Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? sizce ne demek, Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? size neyi çağrıştırıyor?
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kendinizi bir dörtlükle ifade edebilir misiniz? terimi Aslı Birer tarafından tarihinde eklendi
Kursakta tıkanan hasret yutkunuşlarını hazan yelleri alsın,
Savursun gülüşlerini tenha kıyılara ve yağsın bulutlardan aşk namından ateşten kıvılcımlar
Cemre çorağı düşmüş vadilerin kırılgan ruhunda vedalar kaynar uykusuz iklimlerin matem giyinmiş dudaklarına
Aşk zehri ballanır düşer hasret vaveylalarından evvel kurduğum düşlerin kuytuluğuna
Kalem soluksuz boğulur gönlümün her katmanından sızan tuzlu suların coşkusundan
Gözlerime çöktükçe ağrılar dalgalanır bulutlar
Zerre kalp ağırlığımda yel olup esmez bana hasretliğin bir anlığına
Ne bir serçe kanadında ne de ölümsüz Ankaların Kafdağı yolculuğunda...
Gülkurusu yüreğimin süveydasında, kokusunu gizlediğim, fırtınada sürüklenen yaprak, düşen sevdaydı dudağımdan sessiz sedasız sürüklenip yiten…
Biraz gül kokusu
Biraz yağmur sonrası toprak kokusu
Biraz da sen
Yokluğun zemheri mevsimden sevdan yüreğimin arzında gelincik çiçekleri
Bir bilsen ne çok yorgun düştüm gözlerinden ırak
Dermanı sen olan yüreğim devşirme matemler kabullendi sensiz takvimler boyunca
Lisanım, dudağım arası ismin yangın ismin ah u zar
Sevinçlere ar yağdı döndü elemlerim Anka’ya
İşlendi oya oya hasretliğin kirpiklerimin aklanmış uçlarına
Ey kalbine kalbimi yama ettiğim
Dudakların yaralarıma farz...
İçinde yarım kalmış hikayeler doluyken, hayattan tamamlanmayı beklemek kanatların olmadığını bile bile uçmaya çalışmaktan başka bir şey değil.
Aslı Birer
Herkes kendisiyle kavgalıydı, nedense kabahati hep doğan güne yükledik…
Aslı Birer
Öyle zaman olur ki insan bodur bir limon ağacının dibine sığar.
Öyle ki; yaprağın kokusundan, toprağın kucağından beslenir. Öyle bir hasret işte sadeliğe, arıdaki mükemmelliğe.
Aslı Birer
Ah, dilim! Beni ne çok düşman sahibi ettin
İçi zehir, dışı gül şerbeti ikram etseydin
Ne kadar renkli ne kadar da hoş! Ve lezzetli.
Aslı Birer
Sayfaya bir Pablo Neruda şiiri iliştireyim.
Şili’ye 1943’te dönebildi ve 1945’te de senatör seçildi. Şili Komünist Partisi’ne katıldı ve iktidara yönelik eleştirileri yüzünden iki yıl boyunca kaçak hayatı yaşadı.
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklarına esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler,
Bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar.
Anasayfada şöyle bir dolandım da ne kadar sevgiye muhtaç olduğumuz yağmur gibi çarptı gözlerime. Neredeyse tüm üyelerin sevginin değişen ve neseneleşen deviniminden dolayı yitip giden bu güzelim duyguyu eskilerinde arıyor. Kimi yitirdiği değerlerinde, kimi özlemlerinde sakladığı değerlerinde, kimi hayallerindeki değerlerinde.
En çok da gitgide yalnızlaşan bir topluma dönüştüğümüzün izleri düşmüş sayfalara.
Bugün yine şiirci kuşlar ötüşmüş ağlamaklı gülüşlü… sahi insanın, insanı sevmesi, ya da bir canlıyı sevmesi her zaman şartlara mı bağlıydı?
Bazı kitaplı filozoflar mevlananın filozof olmadığını söylüyor… bu” kitapsız:) filozof da mevlananın gelmiş geçmiş en büyük filozoflarından olduğunu söylüyor.
Özgürlük hiçbir zaman “her istediğini yapma izni” anlamı taşımamıştır.
Gandhi
Bu sözü içi dışı bir olmak üzerine de uyarlamak mümkün.
Dilin özgürlüğünde de aynı kurallar geçerli olmalı evet insan her aklından geçirdiği şeyleri yine kendi aklında harmanlayıp elemeden konuşmamalı aksi durumda bu patavatsızca konuşmak olur ki özgürlük ile alakası yoktur. Her şeyin bir denge noktası vardır ve oradan oluşan eylemler kişinin doğrusudur. Bu söylemler, düşünceler artık başka fikirler ile karşılaşmış ve tartışılmaya başka fikirlerle geliştirilmeye açıktır. Ama kişinin tartışılmaya değer bir düşünme kapasitesinin de olduğunu bize gösterir.
Burayı ayırt ettikten sonra.
Artık mevlananın ne demek istediğine bakalım.
Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Yaptığın iyiliği karşılık beklemeden, canlı aleme; bitkiler, hayvanlar, doğa, çevren, insanlar vs. Yap.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Kendinden başkalarının ayıplarını ortaya çıkarmak ilk önce insanın kendisine zarar verecektir. Görmemek daha akıllıca bir davranıştır.
( bunu da suçlarla karıştırmamak gerekir)
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Su hem engel tanımaz hem de hayat vermek için sorgulamaz.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Öfke kontrolü birçok olumsuz durumu engeller. Sinirlilik durumu ve aşırı öfke ilkönce kişinin kendi sağlığını ve çevresini olumsuz yönde etkiler. Burada sessiz olmayı ve kendini inzivaya çekmek gerektiğini öğütlemiş.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
“Toprak; eğer insandaki korteks’ e sahip olsa dünyanın tanrısı benim derdi”
. Bunu bendeniz söyledim:)
Ve bu kadar önemli bir görevin işlevin bile olsa toprak gibi alçakgönüllü olmayı kibrin aslında insan için ne kadar yıkıcı etkileri olduğunu anlatmış.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
Bu da kişilerin insanları kandırmayacak, olduğundan farklı görünmeyecek şekilde samimi olmalarını öğütlemiş, tıpkı geçmiş filozofların da ortak görüşleri olduğu gibi.
Aşağıdaki yazıda da neredeyse aynı şeyler vurgulanmıştır.
Bana göre insan yürüyeceği yoldaki dikenleri hem kendisi, hem de kendisinden sonra oradan geçecekleri düşünerek temizleyerek yolculuğa devam ederse yolun sonunda görevini kişisel olarak tamamlamış olacaktır.
Aslı Birer
Özgürlük hiçbir zaman “her istediğini yapma izni” anlamı taşımamıştır.
Gandhi
Bu sözü içi dışı bir olmak üzerine de uyarlamak mümkün.
Dilin özgürlüğünde de aynı kurallar geçerli olmalı evet insan her aklından geçirdiği şeyleri yine kendi aklında harmanlayıp elemeden konuşmamalı aksi durumda bu patavatsızca konuşmak olur ki özgürlük ile alakası yoktur. Her şeyin bir denge noktası vardır ve oradan oluşan eylemler kişinin doğrusudur. Bu söylemler, düşünceler artık başka fikirler ile karşılaşmış ve tartışılmaya başka fikirlerle geliştirilmeye açıktır. Ama kişinin tartışılmaya değer bir düşünme kapasitesinin de olduğunu bize gösterir.
Burayı ayırt ettikten sonra.
Artık mevlananın ne demek istediğine bakalım.
Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Yaptığın iyiliği karşılık beklemeden, canlı aleme; bitkiler, hayvanlar, doğa, çevren, insanlar vs. Yap.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Kendinden başkalarının ayıplarını ortaya çıkarmak ilk önce insanın kendisine zarar verecektir. Görmemek daha akıllıca bir davranıştır.
( bunu da suçlarla karıştırmamak gerekir)
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Su hem engel tanımaz hem de hayat vermek için sorgulamaz.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Öfke kontrolü birçok olumsuz durumu engeller. Sinirlilik durumu ve aşırı öfke ilkönce kişinin kendi sağlığını ve çevresini olumsuz yönde etkiler. Burada sessiz olmayı ve kendini inzivaya çekmek gerektiğini öğütlemiş.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
“Toprak; eğer insandaki korteks’ e sahip olsa dünyanın tanrısı benim derdi”
. Bunu bendeniz söyledim:)
Ve bu kadar önemli bir görevin işlevin bile olsa toprak gibi alçakgönüllü olmayı kibrin aslında insan için ne kadar yıkıcı etkileri olduğunu anlatmış.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
Bu da kişilerin insanları kandırmayacak, olduğundan farklı görünmeyecek şekilde samimi olmalarını öğütlemiş, tıpkı geçmiş filozofların da ortak görüşleri olduğu gibi.
Aşağıdaki yazıda da neredeyse aynı şeyler vurgulanmıştır.
Bana göre insan yürüyeceği yoldaki dikenleri hem kendisi, hem de kendisinden sonra oradan geçecekleri düşünerek temizleyerek yolculuğa devam ederse yolun sonunda görevini kişisel olarak tamamlamış olacaktır.
Aslı Birer
Sökülünce yağmur buluttan damla damla toprakta dağılışımla sevdim seni
Çiçek açmayı unuttu sensiz gönlüm…
Sızılarımı iliştirdim saat sarkacına ne yılandı yaralarım ne de kabuklandı
Göğsümden söküp attım mutluluğu bu yaban ağrılar yadigârın kaldı
Hüznün dudak kenarlarımda tebessüm soldurtan ahh
Rüyadan rüyaya bıraktım tebessüm etmeyi
Sen varınca gecemin düş penceresine yüreğim kanatlandı
Ey yüreğimin ürkekliği, kalemimin atlası
Unutmak için sevmemiştim seni...
İnsanın Değişmez Yazgısı Karşısında Yaşama Direnmesi Mümkün mü?
Özlem Küskü
06.12.2023 - 23:13
Benim en kazançlı yolculuğum gemimin battığı ve tüm servetimi kaybettiğim gün başladı." Buradan başlayıp yine burada bitirdiğim yazıyı okuyabilirsiniz.
Neden mi hepsini bir defada paylaşmadım?
Belki yazarım:)
Stoa felsefesinin temel önerilerinden biri olan “Gönüllü zorluğa katlanma” Kiniklerden alınmıştı. En tanıdık temsilcilerden Diyojen’den bildiğimiz üzere Kinikler kendilerini gönüllü olarak zorlarlardı. Kışın soğuk suyla yıkanır, yazın güneşin alnında sıcak kumlarda yuvarlanırlardı. Marcus henüz gençken hayata veda eden Stoacı Epiktetos, geliştirdiği Stoa öğretisinde Kiniklerin çok beğendiği yönlerini de öğretiyordu. Bunlardan birisi “Tahammül et ve feragat et” ya da “Katlan ve sakın” idi. Buna göre insan doğrudan kontrolü dışında olan şeyleri sakinlikle kabullenmeli ve başkalarının hataları karşısında bir şey yapmaktan sakınmalıydı. Resim öğretmeni belli ki Kiniklerden epeyce şey almıştı ancak yine bu Marcus Aurelius’un sarsılmaz bir karakterinin olmadığı anlamına da gelmiyordu. İmparator olduktan sonra ihanetlerle karşılaştığında bile verdiği sözden dönmeyen Marcus, en iyi ilk beş Roma imparatorunun sonuncusu olarak anılacaktı.
Robertson kitapta, bir yandan Marcus Aurelius’un Stoa öğretisiyle şekillendirdiği yaşamının izlerini sürerken bir yandan da Stoa felsefesinin temel prensiplerinin bir terapi yöntemine nasıl ilham verdiğini çeşitli örnekler üzerinden anlatıyor. Örneğin Epiktetos’un “Siz yalnızca bir duygusunuz, temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz şey değilsiniz” söyleminin bilişsel mesafe kazanma konusunda imdada koşarak, böylece dış olaylardan, nesnelere bağlanmayarak kendimizi nasıl ayırabileceğimizi gösteriyor. Bunun yanı sıra şeffaflık prensibinden hareketle, zihnimizden geçen herhangi bir düşünceyi o anda yüzümüz kızarmadan yüksek sesle söyleyebilecek kadar saf ve temiz olma idealinin, kişinin her an kendisini gözlemleyerek öz farkındalık kazandırmaya nasıl dönüşebileceğini anlatıyor. “Çünkü” der Marcus, “bizler kendi aptalca fikirlerimizden ziyade başkalarının fikirlerine daha çok değer veririz.” Kıbrıslı Zenon ise bunu şöyle ifade eder:
“Her şeyde çok dikkatli davranmalıyız, sanki biraz sonra hocalarımıza bunun cevabını verecekmişiz gibi.”
“Yorgun gözlerini kapamak için izin verme uykuya
Gündüzün her işini hesap etmeden:
Nerede yanlış yaptım? Ne yaptım? Ve ne kaldı yapılmadık? Demeden…
O zaman baştan sona gözden geçir
?Ve sonra azarla kendini sefil işlerin için ama zevk de al iyilerinden.”
Sonraları Meditasyonlar kitabında sıklıkla samimiyetsizlik ve yozlaşmadan bahseden Marcus Aurelius, tahta geçerken de söz verecekti. O, İmparator Hadrian gibi olmayacaktı çünkü ona göre gerçek güç, şiddet ve saldırganlıktan değil kibarlık ve şefkat gösterebilme yeteneğinden doğardı.
?Onun yaşama bakışını bilgelikle bezeyen bu düşüncelerin mimarlarından biri resim öğretmeni Diognetus’tu. Henüz on iki yaşındayken tanıştığı bu öğretmen ona zamanını çalan şeylerden uzak durmasını öğütlüyor ve onu açık konuşma (parrhesia), hoşgörülü olma konularında eğitiyordu. Diognetus, aynı zamanda küçük öğrencisine zorluğa ve sıkıntıya sabırla nasıl tahammül edileceğini, özgüvenli olmayı, yaşamda az şeyle yetinmenin gereğini, iftiraya nasıl kulak tıkanacağını, başka insanların işine burnunu sokmaktan nasıl sakınacağını da öğretiyordu. Arenada savaşan gladyatörler arasında taraf tutmamayı da… Öğretmeninin genç Marcus’a öğrettiği düsturlardan biri de “Gönüllü olarak zorluğa katlanma” (ponos) idi.
Zenon, soluğu Kinik Krates’in yanında aldı. 20 yıl kendini yetiştirdi ve sonrasında kendi okulunu kurdu. Önceleri kendilerine Zenoncular olarak adlandıran öğrencileri daha sonrasında Stoacılar olarak anılmaya başladı.
Kıbrıslı Zenon’dan (MÖ 334-262) sonra geç dönem Stoacıları arasına adını yazdırmış olan Marcus Aurelius (MS 121-180) Stoa Okulu’nun bayrağını devralanlardandı. Soylu bir aileden geliyordu ve Roma İmparatoru Hadrian’la akrabaydı. Daha çok küçük yaşlardayken takındığı tavırlarla, açık sözlülüğü ve doğruluğuyla Hadrian’ın ilgisini çekmişti. Hadrian, gözetiminde yetiştirdiği Marcus’u ölmeden önce halefi ilan etti böylece Marcus onun torunu olarak tahtını devralacaktı. Ancak bu durum genç Marcus’u oldukça ürkütecekti çünkü sarayda sürdürdüğü yaşamda siyasetin kirli dünyası ve yozlaşmaya yabancı değildi. İmparator Hadrian’ın gittikçe artan hoşgörüsüzlüğü, şüpheciliği ve kendisini eleştirenleri sürgüne yollaması Marcus’un değerlerine tamamen zıttı.
Yolculuğunun en kazançlı günlerinin başladığı ilk gün bir dilenciydi. Atina sokaklarında yardım dilenirken kendini Delfi Mabedi’nde buldu. Apollo’ya adanmış bu kutsal tapınakta kadın bir kâhin bulunurdu, Pythia olarak bilinen bu kâhin yerdeki bir yarıktan Apollo ile iletişime geçer ve çeşitli kehanetlerde bulunurdu. Zenon, kâhinin konuşmasını dinlerken “Ölü deniz kabuklarının değil, ölü insanların rengini alın” sözlerini duyduğunda afallamıştı. Şaşkın bir hâlde döndüğü Atina’da kendini bir kitapçıda buldu. Ksenofon tarafından yazılmış Sokrates’in Hatırlamaya Değer Şeyleri adlı kitabını okumaya başladığında kâhinin şifreli sözlerinin mührü kırıldı. Kendisinden yıllar önce dünyadan geçmiş bir filozofun öğretisini özümseyerek “ölü insanların rengine” bürünmesi gerektiğini anladı. Heyecanla kitapçıya döndü ve sordu: “Bunun gibi bir adamı nerede bulabilirim?”
Antik dünyanın en önemli okullarından birinin kurucusu Kıbrıslı Zenon tarafından söylenmiştir bu sözler. Bir zamanlar varlıklı bir tüccar olan Zenon, fermente edilmiş kabuklu deniz canlılarından elde edilen ve kralların giysilerini boyamak için kullanılan “kraliyet moru” adıyla bilinen paha biçilmez ürünün ticaretini yapıyordu. Bir gün gemisi fırtınaya yakalandı. Canını zar zor kurtarıp karaya ulaştığında mallarının köpüren dalgalar arasında batışını ve her şeyin geldiği yere, okyanusa geri dönüşünü izliyordu.
Benim en kazançlı yolculuğum gemimin battığı ve tüm servetimi kaybettiğim gün başladı."
Oysa birimize ne çok serzenişte bulunuruz. İnsanlar herbiri ayrı dünya ve farklı kişilikler olduğu için birbirinden farklılaşmaları normaldir. Herbirimiz çeşitli faktörlerden dolayı farklı karakter yapılarına bürünürüz. Bizimki insanda dini aramak değil ki insanı, insanda aramak.
Bana göre ayetler tartışmaya açık değildir. Hem Allah’a inancın tam teslimiyetidir düşünüldüğünde; “ dinler insanı açıklamakla uğraşmazlar” cümlesi. Eğer dinin Allah tarafından gönderildiğine inanıyorsa kişi. Onun zaten bildiği bir varlığı neden araştırsın ve öğrenmeğe çalışsın?
Peki gelelim bu günün asıl soruna; içimiz dışımız ne kadar bir olmalı?
Tüm insanların fıtratı birdir.
ve insanı ancak sahibini bulmak ile mükelleftir.
ve bütün sırları (yaradılış, yaşayış, ahlek, karakter) islam birebir açıklamıştır.
Kaliteli yaşamda ancak dine bağlıdır.
Dinler insanın esrarını çözmeyle ilgilenmez.
Homo absconditus “nvs” kökeninden türemiş insan kelimesini incelemeye değer:)
İnsanın özellikleri doğrultusundan fikirler yürütmek bizler için daha kaliteli ve yaşanır bir dünya oluşturur.
Dünya hayatının misâli şudur: Bir yağmur, onu gökten indiririz. İnsanların ve hayvanların yiyip istifade ettikleri yeryüzü bitkileri o yağmuru emerek boy atıp gürleşir, sarmaş dolaş olur. Derken yeryüzü bütün takılarını takınıp, regârenk süslenerek olanca güzelliğiyle göz kamaştırır hâle gelir. Orayı ekip biçenler bütün bunların kendi güçlerinin eseri olduğuna ve artık onun ürünlerini toplama zamanı geldiğine inandıkları sırada, bir gece vakti veya gündüz oraya azap emrimiz gelir; sanki dün orada hiçbir şey yokmuş gibi, her şeyi kökünden biçiveririz. İşte, sistemlice düşünüp ibret alacak kimseler için âyetleri böyle ayrıntılarıyla açıklıyoruz. (Yunus / 24. Ayet)
İşte ben , içi dışı bir insanı , tabiat ananın şefkatle , özene bezene yarattığı , gerçek , normal insan olarak görürüm. Böyle bir adamı delicesine kıskanırım. Ahmak olmasına ahmaktır; bunun aksini iddia edecek değilim, fakat normal adamın ahmak olması gerekmediği ne malum ? Belki bu halin kendine göre güzelliği bile vardır.
Yeraltından notlar; Dostoyevski
Acaba ne kadar doğru :) gerçekte insanın sınırlı olması gerekmiyor muydu? Ne kadar dışarı yansımalıyız?
Güneş gibi ol şefkatte,merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette.
Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol.
Mevlana
Bugün sayfaya nasihatler taşımayı istiyorum. Çeşitli düşünürlerden bakalım neler çıkacak:)
ve dökerken hüznümü gökyüzü
iplik iplik sökülüyordu siman, simamdan
şimdi hiç olmadık kadar yabancıyız
Sen adın su
Ben ise ateş.
Gökyüzü bardak
Boşaldı ağaçlara
Yaprak uyandı
Gönül mahzenimde ismin ruhuma şerik, derdest sitemlerim kelebek kanatlı gamze oyalarına oya oya sevdamlı, rızkımsın mehtaptan yana
Gül soldu rüyalarda, dikenler hasretime ş'ahit
İlmik ilmik tükettim sol yanımı, küllerim lalezar bahçesi
Damla damla yağıyorsun çöl hatifimde, tek damlan okyanus güzelliği
Gülüşlerin şarktan garba uzanan eflatun akşamlar ve gül kokusu
Sen bensiz bir alem ben sensiz bin
Sükût zehrinde iaşesi yok ar’af cümlelerinin artık yüreğin yüreğim tek katre yangın...
Ahşap verandam
Limon ağacım ve ben
Ama güneş yok