iç bölünmeler ve kardeş kavgaları yüzünden Kürtler birlik kuramıyordu. Düşmanların körüklediği din mezhep gibi ayrılıklar kavga nedeni yapabiliyorlardı. Mirler, şeyh, bey ve aşiret reisleri bir biri ile üstünlük kavgasındaydı. Ulusal kurtuluş hareketi sırasında bir kardeş ötekinin yenilgisinden mutluluk arıyordu. Bu şekilde de bağımsızlaşma mümkün görünmüyordu ve olmadı zaten. İlk Kürt bağımsızlık hareketi 1800 başında behdinan soran ve babanların bulunduğu güney Kürdistan’da doğdu. Bu dönemde Osmanlı ve Ruslar arsında da savaş vardı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Abdulrahman paşa merkezi Süleymaniye olan baban mirliğinin başına geçince bağımsızlıkçı siyaset izleyip bundan da başarılı olmuştur. İngilizler duruma el koyunca isyan bastırıldı. Fakat bu isyanların başlangıcıydı. İngilizlerden destek alan Osmanlı Kürdistan şehirlerinde yaptığı kıyım Kürdistan’ı ayağa kaldırıyor ve her yerde isyan ateşleri yanıyordu, daha sonra baban isyanının mirasını Behdinan, Soran, Botan, Hakkari ve merkezi Mardin de bulunan milli aşireti isyanı izledi. Bu isyanların en etkilisi 1813 yılında soran birliğinin başında bulunan mir Muhammed önderliğindeki isyandır. Mir Muhammed bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Mir Muhammed 1833 yılında Mardin ve Diyarbakır da Osmanlı egemenliğine son verdi. Bu dönemde Osmanlı ordularının başında Kürtlere özel bir kini olan Reşit Paşa bulunuyordu. Reşit Paşa 1836 yılına kadar çocuk yaşlı kadın demeden büyük çapta katliamlar yaşatıyordu. Bu isyanın diğer bir özelliği ise Ermeni ve Yezidilerinde Kürtlere destek vermesidir. Bu öfke karşısında Kürt aşiretleri ilk defa topyekûn ulusal bilinçle hareket etmeye başladı. Ta ki Reşit Paşa İngiliz ajanları ile ittifak yapıp bazı Kürt aşiretlerini satın alıp ümmetçilik fikrini atıncaya kadar. Durum böyle olunca bazı aşiretler Osmanlı tarafına geçer ve Mir Muhammed bunu üzerine halka zarar verilmemesi koşulu ile teslim olur. Daha sonra İstanbul’a götürülüp belli bir süre bekletildikten sonra ülkesine geri gönderme sözü verirler. Tabi ki bu tuzak olup mir Muhammed yolda şehit edilir. Kürt atasözü “bexte Rome tuneye” Osmanlıya atfen söylenmiştir. Mısır Paşası Mehmet Ali kavalalı Mısır Suriye, Filistin ve Lübnan üzerinde hak iddia edince Osmanlı ordusu ile çatışır ve Osmanlı ordusunu dağıtıyordu. Bu durumda Kürtler rahat bir nefes almaya başladılar. Kürt tarihini önemli bir dönüm noktası da 1840’larda Bedirhan Bey ile başlar. 1840 ‘da Kürt sorunu dünyanın gündemi halinde gelmişti. Bu dönemde Osmanlı barbarının öne sürdüğü görüş ise aslında günümüzdeki anlayıştan çokta farklı değildi. Rus tarihçinin anlatımına göre Kürdistan’da inanılmaz boyutlara varan katliamları feodal Kürtleri modernleştirmek adına yapılıyor ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyordu. Botan mirliğinin önderi Bedirhan Bey Kürdistan’da genel ayaklanma başlattı. Kürtler arasında geniş bir ittifak kurdu. Osmanlı durumu iktisadi ve siyasi açıdan da iyi durumda değildi. Bedirhan bey Kürdistan’da siyasi ve iktisadi alanda gelişmeler ve yenilikler getirmiştir. Kürt gençlerini silâhaltına alıyor ve eğitiyordu. Kürdistan bağımsızlaşmaya doğru önemli adımlar atmıştı. Fakat Kürdistan’ın bağımsızlaşması sadece Osmanlı sultanını rahatsız etmiyor İngilizleride ciddi boyutlarda rahatsız etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında İngilizler 99 komplosundaki gibi planlar üretmeye başlamıştı. O dönemde Kürdistan’da yaşayan Hıristiyan halkalar “ Süryani ve Ermenileri” kışkırtmaya başlamıştı. Bunda Kürt din adamlarıda nasibini alınca Bedirhan beyin bin bir çapa ile kurduğu ittifak yine boşa çıkartılmıştı. Osmanlı ordusu Bedirhan beyle hareket eden diğer Kürt mirliklerine de saldırdı. Bu arda da Bedirhan beyin yeğeni Yezidi Şer Osmanlının kendisine verilen vaatlere kanınca cepheden çekildi ve 1847 ‘de Bedirhan Bey Osmanlıya teslim oldu. Bedirhan bey İstanbula götürülüp Girite sürgüne gönderildi. Ordanda Halepe 1868 ‘de yaşamını yitirdi. Bedirhan Bey teslim olmuştu ama direniş Mehmet ve Muhammed Beyler tarafından devam ettiriliyordu. Bu dönemde Osmanlı Kırım savaşı başlamıştı. Osmanlı Kürtlere din kardeşi adı altında yanaşmaya çalışıyor ve Kürtleri orduya çağırıyordu. Osmanlıya destek vermeyen Kürtler dağlara sığınıyordu. Zorla askere alınan Zilan, Sıpki ve Hayderan aşiretleri daha sonra ordudan firar ediyorlardı. Osmanlı Yezidi Şer’e verdiği sözü tutmamıştı. Bunun üzerine İstanbul’dan ülkesine geri dönüyor ve buna isyanla karşılık vermeyi düşünüyordu. 1854 ‘de isyan başladı ve şaşırtıcı bir şekilde büyüdü bunun üzerine İngilizler araya girip barış görüşmeleri başlattı. Dengesiz olan Yezidi Şer barış görüşmeleri kabul etti ve tutuklandı. Bu arada da önemli bir noktada Dersimin durumuydu. Dersim bu isyanlara sesiz kalıyor ve kendisini ayrı bir ada olarak görüyordu. Fakat Osmanlı bu şekilde düşünmüyor. 1877’de Erzurum valisi Semih paşa Dersim üzerine 4000 kişilik bir ordu ile yürüyor. Ve büyük bir katliam yaşatıyordu. Küçük çaplı isyanlar 1877 Osmanlı Rus savaşlarına kadar devam etti. Osmanlı kırım savaşıyla iktisadi anlamda çöküşe uğradı. Osmanlının efendisi İngilizler Osmanlı ekonomisine tamamen el koymuştu. Abdulhamidin yeni dönem için keşfettiği din kardeşliği propagandasına son hızla devam edip yeşil bayrak açmıştı. Fakat Kürtler buna inanmıyor ve sessizce Kırım savaşını sonuçlarını bekliyordu. Osmanlı ekonomik anlamda iflas edince Kürtler Özgürlük koşusuna devam edecekti. 1878 ilkbaharında Muş ve Bitlis bölgesinde aynı anda isyan patlak verdi. Ayaklanma kısa bir süre sonra Botan ve Hakkâri yöresine yayıldı. Başlangıçta kendiliğinde oluşan bu isyan Bedirhan beyin oğulları ile nitelik kazandı. Birçok Kürt illi ele geçirildi. Sultan isyanı bastırmaya çalışsada başarılı olamadı. Durum iyiye gitmeyince topyekûn savaşla Kürdistan üzerine gidildi ve sonuç kan gölü. Ama özgürlüğe aç susuz Kürtler boş durmayacak isyan ateşini söndürmeyecekti. 1879 yılında Şemdinan da Şeyh Ubeydullah önderliğinde sönmeyen isyan ateşi tekrar alevlendi. Şeyh Ubeydullah Kürdistan’da yaşayan tüm halkalar arasında sevilen sayılan bir isimdi. Şeyh 1879 yılında İran ve batıdaki Kürtlerle geniş çaplı isyan için temasa geçti. Ermeni ve Süryanilerle ilişkiye girip ittifak yapıldı. Kürdistan’da ilk genel birlik ve dayanışma kurultayı 1880 yılında şeyh Ubeydullah önderliğinde Şemdinan da toplandı. Toplantıya Kürdistan’ın dört bir yanında liderler katıldı. İsyan 1880 yılında Mahabat tearuzu ile başladı ve İran içlerine kadar ilerledi. İran, Rusya, Osmanlı ve İngiltere Kürtlere karşı dörtlü ittifak kurdu. Kürtler geriledi fakat sorun dörtlü ittifak değildi. Yine Kürtler arasında oluşan çatlaklar ve işbirlikçilerdi. Şeyh Übeydullah durumu görünce 1881 yılında geri çekildi ve tutuklanıp İstanbul’a götürüldü. Şeyhin oğulları 5000 kişilik bir güçle tekrar isyan başlatsalar da başarılı olamadılar. Kürdistan’da sönmüş kül olmuş her ateş adeta yeni alevlenmelerinin habercisiydi. Ulusal ruh bütünlüğünden yoksun kılan iç çelişkilere rağmen ataklar durmuyordu. 1800’lerin sonlarında kızıl sultan adıyla bilinen ikinci Abdülhamit vardı. Abdülhamit kurnazlığıyla biliniyordu. Kürt aşiretleri arasında dayanışmayı kırmak ve birbirine düşürmekle ünlenmişti. Kimi Kürt ağalarını İstanbul’a çağırıp ağırlıyor hediyelere boğuyordu. Kızıl Abdülhamit tıpkı bir zamanlar Hıristiyan çocuklarını devşirdiği gibi Kürt ve Arap çocuklarını da devşirmek için aşiret mektepleri kurdu. Bu mektepte yetişen çocuklar kendi halklarına karşı silah çektiği gibi aydınlanıp ulusal mücadeleye verenlerde oluyordu. Kürt tarihinde çokça tartışılan Hamidiye alayları bu mektebin ürünüydü. Ermeni sorunu 1878 yılında yapılan Berlin konferansıyla evrensel boyut kazandı. Abdülhamit. Oluşturduğu Hamidiye alaylarıyla bugün ki koruculuk sistemine benzer bu güçle Kürtleri kendi yanına çekmekle gönül olamasana zor kullanarak diğer yanda da Rus sınır bölgesindeki Ermenileri katletmekti. Resmi gücüne güvenmeyen Abdülhamit oluşturduğu hafif süvari hamidiye alaylarıyla bu amacını gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Ama yıllarca birlikte yaşamış aralarında derin kültürel ve iktisadi ilişki olan iki halkı bir birine düşmeyecekti. Yanı plan tutmayacaktı. Hamidiye alayları beklenen etkiyi gösteremedi. 53 büyük Kürt aşireti arasında sadece 13 tane destek vermişti. Bunların karşısında hem Kürt cephesinde hem de Ermeniler tarafında tepkiyle karşılandı. Osmanlının Kürtleri ve Ermenileri bir birine kırdırma çapalarına rağmen Kürtler 1903–1904 yılarında Sason’da yapılan Ermeni katliamına katılmıyor. Ermenilere destek veriyordu. Rus tarihçi Lazerev bu olay için Kürtler dostlarını ve düşmanlarını ayırt edebilmişti diye yazar. Abdülhamit bir yandan din kardeşliği naraları atarken diğer yanda Kürt kıyımı da son hızla devam ediyordu. Bunun üzerine Dersim Bitlis ve Beyazıt’ta Kürtler Ermenilerle birleşerek “ tedip ve tekmil” birliklerini püskürülüyorlardı. 1906 yılında Erzurum’da isyan başladı Bişare Çetonun 1906 yılında Siirt’de başlattığı isyan Diyarbakır kadar yayılıyordu 1907–1908 kadar çatışmalar sürüyordu Abdülhamit kürdü kürde kırdırtma adına hamiye alaylarını İran Kürdistan’ına sürüyor fakat Kürtler birbirine silah çekmiyor ve Hamidiye alayları geri çekiliyorlardı Abdülhamit’in tüm çabalarına rağmen sindirilmiyordu tersine kendisinin sonu yaklaşmıştı. 23 Temmuz 1908 ittihat ve terakki partisinin düzenlendiği jön Türk darbesiyle sultan etkisizleşiyordu. Başlangıçta Kürtler ittihat ve terakkiye destek veriyordu. Seyit Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan, Kürt önderlerinden şerif paşa Kürtlerin haklarına kavuşacağı umuduyla ittihatcilere destek vermişleri. Bu devirde Kürt dernekleri kültür kurumları kurulmuş gazeteler yayınlanmaya başlanmıştı fakat 1909 yılında ittihatcilerin ırkçı yüzü ortaya çıkmış Kürdistan gönderilen birçok ajan kürdü kürde ve Ermenilere karşı kışkırtmaya başlamışlardı. 1911 yılında ise Kürt kurum ve dernekleri kapatılmıştır. İsyanlar gene sürüyordu. İbrahim paşa artan baskılar nedeniyle isyan başlatmıştı. Erzincan’dan halepe kadar egemenliğini kurmuştu. Paşa kendi halkına zulüm edince hak desteğine yoksun kaldı ve Arap takviyeli Osmanlı ordusu paşayı Sincan dağında öldürüyordu. İbrahim ayaklaması sürerken dersim ayaklandı. Bunu güney Kürdistan’da Barzan ve Zibar aşireti destek verdi. Bunu hamawendi isyanı izledi. 1909 yılında Süleymaniye Kürt ulusal kurtuluş merkezi haline geldi. İsyanı başlatan Süleymaniyeli Şeyh Sait ölünce ayaklama ile tarih sahnesine çıkan oğlu şeyh Muhammet Barzenci devam ettirdi. Aynı yıl kör Hüseyin paşa Bitlis’te ve Beyazıt yönetimlerini elle geçiriyordu. Müdahalelerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze ulaştıran Barzani ailesi bu süreçte tarih sahnesine çıkıyordu. Şeyh Abdulselam Barzani 1910 yılında Osmanlılara karşı isyan başlatıyordu. Bütün Kürdistan’da isyan baş göstermiş ve ittihatçılar çılgına dönmüştü. 1913 yılında ittihatçılar yönetimi bir iç darbeyle ele geçirdiler. 1912 de Kürt önderlerinden Abdulrezzak Bey Kürdistan’da genel ayaklama çağrısı yaptı bunun üzerine ittihatçılar tüm Kürdistan’a askeri sevkıyat yaptılar. Dünya savaşı ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. “ İslam uğruna cihatla Kürtlere gidenler elleri boş dönüyorlardı. Baskı ile silaha altına alanlarda firar ediyorlardı. Abdulrezzak Bey e Yusuf Kâmil ve Bedirhan katılıyor. Bir yanda da Ermenilerle ittifak çabaları sürüyordu. İttihatçılar birinci tehlike olarak Ermenileri görüyordu. Ermeliyi kürde kırdırma politikası tutmayınca iş kendilerine düşüyor ve 1915’te günümüzde de hala tartışan 1,5 milyon ermeni katlediyordu bunun diğer tanımı ise etnik arındırma hareketidir. Yalnız bu 1,5 milyon topluca sürgünler ve kaçarak canını kurtaranlar dışındadır. Kimi Rus kaynaklarına göre aynı süreçte katledilen Kürtlerin dışında 700 bin Kürtleri batıya sürmüştü. Resmi tarihe göre 1803’te 1914 yılına kadar 12 defa ayaklanmışlardır. Bu dönemde isyanı bastırmaya çalışan paşalar kendi yok etme yöntemleri keşfetmişlerdi. Kuyucu lakabıyla anılan murat paşa kurbanlarının başını kesit kuyuya atıyordu. Mısır valisi kavalı Mehmet ali paşa sorunu kökten çözmek için Nizip ve Urfa çevresinde 60 bin kürdü kılıçtan geçiriyordu. Osmanlı ordusunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller “ Gotz paşa “ ve “ General Moltke” anılarında yaşlı çocuk kadın demeden Kürtleri nasıl yok etmeye çalıştıklarını anlatır. Kürtleri katlederek büyük tecrübe eden Osmanlı daha sonra bu yok etme yöntemlerini 1915 Ermenilere uygulayacaklardı. Anadolu coğrafyasını işgal eden emperyal güçlere karşı Kürtler Fransız ve Ruslardan kendi topraklarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu mücadele Antep’te bir Kürt aşireti olan karayılan yine Urfa Maraş’ta verilmeye çalışılmıştır. Birinci dünya savaşında Osmanlı toprakları üzerinde 24 ayrı devlet kurulmuştu bunlardan biriside tarihin hiçbir döneminde herhangi bir coğrafyanın ismi olarak geçmemiş Türkiye cumhuriyeti kurulacaktı. Yeni Ortadoğu coğrafyası değişmişti ama Kürtlere gene yer verilmiyordu. Bu süreçte şeyh Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir’in başında bulunduğu Kürt teali cemiyeti Kürdistan temsilciliği olarak ortaya çıkmıştır. Kürdistanın özerkliği için Avrupa nezlinde girişimlerde bulunuyordu. Bu cemiyet bir yandan da Ermeni Dışnak partisiyle işbirliği içindeydi. 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris yakınındaki Serv kasabasında yapılan 13 bölüm ve 433 maddeden oluşan Serv anlaşmasıyla Kürdistan ilk kez uluslar arası arenaya oturan, onu tanıyan hukuksal bir belge olması nedeniyle Kürtler açısında önemlidir. Antlaşma her ulusun kendi kederi tahin etme çerçevesinde 62 madde de Kürdistan özerkliği güvence altına alınıyordu. Antlaşmaya rağmen savaşın galipleri Kürtlerinin hakları konusunda ısrarcı olmuyor 1922 yılında ise Kürt sorunu dillerine bile almıyorlardı 1919 yılında yapılan Sivas Erzurum ve Amasya toplantılarında Kürtler Mustafa kemale destek sözü vermişti. Bu toplantıların ardında yayımlanan bildirilerde Kürtlerin hakları teslim edileceği yazılıyordu. 1920 parlamentoda Kürtler kendi kimlikleriyle yer alıyordu. Milletvekillerine Kürdistan mebusu diye adlandırıyordu. Bu deyim tutanaklarda geçiyordu. Yeniden yapılanma aşamasında Atatürk dâhil yeni sözcüler Kürtlerin hak ile özgürlüklerine kavuşacaklarını namus sözü olarak sık sık tekrarlıyorlardı. Yeni yapılanmanın tek söz ve karar merci Atatürk 16 ve 17 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilere yaptığı uzun görüşmede Kürtlerin bölgelerinde özerk yönetimler kurabileceklerini açıklayarak umut veriyordu. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti başkanı ismet paşa aynen şöyle diyordu. “ devlet hükümet nezlinde eşit haklara sahip ve ulusal haklardan yaralanan iki halka Kürt ve Türk halkına aittir.”fakat 1923 yılında Lozanda imzalanan anlaşmalarda TC. Sınırları belirlenip devletin varlığı tescil edildikten sonra söylem ve tutumlar aniden değişiyor her şey tersine dönüyordu. 1924 yılında yürürlüğe konulan anayasa ile Kürtler dili kültürü kişiliği ve bütün varlığıyla artık yoktu. Bir sabah aniden Kürtlerin var olmadığına karar verilmiştir. Kürdistan adı Kürtlerin dili insan isimleri yasaklandı.
kürtlerin türk soyundan yani bir kolundan geldiği söyleniyor ne kadar doğru bilemem ama şunu hiçbir kürt yapmıyor ben bir türküm demiyor yani en basit bir amerikan filminde bir beyaz ve bir zenci var bazen aralarına bir de uzakdoğulu katılıyor şunu kimse fark etmiyor ordaki herkes ben amerikanım diyor ama amerika gelip benim memleketimi parçalamaya uğraşıyor fakat türkiyede yaşayan hiçbir kürt demiyor ben türkiyede doğdum büyüdüm ama türküm demiyor işte bazı kürtler ayrımcılıktan yakınsada asıl ayrımcılığı amerkaya uyarak kendi yapıyor lütfen bu oyunlara gelmenin vakti değil uyanık olun lütfen
Bir insanın ırkı üzerine eleştirilerde bulunmak yorum yapmak ne kadar dogru.. Ben türküm veya kürtüm veya lazım yada çerkezim sonuç ta bizler osmanlıyız önce bunu unutmayalım ve bugün yaşanan tüm bu olayları bunu göz önünde bulundurarak yorumlayalım.Sonuçta hepimizin atası dedesi aynı cephede bu vatan toprakları için savaşmıştır.Hepimizin türkünde kürtünde lazın da çerkezinde annesi bacısı kardeşi bu vatan için şehit düşmüştür.Dış güçler vatanımızı bölmek için bizleri birbirimize düşürmeye çalışıyor.Bunların hepsi bir oyundur.Artık aklımızı başımıza toplamalı ve bir bütün halinde silahla degilde aklımızla düşmanlarımızla savaşmalıyız,şu ülkede yalnızca türklerle kürtler yok ki neden sadece bu iki kardeş ırk birbirine düşürülmek isteniyor buna kafa yormak lazım başkalarının çıkarları için kardeş kavgası yaptırıyorlar. Hepimiz insanız geleneklerimiz bir yapımız bir. Sen kürtsün sen başkasın demenin kimseye faydası yok, her milletin iyisi kötüsü var önemli olan insanların ırkı degildir.Neden kürt türk diye sınıflandırma yapalım ki insanız herşeyden önce..Kimseye dünyaya gelirken ırkını secme şansı verilmedi..Önemli olan insan olmak dogru yolu bulmak.. Kürtler de her halkın bireyleri gibi iyi, kötü, güzel, çirkin, cimri, cömert, bilgili, cahi vs olabilir. Onlarında sagcısı, solcusu, İslamcısı, dinsizi, devletçisi, liberali, boş gezeni, edeplisi, edepsizi, delisi, akıllısı…vs olabilir.Beş parmagın beşi bir degilki. İnşaatlara gidip bi bakın.Çalışanların %90`ı kürt.Orda çolugundan çocugundan uzakta çalışan bu adamların çoğu okuma yazma bilmiyor.Size soruyorum objektif olun bunun sorumlusu kim.Kürtler yıllarca ezildi hor görüldü kültürlerini yaşatma fırsatı verilmedi asimile edilmeye çalışıldı.Dili yasaklandı,hatta cok komik kürt diye birşey yoktur,karda yürürken kart,kurt sesi cıkıyorda kürt ordan türemişte bunun gibi komik şeyler savunuldu,varlıgı bile kabul edilmedi.Tarih kitaplarını açın bakın hiç kürt kelimesine rastladınızmı? İster kabul edilsin ister edilmesin kürtler vardır ve objektif olarak tarihe bakmak isteyen herkes bunu bilir.Kürtlerin kendi tarihi,kültürü ve dili vardır buda ayrı bir millet olduklarını ispatlar. Kürtlere zorla 'Türksünüz' dedirtmeye çalışmak da kabul edilebilir birşey degil... Doguyu ziyaret edenlere söylüyorum o insanların sıcacık yüreklerini,misafir perverligini sevgiye insan gibi yaşamaya özlem duyduklarını farkettinizmi.Nasıl dindar, nasıl misafirperverdirler... Evlerine konuk olsanız sizi krallar gibi agırlarlar, kusturana dek yedirirler. Yıllarca aynı topraklarda kardeşçe yaşadık böyle gerilimlere hiç gerek yok,aklı başında insanlar kürt türk diye ayrım yapmıyor ve Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan herkes eşit. İnsan gibi yaşayalım,farklılıklarımızın zenginligimiz olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Şiddet, kin, nefret hiçbir sorunu çözmez. Kimse ırkından ötürü yargılanamaz...Hadi biz kürt yaratılsaydık daha dogmadan lanetli mi ilan edilecektir..Kurtuluş savaşında fransızlara ruslara ve ermenilere karşı gösterdikleri kahramanlıklar asla inkar edilemez.Bakın Antep,Maraş,Urfa bu vilayetlerin ismi neden gazi,kahraman,şanlı diye degiştirildi sanıyorsunuz,orada savaşanların hepsi kürt degilmiydi.Hal böyle iken şimdi birilerinin oyununa gelip bu halkı yok saymak onları aşagılamak onlara çeşitli isimler takmak asla doğru değildir.Irakın bugünkü içler acısı hali hepimize örnek olmalıdır.Bu ülkede kürt türk ayrımı yapılmamalı herkes kardeslik icinde yasamalıdır. Birde altını çizmek istedigim bişey var kürt ve pkklıyı millet aynı sanmasın.Her kel olan erkektir,ama her erkek kel değildir. Neden kürtler hakkında saçma bir ters mantık yürütülüyor diğer bütün kürtlerin hakkına girdiginizin farkında degilsiniz.Bazıları şunu söylüyor 'her pkk lı kürttür o halde her kürt pkk dır.' yok böyle bir şey.Bir türk olarak her kürdü bir pkk lı olarak niteleyenleri anlayamıyorum.Bütün kürtleri aynı kefeye koyamazsınız..Bir elin bütün parmakları nasıl farklıysa insanlar da aynı şekilde farklılık gösterir. Kardeşler arasında bile çogu zaman çok büyük farklılık vardır. Bir tanesi okuyup doktor olurken bir tanesi de okul bitirmemiş işsiz sokaklarda aylak aylak dolaşabiliyor. Kürtlerde de bu ülke için canını verecek birlik ve bütünlüğüne saygı duyanlar var.Evet, bu adamların içinde terorist olanı da vardir, 10 tane cocuk yapanı da, faşisti de, komunisti de, serserisi de, uyuşturucu kaçakcisi da, ajanı da, iti de, kopugu da.. ama anasını satıyim türkler olarak bizim içimizde yok mu sanki bunların hiçbiri de iş ancak kürtlere gelince aklımıza geliyor bütün bu pislik karakterler. En az diger ırklar kadar serefsiz barındıranı, en az diger ırklar kadar o..cocugu vardır içlerinde. En az diger ırklar kadar efendisi, en az diger ırklar kadar pırlantası da mevcuttur içlerinde..Her halk gibi iyisini de kötüsünü de barındırır.Görmesini bilene,tanımasını bilene.Farklılıkları benimsemeyi ögrendigimiz, 5 parmagın birbirinden farklı oldugunu anladıgımız gün belki daha iyi şeyler düşünüp yazabiliriz.Kürt ya da başka bir etnik kökenden olması bir insanı diğer insanlardan ne aşagı kılar ne de üstün.... Üstünlük Allah'ı hoşnut edecek bir hayat yaşamakla elde edilir..Kaldı ki Rabbimiz 'Hepiniz Adem'in soyusunuz' diyor..Biz kardeşiz.. Bütün insanlar.. İnsan doğanlar, insan kalanlar iyiside var kötüsü de aynı TÜRK gibi. Bence kürdün nasıl olduğundan ziyade ne olduguna bakmak gerekir. Arkadaşlar kürtlerde insan. Hepimiz insanız. Bizim insan olarak böyle bir ayrım yapma hakkımız ve lüksümüz yok. İnsanlar ancak Yüce Allah'a olan kullukları neticelerinde sadece Allah tarafından seviyelendirilir.Önemli olan insanın müslüman olması ve öyle yaşamasıdır. Bir ayrım yapılması gerekseydi bunu AllahU TEALA bildirirdi.Hristiyanlar ve Yahudilerde olduğu gibi. Beslenilecek kin ve nefret sadece insanın kendisine zarar verir.İnsanin ırkı dini dili farketmez yeterki ahlakı,kişiligi vede yaşayis biçimi insancıl olsun...Önemli olan karşındakinin insan oldugunu görebilmektir.Allah insanları biribirileriyle tanışsınlar diye kavimlere ve ırklara ayırmıştır üstünlük ancak takva iledir.. 'Biz sizi farklı renklerde yarattık ki birbirinizi sevesiniz diye...savaşasınız diye değil'...Kürt,türk,arap neyse artık adı toprak olmayacak olan var mı? topraktan gelmeyen yada...Kardeşlik esas olsun Allah rızası için..
Yaşlı gözler hep bir yerlere bakıyor son bir umutla...
Diyarbakır suskun.
Hakkari suskun.
Şırnak suskun.
Van suskun.
Evlerde ne bir bayrak.
Yüreklerde ne bir acı.
Gözlerde ne bir yaş.
...
Nevruzlarda yüz binlik gösterilerine alıştığımız o kentler, o insanlar nerede...
Devlete, askere, polise taş atan çocuklar nerede...
Terörist cenazelerinde hazırola geçen belediye başkanları, milletvekilleri nerede...
İnsanlık nerede...
...
Sonra birileri slogan attırmaya çalışıyor al bayraklı gösterilerde: Türk-Kürt kardeştir Amerika kalleştir.
Suskun kentlerden cevap gelmiyor.
Amerikan karşıtlarının %92’ye ulaştığı Türkiyemin suskun kentlerinde tek bir Amerikan karşıtı slogan yok.
Sadece o değil, tek bir PKK karşıtı slogan...
Ve daha acısı, tek bir kardeşlik sloganı, Türkler için.
Anlaşılan denklem değişmiş bir yerlerde, Amerika kardeş Türkler kalleş olmuş...
...
Hangisi daha acı?
PKK’nın ateşi mi, suskun kentlerin ihaneti mi...
Ölen şehitlerimizi sonsuzluğa uğurlamak mı, siperi tek edip PKK’ya katılanlara bakakalmak mı?
...
Ateşi de gördük ihaneti de...
İlk değil bu ihanet...
Kurtuluş Savaşımızdan hatırlıyoruz.
...
ve 29 aralık kütahya: 4 top ve 1800 atlı bir ihanet yani çerkez ethem, bir gece vakti kilim ve halı yüklü katırları, koyun ve sığır sürülerini önüne katıp düşmana geçti. yürekleri karanlık, kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü, atları ve kendileri semizdiler...
ateşi ve ihaneti gördük. ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil. sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil, inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle, silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan. beygirler çirkindiler, bakımsızdılar, hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi. fakat bozkırda kişneyip köpürmeden sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı. insanlar uzun asker kaputluydu, yalnayaktı insanlar. insanların başında kalpak, yüreklerinde keder, yüreklerinde müthiş bir ümit vardı. insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler. insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla köy odalarında unutulmuştular. ve orda sargı, deri ve asker postalları halinde yan yana, sırtüstü yatıyorlardı. koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden eğrilip bükülmüştü ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
Kürt deyince PKK dan ayırmak gerekiyor... PKK ayrılıkçı marxist ideolojinin peşinden beyhude koşan zavallı beyinsizler, Kürtler ise Arap İngiliz Rus Türk Alman gibi bir kavim.... Ha bi de bazıları vardır her Kürt'ü pkk lı zanneder asıl problem burada... Bu daha çok Kürt'ün problemidir aslında... Hiç bi zaman pkk yı kendini temsil eden bir örgüt olarak görmediğinden ona bağlı değilim deme isteğini de duymamıştır taa ki bir takım vatansever(!) Türkler çıkıp da sen Kürt isen pkklısın genellemesini yapana kadar...
Kürt kardeşlerimiz saf,temiz,iyi niyetli ve değerli vatandaşlarımızdır.(Görevim gereği sekiz yıl doğu ve güneydoğu'da bulundum.çok kıymetli kürt arkadaşlarım oldu.)
Fakat,sıcak kanlılar,ileriyi göremiyor,günlük heyecanlarına yenik düşüyorlar.hatta bu saflıkları nankörlük derecesine kadar çıkıyor.
Kürt vatandaşlarımızı,zamanında Rus'lar kandırdı.Ermeniler,İngilizler,Araplar kandırdı.Şimdide ABD kandırıyor.O garipleri tek kandırmayan Türk'ler olmuştur.
Bunu bir bilip,bir inansalar..... Ne terör kalır,ne fakirlik ne de kompleks...
Peygamber Efendimiz ırkçılığa karşı olduğunu bildirmiştir.bir insanı ırkından dolayı yadırgamamak gerekir.unutulmamalıdırki bu Millet kurtuluş mücadelesi verirken Türk-kürt ayrımı yoktu.hala da öyle olması gerekiyor.özellikle de bu günlerde...birlik ve beraberliğimizi gösterelim, hepimiz Türküz, hepimiz Türkiyeliyiz diyelim! ! ! Ne Mutlu Türküm Diyene ve Dedirttirene...
Üniversitedeki Kürt arkadaşlar Şehitler için astığımız yazılardan ve Astığımız Bayraklardan rahatsız oluyorlarmış çok Saldırgancaymış.Eh ne diyelim onlarda kendilerince haklı
etnik milliyetcilik
Varlığı kabul edilmeyen ırk...
Tarih gösterdi,gösteriyor,gösterecek...
Madalyonun öteki ucu görünene dek...
Bir gün MUTLAKA.
:) ez
bu memleketin ekmeğini yediği halde ihanet eden gün olur bir gün ekmeğini yediği yerden kurşunu yer......
İç savaşa mı sürükleniyoruz?
1800’lü yılların başından itibaren bütün Osmanlı coğrafyasında yaşanan iç savaşlarda Türkler büyük bedeller ödedi. Tarihçi Mc Carthy’ye göre o yıllarda toplam 5 milyon Türk öldürülmüştür. Daha fazlası ise Anadolu’ya göçmek zorunda kalmıştır. Bugün Anadolu’da bağımsız bir Türk Devleti’nin yaşamasını sağlayan ödenen bu ağır bedel olmuştur.
“Türk-Kürt savaşı” tehlikesi
Bir iç savaşa mı gidiyoruz? Son günlerde en çok tartışılan konu bu. Tüm Türkiye bir iç savaşa dönüşecek bir Türk-Kürt kavgasının başlamasından endişeleniyor. Malum, ortada Kürtlük temelinde örgütlenen bir bölücü terör örgütü var ve 25 yıldır Türk Milleti bu bölücü teröre evlatlarını kurban veriyor.
Bu bölücü terör, Türk köylerini basmakta, Türklerin bindiği minibüsleri taramakta, Türk askerlerine saldırmakta... Yani tamamen etnik zeminde saldırılar düzenlemekte.
Ve bölücü teröre karşı tepkiler arttıkça, Kürtlük temelinde örgütlenen bu kanlı örgüte karşı Türklük temelinde bir birlik ve beraberlikle yanıt verilmesi gerektiği de ortaya çıkıyor.
Emperyalizm ve yandaşları ise dört bir koldan Türklük temelindeki bu örgütlenmeyi engellemeye çalışıyor. Temel slogan ise şu: “Türklük temelinde örgütlenme ülkede bir Türk-Kürt kavgasına yol açar. Bu da ülkemizi bir iç savaşa sürükler.”
Emperyalizmin ulusal kesimler içindeki uzantıları da hemen propagandaya girişiyor: “Emperyalizm ülkemizi Türk-Kürt diye bölmeye çalışıyor. Emperyalizmin oyununa gelmeyelim. Türk-Kürt kavgasını körüklemeyelim. Emperyalizmin istediği iç savaşa karşı çıkalım.”
Emperyalizme çok karşıymış gibi gözüken ama Türklerin birliğini engelleyen ve dolayısıyla aslında emperyalizme hizmet eden bu tezlere karşı çıkmak gerekiyor.
Emperyalizm iç savaş körüklemez, iç savaşta taraf olur
Öncelikle emperyalizmin iç savaşlar körükleyerek hakimiyet sağladığı paradigmasıyla hesaplaşmak gerekiyor.
Emperyalizmin dünyanın belli bölgelerinde iç savaşlar çıkardığı doğrudur. Bu iç savaşların çıkmış olması, emperyalizmin işine de gelmiş olabilir. Ama bir başka gerçeği daha unutmamak gerekiyor. Emperyalizm, çıkan iç savaşları “Yaşasın, ben bu ülkeyi böldüm” diye ellerini ovuşturarak izlemez. Çokça propagandası yapıldığı gibi iki tarafa silah satarak kazançlı çıkmaz.
Emperyalizmin dünya çapında yayılma stratejisi iç savaşlarda silah satmak değil, iç savaşlar yoluyla kendisine tam ya da yarı bağımlı bölgeler yaratmaktır.
Irak bu açıdan önemli bir örnektir. Saddam döneminde Sünnilerin ve Şiilerin, Arapların ve Türkmenlerin beraber yaşadığı Irak, bugün yoğun bir iç savaş yaşamaktadır. Ancak emperyalizm bu iç savaşı “Bakın nasıl da birbirlerine düşürdüm” diye izlememektedir.
Emperyalizm Irak’ta yaşanan iç savaşı körükleyendir, doğru. Ancak bu iç savaşta taraf tutmaktadır: Emperyalizm açık bir şekilde Kürtleri desteklemektedir. O kadar ki, Irak Cumhurbaşkanlığına bir Kürdü, Talabani’yi getirmekten geri kalmamıştır.
ABD, bununla da yetinmemiş, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti için düğmeye basmıştır. Bu bağlamda, yıllardır birbiriyle savaşan Kürt aşiretlerini de barıştırmıştır. Kısacası emperyalizm, Irak içinde bir iç savaşı körüklerken, Kürtler arasındaki savaşı durdurmuştur.
Görüldüğü üzere, bir iç savaşın yaşanıyor olması emperyalizm için tek başına yeterli değildir. Bu iç savaşta emperyalizmin desteklediği bir etnik ya da dini unsurun hakim çıkması da gereklidir. Halbuki, “Aman iç savaş çıkmasın, emperyalizm iç savaşlar körüklüyor” tezlerinin dayanak noktası emperyalizmin her türden milliyetçiliği ve ırkçılığı körükleyerek halkları birbirine düşürdüğü şeklindedir.
Ancak, Irak örneğinde böyle olmadığı ortadadır. Emperyalizm Sünni direnişçi grupları desteklememektedir.
Kerkük’te Kürtleşmeye direnen Türkmenleri de kesinlikle desteklememektedir.
Aksine, ABD ordusu, bir yandan Kürtleri silahlandırıp Peşmergelere tank bile verirken, diğer yandan Telafer’de Türkmenleri, Bağdat’ta Arapları katletmektedir.
Kerkük’teki Kürtleri silahlandıran ABD, Arap ve Türkmenlerin ise şehri terk etmesini istemektedir.
ABD, Irak’ta bütün etnik unsurları birbirine düşürme amacıyla kışkırtmamakta ve tümünü birden desteklememekte, tersine, Kürtlere dayanan bir iç savaş örgütlemektedir.
Yani ABD Irak’ta tarafsız bir iç savaş kışkırtıcısı değil, taraflı bir saldırgandır.
Aynı şekilde iç savaşlarda her iki taraf da emperyalizmin tuzağına düşmüş olmamaktadır. Taraflardan biri emperyalizmin desteğini alıyorsa, karşı taraf da aslında antiemperyalist bir savaş vermeye başlamaktadır. Dolayısıyla iç savaş taraflardan biri için antiemperyalist savaşa dönüşmektedir.
Kurtuluş Savaşı döneminde yaşanan Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşı
Bugün Irak’ta yaşanan iç savaşın ve o çok korkulan Türk-Kürt iç savaşının benzeri, bu topraklarda önce Türklerle Ermeniler, sonra da Türklerle Yunanlılar arasında yaşandı.
O günleri hatırlamak bugünleri daha iyi anlamak için gereklidir.
Bu noktada bir iç savaş tanımı yapmamız gerekiyor. İç savaş, iki ayrı devlet arasında yaşanmayan savaştır. Yani savaş çıkana kadar aynı devletin vatandaşı kimliğini taşıyan, belki aynı köyde, aynı mahallede iç içe yaşayan insanların etnik ya da dini temelde ayrışarak birbirleriyle savaşmasıdır.
Yani iç savaş aynı ülkenin vatandaşlarının birbirlerine düşmesidir.
Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan Türk-Yunan savaşı bu anlamda bir iç savaştır. O güne kadar Anadolu’da Türklerle kardeşçe yaşayan Rumlar büyük bir ihanet göstererek savaşta Yunanlıların tarafında yer almıştır.
Anadolu’da Yunan işgali bilindiği gibi 15 Mayıs 1919’da İzmir’de başladı. Ve başından itibaren Rumların yoğun desteğini arkasına aldı. Türklerin “kardeş” bildiği Rumlar, Yunan işgaliyle birlikte aslında ne kadar “kalleş” olduklarını gösterdi. Türk düşmanlarının kendilerini güçlü hissettikleri anda sandıklarda sakladığı silahlarını çıkarıp Türklere saldıracağı böylece görülmüş oldu.
İzmir’in işgali Rumlar tarafından coşkuyla kutlandı. İşgalin hemen ertesinde çıkan bir Rum gazetesinde şöyle yazılacaktır:
“Bu, adeta kalplerin, çiçeklerin ve bayrakların büyük bir bayramı oldu. Bütün Yunan filosu orada, kilise çanları bütün hızları ile çalınıyor, askeri mızıkalar vatan marşları çalıyordu, gemi düdüklerinin feryadı, şevk ve neşe çığlıklarına karışıyor. Metropolit ve papazlar, kurtarıcı sancaklar önünde diz çöküyorlar ve ağlayarak, dualar okuyarak onları öpüyorlardı. Askerler ve deniz silahendazları kendilerini kolları üstünde taşıyan ve çiçek yağmuruna tutan, sevinçten sarhoş olmuş halkın önünden geçiyorlar, beşyüz yıl esirlikten sonra İzmir yeniden eski Yunan hürriyetine kavuştu.”
Yunanlılar İzmir’le yetinmeyecek, bütün Ege Bölgesi’ni Sakarya ve Eskişehir’e kadar işgal edecektir.
Rumların bu işgale desteği ise limanlarda bayrak sallamaktan öteye geçecektir. Yerli Rumlar, Yunan ordusuna rehberlik edecek, Türk köylerini basan Yunan ordusuna gönüllü Yunan çeteleri destek olacaktır.
Rum-Yunan-Pontus zulmünün boyutları
Türklere yönelik bu zulüm Yunanlılar denize dökülene kadar sürecektir.
Yunan zulmü boyutsuzdur.
Bütün boyutuyla anlatmak bu derginin sayfalarını aşar. Bir örnek olarak Hasan İzzet Dinamo’nun Kutsal İsyan isimli değerli eserinin ilk cildinden bir bölüm aktarmakla yetineceğiz. Yunan zulmünün ne kadar insafsız olduğunu merak edenler daha ayrıntılı bir okuma için bu kitaba başvurabilirler:
“Rum rehberleriyle birlikte iki makineli tüfek ve dokuz Yunan eri, Karamandıra köyüne girmiş, halktan iki bin altın istemişti. Bu parayı köyün ağası Hacı Mustafa’nın getirmesini isteyen erler, onun direnmesine kızarak sakallarını tutuşturmuşlardı. Kafası kızarak çılgına dönen Hacı Mustafa, Yunanlılara büsbütün karşı durmuş, bunun üzerine adamcağızı kurşunla delik deşik etmişler, sonra da hınçlarını alamayarak onun karısına, kızına saldırmışlardı. Kızın ırzına geçmişler, sonra boynuna bağladıkları bir ipi ahırdaki atın kuyruğuna bağlayarak hayvanı süngüyle dürtüp yaralamışlar, hayvan can korkusuyla kaçıp giderken kızcağızı parça parça etmişti.
Yunanlılar sonra köyün bütün erkeklerini bacaklarından birbirine bağlayarak baştan başa köyü dolaştırmışlar, bu sırada da onları kırbaçla, sopalarla durmadan dövmüşlerdi. Bu arada işin daha çok tadını çıkarmak isteyen erler, birçok erkeği kurşunlayarak öldürmüşlerdi. Direnen Çiftçi Emrullah, büyük işkencelerle öldürülmüştü. İlk önce sokaklarda kırbaçlanarak yürütülmüş, sonra kaba etlerine kasatura sokulmuş bütün parmakları bire birer kesilmiş, gözünün biri de oyulduktan sonra başı gövdesinden ayrılarak bir ağacın çatalına konmuştu.”
O günlerde Türkiye’de bulunan ünlü tarihçi Arnold Toynbee de Yunan vahşetine tanık olmuştur. Bir mektubunda Yunan zulmünün başvurduğu insanlıkdışı “yöntem”leri şu şekilde sıralamaktadır:
“Tırnak sökmek, un çuvalına sokarak dövmek, çuvala koyup suya atarak boğmak, ağaca asarak kasap gibi parça parça etmek, diri diri kendilerine kazdırılan çukura gömmek, gözleri oymak, kulak kesmek, kol-bacak kesmek, camiye doldurup yakmak, evlerde soygun, silahı kurbanın eline verip kendi kendini öldürtmek, dağa kaldırmak, ırza geçmek, kadın memelerinden kebap yapmak, kadınlara zorla kesilmiş erkek cinsel organlarını çiğnetmek, çocukların ana babalarına zorla tecavüz ettirilmesi, kurşuna dizmek, kadınların edep yerlerine bomba koyup patlatmak, Kuran’a tecavüz, kızgın demirle dağlamak, boğaza, kulağa, gözlere erimiş kurşun dökmek, tabanları yarıp yaraya tuz basarak yürütmek, tabanlara nal çakmak, vb.”
Rumların ihanetinin bir başka örneği ise Karadeniz bölgesinde yaşanmıştır. Samsun, Ordu ve Giresun’da İngiliz desteğini alan Rumlar Pontus Devleti’ni kurabilmek için Türk köylerine baskınlar düzenlemeye başlamıştır. Senaryo aynıdır. Bölgedeki Türk köylüleri korkutulacak ve kaçırılacaktır. Böylece bölgede Rum çoğunluğunu sağlayarak Pontus Devleti için uluslararası kamuoyu oluşturulacaktır.
Rumların bu ihanetinin boyutu hakkında kesin rakamlar maalesef yoktur. Ancak bir fikir vermek için toplam Türk nüfusu o dönemde 10 bin olan Bandırma ve yöresindeki Yunan zulmü için şu rakamları verebiliriz: Ölü: 890, yaralı: 1.219, dayak ve işkence: 2.228, ırza tecavüz: 207, yakılan ve yıkılan ev sayısı: 3.134, öldürülen hayvan: 18.243.
Yani her 10 Türk’ten biri öldürülmüş, neredeyse bütün Türk evleri yakılıp yıkılmıştır!
Üstelik bu bilanço Yunan işgali dönemiyle sınırlı değildir. 1820 yılından itibaren Yunanlıların bağımsızlıklarını ilan etmeleriyle birlikte, özellikle Balkan Savaşı döneminde bugünkü Yunanistan sınırı içinde on binlerce Türk öldürülmüş, çok daha fazlası yerinden ve yurdundan sürülmüştür.
1800’lü yılların başından itibaren Balkanlar’da yaşananlar büyük bir iç savaştır. Ama bu iç savaşta da yıllar sonra Anadolu’da yaşanacağı gibi Türklerin arkasında hiçbir emperyalist destek yoktur. Yani ortada bir “emperyalistlerin kışkırttığı etnik unsurlar arası savaş” değil, Türklerin aleyhinde her tür etnik unsurun emperyalistler tarafından silahlandırıldığı bir istila hareketi söz konusudur.
Rusya’nın Ermenileştirme politikası
Anadolu’da 1800’lü yılların başlarından itibaren yaşanan Türk-Ermeni savaşı da bir iç savaş olarak nitelendirilmelidir. Ve bu iç savaşta emperyalizm başından itibaren Ermenilerin yanında yer almıştır. Yani pek çoklarının ağzına sakız ettiği “emperyalizmin iç savaşın iki tarafına da silah satarak savaşın kesin galibi olma” gibi bir durum söz konusu değildir. Emperyalizm net bir şekilde Ermenileri desteklemiş, gerek silah ve mühimmat yardımı, gerekse barış toplantılarındaki “diplomasi” yardımıyla Anadolu’da yaşanan ve on binlerce insanın ölümüne neden olan bu iç savaşta açıkça Türklerin karşısında yer almıştır.
Halbuki, 1800’lü yıllara gelininceye değin Türklerle Ermeniler arasında hiçbir etnik sorun yaşanmamıştı. Ermeni-Türk Savaşı Rusya’nın Kafkaslar’a inmesiyle birlikte başladı. Rusya, önce Kafkaslar’ı sonra da Anadolu’yu Türklerden “arındırmayı” hedef olarak belirlemişti. Yüzlerce yıllık Türklük geçmişi olan bu bölgeler Ermenilerin desteğiyle Rus hegemonyasına alınacaktı.
Bu bağlamda 1820 yılından itibaren Rusya, Kafkaslar’a yönelik yoğun bir Ermeni göçü organize etti. Rusya’nın ve Kafkaslar’ın çeşitli bölgelerinden Ermeniler adım adım bu bölgeye yerleştirildi. Bir yandan da, o yıllara değin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bugünkü Ermenistan’da büyük Türk katliamları yaşandı. 1870’lere gelinene dek 200 bine yakın Kafkas Türkü öldürüldü. Bir o kadarı da Anadolu’ya ve bugünkü Azerbaycan’a kaçmak zorunda bırakıldı.
Doğu Anadolu’da Ermeni terörü
1870’lere gelindiğinde Kafkaslar’da tamamen kontrolü eline geçirmiş olan Rusya, Doğu Anadolu’ya yöneldi. 1877-78 Türk-Rus Savaşı’nı Rusya’nın kazanması üzerine Doğu Anadolu’daki Türklere yönelik Ermeni terörü başladı.
Ermeniler Taşnak ve Hınçak gibi örgütler kurdu ve Türk köylerine baskınlar düzenlemeye koyuldu. Amaç ortadaydı. Türkleri Doğu Anadolu’dan göçmek zorunda bırakmak ve bölgede Ermeni nüfusunun çoğunluk olmasını sağlamak.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına değin Ermenilerin yürüttüğü bu sindirme, kaçırma politikasının Türkler açısından faturası ağırdı. On binlerce Türk köylüsü bu “iç savaş”ta öldürüldü.
Fransızlar ise Adana bölgesindeki Ermenileri örgütlemeye başlamıştı. Bu bölgedeki Ermeni saldırıları Fransız yardımlarıyla gerçekleşiyordu. 1909 yılında Ermeni çeteleri Adana’da onlarca Türk köyünü basarak yüzlerce Türk’ü öldürdü.
Ermeni saldırıları, Türk köylerinin basılması ve çoluk çocuk demeden herkesin öldürülmesi ve köylerin yağmalanması şeklinde gerçekleşiyordu. Yüzlerce örneği bulunan bu saldırılardan ilkini burada aktarmakla yetineceğiz. Ermeni terör örgütü Taşnak ilk saldırısını 25 Temmuz 1879’da gerçekleştirir. 750 kişilik bir kuvvetle Ermeni çeteleri Başkale’de bir Türk köyüne baskın düzenler. 250 hanelik köyün bütün sakinleri öldürülür ve mallarının tümü yağmalanır.
Doğu Anadolu’daki bu Ermeni saldırıları Birinci Dünya Savaşı’na kadar sistemli bir şekilde devam eder. Maraş, Merzifon, Kayseri, Yozgat gibi şehirlerde Ermeniler ayaklanırlar. Tabii bu ayaklanmalar gözü dönmüş Ermeni çetelerinin Türk köylerini basarak gördükleri herkesi öldürüp mallarına el koyması şeklinde gerçekleşmektedir.
1. Dünya Savaşı’nda Ermeniler Türk Ordusu’nu arkadan vurdu
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Ermeni zulmü artarak devam eder. Rus orduları Van, Bitlis ve Muş’a doğru ilerlemektedir. Bir yandan da bu illerdeki Ermeniler gizlice silahlandırılmaktadır. Plan gizli ve sinsidir. Ruslar bu şehirlere saldırdığında, Ermeniler de eşzamanlı ayaklanacak ve Osmanlı Ordusu’nu arkadan vuracaktır. Türkler iki ateş arasında kalacaktır.
Ermeni köylerinde “Dayanın, kurtarıcı Rus ordusu bize yaklaşıyor. Kaleye Ermeni bayrağının dikileceği gün pek yakındır” yazılı bildiriler dağıtılmaktadır.
Ermenilerin ilk sinsi saldırısı 8 Nisan 1915’te gerçekleşir. Van’da Osmanlı Ordusu’nun cephane deposu olan Mahhudaya Kışlası’na 400 metrelik bir tünel kazarak ulaşan Ermeniler, Rus saldırısının başlamasından bir gün önce, cephaneliği patlatırlar. Daha sonra Van’daki bütün Ermeniler ayaklanır. Böylece Osmanlı Ordusu arkadan vurulduğu gibi, Van’da direnen Türklerin başka illerden destek alması da engellenmiş olur.
Van’ı ele geçiren Rus General Nikolayef raporunda şöyle diyecektir:
“Bir ay süren Ermeni silahlı mukavemeti sayesinde Van’ı işgal ettik. Türk mahalleleri haraptır. Fakat Ermeni mahallesiyle Rus Konsolosluğu ayakta durmaktadır. Halk bizi Türklerden yağma ettiği toplarla selamladı. İdareyi Ermenilere verdim. Mukavemet kahra-manı Aram Manukyan’ı vali tayin ettim.”
Rus generalin raporundaki bir gerçeğe dikkat çekmek istiyoruz. Van’da yaşanan aslında bir iç savaştan da öte, Ermenilerin Ruslarla birlikte Türklere saldırısıdır. Çünkü, Türk köyleri harapken Ermeni köyleri sapasağlam ayaktadır.
İç savaş mı, Türklere karşı istila hareketi mi?
Bu istila hareketi Anadolu tamamen Türklerden arındırılıncaya kadar sürecek gözükmektedir. 1800’lerin başından itibaren Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’da, daha sonra Maraş-Antep yöresinde, sonra Kıbrıs’ta, sonra Musul-Kerkük’te yaşananlar bu bağlamda ele alınmalıdır. Türklerin yaşadığı geniş Osmanlı coğrafyası son 200 yılda emperyalistlerin desteklediği iç savaşlar sonucu adım adım Türklerden “arındırılmıştır.” Yaşananların Türkleri Anadolu ve civarından püskürtme amaçlı bir istila hareketi olduğunu görmek gerekiyor.
İşin ilginci, tüm bu süreçte yaşanan savaşların hiçbirinde emperyalistler Türklerin tarafında yer almamıştır. Bütün savaşlarda Türkler, bütün emperyalist devletlerin ortak düşmanıdır.
Bugün ise bu istila hareketinin operasyonel gücü olarak Kürtler kullanılmaktadır. Üstelik sadece Türklere karşı değil, Araplara ve İranlılara karşı da.
Dün işgal ordularını Ermeniler ve Yunanlılar ellerinde bayraklarla karşılıyordu.
Bugün bunu Kürtler yapmaktadır. Irak’ı işgal eden ABD kuvvetleri Irak’ta bir tek Kürtler tarafından çiçeklerle karşılanmıştır.
Ancak biz Türkler açısından durumun daha avantajlı olduğunu görmemiz gerekiyor. O dönem emperyalizmin kullandığı Yunanlılar ve Ermeniler ne olursa olsun tarihsel köklere sahip milletlerdi. Ve yaşanan iç savaşın aslında bir zemini bulunuyordu. Osmanlı’nın Anadolu’ya hakim olduğu yüzyıllar boyunca Ermenileri ve Rumları asimile etmemiş olması bir hata mıdır değil midir başka bir tartışma konusudur. Ancak, sonuç olarak Anadolu’da bir Rum ve Ermeni varlığından bahsetmek gereklidir.
Şunu da eklemek gerekir ki, 1800’lerin başından itibaren yaşanan iç savaşlar Rumlar ve Ermenilerle Türkler arasında bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Türkler 1919-1922 yılları arasındaki savaşlardan galip ayrılmıştır. Zaten Anadolu’daki varlığını da bu sayede devam ettirebilmiştir.
Ancak Türk-Yunan ve Türk-Ermeni savaşlarından çıkarılması gereken bir başka ders ise, Rumların ve Ermenilerin ancak ve ancak kendilerini güçlü hissettikleri anda yani emperaylist işgal sırasında saldırıya geçtiğidir. Ancak işgalin gerçekleştiği anda çok organize ve silahlı bir şekilde başlayan iç savaşlar Rumların ve Ermenilerin bir iç savaş için uzun süredir hazırlandığını göstermektedir. Türkler ise çıkan o iç savaşlarda gafil avlanmış, hazırlıksız yakalanmıştır.
Ancak “çoğunluk” olduğumuz için bu savaşlardan galip çıkmasını başarmışız.
Türk-Kürt savaşı nasıl engellenir?
Bugünkü duruma baktığımızda ise Kürtlerin ne Anadolu’da, ne Irak-Suriye’de ne de İran’da tarihsel bir birikimi bulunmadığını görüyoruz. Emperyalizm aslında son kozlarını oynamakta. O yüzden bu son istila hareketini def etmek daha kolay. Bugün Kürt kimliğiyle karşımıza çıkanların aslında emperyalizmin kanlı istila hareketinin piyonları olduğunu ortaya koyabilirsek, sorunu baştan çözmüş oluruz.
Bugün olası bir Türk-Kürt savaşını engellemenin ve daha önce Rumlar ve Ermenilerle yaşanan kötü deneyimlerin tekrarlanmamasının tek yolu Türk’ten, Arap’tan ve İranlıdan ayrı bir Kürt kimliğinin engellenmesidir.
Bugün karşımıza Kürt kimliğiyle çıkanların yarın bir iç savaşta Türk köylerini basan çetelere dönüşeceği tarihsel deneyimlerimizle sabittir.
O acı günleri yaşamak istemiyorsak, İzmir işgal edildiğinde sokaklara dökülen Rumlara şaşkınlıkla bakan İzmirli Türkler gibi olmayalım.
Önlemini şimdiden alalım. Ülkeyi bir iç savaşa götürecek olan Türk-Kürt ayrımını ortadan kaldıracak Atatürk çözümünü uygulayalım: “Türkiye Türklerindir” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene! ”
Bir iç savaşı engellemenin tek yolu, iç savaşın taraflarından biri olacak Kürt kimliğinin güçlenmesini engellemektir. Bu, aynı zamanda en barışçı yöntemdir.
ben... ;)
soylari medlere dayanan bir milettir
Sorun
kürt asıllı dindar bir müslüman olarak kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinden yanayım
once bir haritaya bak,
van ve hakkarinin hemen dogusu,iran azarbeycanin baslangic noktasidir,
iranla olan tum sinirimiz vede kerkuk un dogusuna kadar,iran azarbeycanidir.
ikiye ayrilir,sarki ve garbi azerbaycan olmak uzere,garbi azerbeycan en onmeli sehri urmiyedir,vede turktur.
hakkariye komsudur,turkler her zaman orta dogunun bir parcasi olmustur,tarihin her doneminde
turk milletinin kokeni,kurdugu medeniyet ler hakkinda,binlerce eser var acip okursan,anadolu turklerinin kokeninin cokta uzaklarda olmadigini gorursun,
anadolu turkleri selcuklu kokenlidir,selcuklular irandan anadoluya goc etmis bir toplumdur
bu anlattiklarim islamiyet sonrasi,islamiyet oncesi turk izlerinide anadoluda ve avrupada gormek mumkun
Turklerin Batiya gocu milattan once 7000 de baslar,
1071den once de sonrada herzaman anadoluda turk vardi,
Bizans toplumu degisik etnik grublardan olusuyordu,,
pecenek,kipcak,cuman,tatar,avar askerleri bizans ordusunda vardi 1071 de
malazgirt savasinda bu askerlerin bir kismi Turklere karsi savasmak istememis,tatarlarda savas sirasinda geri cekilmistir,
geri kalan turk boylari hiristiyanligi secerek tamamen asimile olmuslardir,kumanlar gibi
bugunku romanyada,bulgaristanda,hala kumanlardan kalma soyadlari vardir kumanov,sehir adlari mevcuttur
turklerin avrupadaki diger varligi gokturk alfabesidir,orhun yazitlari bulundugu zaman arkeologlar avrupalilara ait kalintilar zannetmisler fakat incelendiginde turkce oldugu ortaya cikmis,bu alfabe avrupali cogu halklar tarafindan kullanilmisti
bir ornek vereyim
gecenlerde prof Dr.Alberto Piazza Torino Üniversitesi'nin son 4 yıl içerisinde yaptığı çok yönlü araştırmaların sonuçları açıklandı
İtalyan araştırmacı 30 Etrüsk mezarından alınan DNA'ların daha önce
Ferrara Üniversite sinde araştırıldığı ve buna benzer bir sonuçla bu uygarlığın köklerinin Anadolu'da filizlendiğin ortaya çıktığını
hatırlatarak ' ' Özellikle Etrüsklerin yoğun yapılandığı ve yaşadığı Siena'ya bağlı Murlo kasabasında yaşayanların DNA
testlerinin sonuçlarına göre kanlarında normal bir İtalyan'dan çok Türk kökenlilerinkine benzer kanların bulunduğuna rastladık. Bu
bakımdan tezimizin yüzde yüz olmasa bile buna yakın doğru olduğuna inanmaktayız.'dedi
bu arastirmayi yapan bir italyan bilim adami,
sifirdan bir millet yaratildi olmayan tarihiyle, olmayan topragiyla....
bati (ozellikle fransiz) dis siyasetinin buyuk bir zaferidir bu
neredeyse sumerlileri KÜRT yapacaklar,
sumerliler ortadogu kokenli bir millet degildir,orta asya kokenlidir,kullandiklari dil turkceye benzer bitisikli bir dildir,
urartular ermenilere aittir,
kurtce yazili ilk eser,arap alfabesi ile 800 yil oncesine kadardir,
kurtcenin kendine ait bir alfabesi olmamistir
kurtlere ait herhangi bir medeniyet yoktur,
Bazıları kürtlerin mezopotamya uygarlıklarıyla uzaktan yakından ilgileri olmadıgını söyler ewet canım kürtler gökten zembille indi cünkü :))) Sadece gülümsüyorum :))
Kuzey ırak, Güney ve Doğu anadolu biraz suriye azıcık iran
Alın bilmeyenlere biraz bilgi verelim bunlar doğrudan Kürt tarihçilerin anlatığı Kürdistan tarihidir.Ve bugün kürtlerin olaylara nasıl baktığını göstermektedir.
Evrensel tarih, Kürtlerin kökenini ve insanlık sahnesine çıkış dönemini milattan binlerce yıl öncesine dayandırıyor. Rus tarihçi Lazarev; Kürtlerin etnik ataları olan halkları 3–4 bin yıllarının sonlarında ön Asya da tarih sahnesine çıktıklarını belirtir. Bunlar Huriler, Lulubalar, Kassiler, Karduklar ve bazı boylardır. Yazara göre Kürt adı 3–4 bin yıllarında ortaya çıkmıştır.
M.Ö 1. bin yılın Ortalarından itibaren Kürtlerin dolaysız atalarından söz edebiliriz. Kürt etnik sentezinin ilk kaynağı Kuzey Mezopotamya da yani çağdaş Kürdistanın tam merkezinde bulunmaktadır.8 bin yıl önce varlığını 600 yıl sürdüren Halaf kültürü bu topraklarda çağdaş Kürdistanın Suriye’de kalan toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır.
Yunanlı komutan Ksenefonda M.Ö 5. yüzyılda yazdığı “Anabasis” kitabında Kürtlerin varlığından yaşam biçimlerinden söz eder. Bu saptamaya göre Kürtler sayısız soykırıma, tehcire ve savrulmalara rağmen direnerek etnik yüzünü koruyup günümüze kadar gelen nadir halklardan biriydi. Başka bir anlatımla Ortadoğu’nun “Otoktan”(yerli) halklarından kendi topraklarında hayat bulan bir halk olarak tanımlanır. Sümer tabletleri incelendiğinde Kürtlerin Mezopotamya’nın yerli halklarından olduğu tezi daha ağırlık kazanmaktadır. Bu temelde neolitik toplumu üzerinde durmak daha çözümleyici olacaktır.
Kürt tarihinin düğümü neolitik toplumdadır. Kavram olarak neolitik toplumun çözümlenmesi ve bu çağda yaşayan Kürtlerin prototiplerinin belirlenmesi tarihin aydınlanmasında kilit rol oynayacaktır. Bugün dahi neolitik toplum özelliklerini Kürtlerde görmek mümkündür. Neolitik toplum tarihte ilk defa yaklaşık olarak M.Ö 12 bin den beri, Toros-Zagros dağ sisteminin iç ve dış çeperlerinde ovayla dağlık alanların birleştiği ve su kaynaklarına yakın tepelik bölgelerde gelişim gösterdiği kanıtlanmaktadır. Bu bölge aynı zamanda buzul dönemi boyunca üç kıtanın birleştiği bir alan olup Afrika’nın doğusundan çıkan insan türünün tüm dünyaya en güvenilir yayılma alanı olarak burayı seçtiğini göstermektedir. Buda Mezopotamya’nın coğrafik ve iklim şartlarıyla yakından bağlantılıdır. Uygun beslenme, iklim ve güvenlik bunda temel rolü oynar. Tarihin en büyük devrimi M.Ö.11 bin yıllarında Batmanın Çeme Hallone, Ergani’nin Çeme koteber ve Urfanın birçok toprak tepesinde yerleşime tarım ve hayvancılık devrimi, tarihin çarklarını olabildiğince hızlandırmıştır.
M.Ö 6 bin yıllarına doğru neolitik kültür bu bölgede yaygın olarak kurumlaşmaktadır. İlk başarılı örnekleri Tel Khalet yerleşim yerinden ötürü bu döneme Tel Khalat kültürü denilmektedir. Bu kültür M.Ö 4 binlere kadar başat rolü oynamaktadır. İnsanlığın en köklü adımının uygarlığı doğuracak tüm icatların bu alandaki kültür tarafından yaratıldığı gözlenmektedir.
Neolitik çağ, süre ve kapsayan itibariyle insanlığın ruh ve zihniyet yapısını oluşturan en temel dönemidir. İlk düşünce kalıpları ruhsal yüceliş, bilgilenme, yönetme, toplum olma bilinci, Tanrı kavramına ulaşma gibi temel ideolojik unsurlar bu dönemde büyük gelişme sağlar. Din ve mitoloji bütün temel kavramların kaynağını bu dönemin koşulları oluşturmaktadır.
Din ve mitoloji, aslında toplumun bu büyük devrimsel gelişen zihniyet yansımaları olarak kimlik kazanmaktadır. Güçlü ana kültürü bu dönemin diğer bir özelliğidir.
Tarihe damgasını vuran neolitik toplum kültürü orijinalini bu bölgede bulunmaktadır. Daha sonra ise diğer bölgelere yayılmaktadır. Yayılma ise fizik göçlerden ziyade kültürel olmaktadır. Bu kültürel yayılma daha sonra yayıldığı bölgelerdeki kültürlerle de büyük benzerlikler taşıdığı kanıtlanmaktadır. Kültürel yayılma sadece maddi üretim tekniğiyle sınırlı değildir. Özellikle Hint-Avrupa dil grubunun esas kaynağının, bu büyük devriminin gerçekleştiği Dicle-Fırat havzasının yukarı kısımları olduğu kanıtlanan diğer bir gerçekliktir. Aryan dil ve kültür grubu M.Ö 11.bin yıllarında şekillenmeye başladığı ve bu kültür oluşumuna kaynaklık eden ise tarım ve hayvancılık devrimidir. Bu bölgede Kürtçe lehçelerinde kullanılan birçok kelime kaynağını bu dönemde ve bu zamanda oluştuğunu göstermektedir. Aynı zamanda belirtilmesi gereken diğer husus ise Neolitik toplumu yaratan, dıştan gelen bir kültür veya fiziki topluluk olmayıp, bölgede en eski dönemlerden beri yerleşik olan kültür ve yaratıcı olan yerli gruplardır.
Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin atalarına ve analarının, tüm bu tarihi dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğu gösterilmektedir. Sümerlere kadar ki bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto- Kürtler demekte mümkündür. Diğer birçok dil devletin resmi dili haline gelmesine rağmen lehçeler arasındaki farklılık oldukça derindir. Ama aynı durum Kürtler için söz konusu değildir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır. Burada belirleyici etken, neolitik devriminin uzun süreli dil ve kültür gücünden ileri gelmektedir. Diğer yandan bu devrim Proto-Kürtlerin ve Kürtlerin fazla yer değiştirmedikleri, yerleşik kaldıkları böylelikle kültürel ve dilsel saflığını uzun süre korudukları anlamına gelmektedir. Belirtilmesi gereken bu anlamdaki diğer bir husus ise kültürel veya dilsel aktarımın nesilden nesile aktaran ananın belirleyici rolü olmasında ileri gelmektedir. Kürtlerde de bu durum fazlasıyla yaşanmaktadır. Dört bin yıl önceki ezginin içeriği ve melodisi bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmektedir. Gerek Gılgameş Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçeği doğrulamaktadır. Yine Sümer inanna ve Akadrası olan aynı tanrıça İştarın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı daha sonrası “en yüce ve büyük” anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır. Ayrıca tüm araştırmalar neolitik dönemde tanrı veya tanrıçaların yıldızlarla simgeleştirdiğini göstermektedir. Kürtçe de Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıktıklarında yıldızlarla simgeleştirilmesi Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir.
Neolitik topluma Kürtlerin başat rolü ortadadır. Ama tüm halkların emek tarihi hakkıyla yazılmamıştır. Egemen sömürücü güçler tarafından yok sayılmış veya çarpık yansıtılmıştır. Kürtlerde bundan nasibini fazlasıyla almıştır. Tarihi siz yaratacaksınız, uygarlığın başlatıcısı olacaksınız ve yok sayılacaksınız inanılmaz bir çelişki. Sanırım Kürtlerin eğer suç sayılacaksa tek sucu uygarlığa olan bu katkısının tarihe yazdırmamasıdır.
Tarihin yazılı olarak başladığı MÖ yaklaşık 3 binli yıllar döneminde, tarih sahnesinde başta gelen bir rolü Kürt asıllı topluluklarının oynadığı, Sümer yazılı belgelerinde güçlü bir biçimde anlatılmaktadır. Sümerlerde bu topluluklara Horrit, Guti, Kassit, Mitaniler gibi adlar takmışlardır. Etimolojik olarak incelendiğinde bugünkü Kürtlerin atalarından bahsedildiği çok açıktır. Kısaca bu Kürt asıllı topluluklara bakmak yerinde olacaktır. Çünkü Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağ yaratıcı Horritlerden aldıkları rahatlıkla görülmektedir. Temel bilgi ve mitolojik kavramları da daha fazla bu kültürden alınmıştır. Sümer dil yapısındaki bir çok ön ek ve dişil öğede bu kültürden alınmadır. Birçok Sümer destan ve şiiri, içerik ve biçim olarak, bugün bile Kürt aşiret kültüründe varlığını sürdürmektedir. Bir Dervişe Abdi destanı uyarlaması, kaynağını MÖ 2.bin yıllarda yazılan Sümer tabletlerinde bulmaktadır. Aynı Sincar bölgesinde meçhul bir kız tarafından Gıro olarak adlandırılan anonim bir halk kahramanı adına seslendirilmektedir.MÖ 2000 ‘lerde yazılan Gıro şiiriyle, bugünkü Dervişe Abdi Destanı, söz ve biçim olarak çarpıcı bir benzerlik arz etmektedir.Dolayısıyla bu toplulukları incelediğimizde Sümerlerle bu topluluklar arasındaki ilişkiyi daha net bir biçimde görebiliriz.
Anadolu Hitit İmparatorluğu ile Sümer ardılı Babil-Asur İmparatorluğu arasındaki Yukarı ve Orta Mezopotamya ‘nın (Luwice Gondwana,Sümerce Hurrit=yüksek memleket) zengin maden yatakları ve doğu-batı geçiş noktasında yer alması,ayrıca tarım ve hayvancılığın en verimli sahalarına ve doğal sulama gibi bir iklime sahip olması,onun adeta tarihin “doğuran anası”,büyüten beşiği rolünü kaçınılmaz kılmıştır.Bu özelliği aynı zamanda dört taraftan ve sürekli istila ve talan alanına dönmesine yol açmıştır.Uygarlık doğuran temel alan olmasına rağmen,merkezi yapılar ve kurumlara kalıcı olarak sahip olmaması da bu özellikleriyle yakından bağlantılıdır.Tampon bir geçiş bölgesi olmaktan kurtulamamaktadır.Halbuki günümüze kadar buradan beslenmeyen uygarlık yok gibidir.Bu özelliği,onun günümüzde dilini bile hayvan sesi kadar özgürce kullanamamasının nedenini de izah etmektedir.
Bu alandaki etnik yapılar M.Ö 6000’den beri bilinmektedir. Tarım devrimini merkezleri,Dicle ve Fırat’ın kollarıyla birlikte çıktığı dağların ova kesimleriyle birleştiği noktalarda ortaya çıkmışlardır.Yüzlerce tümsekte yapılan kazılar bunu kesinlikle doğrulamaktadır.Hint-Avrupa dil grubunun temellerinin de bu tarım devriminin merkezlerinde oluştuğu hem etimolojik hem de arkeolojik kazılarla doğrulanmaktadır.Gelişim merkezleri olması alanın temel özellikleriyle birleşince, bu durum kabile ve aşiret düzenlerinin çok güçlü yapılar olarak şekillenmelerini beraberinde getirmiştir.Bu etnik yapısal özellikler etraftaki merkezileşmiş uygarlık güçlerinin istila ve işgal hareketleriyle birleştiğinde,bir uygarlık alanı olarak merkezileşmeye kolay kolay fırsat tanımamaktadır.
Bu genel yaklaşımın ışığında Hurri adlı benzer ve akraba bağları olan aşiretlerin M.Ö 2000–1500 yılları arasında bir konfederasyon teşkil ettiği, ama merkezileşerek Hititler kadar bir gelişmeyi sağlayamadıkları anlaşılmaktadır. Hurriler, Hititlerle ve toplumsal temellerini oluşturan Luwi ve Khaldi etnik gruplarıyla sürekli ilişki halinde olmuştur. Ticaret yoluyla Sümer, Babil ve Asur etkilerinin kuzey ve doğuya taşınmasında ilk halka rolünü oynamaktadır. Sümer uygarlığıyla komşulukları ve neolitiğin sahibi olmaları nedeniyle çok yakın akrabalıkları mevcuttur. Dil yapılarında ve birçok kelimede ortaklık söz konusudur. Bunun çok erken dönemde, daha sonra Sümerler kuruluş aşamasındayken geliştiği de kabul gören bir görüştür. Bir anlamda Sümer şehir alanlarıyla Hurri tarımsal alanları doğal bir ittifak durumunu yaşamaktadır. Tanrıça inanna mitolojisinde ve Gılgameş Destanında bu gerçeğin izlerine güçlü bir biçimde rastlanmaktadır. Yani Hurrilerin merkezi uygarlığa bir nevi Sümer’dir.Ayrı bir merkez kurma ihtiyacını güçlü bir biçimde duymamaktadır.Çünkü yanı başında bu ihtiyacı gören merkez dururken, yeni bir tane kurmanın gereği yoktur anlayışı oldukça güçlüdür.Günümüze kadar bu anlayışın izlerini güçlü bir biçimde yaşamaktayız.Oynayan rol,yanı başındaki merkezileşmiş siyasi güçlerin eyaleti,otonomisi,federesi olma biçimindedir.Bugün bu alanda yaşanan bu gerçekliğin daha tarihin başlangıç yıllarında bir temele dayandığı anlaşılmak durumundadır.
Gutiler daha çok da Sümerlerin doğusunda Zagros eteklerinde yaşayan diğer Aryen kökenli bir etnik gruptur. Sümer şehir devletlerinin iki başlı oldukları dönemde bir tarafın müttefiki olarak hareket etmektedirler. Semitik Akad Hanedanlığı’nın yıkılmasında bir kısım Sümer şehir devler yöneticileriyle yapılan işbirliği sonucunda kurulan ittifak temel rol oynamıştır. Burada tarih günümüze kadar bu tip ittifaklara sürekli tanık olacaktır. Guti’nin kelime manası da (Gud=öküz, sığır) bugünkü Kürtçe’de yer alan “öküz, sığır sahibi halk” anlamına gelmektedir. Sümerlerin sürekli bu tarz bir kavramlaştırma dil yapıları mevcuttur.
Guti Hanedanı yaklaşık M.Ö 2250-2150 yılları arasında yüz yıllık bir hanedanlık kurmuştur.Bu hanedan Sümer toprağında hüküm sürmüştür.Daha sonra yine bu sefer Semitik kökenli Amorit (Sümerce bu kelime ‘Batılılar’ demektir) gruplarla ittifak kuran bir kısım Sümer şehir yöneticileri bu hanedanlığı yıkmış ve sürmüşlerdir.
Kassitler, daha çok kuzey ve doğu dağlık alanlarından gelen bir nevi yoksul kır emekçileri olarak Sümer kentlerinde yaşayan bir kesimdir. Zaman zaman güçlerini birleştirerek hanedan değişikliğinde önemli rol oynamışlardır. M.Ö 1595’te Mitaniler ve Hititlerin Babil’i istilalarında Kassitlerin rolünden de bahsetmek mümkündür. Bürokrasi ve kültür alanlarında kendilerine göre bir ekol yaratmışlardır. Bunun izlerine İran kökenli vezirler olarak Abbasi İmparatorluğu’nda Barmekiler, Selçuklu İmparatorluğu’nda Nizam-ül Mülk’ün vezirliğinde tanık olmaktayız. Bu tip bürokrasi Kassitlere kadar gitmektedir.
Mittaniler, Hurri konfederasyon denemesinden sonra kurulan daha güçlü bir federasyon konumundadır.Habur çayının doğduğu yerde Wajukani adlı bir kent merkezine sahip olduğu, buradan çıkan tabletlerden anlaşılmaktadır.Hurri dil grubu konuşulmakta, ağırlıklı olarak orta Mezopotamya da,bugünkü Urfa, Mardin ve Şırnak bölgelerinde hüküm sürmektedir.M.Ö 1500-1250 yılları arasında yaşamıştır.Demiri kendi tekelinde tutmuştur.At yetiştiriciliğinde meşhurdur..Asur ve Hititlerle sürekli ve şiddetli bir çatışma ortamını yaşamıştır.En son Asur İmparatoru Salmanassar tarafından varlığına geçici olarak son verilmiştir.
Urartu (Sümerce, yüksek yerler memleketi) Van kıyısında merkezileşen önemli bir uygarlık parçasıdır. Khaldi ve Hurri etnik gruplarına dayanmaktadır. Khaldilerin giderek ağırlık kazandıkları anlaşılmaktadır ve Ermenilerin ataları olmaları yüksek bir ihtimaldir. Devletin daha çok kuzey bölgelerinde yaşamaktadırlar. Yüzlerce Hurrit kökenli aşiretlere dayandıkları, başlangıçtaki gevşek federasyonlaşmayı giderek merkezi bir devlete dönüştürdükleri görülmektedir. M.Ö 1000–700 yılları arasında yaşamışlardır. Maden yataklarına, at yetiştirme merkezlerine ve orman kerestesine sahip olduklarından, Asurların korkunç saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu dönemde savaş teknolojisi güçlü Asur kralları hiçbir halka aman vermedikleri gibi, karşılarında direnen tek güç olmaları nedeniyle Khaldilerin böylesine boy hedefi olmaları anlaşılır bir husustur. Tarihte ilk defa en uzun sulama kanalı (56 km uzunluğu) ve barajları kurma ustalığını göstermişlerdir. Elit tabakanın dili karışıktır. Sümer kutsal metinlerini okul sisteminde okutmaktadırlar. Asurca devlet dili arasında yer almaktadır. Her tarafta olduğu gibi Sümer uygarlığının ağır dil ve kültür yapısı etkinliğini sürdürmektedir. Aşiretlerin dili farklıdır ve yazıya konu olmamaktadır. Bu husus da günümüze kadar varlığını sürdüren bir bölge gerçekliğidir. Egemen ve işbirlikçi yöneticiler hakim dil ve kültürün taşıyıcıları iken, aşiretler daha çok yerel halk dil ve kültürünün taşıyıcıları konumundadırlar.
Urartulardan az sonra, bu sefer daha doğuda Gutilerin bir devamı gibi Babillilerle ittifak halinde hareket eden Aryen kökenli Med aşiretler federasyonu, M.Ö 625’lerde Asur İmparatorluğunu yıkar. Babil bir kez daha ve son olarak üstünlük kazanır. Medlerin gevşek federasyonu, yükselen Aryen-Pers kökenli Akhamenit Hanedanlığı için bir geçiş rolünü oynar. Med kralı Astiyag ‘ın yeğeni Kiros’un saray darbesiyle, siyasal otorite ilk defa Güneybatı İran’da yoğunlaşan Pers aristokrasisinin eline geçer ve kısa bir süre sonra M.Ö 550 yıllarında güçlü ve merkezi Pers İmparatorluğu’nun kuruluşuyla sonuçlanır.
Kürtler kendi yurtlarının yerlisi olup, ekip biçmeyi, hayvanları evcileştirip, kendi medeniyetlerin ürünü olan köy ve şehirleri inşa ettiler. Kürtler İslamiyet’ten önce Zerdüşt dinine tapıyor hayatı var eden aydınlığı, ayı, güneşi kutsal biliyorlardı.
Kürtler Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmediler. Müslümanlığı aynı zamanda Arap egemenliği kabul, ona biat ve teslimiyet olarak algıladıkları için direndiler. Araplar dini yayma adı altında Kürdistan şehirlerini işgal ve talan ediyor, ki bu savaşların en önemlisi de 642 yılındaki Nahavend Savaşı ve onu izleyen Musul, Tikrit ve Cezire direnişleri Arapları geriletmiştir. Bu savaşlarda ve Kürt tarihi açısından dönüm noktası olan Şorezor savaşında Araplar Şorezor şehrini ele geçirmekle birlikte Kürtler halife yönetimini kabul etmiyordu ve daha sonra birbirini izleyen isyanlar başlıyordu. Bu isyanlarda Cafer Faracis liderliğindeki Musul Kürtleri 830 yılında Azarbeycan ve Ermenistan arasında kalan toprakları büyük bölümünü ele geçiriyor ve halifenin orduları Dasin dağlarında bozguna uğratıyordu.
Araplar savaşta yetersiz kalınca Selçuklulardan oluşan “Hassa ordusu” ki günümüzde kiralık asker olarak bilinir. Kürtlerin üzerine sürer ve çocuk, yaşlı, kadın demeden kılıçtan geçirilir. Kürtler İsfahan, Cebel ve Farsta yenilgiye uğratılır. Fakat bu yenilgi Kürt-Arap savaşların sonuncusu olmuyor ve 10–11. yüzyıllara sarkıyordu. Tüm bu çabalara rağmen Kürtler Araplaşmıyor ama Selçuklu akınları ve kanlı baskınlarda devam ediyordu. Ta ki, Kürt Usıf e Selahaddin e Eyyup bütün Müslümanları Sultanı olana kadar.
Selahaddin Eyyubi Kürtler açısından kötü gidişin sonun oldu. Selahaddin, varlıklı, bilim ve kültürel alanda tanınmış bir aileden geliyordu. Nitekim kendiside İslam âleminin Sultanı olduktan sonra kültür ve bilime büyük önem vermiş, çevresine dönemin bilginlerini toplamış, daha sonra Moğollar tarafından yakılıp yıkılacak olan dünyanın en zengin kütüphanesini kurmuştu.
Yusuf Selahaddinin kökleri TC. Tarafından Hasankeyf diye değiştirilen Hınsı Keyfliydi. Selahaddinin amcası Şekux (Dağ aslanı) büyük bir askeri komutan, babası Eyyub ise Saddam Hüseyinin doğum yeri olan Tikrit’in valisiydi. Selahaddin Tikrit’te doğdu. Selahaddin Eyyubi, Kürtlerinde içinde bulunduğu Arap ordularını yönetiyordu.1169’da Arap dünyasının hükümdarı oldu. Selahaddin Eyyubi İslamın iktidarını ele geçirince Kürtler rahat bir nefes aldı. Barbar Selçuklu baskınlarına son verdi. Fakat Kürtler dönemin nesnel koşulları gereği bu gücü ulusal amaçlar için kullanmıyordu. Döneme hâkim olan “Ümmetçi kalıplar” içinde kalınıyordu. Bu dönemde ümmetçiliğin evrensel açılımı bütün değerlerin önüne geçiyordu. Nitekim Avrupa’da, ekonomik ve siyasal amaçlarını “Din mihveri” etrafında birleştirmiş ve Haçlı seferlerini başlatmıştı. Kavmiyet yerine Din savaşlarının verildiği böyle bir dönemde Kürtlük bilincini üste çıkması dönemin genel örgüsüne aykırıydı.
Selahaddin Eyyubi adaletli ve savaşçı kişiliğiyle dönemin haçlı komutanlarını yenilgiye uğratmasına rağmen Karizmatik kişiliğiyle birçok haçlı komutanını derinden etkilemiş ve daha sonra filmlere konu olmuştur.Değinilmesi gerek önemli bir diğer nokta ise Selahaddin İmparatorluğu bir Kürt devleti olmamakla beraber birçok ordunun komutanı ve şehirlerin valisi Kürtlerdendi. Selahaddin en seçkin ordusunu Kürtlerden oluşturmuştu. Selahaddin Eyyubi’den sonra, Selçukluların Kürtlerin üzerindeki baskısı artıyordu. Uzun savaşlardan sonra saldırmazlık anlaşmasıyla uzlaşmaya varılıyordu.
Kürdistan Mirlikleri tam barış ve sükûna kavuştuk derken çok geçmeden sıra Kürtler üzerindeki Moğol istilası gelecekti. Moğollar 1219 yılında Harzanşeh devletine saldırıyor, Sultan Celaleddin kaçıp Kürdistan’a sığınınca Moğollar bunu bahane edip Kürdistan’a yöneliyor. Cengiz ve komutanları yıkıp yakmaya, katliamları sıradan bir uğraş haline getiriyorlardı.1231 yılında Amedi, Cizre, Mardin ele geçirdiler. Ahlat, Şorezore, Kirmeşah, Erbil, Musul, Hakkari de taş üstünde taş bırakmadılar, eşi benzeri olmayan katliamlar gerçekleştirdiler.
Kürtlerin yaşamlarının her döneminde Kendilerini katliamdan kurtaran ve özgürleştiren dağlara sığınarak bu istilada en iyi bir şekilde kurtulmaya çalıştılar. Bu istilalar içinde yine Kürtlerin kaderini önemli oranda değiştiren Erbil kalesinin direnişi ve ihaneti önemli bir diğer noktadır. Erbil valisi Kırmenşah’ın kaderinin yaşamamak için kaleden çıkıp teslim olmasına rağmen Kürt savaşçıları kaleyi terk etmiyor gece baskınlarıyla Moğolların ordusunun büyük kayıplar verdiriyordu. Fakat Musul’daki komutanın işbirlikçileriyle Erbil kalesi Moğollar tarafından ele geçiriliyordu.
Musul istilalarından büyük kayıplara uğrayan Kürtler Timur’a karşı hazırlıklı davranıyor. Timur’un saldırısını beklemeden ondan önce harekete geçiyor ordusunu yol boylarında “vur kaç” yöntemiyle büyük kayıplar verdirtiyordu. Fakat bazı işbirlikçi Kürtlerin saf değiştirip kendi halkına hançer çekmesi üzerine savaşın seyri değişiyordu.
Timur 1400 yılında Bağdat’tan Azerbeycan’a dönüşü sırasında Kürtlerden ağır darbeler alıyordu. Timur’dan sonra Kürt beylikleri Akkoyunlu ve Karakoyunlulara karşı‘da bağımsızlıklarını koruyarak Roma-Bizans topraklarında oluşan Osmanlı devleti ile yüz yüze geliyordu.
Şerefnameye göre Kürt mirlikleri 15.yy ‘da iç açıcı bir durumdaydı. Mirlikler diğer halklarla komşuluk ediyor ve refah düzeyi yüksek bir hayat sürdüyorlardı. Kürt mirlikleri arasında en gözdesi Evdalan hanedanıydı. Egemenlik sınırları İran Kürdistan’ını batı bölgelerinde içine alan bugünkü güney Kürdistan’ının tümünü kapsıyordu. Diğer büyük mirliklerde Hakkari, behdinan, bahti, hısnıkeyf,erbil,sorandı.Beylikler halinde yaşayan Kürtler 16.yy’ da kendilerini İran ile Osmanlı imparatorluklarının dişlileri arasında buluyordu.Afganistan’ın göçmen bir aşiret olan Osmanlı yönetimi ile Kürtlerin siyasal ve sosyal ilişkileri 15.yy’da başlıyordu.Kürtler Osmanlılara romi yerleştikleri topraklarda Romalıların ülkesi anlamına gelen ‘ diyare rome’ diyorlardı.Bizanslılarla kurdukları iyi komşuluk ilişkilerini osmanlılarlada yürütmeye çalışıyorlardı.Fakat Kürtler 1500 yılların başında Osmanlılarla İran arasında baş kösteren çekişmelerin ortasında kalıyordu. İki büyük imparatorluk Kürdistan’ı stratejik olarak önemli buluyorlardı. Bu dönemde Kürtler bu imparatorlukları güçlerinin farkında olup emperyal niyetlerini tahmin edebiliyorlardı. Çok geçmeden Kürtler Amed mirliği önderliğinde merkezleşmeye gitti. 1501’de Şah İsmail tahta geçti. Kürtler iki imparoturluklada iyi geçinmeye çalışıyor, dengeli bir siyaset yürütüyordu. Bu bağlamda iyi dileklerini bildirmek üzere birkaç Kürt emirliği Şah İsmailli ziyarette bulundular. Şah İsmail dengesizliği ile önce Kürt valilerini zindana atıp sorguluyor ve daha sonra serbest bırakıp Hasankeyf valisi Melik Halid’i görkemli bir düğünle kız kardeşiyle evlendiriyordu. Bu arada Osmanlıda boş duracak değildi. Kürt birliklerini hoşnut tutan jestlerde bulunuyor, hediyeler gönderiyordu. Şah İsmail Kürtler üzerine sefer düzenlemeye başladı. Hazırlıksız yakalanan Kürt mirlikleri, Şah İsmaillin karşısında varlık göstermediler. Kimi teslim olup yanına geçiyor, kimside savaşarak direnmeye çalışıyordu. Şah İsmail Siirt’ten, Çapakçur(Bingöl) , Palu’dan Maraşa kadar bütün Kürt illerine kendi adamlarını vali olarak atıyordu. Şah İsmail’le Kürt savaşı birkaç yıl sürdü. Bu sırada Osmanlı başında korkunç lakabıyla bilinen Yavuz selim Kürdistan’dan sonra sıra kendisine geleceğini biliyor ve İran imparatorluğuna karşı savaş ilan ediyor. İki ordu 1514 tarihinde Van gölünün kuzeydoğusunu çaldıran vadisinde karşılaşıyordu. Şah İsmaillin daha önce savaş açtıkları Kürt mirliklerinin bir kısmı ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ mantığıyla Osmanlı tarafına geçiyor. Bir kısım mirliklerde şah İsmail’den yana tavır koyuyor ve yavuz selim Şah İsmaili çaldıranda yeniyordu. Tarihçilere göre Kürdistan yöneticileri Şah İsmail ile Yavuz Selim arasındaki çelişkiden yararlanmayı bilemediler. Ulusal birliklerini pekiştirme yerine ikiye bölündüler bu yüzden bir birine kılıç çekecek duruma geldiler. Bu dönemde Kürdistan’da İdrisi Bitlisi kişiliği Kürt tarihine damgasını vuruyor. Yavuz Selim Kürt vali ve mirliklerini yanına çekmek için kimilerine baskı kimilerine karşıda yoğun bir diplomasi yürütmüştür. Kürtlere karşı diplomasi ayağını yürüten yavuzun kadim hizmetkârı heybeler dolu altın karşısında kendisini satan İdrisi Bitlisidir. İdrisi Bitlisi Bitlisli bir Kürttür. Çok iyi bir eğitim görmüş din adamı, Melleydi. Kimi çevrelere göre sofi diye de bilinir. Farsçayı çok iyi biliyordu. İlk Osmanlı sultanlarının tarihini anlatan “heşt be heşt” adındaki kitabının Farsça şiir dille yazılmıştı. Hayatını bölge sultanlarına hizmetle kazanıyordu. Bazı tarihçilere göre her şeye rağmen ikili görüşmelerde Kürtleri gözettiğini belirtilir. Osmanlılarla Kürt mirleri arasındaki anlaşmalara Kürtlerin bağımsız ve özgür kalacağına ilişkin maddeyi o koydu. Ama tarihçilerin genel bir kabul ile Kürt beyliklerini Osmanlıya bağlayan Kürtlerin kaderini satan kişi olarak nitelendiriliyorlar. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlının Kürdistan mirleri ile imzalanan anlaşma gereğince savaşlarda Osmanlının yanında yer alıp yardım ediyor. Ama iç işlerinde bağımsız özgür ve özerk kalıyorlardı.
18000’lere kadar Kürdistan’ın özerkliğine el uzatılmıyordu. 1800 de Osmanlı müdahalesi başlayınca tümü ile kopma bağımsızlaşma yolunda isyanlar sürecine giriyordu.
18–19 y.y dünyanın sarsılarak değiştiği dönemdir. Halkların ulusal bilincini ateşleyen Fransız ihtilalinin etkileri evrensel devrimlerle yayılıyordu. Batı Asya ve Kürdistan’da etkilenme alanındaydı. Fransız devrimi ile beraber Osmanlı İmparatorluğu içende yaşayan halklar yavaş yavaş bağımsızlaşma sürecine girdiler. Çürümüş Osmanlı İmparatorluğu güçsüzleşmesinden kaynaklı Fransız ve İngiltere’nin himayesine girmeyi kabul etmişti. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde batılı devletler tarafından içten paylaşılmıştı. Tabi ki bu paylaşımda Rusyada pay koparma peşindeydi. Kürdistan’ın bağımsızlaşması bu emperyal devletlerin zararınaydı. Kürtlerin bağımsızlaşma sürecinde Osmanlıdan ziyade engel teşkil eden Fransa, Almanya ve Rusya’ydı. Özellikle Rusya’nın bölge devleti olması ayrı bir öneme sahipti.Kürdistan’ın bağımsızlaşması Rusya’nın alacağı payı küçülteceğinden Osmanlıyla savaşta dahi olsa bile Kürtlerin karşısında dururdu.
Kürtler Osmanlıya karşı isyanda öteki halklara öncülük etmişlerdi. Mora, Girit isyanları Kürtlerden 20 yıl sonra baş gösterdi. Bulgarlar, Sırp, Arnavut ve Araplar Kürtlerden çok sonra isyan edecekti. Fakat Kürtler onlardan farklı şartların kurbanıydı. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’a destek veren batı devletler Kürtlerin karşısında Osmanlının yanında yer alıyorlardı. Öte yandan çekememezliklerin yarattığı iç bölünmeler ve kardeş kavgaları yüzünden Kürtler birlik kuramıyordu. Düşmanların körüklediği din mezhep gibi ayrılıklar kavga nedeni yapabiliyorlardı. Mirler, şeyh, bey ve aşiret reisleri bir biri ile üstünlük kavgasındaydı. Ulusal kurtuluş hareketi sırasında bir kardeş ötekinin yenilgisinden mutluluk arıyordu. Bu şekilde de bağımsızlaşma mümkün görünmüyordu ve olmadı zaten.
İlk Kürt bağımsızlık hareketi 1800 başında behdinan soran ve babanların bulunduğu güney Kürdistan’da doğdu. Bu dönemde Osmanlı ve Ruslar arsında da savaş vardı. Bu fırsatı iyi değerlendiren Abdulrahman paşa merkezi Süleymaniye olan baban mirliğinin başına geçince bağımsızlıkçı siyaset izleyip bundan da başarılı olmuştur. İngilizler duruma el koyunca isyan bastırıldı. Fakat bu isyanların başlangıcıydı. İngilizlerden destek alan Osmanlı Kürdistan şehirlerinde yaptığı kıyım Kürdistan’ı ayağa kaldırıyor ve her yerde isyan ateşleri yanıyordu, daha sonra baban isyanının mirasını Behdinan, Soran, Botan, Hakkari ve merkezi Mardin de bulunan milli aşireti isyanı izledi.
Bu isyanların en etkilisi 1813 yılında soran birliğinin başında bulunan mir Muhammed önderliğindeki isyandır. Mir Muhammed bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Mir Muhammed 1833 yılında Mardin ve Diyarbakır da Osmanlı egemenliğine son verdi. Bu dönemde Osmanlı ordularının başında Kürtlere özel bir kini olan Reşit Paşa bulunuyordu. Reşit Paşa 1836 yılına kadar çocuk yaşlı kadın demeden büyük çapta katliamlar yaşatıyordu. Bu isyanın diğer bir özelliği ise Ermeni ve Yezidilerinde Kürtlere destek vermesidir. Bu öfke karşısında Kürt aşiretleri ilk defa topyekûn ulusal bilinçle hareket etmeye başladı. Ta ki Reşit Paşa İngiliz ajanları ile ittifak yapıp bazı Kürt aşiretlerini satın alıp ümmetçilik fikrini atıncaya kadar. Durum böyle olunca bazı aşiretler Osmanlı tarafına geçer ve Mir Muhammed bunu üzerine halka zarar verilmemesi koşulu ile teslim olur. Daha sonra İstanbul’a götürülüp belli bir süre bekletildikten sonra ülkesine geri gönderme sözü verirler. Tabi ki bu tuzak olup mir Muhammed yolda şehit edilir. Kürt atasözü “bexte Rome tuneye” Osmanlıya atfen söylenmiştir.
Mısır Paşası Mehmet Ali kavalalı Mısır Suriye, Filistin ve Lübnan üzerinde hak iddia edince Osmanlı ordusu ile çatışır ve Osmanlı ordusunu dağıtıyordu. Bu durumda Kürtler rahat bir nefes almaya başladılar.
Kürt tarihini önemli bir dönüm noktası da 1840’larda Bedirhan Bey ile başlar. 1840 ‘da Kürt sorunu dünyanın gündemi halinde gelmişti. Bu dönemde Osmanlı barbarının öne sürdüğü görüş ise aslında günümüzdeki anlayıştan çokta farklı değildi. Rus tarihçinin anlatımına göre Kürdistan’da inanılmaz boyutlara varan katliamları feodal Kürtleri modernleştirmek adına yapılıyor ve dünyaya bu şekilde lanse ediliyordu.
Botan mirliğinin önderi Bedirhan Bey Kürdistan’da genel ayaklanma başlattı. Kürtler arasında geniş bir ittifak kurdu. Osmanlı durumu iktisadi ve siyasi açıdan da iyi durumda değildi. Bedirhan bey Kürdistan’da siyasi ve iktisadi alanda gelişmeler ve yenilikler getirmiştir. Kürt gençlerini silâhaltına alıyor ve eğitiyordu. Kürdistan bağımsızlaşmaya doğru önemli adımlar atmıştı. Fakat Kürdistan’ın bağımsızlaşması sadece Osmanlı sultanını rahatsız etmiyor İngilizleride ciddi boyutlarda rahatsız etmeye başlamıştı. Bu durum karşısında İngilizler 99 komplosundaki gibi planlar üretmeye başlamıştı. O dönemde Kürdistan’da yaşayan Hıristiyan halkalar “ Süryani ve Ermenileri” kışkırtmaya başlamıştı. Bunda Kürt din adamlarıda nasibini alınca Bedirhan beyin bin bir çapa ile kurduğu ittifak yine boşa çıkartılmıştı. Osmanlı ordusu Bedirhan beyle hareket eden diğer Kürt mirliklerine de saldırdı. Bu arda da Bedirhan beyin yeğeni Yezidi Şer Osmanlının kendisine verilen vaatlere kanınca cepheden çekildi ve 1847 ‘de Bedirhan Bey Osmanlıya teslim oldu. Bedirhan bey İstanbula götürülüp Girite sürgüne gönderildi. Ordanda Halepe 1868 ‘de yaşamını yitirdi. Bedirhan Bey teslim olmuştu ama direniş Mehmet ve Muhammed Beyler tarafından devam ettiriliyordu.
Bu dönemde Osmanlı Kırım savaşı başlamıştı. Osmanlı Kürtlere din kardeşi adı altında yanaşmaya çalışıyor ve Kürtleri orduya çağırıyordu. Osmanlıya destek vermeyen Kürtler dağlara sığınıyordu. Zorla askere alınan Zilan, Sıpki ve Hayderan aşiretleri daha sonra ordudan firar ediyorlardı. Osmanlı Yezidi Şer’e verdiği sözü tutmamıştı. Bunun üzerine İstanbul’dan ülkesine geri dönüyor ve buna isyanla karşılık vermeyi düşünüyordu. 1854 ‘de isyan başladı ve şaşırtıcı bir şekilde büyüdü bunun üzerine İngilizler araya girip barış görüşmeleri başlattı. Dengesiz olan Yezidi Şer barış görüşmeleri kabul etti ve tutuklandı.
Bu arada da önemli bir noktada Dersimin durumuydu. Dersim bu isyanlara sesiz kalıyor ve kendisini ayrı bir ada olarak görüyordu. Fakat Osmanlı bu şekilde düşünmüyor. 1877’de Erzurum valisi Semih paşa Dersim üzerine 4000 kişilik bir ordu ile yürüyor. Ve büyük bir katliam yaşatıyordu.
Küçük çaplı isyanlar 1877 Osmanlı Rus savaşlarına kadar devam etti. Osmanlı kırım savaşıyla iktisadi anlamda çöküşe uğradı. Osmanlının efendisi İngilizler Osmanlı ekonomisine tamamen el koymuştu. Abdulhamidin yeni dönem için keşfettiği din kardeşliği propagandasına son hızla devam edip yeşil bayrak açmıştı. Fakat Kürtler buna inanmıyor ve sessizce Kırım savaşını sonuçlarını bekliyordu. Osmanlı ekonomik anlamda iflas edince Kürtler Özgürlük koşusuna devam edecekti. 1878 ilkbaharında Muş ve Bitlis bölgesinde aynı anda isyan patlak verdi. Ayaklanma kısa bir süre sonra Botan ve Hakkâri yöresine yayıldı. Başlangıçta kendiliğinde oluşan bu isyan Bedirhan beyin oğulları ile nitelik kazandı. Birçok Kürt illi ele geçirildi. Sultan isyanı bastırmaya çalışsada başarılı olamadı. Durum iyiye gitmeyince topyekûn savaşla Kürdistan üzerine gidildi ve sonuç kan gölü. Ama özgürlüğe aç susuz Kürtler boş durmayacak isyan ateşini söndürmeyecekti.
1879 yılında Şemdinan da Şeyh Ubeydullah önderliğinde sönmeyen isyan ateşi tekrar alevlendi. Şeyh Ubeydullah Kürdistan’da yaşayan tüm halkalar arasında sevilen sayılan bir isimdi. Şeyh 1879 yılında İran ve batıdaki Kürtlerle geniş çaplı isyan için temasa geçti. Ermeni ve Süryanilerle ilişkiye girip ittifak yapıldı. Kürdistan’da ilk genel birlik ve dayanışma kurultayı 1880 yılında şeyh Ubeydullah önderliğinde Şemdinan da toplandı. Toplantıya Kürdistan’ın dört bir yanında liderler katıldı. İsyan 1880 yılında Mahabat tearuzu ile başladı ve İran içlerine kadar ilerledi. İran, Rusya, Osmanlı ve İngiltere Kürtlere karşı dörtlü ittifak kurdu. Kürtler geriledi fakat sorun dörtlü ittifak değildi. Yine Kürtler arasında oluşan çatlaklar ve işbirlikçilerdi. Şeyh Übeydullah durumu görünce 1881 yılında geri çekildi ve tutuklanıp İstanbul’a götürüldü. Şeyhin oğulları 5000 kişilik bir güçle tekrar isyan başlatsalar da başarılı olamadılar.
Kürdistan’da sönmüş kül olmuş her ateş adeta yeni alevlenmelerinin habercisiydi. Ulusal ruh bütünlüğünden yoksun kılan iç çelişkilere rağmen ataklar durmuyordu. 1800’lerin sonlarında kızıl sultan adıyla bilinen ikinci Abdülhamit vardı. Abdülhamit kurnazlığıyla biliniyordu. Kürt aşiretleri arasında dayanışmayı kırmak ve birbirine düşürmekle ünlenmişti. Kimi Kürt ağalarını İstanbul’a çağırıp ağırlıyor hediyelere boğuyordu. Kızıl Abdülhamit tıpkı bir zamanlar Hıristiyan çocuklarını devşirdiği gibi Kürt ve Arap çocuklarını da devşirmek için aşiret mektepleri kurdu. Bu mektepte yetişen çocuklar kendi halklarına karşı silah çektiği gibi aydınlanıp ulusal mücadeleye verenlerde oluyordu. Kürt tarihinde çokça tartışılan Hamidiye alayları bu mektebin ürünüydü.
Ermeni sorunu 1878 yılında yapılan Berlin konferansıyla evrensel boyut kazandı. Abdülhamit. Oluşturduğu Hamidiye alaylarıyla bugün ki koruculuk sistemine benzer bu güçle Kürtleri kendi yanına çekmekle gönül olamasana zor kullanarak diğer yanda da Rus sınır bölgesindeki Ermenileri katletmekti. Resmi gücüne güvenmeyen Abdülhamit oluşturduğu hafif süvari hamidiye alaylarıyla bu amacını gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Ama yıllarca birlikte yaşamış aralarında derin kültürel ve iktisadi ilişki olan iki halkı bir birine düşmeyecekti. Yanı plan tutmayacaktı. Hamidiye alayları beklenen etkiyi gösteremedi. 53 büyük Kürt aşireti arasında sadece 13 tane destek vermişti. Bunların karşısında hem Kürt cephesinde hem de Ermeniler tarafında tepkiyle karşılandı. Osmanlının Kürtleri ve Ermenileri bir birine kırdırma çapalarına rağmen Kürtler 1903–1904 yılarında Sason’da yapılan Ermeni katliamına katılmıyor. Ermenilere destek veriyordu. Rus tarihçi Lazerev bu olay için Kürtler dostlarını ve düşmanlarını ayırt edebilmişti diye yazar.
Abdülhamit bir yandan din kardeşliği naraları atarken diğer yanda Kürt kıyımı da son hızla devam ediyordu. Bunun üzerine Dersim Bitlis ve Beyazıt’ta Kürtler Ermenilerle birleşerek “ tedip ve tekmil” birliklerini püskürülüyorlardı.
1906 yılında Erzurum’da isyan başladı Bişare Çetonun 1906 yılında Siirt’de başlattığı isyan Diyarbakır kadar yayılıyordu 1907–1908 kadar çatışmalar sürüyordu
Abdülhamit kürdü kürde kırdırtma adına hamiye alaylarını İran Kürdistan’ına sürüyor fakat Kürtler birbirine silah çekmiyor ve Hamidiye alayları geri çekiliyorlardı Abdülhamit’in tüm çabalarına rağmen sindirilmiyordu tersine kendisinin sonu yaklaşmıştı. 23 Temmuz 1908 ittihat ve terakki partisinin düzenlendiği jön Türk darbesiyle sultan etkisizleşiyordu. Başlangıçta Kürtler ittihat ve terakkiye destek veriyordu. Seyit Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan, Kürt önderlerinden şerif paşa Kürtlerin haklarına kavuşacağı umuduyla ittihatcilere destek vermişleri. Bu devirde Kürt dernekleri kültür kurumları kurulmuş gazeteler yayınlanmaya başlanmıştı fakat 1909 yılında ittihatcilerin ırkçı yüzü ortaya çıkmış Kürdistan gönderilen birçok ajan kürdü kürde ve Ermenilere karşı kışkırtmaya başlamışlardı. 1911 yılında ise Kürt kurum ve dernekleri kapatılmıştır. İsyanlar gene sürüyordu. İbrahim paşa artan baskılar nedeniyle isyan başlatmıştı. Erzincan’dan halepe kadar egemenliğini kurmuştu. Paşa kendi halkına zulüm edince hak desteğine yoksun kaldı ve Arap takviyeli Osmanlı ordusu paşayı Sincan dağında öldürüyordu. İbrahim ayaklaması sürerken dersim ayaklandı. Bunu güney Kürdistan’da Barzan ve Zibar aşireti destek verdi. Bunu hamawendi isyanı izledi. 1909 yılında Süleymaniye Kürt ulusal kurtuluş merkezi haline geldi. İsyanı başlatan Süleymaniyeli Şeyh Sait ölünce ayaklama ile tarih sahnesine çıkan oğlu şeyh Muhammet Barzenci devam ettirdi. Aynı yıl kör Hüseyin paşa Bitlis’te ve Beyazıt yönetimlerini elle geçiriyordu.
Müdahalelerini kuşaktan kuşağa aktararak günümüze ulaştıran Barzani ailesi bu süreçte tarih sahnesine çıkıyordu. Şeyh Abdulselam Barzani 1910 yılında Osmanlılara karşı isyan başlatıyordu. Bütün Kürdistan’da isyan baş göstermiş ve ittihatçılar çılgına dönmüştü. 1913 yılında ittihatçılar yönetimi bir iç darbeyle ele geçirdiler.
1912 de Kürt önderlerinden Abdulrezzak Bey Kürdistan’da genel ayaklama çağrısı yaptı bunun üzerine ittihatçılar tüm Kürdistan’a askeri sevkıyat yaptılar.
Dünya savaşı ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. “ İslam uğruna cihatla Kürtlere gidenler elleri boş dönüyorlardı. Baskı ile silaha altına alanlarda firar ediyorlardı. Abdulrezzak Bey e Yusuf Kâmil ve Bedirhan katılıyor. Bir yanda da Ermenilerle ittifak çabaları sürüyordu. İttihatçılar birinci tehlike olarak Ermenileri görüyordu. Ermeliyi kürde kırdırma politikası tutmayınca iş kendilerine düşüyor ve 1915’te günümüzde de hala tartışan 1,5 milyon ermeni katlediyordu bunun diğer tanımı ise etnik arındırma hareketidir. Yalnız bu 1,5 milyon topluca sürgünler ve kaçarak canını kurtaranlar dışındadır. Kimi Rus kaynaklarına göre aynı süreçte katledilen Kürtlerin dışında 700 bin Kürtleri batıya sürmüştü.
Resmi tarihe göre 1803’te 1914 yılına kadar 12 defa ayaklanmışlardır. Bu dönemde isyanı bastırmaya çalışan paşalar kendi yok etme yöntemleri keşfetmişlerdi. Kuyucu lakabıyla anılan murat paşa kurbanlarının başını kesit kuyuya atıyordu. Mısır valisi kavalı Mehmet ali paşa sorunu kökten çözmek için Nizip ve Urfa çevresinde 60 bin kürdü kılıçtan geçiriyordu. Osmanlı ordusunun başına getirilmiş Alman ve Avusturyalı generaller “ Gotz paşa “ ve “ General Moltke” anılarında yaşlı çocuk kadın demeden Kürtleri nasıl yok etmeye çalıştıklarını anlatır. Kürtleri katlederek büyük tecrübe eden Osmanlı daha sonra bu yok etme yöntemlerini 1915 Ermenilere uygulayacaklardı.
Anadolu coğrafyasını işgal eden emperyal güçlere karşı Kürtler Fransız ve Ruslardan kendi topraklarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu mücadele Antep’te bir Kürt aşireti olan karayılan yine Urfa Maraş’ta verilmeye çalışılmıştır.
Birinci dünya savaşında Osmanlı toprakları üzerinde 24 ayrı devlet kurulmuştu bunlardan biriside tarihin hiçbir döneminde herhangi bir coğrafyanın ismi olarak geçmemiş Türkiye cumhuriyeti kurulacaktı. Yeni Ortadoğu coğrafyası değişmişti ama Kürtlere gene yer verilmiyordu. Bu süreçte şeyh Übeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir’in başında bulunduğu Kürt teali cemiyeti Kürdistan temsilciliği olarak ortaya çıkmıştır. Kürdistanın özerkliği için Avrupa nezlinde girişimlerde bulunuyordu. Bu cemiyet bir yandan da Ermeni Dışnak partisiyle işbirliği içindeydi.
10 Ağustos 1920 tarihinde Paris yakınındaki Serv kasabasında yapılan 13 bölüm ve 433 maddeden oluşan Serv anlaşmasıyla Kürdistan ilk kez uluslar arası arenaya oturan, onu tanıyan hukuksal bir belge olması nedeniyle Kürtler açısında önemlidir. Antlaşma her ulusun kendi kederi tahin etme çerçevesinde 62 madde de Kürdistan özerkliği güvence altına alınıyordu. Antlaşmaya rağmen savaşın galipleri Kürtlerinin hakları konusunda ısrarcı olmuyor 1922 yılında ise Kürt sorunu dillerine bile almıyorlardı 1919 yılında yapılan Sivas Erzurum ve Amasya toplantılarında Kürtler Mustafa kemale destek sözü vermişti. Bu toplantıların ardında yayımlanan bildirilerde Kürtlerin hakları teslim edileceği yazılıyordu. 1920 parlamentoda Kürtler kendi kimlikleriyle yer alıyordu. Milletvekillerine Kürdistan mebusu diye adlandırıyordu. Bu deyim tutanaklarda geçiyordu. Yeniden yapılanma aşamasında Atatürk dâhil yeni sözcüler Kürtlerin hak ile özgürlüklerine kavuşacaklarını namus sözü olarak sık sık tekrarlıyorlardı.
Yeni yapılanmanın tek söz ve karar merci Atatürk 16 ve 17 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te gazetecilere yaptığı uzun görüşmede Kürtlerin bölgelerinde özerk yönetimler kurabileceklerini açıklayarak umut veriyordu. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti başkanı ismet paşa aynen şöyle diyordu. “ devlet hükümet nezlinde eşit haklara sahip ve ulusal haklardan yaralanan iki halka Kürt ve Türk halkına aittir.”fakat 1923 yılında Lozanda imzalanan anlaşmalarda TC. Sınırları belirlenip devletin varlığı tescil edildikten sonra söylem ve tutumlar aniden değişiyor her şey tersine dönüyordu.
1924 yılında yürürlüğe konulan anayasa ile Kürtler dili kültürü kişiliği ve bütün varlığıyla artık yoktu. Bir sabah aniden Kürtlerin var olmadığına karar verilmiştir. Kürdistan adı Kürtlerin dili insan isimleri yasaklandı.
kürtlerin türk soyundan yani bir kolundan geldiği söyleniyor ne kadar doğru bilemem ama şunu hiçbir kürt yapmıyor ben bir türküm demiyor yani en basit bir amerikan filminde bir beyaz ve bir zenci var bazen aralarına bir de uzakdoğulu katılıyor şunu kimse fark etmiyor ordaki herkes ben amerikanım diyor ama amerika gelip benim memleketimi parçalamaya uğraşıyor fakat türkiyede yaşayan hiçbir kürt demiyor ben türkiyede doğdum büyüdüm ama türküm demiyor işte bazı kürtler ayrımcılıktan yakınsada asıl ayrımcılığı amerkaya uyarak kendi yapıyor lütfen bu oyunlara gelmenin vakti değil uyanık olun lütfen
Kürt, asidir, yiğittir, misafirperverdir, hile bilmez, sevgisi reeldir, natüreldir
Türk, kürt ayrımı yapılmasın... Bu da son zamanın iğrenç modalarından biri...
Bir insanın ırkı üzerine eleştirilerde bulunmak yorum yapmak ne kadar dogru..
Ben türküm veya kürtüm veya lazım yada çerkezim sonuç ta bizler osmanlıyız önce bunu unutmayalım ve bugün yaşanan tüm bu olayları bunu göz önünde bulundurarak yorumlayalım.Sonuçta hepimizin atası dedesi aynı cephede bu vatan toprakları için savaşmıştır.Hepimizin türkünde kürtünde lazın da çerkezinde annesi bacısı kardeşi bu vatan için şehit düşmüştür.Dış güçler vatanımızı bölmek için bizleri birbirimize düşürmeye çalışıyor.Bunların hepsi bir oyundur.Artık aklımızı başımıza toplamalı ve bir bütün halinde silahla degilde aklımızla düşmanlarımızla savaşmalıyız,şu ülkede yalnızca türklerle kürtler yok ki neden sadece bu iki kardeş ırk birbirine düşürülmek isteniyor buna kafa yormak lazım başkalarının çıkarları için kardeş kavgası yaptırıyorlar. Hepimiz insanız geleneklerimiz bir yapımız bir. Sen kürtsün sen başkasın demenin kimseye faydası yok, her milletin iyisi kötüsü var önemli olan insanların ırkı degildir.Neden kürt türk diye sınıflandırma yapalım ki insanız herşeyden önce..Kimseye dünyaya gelirken ırkını secme şansı verilmedi..Önemli olan insan olmak dogru yolu bulmak.. Kürtler de her halkın bireyleri gibi iyi, kötü, güzel, çirkin, cimri, cömert, bilgili, cahi vs olabilir. Onlarında sagcısı, solcusu, İslamcısı, dinsizi, devletçisi, liberali, boş gezeni, edeplisi, edepsizi, delisi, akıllısı…vs olabilir.Beş parmagın beşi bir degilki. İnşaatlara gidip bi bakın.Çalışanların %90`ı kürt.Orda çolugundan çocugundan uzakta çalışan bu adamların çoğu okuma yazma bilmiyor.Size soruyorum objektif olun bunun sorumlusu kim.Kürtler yıllarca ezildi hor görüldü kültürlerini yaşatma fırsatı verilmedi asimile edilmeye çalışıldı.Dili yasaklandı,hatta cok komik kürt diye birşey yoktur,karda yürürken kart,kurt sesi cıkıyorda kürt ordan türemişte bunun gibi komik şeyler savunuldu,varlıgı bile kabul edilmedi.Tarih kitaplarını açın bakın hiç kürt kelimesine rastladınızmı? İster kabul edilsin ister edilmesin kürtler vardır ve objektif olarak tarihe bakmak isteyen herkes bunu bilir.Kürtlerin kendi tarihi,kültürü ve dili vardır buda ayrı bir millet olduklarını ispatlar. Kürtlere zorla 'Türksünüz' dedirtmeye çalışmak da kabul edilebilir birşey degil... Doguyu ziyaret edenlere söylüyorum o insanların sıcacık yüreklerini,misafir perverligini sevgiye insan gibi yaşamaya özlem duyduklarını farkettinizmi.Nasıl dindar, nasıl misafirperverdirler...
Evlerine konuk olsanız sizi krallar gibi agırlarlar, kusturana dek yedirirler. Yıllarca aynı topraklarda kardeşçe yaşadık
böyle gerilimlere hiç gerek yok,aklı başında insanlar kürt türk diye ayrım yapmıyor ve Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan herkes eşit. İnsan gibi yaşayalım,farklılıklarımızın zenginligimiz olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Şiddet, kin, nefret hiçbir sorunu çözmez. Kimse ırkından ötürü yargılanamaz...Hadi biz kürt yaratılsaydık daha dogmadan lanetli mi ilan edilecektir..Kurtuluş savaşında fransızlara ruslara ve ermenilere karşı gösterdikleri kahramanlıklar asla inkar edilemez.Bakın Antep,Maraş,Urfa bu vilayetlerin ismi neden gazi,kahraman,şanlı diye degiştirildi sanıyorsunuz,orada savaşanların hepsi kürt degilmiydi.Hal böyle iken şimdi birilerinin oyununa gelip bu halkı yok saymak onları aşagılamak onlara çeşitli isimler takmak asla doğru değildir.Irakın bugünkü içler acısı hali hepimize örnek olmalıdır.Bu ülkede kürt türk ayrımı yapılmamalı herkes kardeslik icinde yasamalıdır. Birde altını çizmek istedigim bişey var kürt ve pkklıyı millet aynı sanmasın.Her kel olan erkektir,ama her erkek kel değildir. Neden kürtler hakkında saçma bir ters mantık yürütülüyor diğer bütün kürtlerin hakkına girdiginizin farkında degilsiniz.Bazıları şunu söylüyor
'her pkk lı kürttür o halde her kürt pkk dır.' yok böyle bir şey.Bir türk olarak her kürdü bir pkk lı olarak niteleyenleri anlayamıyorum.Bütün kürtleri aynı kefeye koyamazsınız..Bir elin bütün parmakları nasıl farklıysa insanlar da aynı şekilde farklılık gösterir. Kardeşler arasında bile çogu zaman çok büyük farklılık vardır. Bir tanesi okuyup doktor olurken bir tanesi de okul bitirmemiş işsiz sokaklarda aylak aylak dolaşabiliyor. Kürtlerde de bu ülke için canını verecek birlik ve bütünlüğüne saygı duyanlar var.Evet, bu adamların içinde terorist olanı da vardir, 10 tane cocuk yapanı da, faşisti de, komunisti de, serserisi de, uyuşturucu kaçakcisi da, ajanı da, iti de, kopugu da.. ama anasını satıyim türkler olarak bizim içimizde yok mu sanki bunların hiçbiri de iş ancak kürtlere gelince aklımıza geliyor bütün bu pislik karakterler.
En az diger ırklar kadar serefsiz barındıranı, en az diger ırklar kadar o..cocugu vardır içlerinde. En az diger ırklar kadar efendisi, en az diger ırklar kadar pırlantası da mevcuttur içlerinde..Her halk gibi iyisini de kötüsünü de barındırır.Görmesini bilene,tanımasını bilene.Farklılıkları benimsemeyi ögrendigimiz, 5 parmagın birbirinden farklı oldugunu anladıgımız gün belki daha iyi şeyler düşünüp yazabiliriz.Kürt ya da başka bir etnik kökenden olması bir insanı diğer insanlardan ne aşagı kılar ne de üstün....
Üstünlük Allah'ı hoşnut edecek bir hayat yaşamakla elde edilir..Kaldı ki Rabbimiz 'Hepiniz Adem'in soyusunuz' diyor..Biz kardeşiz.. Bütün insanlar.. İnsan doğanlar, insan kalanlar iyiside var kötüsü de aynı TÜRK gibi. Bence kürdün nasıl olduğundan ziyade ne olduguna bakmak gerekir. Arkadaşlar kürtlerde insan. Hepimiz insanız. Bizim insan olarak böyle bir ayrım yapma hakkımız ve lüksümüz yok. İnsanlar ancak Yüce Allah'a olan kullukları neticelerinde sadece Allah tarafından seviyelendirilir.Önemli olan insanın müslüman olması ve öyle yaşamasıdır. Bir ayrım yapılması gerekseydi bunu AllahU TEALA bildirirdi.Hristiyanlar ve Yahudilerde olduğu gibi. Beslenilecek kin ve nefret sadece insanın kendisine zarar verir.İnsanin ırkı dini dili farketmez yeterki ahlakı,kişiligi vede yaşayis biçimi insancıl olsun...Önemli olan karşındakinin insan oldugunu görebilmektir.Allah insanları biribirileriyle tanışsınlar diye kavimlere ve ırklara ayırmıştır üstünlük ancak takva iledir.. 'Biz sizi farklı renklerde yarattık ki birbirinizi sevesiniz diye...savaşasınız diye değil'...Kürt,türk,arap neyse artık adı toprak olmayacak olan var mı? topraktan gelmeyen yada...Kardeşlik esas olsun Allah rızası için..
her kürt terörist değildir...
ama;
her terörist kürttür...
1071 Anadolunun en kara yılı olmuştur diyen insanlar.İnsanları anlamak için söylediklerine değil yaptıklarına bakmanız yeter.
Kimse sana ben senin düşmanınım demez
Ateşi ve ihaneti gördük
İnsanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
Nazım Hikmet
21 Ekim gecesi Hakkari’de 12 askerimiz şehit ediliyor.
Ertesi sabah Türkiye bir acıyla uyanıyor.
Henüz öğlen olmadan bir anda tüm Türkiye ala boyanıyor.
Evlerde al bayrak.
İnsanlarımız evde oturamıyor sokaklara iniyor.
Ellerde al bayrak.
....
Bir haftadır Türkiye sokakta.
İnsanlar meydanlara koşuyor.
Gece ve gündüz, her an her yerde bir gösteri.
Bu günler ulusal birlik günleri hiç katılmamak olur mu?
...
İstanbul ayakta.
Ankara ayakta.
İzmir ayakta.
Adana ayakta.
Antalya ayakta.
Bursa ayakta.
Kocaeli ayakta.
Konya ayakta.
Trabzon ayakta.
Edirne ayakta.
Erzurum ayakta.
Say sayabildiğince ülkemin kentlerini, vefalı yurttaşlarını, hepsi ayakta.
...
Şehit cenazeleri ilk kez bu kadar kalabalık.
Daha önce binlerle kaldırılan al bayraklı tabutları, bu defa onbinler omuzluyor.
Acı yerini öfkeye bırakmış.
Ve bilinçlenmeye.
...
Bir haftadır yurdun dört bir yanında al bayrak dalgalanıyor ve aynı sloganlar haykırılıyor.
Şehitler ölmez vatan bölünmez.
Kahrolsun ABD kahrolsun PKK.
...
Ulusal birliğin sınandığı günler bu günler.
Dostun düşmandan, namuslunun hainden ayrıldığı günler.
Vicdanlıların vicdansızlardan.
...
Yaşlı gözler hep bir yerlere bakıyor son bir umutla...
Diyarbakır suskun.
Hakkari suskun.
Şırnak suskun.
Van suskun.
Evlerde ne bir bayrak.
Yüreklerde ne bir acı.
Gözlerde ne bir yaş.
...
Nevruzlarda yüz binlik gösterilerine alıştığımız o kentler, o insanlar nerede...
Devlete, askere, polise taş atan çocuklar nerede...
Terörist cenazelerinde hazırola geçen belediye başkanları, milletvekilleri nerede...
İnsanlık nerede...
...
Sonra birileri slogan attırmaya çalışıyor al bayraklı gösterilerde: Türk-Kürt kardeştir Amerika kalleştir.
Suskun kentlerden cevap gelmiyor.
Amerikan karşıtlarının %92’ye ulaştığı Türkiyemin suskun kentlerinde tek bir Amerikan karşıtı slogan yok.
Sadece o değil, tek bir PKK karşıtı slogan...
Ve daha acısı, tek bir kardeşlik sloganı, Türkler için.
Anlaşılan denklem değişmiş bir yerlerde, Amerika kardeş Türkler kalleş olmuş...
...
Hangisi daha acı?
PKK’nın ateşi mi, suskun kentlerin ihaneti mi...
Ölen şehitlerimizi sonsuzluğa uğurlamak mı, siperi tek edip PKK’ya katılanlara bakakalmak mı?
...
Ateşi de gördük ihaneti de...
İlk değil bu ihanet...
Kurtuluş Savaşımızdan hatırlıyoruz.
...
ve 29 aralık kütahya:
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani çerkez ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...
ateşi ve ihaneti gördük.
ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
insanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
insanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
insanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
Gökçe Fırat
Kürt deyince PKK dan ayırmak gerekiyor... PKK ayrılıkçı marxist ideolojinin peşinden beyhude koşan zavallı beyinsizler, Kürtler ise Arap İngiliz Rus Türk Alman gibi bir kavim.... Ha bi de bazıları vardır her Kürt'ü pkk lı zanneder asıl problem burada... Bu daha çok Kürt'ün problemidir aslında... Hiç bi zaman pkk yı kendini temsil eden bir örgüt olarak görmediğinden ona bağlı değilim deme isteğini de duymamıştır taa ki bir takım vatansever(!) Türkler çıkıp da sen Kürt isen pkklısın genellemesini yapana kadar...
Kürt kardeşlerimiz saf,temiz,iyi niyetli ve değerli vatandaşlarımızdır.(Görevim gereği sekiz yıl doğu ve güneydoğu'da bulundum.çok kıymetli kürt arkadaşlarım oldu.)
Fakat,sıcak kanlılar,ileriyi göremiyor,günlük heyecanlarına yenik düşüyorlar.hatta bu saflıkları nankörlük derecesine kadar çıkıyor.
Kürt vatandaşlarımızı,zamanında Rus'lar kandırdı.Ermeniler,İngilizler,Araplar kandırdı.Şimdide ABD kandırıyor.O garipleri tek kandırmayan Türk'ler olmuştur.
Bunu bir bilip,bir inansalar..... Ne terör kalır,ne fakirlik ne de kompleks...
Peygamber Efendimiz ırkçılığa karşı olduğunu bildirmiştir.bir insanı ırkından dolayı yadırgamamak gerekir.unutulmamalıdırki bu Millet kurtuluş mücadelesi verirken Türk-kürt ayrımı yoktu.hala da öyle olması gerekiyor.özellikle de bu günlerde...birlik ve beraberliğimizi gösterelim, hepimiz Türküz, hepimiz Türkiyeliyiz diyelim! ! ! Ne Mutlu Türküm Diyene ve Dedirttirene...
Bu sene nevruzda neler olucak çok merak ediyorum.Geçen sene kardeşçe kutlamıştık bakalım bu sene nasıl kutlayacaz
bazen iyiler ve kotuler biribirine karistirilarak yanlis yapiliyo,
her irkin iyisi de kotusude var, kurtler gibi, turkler gibi,,
bir irk, icinde igrenci, teroristi de var, ama iyileri de var! ! !
KÜRT lükle övÜnenleri gordügümde,
Ragip Paşanin şu sözü aklima geldi,kürtleri özetleyen söz
``merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler.``
çingenenin merdi, kendini överken hırsızlığını söyler
başka bir deyişle mert çingene hırsızlığıyla övünür, demektir.
övünülmiyecek şeylerle övünülmez anlamında,
pusu kurmayla,mayin döşemekle övünülmez,utanilir
Üniversitedeki Kürt arkadaşlar Şehitler için astığımız yazılardan ve Astığımız Bayraklardan rahatsız oluyorlarmış çok Saldırgancaymış.Eh ne diyelim onlarda kendilerince haklı
İnşallah büyük hataların maşası olmazlar...! !