eskinin güzel insanlarının meylettiği bir tür afyon... kalubela'dan sarhoş olmayanların kendilerini kandırma yollarından biridir. bilinci kapadığı, nefsi keskinleştiridiği, bulantı verdiği, içe döndürdüğü rivayet edilegelmiştir. kişiyi parçalanmış sandırır, birleştirme bahanesiyle Hakk'a dönmeye vesile olur. -bu tecrübenin paylaşılamaz, bölünemez, tekrarlanamaz olduğu varsayılır.- ve hakeza... dünya kaygusuz abdal'ı göreliberidir,'sır, giz' ve muadili kelimelerin yerine de bir takım ehl-i dil zevat 'kaygusuz' kelimesini münasip görmüştür ki, muhabbet düşkünleri nazarında bu pek müsbet bir karardır. örnek cümle: 'hele sana bir kaygusuz diyeyim: kaynadırım kaynamaz.' kaygusuzu dillendirmek aslında çok sözle hiç birşey anlatmamak, yahut da az sözle çok şey -mümkünse her bi'şey- anlatmak demektir. çünkü onu zaten bilen bilmektedir. bilmeyen, bilmez, velev ki dile getirildi -getirilebiliyorsa tabii-, anlayamaz, tanıyamaz. anlayanlar arasında dile getirilmesi için ise ufak bir nükte- hatta 'nokta' kifayetlidir. böylece aynı sessiz dili konuşanların esasen hep orada var olan noktaya, bilecek bakması sağlanır. (hal midir, makam mıdır meselesini mutasavvıflara bırakalım; ama hasılı, bu durumda bulunulan 'vakit', kaygusuz'un birinci amacına da vasıl olunan bir süreçtir.) ışkın yalın halinde söze, akla, tekmil masivaya bilimum gayrılığa yer yoktur zaten; öyle naklonulagelmiştir.
eskinin güzel insanlarının meylettiği bir tür afyon... kalubela'dan sarhoş olmayanların kendilerini kandırma yollarından biridir. bilinci kapadığı, nefsi keskinleştiridiği, bulantı verdiği, içe döndürdüğü rivayet edilegelmiştir. kişiyi parçalanmış sandırır, birleştirme bahanesiyle Hakk'a dönmeye vesile olur. -bu tecrübenin paylaşılamaz, bölünemez, tekrarlanamaz olduğu varsayılır.- ve hakeza...
dünya kaygusuz abdal'ı göreliberidir,'sır, giz' ve muadili kelimelerin yerine de bir takım ehl-i dil zevat 'kaygusuz' kelimesini münasip görmüştür ki, muhabbet düşkünleri nazarında bu pek müsbet bir karardır. örnek cümle: 'hele sana bir kaygusuz diyeyim: kaynadırım kaynamaz.' kaygusuzu dillendirmek aslında çok sözle hiç birşey anlatmamak, yahut da az sözle çok şey -mümkünse her bi'şey- anlatmak demektir. çünkü onu zaten bilen bilmektedir. bilmeyen, bilmez, velev ki dile getirildi -getirilebiliyorsa tabii-, anlayamaz, tanıyamaz. anlayanlar arasında dile getirilmesi için ise ufak bir nükte- hatta 'nokta' kifayetlidir. böylece aynı sessiz dili konuşanların esasen hep orada var olan noktaya, bilecek bakması sağlanır. (hal midir, makam mıdır meselesini mutasavvıflara bırakalım; ama hasılı, bu durumda bulunulan 'vakit', kaygusuz'un birinci amacına da vasıl olunan bir süreçtir.) ışkın yalın halinde söze, akla, tekmil masivaya bilimum gayrılığa yer yoktur zaten; öyle naklonulagelmiştir.
Bir kazı, kırk gün kaynatıp pişiremeyenlerin içine düştüğü cadı kazanı.
Bu âdem dedikleri, el ayakla baş değil!
Âdem manâya derler, sûret ile kaş değil
Kaygusuz Abdal...
Suret görünsek bile...aslında...mânâ’yız biz!
Hem Nesimî – Hayyam, hem Behlül-ü Dânâ’yız biz!
İtişip...kakışsak da...”O! ” sever! ..ben severim...
Yaradanla...kul değil! ..cân ile cânâ’yız biz!
Atakan Kartaltepe...(30.03.2006)