kapitalizm.. insanların hoşgörü, insaniyet gibi değerlerden uzaklaştırılıp, mal ve para üzerine yaşamlarını yönlendirmelerini öngören ekonomik bir sistemdir.
Ankara'da iki hanım bir balo için bilet satarlar,bir dükkana girerler,yaşlı dükkan sahibine bilet alıp almayacağını sorarlarken,bir kapı açılır,gençten bir adam,Bilet alıyoruz der,bu genç adamın adı da Vehbi Koç'tur.Limancı Hamdi,Ahmet Hamdi, beş kişi bir araya gelirler yedi bin lira sermayalari vardır,beş bin lirasıyla bir motor alırlar.Ankara'da tanıdıkları bakanlar aracılığıyla İstanbul Liman Şirketi'nin imtiyazını alırlar.Gelen ngemilere kömür satarlar diğer nakliye şirketlerine tekel bizde,yaptığınız işten yüzde on alacağız derler. Türkiye'de kapitalizm devletle içiçe böyle kuruldu.
EBU 'nun,ilk kez 1956 yılında yaptığı yarışmaya,Türkiye 1975'te Semiha Yankı'ıyla katıldı.popüler kültürün seyrine göre değişen yarışmada daha fazla erotizm,dans,tek heceli vurgular hakim oldu: Ve müthiş bir Anglo-Sakson hegemonyasına büründü yarışma.Kültürlre ait en küçük kırıntılar bile kaybolup gitti.Bilinçaltındaki faşizm sunucunun tam içine işlemişti.Bize puan vermezler diyn sunucu 12 puan verilince:aaa' Ne güzel güzellemesiyle başka bir tat kattı yarışmaya.Ve Kapitalist hegemonya,yıllarca sanat diye M.M'i pazarladı.Ondan kat kat iyi oyuncuları sinemanın dışına attı.1950-1960
Kapitalizm, acımasızdır, ezer geçer, insafı hoşgörüsü yoktur. Ancak, nasıl İnsanlar ve eşyanın bir ömrü varsa, nasıl en büyük denen devletlerin imparatorlukların bir ömrü varsa, sistemlerinde aynen öyle ömürleri vardır. Sistemlerde doğar gelişir ve ölürler yani çokerler. Kapitalizminde bundan kurtuluşu olmayacak.
AAAAA CAN DÜŞMANIM DA BURDAYMIŞ BİR ZAMAN SOSYALİZM GELECEK DİYE ÖDÜN KOPUYORDU ŞİMDİ YIKILIYORSUN DAHA DA KORKUNÇ DEĞİL Mİ SENİN İÇİN MARX DEDEM İ HATIRLADIM ŞİMDİ BAK
İnsanlar gibi sistemlerde doğar büyür ve ölür. Şimdi sıra kapitalizmde... Doğdu, büyüdü ve can çekişiyor. Çok geçmez tarih olur. Şimdi ana rahminde bir bebek gözlerini açacağı günü bekliyor. Adını hep birlikte koyalım; [SOSYALİZM]
kapitalizm kendi kendini bitiriyor sonunda dünyalara sosyalizmine daha fazla yakınlaşıyoruz! ! ! ! kalesi abd artık sonlanıyor o kadar fazla harcama yaptıki ırak savaşına şu anda öyle bir durumdaki VİETNAM'daki savaştan daha beter bir halde askerleri pisikolojik olrak çöktü dilerim demokratlara değilde cumhuriyetçi,ler kazanır ve hiç bir şekilde kolaya kolay kolay ıraktan çıkmasın Arkadaşlar birde unutmadan abde IRAK'ı terk ederse dünya imparatorluğunun sonuna gelmiş demektir bu demek sosoyalizmin yani komünizmin çökmediğini gösterir tabiki bu durumudan türkeyli devrimcilerde bir an önce yararlanmalıdır memlekti liboşa sermayadara kapitaliste uşaklara bırakmayacağız bu küreseleşmenin ve dünyanın köy modeli ile daha kolay sömürlmesinin önüne geçiyor artık halkımız zaman amerikan emperyalzmine karşı SINIF VE EMEK SAVAŞINA katılma zamanıdır bunun için DENİZ GEZMİŞELRİN İBRAHİM KAYPAKKAYALAR'IN VE MAHİRLERİN bıraktığı İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞINA DESTEK VERELİM yeniden yurdumuzu emperyalistlerden arındıralım incirlik üstlerini kapatalım onları bu memleketen kovalı ABD'ye olan BORÇLARI ÖDEMEYELİM yeniden SINIFSAL VE SOSYAL ADELTİ SAĞLAYALIM TÜRKİYEDE EŞİT ADALETLİ BİR ÜLKE YAPALIM Son sözü halkı adına MAHZUNİ demişti AMERİKA KATİL
amerika HALA KATİL
A....bütün insanlık adına M....amerika katil katil E......hukuk yapar kendi teper R.....amerika katil katil E R......devleti devlete çatan İ.....it gibi pusuda yatan K.....kan döktüren silah satan A.....amerika katil katil
Kapitalizm,üretim araçlarının ÖZel Mülkiyetin Elinde olduğu,üretimin arz talep MEkanizmasıylA,SerbesT piYasada özgüRce YapılDığı Bir Ekonomİk, Sistemdir..
İlkel insan topluluklarının kaderi onbinlerce yıl boyunca doğa koşulları tarafından belirlenmiş, kıtlık ve açlık insan topluluklarını karınlarını doyurabilecekleri verimli alanlara doğru göç etmek zorunda bırakmıştı. Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişle birlikte insanlık, doğa güçlerine boyun eğmekten kurtulmaya, doğayı dönüştürerek ona egemen olmaya, kendi yaşam koşullarını üretebilmeye başlamıştır.
Sanayi devrimi insanın doğa üzerindeki egemenlik mücadelesinin dönüm noktasını oluşturur. Son 200 yılda öyle muazzam bir teknolojik atılım gerçekleşti ki bugün insanoğlu ekvatordan Kuzey kutbuna, denizin binlerce metre altından uzaya kadar hemen her yerde yaşamını üretebiliyor. Bilim ve teknoloji sayesinde en iyi hayvan ırkları yaratıldı. Sulama, gübreleme ve tohum ıslahı sayesinde toprağın verimliliği onlarca kat arttı. İstenilirse çölün ortasında bile tarım alanları yaratılabiliyor. Cep telefonlarını, yani uzaydaki uyduları kullanmak gündelik yaşamımızın basit bir parçası haline geldi. Aynı uydularla her yıl dünyada yetişmekte olan tarım ürünlerinin miktarları bile saptanabiliyor.
İnsanın, hiç değilse gıda ürünleri üretimi bakımından, doğa üzerindeki egemenliği öyle bir aşamaya geldi ki, hava koşulları ne kadar olumsuz olursa olsun yaklaşık 6 milyar 300 milyonluk insan nüfusunun gıda ihtiyacının kat be kat fazlasını üretebilme potansiyeline sahibiz. Bugün dünyadaki gıda üretiminin, 10,5 milyar insanın sağlıklı beslenmesine yetebileceği hesaplanmaktadır.
800 milyon insan aç Ancak öte yandan çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm bir yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;
Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor. 800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent. Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor. Bugüne kadar Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü öneri şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde “zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak” böylece yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde yoksulluk ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin hale getirmektir. Bu mide bulandırıcı öneriler utanmaz kapitalist uzmanlar tarafından öneriliyor ve kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor.
Dünya Bankası’nın, kardeş kuruluşu IMF ile birlikte faaliyete geçtiği 50 yılı aşan sürede yoksulluk giderek arttı. Raporda, dünyada günlük geliri 1 doların altında kalan insanların sayısının 1987’de 1,2 milyarken bugün 1,5 milyara çıktığı belirtiliyor. Bu sayının 2015 yılında 1,9 milyara ulaşması bekleniyor. Geçen 50 yılda, zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumu daha da arttı. Dünyanın en yoksul ülkelerinde kişi başına düşen gelir, 1970-1985 yıllarında zengin ülkelerdeki kişi başına gelirin yüzde 3,1’i düzeyindeyken, bu oran 1990’ların sonunda yüzde 1,9’a dek düştü. Bu oranların ülkeler arası ortalama gelir uçurumunu yansıttığı unutulmamalıdır. Yoksul ülkelerde de zengin-yoksul uçurumunun olduğu hesaba katılırsa durumun çok daha vahim olduğu görülür.
Açlık ve yoksulluk sadece en geri ülkelerde yaşayan insanların mı sorunudur? Bir zamanlar Latin Amerika’nın en kalkınmış ülkelerinden biri olan Arjantin’den gelen haberler durumun hiç de böyle olmadığını ispatlıyor:
“Arjantin’de çocuklar açlıktan ölüyor. Ekonomik krizin tüm ağırlığıyla hissedildiği Arjantin’de, yoksul ailelerin çocukları gıdasızlık nedeniyle hayatını kaybediyor... Arjantin’de en alt gelir grubundaki ailelerin çocukları, yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. 36 milyonluk ülkenin yarısı, fakirlik sınırının altında yaşıyor.... ekonomik krizin pençesindeki Arjantin’de her 10 çocuktan altısı sefalet içinde yaşıyor.... Arjantin’de dakikada 12, günde 16.900 kişi yoksullar ordusuna katılıyor. 2002 Mayıs ayı itibariyle ülkede yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 19 milyonu aştı.”
Arjantin varlık içerisinde yokluk yaşıyor. Dünyanın en büyük sığır eti, tahıl ve soya fasulyesi üreticileri arasında bulunan Arjantin’de, açlık artık gündelik bir olgu haline geldi. Arjantinli işçilerin ürettiği ürünler mağazaların içerisinde duruyor ve aç insanlar, aslında kendilerine ait olanı almaya kalktıklarında karşılarında polis ve orduyu buluyor, dünya televizyonlarında serseri bir avuç yağmacı olarak tanımlanıyorlar.
Açlığın sorumlusu bizzat kapitalist sistemdir Bazı iktisatçılar, kapitalizmin bu aşağılık papazları, “yoksullara yardım edilmemeli, güçsüz olanın elenmesi doğa kanunudur. Üstelik yardım etmek hiçbir işe yaramaz. Yardım edilirse bu yoksullar sürekli ürerler sayıları sürekli artar, hep daha fazla yardım isterler, onları az çocuk yapmaya özendirirsek sorun hallolur” diyorlar.
Oysa kapitalizmde açlığın sebebi, geçim araçlarının nüfusa oranla azlığı değil fazlalığıdır. 1844 yılında Engels şöyle açıklıyordu:
“Sermaye her gün artıyor; nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor; ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarak ve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına düşen emek, kısa zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o da aynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü şaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü de sandıklarda ölü yatıyor. İşçilerin bir bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.”
1844’den bu yana kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmedi. Bu yüzden Engels’in çözümlemesi geçerliliğini sürdürüyor. Yoksulluk ve açlık ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır. Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir. Gıda ürünlerinin üretim miktarları bizzat kapitalistler ve bunların hükümetleri eliyle sınırlandırılmaktadır. Çünkü satabileceğinden fazla üretim, ürün fiyatlarının düşmesine, kapitalistin kârının azalmasına yol açar.
AB ülkeleri 2006 yılında yıllık gelirlerinin %3’ünü kalkınma yardımlarına ayırma önerisini tartışacak. Yoksullara yardım adı altında yoksul ülkelere verilen paralar elbette oradaki kapitalist hükümetlere veriliyor, açlara, yoksullara değil. Ve bu paraların çok büyük bir bölümü silahlanma harcamalarına ayrılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Johannesburg’da gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde alınan kararlardan biri de, sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun 2 milyar insanın sayısının 2015 yılı itibarıyla yarı yarıya azaltılmasıydı. Dünya nüfusunun üçte birini sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun bırakan burjuva kan emiciler, bir milyar insanın hayatını ne zaman kurtaracaklarının, bunu en az kâr kaybıyla nasıl başaracaklarının hesabını ve pazarlığını yaptılar. Sonuç 1 milyar insanın ölümüne 13 yıl daha göz yumulması oldu.
Dünya işçilerinin ve yoksullarının ihtiyacı, elbette burjuvazinin şefkati ve sadakası değildir. Burjuvazinin timsah gözyaşları ve yardım söylemleri mide bulandırıcıdır. Biliyoruz ki, milyarlarca insanı yoksulluğa, hastalığa ve açlığa mahkûm eden kapitalist sistem, insanlığın hiçbir sorununa çare olamaz.
Kapitalizm garabeti, yarattığı tüm sorunları ve çelişkileri ile insanlığa yaşattığı yıkımlar pahasına ayakta kalmaya devam ediyor. Fakat dünya proletaryasının bugün örgütsüz ve dağınık oluşuna bakarak tarihin sonunun geldiğini, kapitalizmin alternatifinin olmadığını iddia edenler yanılıyorlar. Kapitalizm insanlığın nihai yazgısı değildir. Bu yazgıyı değiştirmekse dünya işçi sınıfının ellerindedir. İşçi sınıfının önünde iki seçenek duruyor: ya açlıktan kırılmak ve en iyi durumda giderek sefilleşen bir yaşam sürmek ya da kapitalizmi temellerinden yıkıp, yeni sosyalist bir dünya kurmak. Bugün bu iki seçenek arasında karar vermek, bir ölüm-kalım sorunu haline gelmiştir.
Çevresel tahribat alarm verici boyutlara ulaşmıştır. Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi, üst toprağın kaybı, yağmur ormanlarının temizlenmesiyle oksijenin tükenmesi, asit yağmurları, zehirli atıklar, besinlerdeki ve sudaki böcek zehiri kalıntıları, doğal türlerin hızlanan tükenme oranı, vb. vb. şeylerin büyüklüğü hakkında neredeyse günlük olarak yukarıya doğru revize edilmiş tahminler yapılıyor. Bazı bilim adamları, hayati ekosistemlerin tamir edilemez bir biçimde tahrip olması ve kitlesel insan ölümlerinin başlamasından önce harekete geçmek için 35 yıl gibi kısa bir zamanın olabileceğine inanıyor (Donella M. Meadows, Dennis L. Meadows, ve Jorgen Randers, Beyond the Limits: Confronting Global Collapse, Envisioning a Sustainable Future, Chelsea Green Publishing Company, 1992) . Veya, Kirkpatrick Sale'in ifade ettiği üzere, 'gezegen küresel bir ekolojik tahribat [ecocide, ekolojik intihar] yolunda ilerliyor, belki de bunun tam eşiğinde.' ('Bioregionalism -A Sense of Place,' The Nation, 12: 336-339) . Çoğu anarşist, ekolojik krizin köklerinin, Geç Cilalı Taş Devri sırasında ataerkilliğin, köleliğin ve ilk ilkel devletlerin ortaya çıkmasıyla beliren tahakküm psikolojisinde yattığını düşünür. Eko-anarşizmin öncülerinden birisi olan Murray Bookchin (bakınız Kısım E) şunu belirtiyor, 'toplumsal tahakkümle birlikte ortaya çıkan hiyerarşiler, sınıflar, mülk sahibi biçimleri, ve devletçi kurumlar, kavramsal olarak insanlığın doğayla ilişkisine aktarıldı. Doğa da giderek latifundium [Eski Roma'daki büyük araziler] köleleri gibi acımasızca sömürülecek basit bir kaynak, bir nesne, bir hammadde olarak görüldü.' (Toward and Ecological Society, s. 41) . Ona göre, tahakküm psikolojisini söküp atmaksızın ekolojik felaketin gerçekleşmesini önlemeye yönelik tüm girişimler büyük olasılıkla sadece palyatif [kısmen rahatlatıcı] olacak ve bu nedenle de başarızlığa mahkum olacaktır. Bookchin şöyle devam ediyor, 'insanlık ile doğa arasındaki çatışma insan ile insan arasındaki çatışmanın bir uzantısıdır. Ekoloji hareketi, tüm yönleriyle tahakküm sorununu kucaklayamadığı müddetçe, zamanımızın ekolojik krizinin kökenindeki sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik hiçbir katkıda bulunmayacaktır. Eğer ekoloji hareketi, genişletilmiş bir devrim kavramının gerekliliği ile radikal bir şekilde uğraşmaksızın, sadece kirlilik ve [vahşi hayatı] koruma kontrollerindeki reformizme -sadece 'çevrecilik'e- bağlı kalırsa, mevcut doğal ve beşeri sömürü sisteminin güvenlik supabı olarak hizmet edecektir.' (a.y., s. 43) Kapitalizm, tahakküm psikolojisinin ekolojik olarak en tahripkar çıkış yerini bulduğu araç olduğu için, çoğu eko-anarşist kapitalizmin yıkılmasına en birincil önceliği verirler. 'Sistem, hiç abartısız doğayı bitip tükenmez bir şekilde hırsla yutmasıyla, bütün biyosferi çöl ve arktik canlı topluluklarının kırılgan basitliğine indirgeyecektir. Bitki örtüsü ile hayvan topluluklarını giderek karmaşık biçimlerde ve ilişkilerde farklılaştırmış olan organik evrim sürecini tersine çevirecek, böylece de daha basit ve daha az istikrarlı bir yaşam dünyası yaratmış olacağız. Bu korkunç gerilemenin sonuçları uzun vadede yeterince tahmin edilebilir bir şeydir -biyosfer, en sonunda insan yaşamının gereklilikleri noktasında çökecek ve insan yaşamı için gerekli olan organik önkoşulları ortadan kaldıracak şekilde fazlasıyla kırılgan bir hale gelecektir. Her ne kadar ne zaman gerçekleşeceğini tahmin etmek imkansız olsa da, yalnızca üretim amacıyla üretim yapmaya dayanan bir toplumdan bunun ortaya çıkması... sadece bir zaman meselesidir.' (a.y., s. 68) Kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiğinin, çünkü 'yeşil' kapitalistlerinin iddialarının aksine 'çevre dostu' haline gelecek şekilde kendisini reforme edemeyeceğinin vurgulanması önemlidir. Bunun sebebi, 'kapitalizm yalnızca pre-kapitalist doğaya tahakküm kavramlarını geçerli kılmakla kalmaz, doğanın talanını toplumun yaşam kanunu haline getirir. Bu tür bir sistemle onun değerleri hakkında tartışma yapmak, büyümenin sonuçları hakkındaki öngörülerle onu korkutmaya çalışmak, bizzat onun metabolizması ile tartışmaktır. Yeşil bir bitkiyi fotosentez yapmaktan vazgeçmeye ikna etmek, burjuva ekonomisini sermaye birikiminden vazgeçirmekten daha kolaydır.' (a.y., s. 66) Bu nedenle, kapitalizm, tahakküm (insanın insan üzerinde ve böylece de insanın doğa üzerinde) ve sürekli, sonsuz bir büyümeye (büyüme olmaksızın kapitalizm öleceği için) dayandığı için ekolojik tahribata yol açar. D.04.1 KAPİTALİST FİRMALAR NEDEN 'YA ÖLMELİ YA DA BÜYÜMELİ'DİR? Endüstriyel üretim 1950'den bu yana elli kat artmıştır. Sınırlı [sonu olan] bir çevre içerisinde böylesi bir genişlemenin, felaketvari sonuçlar olmaksızın sonsuza kadar süremeyeceği açıktır. Ancak, yukarıdaki alıntının akla getirdiği üzere, kapitalizmin büyüme bağımlılığından kurtulması ilkesel olarak imkansızdır. Kapitalizm kar için üretime dayanır. Bir firma karlı kalabilmek için, aynı endüstrideki diğer firmalarla rekabet edebilmek amacıyla mal ve hizmetleri yeterince ucuz üretmek zorundadır. Eğer bir firma üretkenliğini arttırırsa (tüm firmalar aynısını yapmak zorunda oldukları için) , daha ucuza üretebilecek, böylece fiyat kırarak rekabeti zayıflatacak ve piyasadan daha fazla pay kapacaktır -en sonunda daha az karlı firmaları iflas etmeye zorlayana kadar. Üstelik, daha yüksek üretkenliğe/karlılığa sahip olan firmalar büyüdükçe, genellikle ölçek ekonomilerine ulaşırlar (yani daha büyük hammadde miktarlarını toptan fiyatlardan [bulk rates] almak) , böylece de daha az üretken/karlı olan işletmeler karşısında daha da fazla rekabetçi avantaj elde ederler. Yani, sürekli olarak artan üretkenlik ayakta kalmak için hayatidir. Üretkenliği arttırmanın iki yolu vardır; işçilerin sömürülmesini arttırmak (örn. daha uzun [çalışma] saatleri ve/veya aynı ücret karşılığında daha yoğun çalışma) veyahut aynı ürün veya hizmeti üretmek için gerekli emek miktarını azaltacak yeni teknolojilerin uygulamaya geçirilmesi. İşçilerin sömürü düzeyindeki artışları engellemeye yönelik mücadeleleri nedeniyle, kapitalizmde üretkenliği arttırmanın ana yolu yeni teknolojilerdir (her ne kadar kapitalistler verili teknolojiyle işçiler üzerindeki sömürüyü diğer araçlarla daima arttırmanın yollarını arasalar da) . Ancak yeni teknolojiler pahalıdır; yani, sürekli geliştirmelerin maliyetini karşılamak için firma ürettiğinin daha fazlasını satmalı, böylece de sermayesini (makinalar, işletme sahası [floor space], işçiler, vb.) sürekli büyütmelidir. Aslında, kapitalizmde olduğu yerde durmak krize davetiye çıkarmaktır -bu nedenle firma sürekli olarak daha fazla kar için uğraşmalı ve dolayısıyla daima genişlemeli ve yatırım yapmalıdır. Diğer bir deyişle, firma yaşamak için, sermayesini büyütmeye ve geliştirmeye devam etmesine yetecek kadar satabilmek için, sürekli olarak sermayesini ve üretim seviyesini büyütmeli ve geliştirmelidir -yani, 'büyü ya da öl', veya 'üretim için üretim'. Bu nedenle kapitalizm açısından ekolojik krizi çözmek ilke olarak imkansızdır, çünkü 'büyü ya da öl' onun doğasına içkindir: 'Kapitalistik piyasa ekonomisinde 'büyümenin sınırları'ndan bahsetmek, savaşçı bir toplumda savaşın sınırlarından bahsetmek kadar anlamsızdır. Birçok iyi niyetli çevreci tarafından seslendirilen ahlaki dindarlıklar, çokulusluların ahlaki dindarlıklarının manipülatif olması kadar naiftir. Kapitalizmin büyümeyi sınırlamaya 'ikna edilmesi', bir insanoğlunun nefes almayı bırakmaya 'ikna edilmesi'ne benzer. Kapitalizmi 'yeşilleştirme', onu 'ekokojik' kılma girşimleri, sonsuz bir büyüme sistemi olan sistemin doğası nedeniyle başarısızlığa mahkumdur.' (Murray Bookchin, Remaking Society, s. 93-94) Kapitalizm varolduğu müddetçe, 'insan yaşamının organik önkoşulları'nı ortadan kaldırıncaya kadar, kaçınılmaz olarak 'sonsuz bir şekilde doğayı hırsla yutmaya' devam edecektir. Bu sebeple, kapitalizmle hiçbir şekilde uzlaşılamaz: bizi yok etmeden önce onu yok etmeliyiz. Ve zaman giderek tükeniyor. Kapitalistler, doğaldır ki bu sonucu kabul etmezler. Çoğu kanıtları göz ardı eder veya durumu pembe renkli gözlüklerle görür; ekolojik sorunların göründükleri kadar ciddi olmadıklarını veya çok geç olmadan önce bilimin bunu halletmenin bir yolunu bulacağını savunur. Sağ liberterler bu yaklaşıma sahip olma eğilimindedirler, ancak onlar aynı zamanda gerçek bir serbest piyasa kapitalizminin ekolojik krize karşı çözümler sağlayacağını da söylerler. Kısım E'de, bu argümanların neden çürük olduğunu ve liberter sosyalizmin neden ekolojik felaketi önlemede en iyi umudumuz olduğunu göstereceğiz. ulaşım adresi PATİ[email protected] HARAMİ[email protected]
ABD'inin daha nice ülkelerin üretim ve dağıtım sistemidir..üretim araçları kamu mülkü değildir..Toprağa,hammaddelere,fabrikalara,makinelere kapitalistler sahiptir..2 çeşit sınıf vardr;
1.sınıf; kapitalist sınıftır.gelirini başkalarını kendi hesabına çalıştıtrarak elde eder 2. sınıf; işçi sınıfıdr.gelirini yaptğı iş karşılığı aldığı ücretle elde eder.ama bu üster hiçbirzaman emeğinin karşılığı olmamıştır.. işveren emek gücünün bi fiyattan satın alır ve emeğin ürününü daha yüksek bir fiyattan satar.farkı kendisine alıkoyar ve bu farkada ARTI-DEĞER denir.. sosyalizimle kapitalizm birbirine karıştırılmamalıdır; sosyalizimde; herkesten yeteneğine göre,herkese emeği kadar kapitalizimde; herkesten yeteneğine göre,herkese gereksinizim kadar verilir.. sosyalizm; kapitalizmden kominizme geçişte zorunlu bir basamakır..
Önceki bazı yazılarımda İslam ile kapitalist ekonomi modelinin uyumlu olduğunu savunmuştum. (Bkz, 'Kapitalizm Gerçekten İslam'a Uymaz mı? ', 'İngilizce Makale: 'Islamocapitalism' '.) Bunlar bazı okurlara 'kulak tırmalayıcı' gelmiş olabilir, çünkü bizde 'kapitalizm' denince daha ziyade maddecilik, açgözlülük, paraya tapınma gibi ahlaki alçalmalar akla geliyor. Benim 'kapitalizm'den kastım (ve kavramın doğru manası) ise; devletin otoritesinin sınırlandığı bir sosyo-ekonomik düzen ve girişimci bireylerin yaratıcılık ve yenilikçiliğini teşvik eden bir kültür. Sosyalizmin seküler bir anlayışla 'devlet'e yüklediği sosyal adalet hedefinin ise, Kuran'ın ve diğer ilahi kitapların öngördüğü gibi, asıl olarak bireylerin ve cemaatlerin vicdanıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yine de kapitalizm 'bu topraklara' yabancı bir kavram gibi durduğu için toplumumuzun çoğuna, özellikle de dindar kesime biraz uzak geliyor. Dindar iş adamları başarılı kapitalist girişimlerde bulunsalar bile, yaptıkları işin öyle tanımlanmasını istemiyor gibiler. Kanımca bu önyargıyı biraz sorgulamak gerek. Girişimcilik, iş kurmak, para kazanmak, kar etmek gibi kavramlar gerçekten de 'ithal' mi, yoksa İslam'ın özünde ve geleneğinde olup da bazı Müslümanların zamanla kötü görmeye başladığı meşru değerler ve hedefler mi?
Araştırmacı yazar Faruk Türkoğlu'nun Referans gazetesinde yayımlanan 'Girişimci Milletin Efendisidir' başlıklı uzun analizinde bu soruya ışık tutacak bir bölüme rastladım. Türkoğlu, 'Tarih Boyunca Girişimcilik' alt başlığıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nda 'bezirganlığın' ('iş adamlığının') ilk başta iyi görülmesine rağmen sonradan kötü bir imaj kazanışını şöyle anlatmış: Osmanlı İmparatorluğu’nda 17. yüzyıla kadar her tür ekonomik faaliyet, toplum içinde prestijli bir konuma sahipti. Tarıma büyük önem verilir, mal alıp satanlar için “Bezirganlık, ulular sanatıdır, dünyanın şenliği bunlarladır” gibi olumlu tanımlamalar kullanılırdı. Esnaflık ise ekonomik istikrarın temel unsuru sayılırdı.
Esnafa ve tüccara bakış açısı, duraklama ve gerileme dönemlerinde değişti. Bilim ve teknolojideki gelişmeler iyi izlenmeyince üretimi artırma yolları tıkandı. Doğu ticaret yollarının kapanması, ticaretteki kazançları azalttı. Fetihlerden elde edilen gelir de zamanla gerileyince, Sabri Ülgener’in “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası” adlı eserinde vurguladığı gibi, ekonomik hayat bir durgunluk içine girdi.
Bu ortamda üretime ve ekonomiye daha fazla önem verilmesi gerekirken tam aksi yönde eğilimler ortaya çıktı. Kanaatkârlığın ve mistik değerlere sığınmanın yaygınlaştığı bir ortamda, devlet büyüklerine kapılanma ve kolay yoldan para kazanma gibi olumsuz eğilimler güçlendi. Gerileme döneminde başlıca iş alanları aşağıda görüldüğü gibi irtifa kaybetti:
- Osmanlı’nın gelişme döneminde “hırfet” kelimesi sanat ve zanaat, harif kelimesi, zanaatkar anlamında kullanılırdı. Sonraki dönemlerde “harif” kelimesi “herif”e dönüştürülerek olumsuz anlamlarda kullanılmaya başlandı.
- Gerileme döneminde, toplumun büyük çoğunluğu esnaflara karşıydı. Şair Sümbülzade Vehbi bunlar için “Sınıf-ı esnafta yoktur insaf” nitelemesi ile toplumdaki bu duygulara tercüman oluyordu.
- “Bezirgan” kelimesinin anlamındaki alçalma günümüzde de devam ediyor. Bu kelime normal bir alım satım faaliyeti için değil de kuşku duyulacak ticari faaliyetler için kullanılıyor.
Ticaret ve her tür kazancı amaçlayan ekonomik girişimlerin, dürüst rekabet kurallarına ve yasa hükümlerine uygun olduğu sürece onurlu bir iş sayılması gerektiği ancak Osmanlı’nın son döneminde kabul edildi. Hazreti Muhammed’in “El kasib-u Habibullah” (çalışıp kazananı Allah sever) hadisi, geçen yüzyılın başlarında hatırlandı ve İstanbul Kapalıçarşı’nın Çadırcılar Kapısı üstüne Hattat Sami Efendi tarafından yazıldı.
“Paranın elin kiri” sayıldığı dönemler geride kalmış görünse de girişimciliğin ve girişimcinin, toplum içinde hak ettiği itibarı gördüğü henüz söylenemez. Bürokrasinin önemli bir bölümü, girişimcilere hâlâ zorluk üstüne zorluk çıkarıyor.
Girişimcilere zorluk üstüne zorluk çıkaran söz konusu 'bürokrasinin önemli bir bölümü'nün laiklik ve fikir özgürlüğü gibi başka konularda da hala 1930'lardaki gibi, yani 'çağdışı' bir zihniyetle düşünüp davrandığını da buraya eklemek lazım.
Bir başka deyişle 'kapitalizm'in iyi bir şey olup olmadığı konusunda, 'kapitalizm düşmanları'nın dünya görüşüne, özellikle de dine yönelik bakış açılarına göz atılarak da fikir yürütülebilir...
kapitalizm igrenc bisey....kapitalistler para icin kardeslerini analarini satabilecek insanlar...bu kapitalist dünyada yasadigimdan dolayi utaniyorum...ne yazikki kapitalizme karsi elden gelen bisey yok.
Bagzi kapitalist ülkeler, durumu iyi olmayan ülkeleri sömüre sömüre bitirdiler...insallah öyle bir duruma gelirki su kapitalist ülkeler sömürecek devlet kalmadiginda birbirini yerler....
halkların kardesligini yokedecek şıkar menfaatların ve özgürlük karsıtı mücadelelerin yapıldıgı halkları kölelegi zorlaştırıldıgı
ve imparatorluklarla yönetilen düşüncenin sevginin ve saygının olmadıgı bir sistemdir kısaca.
kapitalizm.. insanların hoşgörü, insaniyet gibi değerlerden uzaklaştırılıp, mal ve para üzerine yaşamlarını yönlendirmelerini öngören ekonomik bir sistemdir.
Nüfusunun %1'rinin dünya zenginliklerinin %40'ına sahip olan,%50'sinin günde 2 Dolar kazandığı dünyada bir yanlışlık var demektir.
....Zira kapitalizm emperyalizmdir. Yabancı düşmanlığı anti-emperyalizm değildir.Emperyalizm içerdedir.
Reel Atatükçülük:F.Başkaya s100
Kumarhâne.
Ankara'da iki hanım bir balo için bilet satarlar,bir dükkana girerler,yaşlı dükkan sahibine bilet alıp almayacağını sorarlarken,bir kapı açılır,gençten bir adam,Bilet alıyoruz der,bu genç adamın adı da Vehbi Koç'tur.Limancı Hamdi,Ahmet Hamdi, beş kişi bir araya gelirler yedi bin lira sermayalari vardır,beş bin lirasıyla bir motor alırlar.Ankara'da tanıdıkları bakanlar aracılığıyla İstanbul Liman Şirketi'nin imtiyazını alırlar.Gelen ngemilere kömür satarlar diğer nakliye şirketlerine tekel bizde,yaptığınız işten yüzde on alacağız derler. Türkiye'de kapitalizm devletle içiçe böyle kuruldu.
EBU 'nun,ilk kez 1956 yılında yaptığı yarışmaya,Türkiye 1975'te Semiha Yankı'ıyla katıldı.popüler kültürün seyrine göre değişen yarışmada daha fazla erotizm,dans,tek heceli vurgular hakim oldu: Ve müthiş bir Anglo-Sakson hegemonyasına büründü yarışma.Kültürlre ait en küçük kırıntılar bile kaybolup gitti.Bilinçaltındaki faşizm sunucunun tam içine işlemişti.Bize puan vermezler diyn sunucu 12 puan verilince:aaa' Ne güzel güzellemesiyle başka bir tat kattı yarışmaya.Ve Kapitalist hegemonya,yıllarca sanat diye M.M'i pazarladı.Ondan kat kat iyi oyuncuları sinemanın dışına attı.1950-1960
adından da bellidir
sermaye üstünlüğü
serbest piyasa ekonomisidir
Kapitalizm, acımasızdır, ezer geçer, insafı hoşgörüsü yoktur.
Ancak, nasıl İnsanlar ve eşyanın bir ömrü varsa, nasıl en büyük denen devletlerin imparatorlukların bir ömrü varsa, sistemlerinde aynen öyle ömürleri vardır. Sistemlerde doğar gelişir ve ölürler yani çokerler.
Kapitalizminde bundan kurtuluşu olmayacak.
parayi veren dudugu calar sistemi
AAAAA CAN DÜŞMANIM DA BURDAYMIŞ BİR ZAMAN SOSYALİZM GELECEK DİYE ÖDÜN KOPUYORDU ŞİMDİ YIKILIYORSUN DAHA DA KORKUNÇ DEĞİL Mİ SENİN İÇİN MARX DEDEM İ HATIRLADIM ŞİMDİ BAK
İnsanlar gibi sistemlerde doğar büyür ve ölür. Şimdi sıra kapitalizmde... Doğdu, büyüdü ve can çekişiyor. Çok geçmez tarih olur. Şimdi ana rahminde bir bebek gözlerini açacağı günü bekliyor. Adını hep birlikte koyalım; [SOSYALİZM]
KAPİTALZME KARŞI SİLAH BAŞINA OMUZ OMUZA VAHİŞLERİ VAHİŞ BATILILARI YURDUMUZDAN KOVALIM VAHŞET YAPTIRTMAYALIM YURDUMUZ ÜSTÜNDEN YAŞASIN SINIFSAL MÜCADELEMİZ İŞÇİNİN EMEĞİN KÖYLÜLÜNÜN ALINTERİ İÇİN YANKE (yaki) DIŞARI! ! ! ! ...
DOKTOR BEY
Avrat yeğin sayrı benim karnım aç
Keyf için gelmedik bura doktur bey
Fukara harcından yaz da bir ilaç
Olsun derdimize çare doktur bey
Tama vatandaşık kardaşık tama
Bunca pahıl m'olur adam adama
Geldik ta sabahtan kaldık akşama
Yarına mümkün mü sıra doktur bey
Yedi baş horanta yıkık hanede
Tüm kazancım bini bulmaz senede
Yüz pangunot helal olsun gene de
Ben nereyim beş yüz nere doktur bey
Tek kaşıkla çorba içer dördümüz
Kul başından ırak ola derdimiz
Senden benden asker ister ordumuz
Candan da mı yeğdir para doktor bey
Dert bela tebelleş oydu başıma
Her gece tahsildar girer düşüme
Beni mahcup etme can yoldaşıma
Erkeklik öldü mü bre doktor bey
Büyük oğlan asker öteki çırak
Han için param yok oteli bırak
Mevsim kış yollar sarp köy hayli ırak
Bir değil beş değil yara doktor bey
Memur gelir karşılarsın köşeden
Zengin gelir kırılırsın neşeden
Öte kaçma bizim garip Eşe'den
Bakıp boynundaki kire doktor bey
Hemi Müslümanım insanım hemi
Halimi arzettim darılma emi
içinde mangır yok gördün kesemi
Bir de ceplerimi ara doktor bey
Daha sayayım mı noksan mı daha
Yalvara yalvara tükendim aha
Bu yüzle mi çıkacaksın Allaha
Vallahi yanarsın nara doktor bey
....MAHZUNİ ŞERİF
KAPİTALİZM PARASI OLMAYANA ACIMAZ PARANIN VATANI SERMAYENİN İNSAFI OLMAZ
KURTULUŞ
kapitalizm kendi kendini bitiriyor sonunda dünyalara sosyalizmine daha fazla yakınlaşıyoruz! ! ! ! kalesi abd artık sonlanıyor o kadar fazla harcama yaptıki ırak savaşına şu anda öyle bir durumdaki VİETNAM'daki savaştan daha beter bir halde askerleri pisikolojik olrak çöktü dilerim demokratlara değilde cumhuriyetçi,ler kazanır ve hiç bir şekilde kolaya kolay kolay ıraktan çıkmasın
Arkadaşlar birde unutmadan abde IRAK'ı terk ederse dünya imparatorluğunun sonuna gelmiş demektir bu demek sosoyalizmin yani komünizmin çökmediğini gösterir tabiki bu durumudan türkeyli devrimcilerde bir an önce yararlanmalıdır memlekti liboşa sermayadara kapitaliste uşaklara bırakmayacağız bu küreseleşmenin ve dünyanın köy modeli ile daha kolay sömürlmesinin önüne geçiyor artık halkımız zaman amerikan emperyalzmine karşı SINIF VE EMEK SAVAŞINA katılma zamanıdır bunun için DENİZ GEZMİŞELRİN İBRAHİM KAYPAKKAYALAR'IN VE MAHİRLERİN bıraktığı İKİNCİ KURTULUŞ SAVAŞINA DESTEK VERELİM yeniden yurdumuzu emperyalistlerden arındıralım incirlik üstlerini kapatalım onları bu memleketen kovalı ABD'ye olan BORÇLARI ÖDEMEYELİM yeniden SINIFSAL VE SOSYAL ADELTİ SAĞLAYALIM TÜRKİYEDE EŞİT ADALETLİ BİR ÜLKE YAPALIM
Son sözü halkı adına MAHZUNİ demişti AMERİKA KATİL
amerika HALA KATİL
A....bütün insanlık adına
M....amerika katil katil
E......hukuk yapar kendi teper
R.....amerika katil katil
E
R......devleti devlete çatan
İ.....it gibi pusuda yatan
K.....kan döktüren silah satan
A.....amerika katil katil
Y
A
Ö......vietnam’ın suçu nedir
L.......hür yaşamak ayıp mıdır?
Ü.......ister füze yapıp kudur
M.......amerika katil katil
Ö.......bütün milletlere yazık
L........sömürülmüş bağrı ezik
Ü.......seni sevenin sütü bozuk
M.........amerika katil katil
Ö.........mahsuni der türk milleti
L.........çeksin gitsin elin iti
Ü........demedim mi bunlar kötü
M........amerika katil katil
ne kadar kolaya ve güzel bir şekilde yumuşatılmış (özel mülkiyet) bunu adı o 'dedikleriyle kalmıyor? ! ! ....
büyük balık küçük balıği HAMM yapar ya işte ordaki büyük balık
Kapitalizm,üretim araçlarının ÖZel Mülkiyetin Elinde olduğu,üretimin arz talep MEkanizmasıylA,SerbesT piYasada özgüRce YapılDığı Bir Ekonomİk, Sistemdir..
haksız kazanç ve eşitsizliği
içli köfte gibi bir şey
Kapitalizm ve Açlık
Kemal Erdem
12 Eylül 2002
İlkel insan topluluklarının kaderi onbinlerce yıl boyunca doğa koşulları tarafından belirlenmiş, kıtlık ve açlık insan topluluklarını karınlarını doyurabilecekleri verimli alanlara doğru göç etmek zorunda bırakmıştı. Tarım devrimi ve yerleşik hayata geçişle birlikte insanlık, doğa güçlerine boyun eğmekten kurtulmaya, doğayı dönüştürerek ona egemen olmaya, kendi yaşam koşullarını üretebilmeye başlamıştır.
Sanayi devrimi insanın doğa üzerindeki egemenlik mücadelesinin dönüm noktasını oluşturur. Son 200 yılda öyle muazzam bir teknolojik atılım gerçekleşti ki bugün insanoğlu ekvatordan Kuzey kutbuna, denizin binlerce metre altından uzaya kadar hemen her yerde yaşamını üretebiliyor. Bilim ve teknoloji sayesinde en iyi hayvan ırkları yaratıldı. Sulama, gübreleme ve tohum ıslahı sayesinde toprağın verimliliği onlarca kat arttı. İstenilirse çölün ortasında bile tarım alanları yaratılabiliyor. Cep telefonlarını, yani uzaydaki uyduları kullanmak gündelik yaşamımızın basit bir parçası haline geldi. Aynı uydularla her yıl dünyada yetişmekte olan tarım ürünlerinin miktarları bile saptanabiliyor.
İnsanın, hiç değilse gıda ürünleri üretimi bakımından, doğa üzerindeki egemenliği öyle bir aşamaya geldi ki, hava koşulları ne kadar olumsuz olursa olsun yaklaşık 6 milyar 300 milyonluk insan nüfusunun gıda ihtiyacının kat be kat fazlasını üretebilme potansiyeline sahibiz. Bugün dünyadaki gıda üretiminin, 10,5 milyar insanın sağlıklı beslenmesine yetebileceği hesaplanmaktadır.
800 milyon insan aç
Ancak öte yandan çağımız, insanlık tarihinin en derin çelişkilerinin yaşandığı en akıldışı çağdır. Kapitalizm bir yanda inanılmaz bir zenginlik diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Dünya Bankası ve Dünya kalkınma raporu verilerine göre;
Dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.
800 milyon insan aç yaşıyor. Yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölüyor.
Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 cent.
Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
Bugüne kadar Dünya Bankası’nın yoksullukla mücadele adına ileri sürdüğü öneri şuydu: Gelişmekte olan ülkelerde “zengin kesimden alınan vergiler azaltılacak” böylece yatırım ve istihdam artacak, uzun dönemde yoksulluk ortadan kalkacak! Yani yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu zengini daha zengin hale getirmektir. Bu mide bulandırıcı öneriler utanmaz kapitalist uzmanlar tarafından öneriliyor ve kapitalist rejimler tarafından uygulanıyor.
Dünya Bankası’nın, kardeş kuruluşu IMF ile birlikte faaliyete geçtiği 50 yılı aşan sürede yoksulluk giderek arttı. Raporda, dünyada günlük geliri 1 doların altında kalan insanların sayısının 1987’de 1,2 milyarken bugün 1,5 milyara çıktığı belirtiliyor. Bu sayının 2015 yılında 1,9 milyara ulaşması bekleniyor. Geçen 50 yılda, zenginlerle yoksullar arasındaki gelir uçurumu daha da arttı. Dünyanın en yoksul ülkelerinde kişi başına düşen gelir, 1970-1985 yıllarında zengin ülkelerdeki kişi başına gelirin yüzde 3,1’i düzeyindeyken, bu oran 1990’ların sonunda yüzde 1,9’a dek düştü. Bu oranların ülkeler arası ortalama gelir uçurumunu yansıttığı unutulmamalıdır. Yoksul ülkelerde de zengin-yoksul uçurumunun olduğu hesaba katılırsa durumun çok daha vahim olduğu görülür.
Açlık ve yoksulluk sadece en geri ülkelerde yaşayan insanların mı sorunudur? Bir zamanlar Latin Amerika’nın en kalkınmış ülkelerinden biri olan Arjantin’den gelen haberler durumun hiç de böyle olmadığını ispatlıyor:
“Arjantin’de çocuklar açlıktan ölüyor. Ekonomik krizin tüm ağırlığıyla hissedildiği Arjantin’de, yoksul ailelerin çocukları gıdasızlık nedeniyle hayatını kaybediyor... Arjantin’de en alt gelir grubundaki ailelerin çocukları, yetersiz beslenme nedeniyle ölüyor. 36 milyonluk ülkenin yarısı, fakirlik sınırının altında yaşıyor.... ekonomik krizin pençesindeki Arjantin’de her 10 çocuktan altısı sefalet içinde yaşıyor.... Arjantin’de dakikada 12, günde 16.900 kişi yoksullar ordusuna katılıyor. 2002 Mayıs ayı itibariyle ülkede yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 19 milyonu aştı.”
Arjantin varlık içerisinde yokluk yaşıyor. Dünyanın en büyük sığır eti, tahıl ve soya fasulyesi üreticileri arasında bulunan Arjantin’de, açlık artık gündelik bir olgu haline geldi. Arjantinli işçilerin ürettiği ürünler mağazaların içerisinde duruyor ve aç insanlar, aslında kendilerine ait olanı almaya kalktıklarında karşılarında polis ve orduyu buluyor, dünya televizyonlarında serseri bir avuç yağmacı olarak tanımlanıyorlar.
Açlığın sorumlusu bizzat kapitalist sistemdir
Bazı iktisatçılar, kapitalizmin bu aşağılık papazları, “yoksullara yardım edilmemeli, güçsüz olanın elenmesi doğa kanunudur. Üstelik yardım etmek hiçbir işe yaramaz. Yardım edilirse bu yoksullar sürekli ürerler sayıları sürekli artar, hep daha fazla yardım isterler, onları az çocuk yapmaya özendirirsek sorun hallolur” diyorlar.
Oysa kapitalizmde açlığın sebebi, geçim araçlarının nüfusa oranla azlığı değil fazlalığıdır. 1844 yılında Engels şöyle açıklıyordu:
“Sermaye her gün artıyor; nüfusla birlikte emeğin gücü de büyüyor; ve bilim her geçen gün, doğa güçlerini insanın hizmetine daha çok sokuyor. Bu üretken kapasite, bilinçli olarak ve herkesin çıkarı doğrultusunda uygulansaydı, insanlığın payına düşen emek, kısa zamanda asgariye indirilmiş olurdu. Rekabete bırakılacak olursa o da aynı şeyi yapar ama çelişkiler çerçevesi içinde. Toprağın bir bölümü en iyi biçimde işletilirken, bir bölümü bomboş durmaktadır. Sermayenin bir bölümü şaşırtıcı bir hızla dolanırken, bir bölümü de sandıklarda ölü yatıyor. İşçilerin bir bölümü günde 16 saat çalışırken diğer bölümü işsiz ve açlıktan ölüyor.”
1844’den bu yana kapitalizmin temel işleyiş yasaları değişmedi. Bu yüzden Engels’in çözümlemesi geçerliliğini sürdürüyor. Yoksulluk ve açlık ne bazı halkların tembel olmasından, ne hızlı nüfus artışından, ne bazı ülkelerin topraklarının verimsiz olmasından ne de iklim koşullarının kötü olmasından kaynaklanır. Bugün tüm dünyayı kasıp kavuran yoksulluğun ve açlığın yegâne sorumlusu kapitalist dünya sistemidir. Gıda ürünlerinin üretim miktarları bizzat kapitalistler ve bunların hükümetleri eliyle sınırlandırılmaktadır. Çünkü satabileceğinden fazla üretim, ürün fiyatlarının düşmesine, kapitalistin kârının azalmasına yol açar.
AB ülkeleri 2006 yılında yıllık gelirlerinin %3’ünü kalkınma yardımlarına ayırma önerisini tartışacak. Yoksullara yardım adı altında yoksul ülkelere verilen paralar elbette oradaki kapitalist hükümetlere veriliyor, açlara, yoksullara değil. Ve bu paraların çok büyük bir bölümü silahlanma harcamalarına ayrılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Johannesburg’da gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde alınan kararlardan biri de, sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun 2 milyar insanın sayısının 2015 yılı itibarıyla yarı yarıya azaltılmasıydı. Dünya nüfusunun üçte birini sağlıklı yaşam kaynaklarından yoksun bırakan burjuva kan emiciler, bir milyar insanın hayatını ne zaman kurtaracaklarının, bunu en az kâr kaybıyla nasıl başaracaklarının hesabını ve pazarlığını yaptılar. Sonuç 1 milyar insanın ölümüne 13 yıl daha göz yumulması oldu.
Dünya işçilerinin ve yoksullarının ihtiyacı, elbette burjuvazinin şefkati ve sadakası değildir. Burjuvazinin timsah gözyaşları ve yardım söylemleri mide bulandırıcıdır. Biliyoruz ki, milyarlarca insanı yoksulluğa, hastalığa ve açlığa mahkûm eden kapitalist sistem, insanlığın hiçbir sorununa çare olamaz.
Kapitalizm garabeti, yarattığı tüm sorunları ve çelişkileri ile insanlığa yaşattığı yıkımlar pahasına ayakta kalmaya devam ediyor. Fakat dünya proletaryasının bugün örgütsüz ve dağınık oluşuna bakarak tarihin sonunun geldiğini, kapitalizmin alternatifinin olmadığını iddia edenler yanılıyorlar. Kapitalizm insanlığın nihai yazgısı değildir. Bu yazgıyı değiştirmekse dünya işçi sınıfının ellerindedir. İşçi sınıfının önünde iki seçenek duruyor: ya açlıktan kırılmak ve en iyi durumda giderek sefilleşen bir yaşam sürmek ya da kapitalizmi temellerinden yıkıp, yeni sosyalist bir dünya kurmak. Bugün bu iki seçenek arasında karar vermek, bir ölüm-kalım sorunu haline gelmiştir.
İKTİDARBİZİ[email protected]
PATİ[email protected]
HARAMİ[email protected]
FABRİ[email protected]
HALKBARİKATİ@HOTMAİL.COM
KALAN@DERSİMLİYİZ.BİZ
[email protected]
E-POSTA.İNTEK@HOTMAİL.COM
SAGAZADİ@HOTMAİL.COM
UZUNYOLDAPATİKA@HOTMAİL.COM
KARABARİKATLAR@HOTMAİL.COM
[email protected]
TEPKİ-DER@HOTMAİL.COM
azı yarar çoğu çok zarar bnde kapitalizmi sevmiyorum ama komünizmden iyidir hemde 100 katı daha iyidir
kapitalist ülklerin çoğu zengin
komünist ülklerin de çoğu fakir
KAPİTALİZM İLE EKOLOJİK KRİZ ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?
Çevresel tahribat alarm verici boyutlara ulaşmıştır. Küresel ısınma, ozon tabakasının delinmesi, üst toprağın kaybı, yağmur ormanlarının temizlenmesiyle oksijenin tükenmesi, asit yağmurları, zehirli atıklar, besinlerdeki ve sudaki böcek zehiri kalıntıları, doğal türlerin hızlanan tükenme oranı, vb. vb. şeylerin büyüklüğü hakkında neredeyse günlük olarak yukarıya doğru revize edilmiş tahminler yapılıyor. Bazı bilim adamları, hayati ekosistemlerin tamir edilemez bir biçimde tahrip olması ve kitlesel insan ölümlerinin başlamasından önce harekete geçmek için 35 yıl gibi kısa bir zamanın olabileceğine inanıyor (Donella M. Meadows, Dennis L. Meadows, ve Jorgen Randers, Beyond the Limits: Confronting Global Collapse, Envisioning a Sustainable Future, Chelsea Green Publishing Company, 1992) . Veya, Kirkpatrick Sale'in ifade ettiği üzere, 'gezegen küresel bir ekolojik tahribat [ecocide, ekolojik intihar] yolunda ilerliyor, belki de bunun tam eşiğinde.' ('Bioregionalism -A Sense of Place,' The Nation, 12: 336-339) .
Çoğu anarşist, ekolojik krizin köklerinin, Geç Cilalı Taş Devri sırasında ataerkilliğin, köleliğin ve ilk ilkel devletlerin ortaya çıkmasıyla beliren tahakküm psikolojisinde yattığını düşünür. Eko-anarşizmin öncülerinden birisi olan Murray Bookchin (bakınız Kısım E) şunu belirtiyor, 'toplumsal tahakkümle birlikte ortaya çıkan hiyerarşiler, sınıflar, mülk sahibi biçimleri, ve devletçi kurumlar, kavramsal olarak insanlığın doğayla ilişkisine aktarıldı. Doğa da giderek latifundium [Eski Roma'daki büyük araziler] köleleri gibi acımasızca sömürülecek basit bir kaynak, bir nesne, bir hammadde olarak görüldü.' (Toward and Ecological Society, s. 41) . Ona göre, tahakküm psikolojisini söküp atmaksızın ekolojik felaketin gerçekleşmesini önlemeye yönelik tüm girişimler büyük olasılıkla sadece palyatif [kısmen rahatlatıcı] olacak ve bu nedenle de başarızlığa mahkum olacaktır.
Bookchin şöyle devam ediyor, 'insanlık ile doğa arasındaki çatışma insan ile insan arasındaki çatışmanın bir uzantısıdır. Ekoloji hareketi, tüm yönleriyle tahakküm sorununu kucaklayamadığı müddetçe, zamanımızın ekolojik krizinin kökenindeki sebeplerin ortadan kaldırılmasına yönelik hiçbir katkıda bulunmayacaktır. Eğer ekoloji hareketi, genişletilmiş bir devrim kavramının gerekliliği ile radikal bir şekilde uğraşmaksızın, sadece kirlilik ve [vahşi hayatı] koruma kontrollerindeki reformizme -sadece 'çevrecilik'e- bağlı kalırsa, mevcut doğal ve beşeri sömürü sisteminin güvenlik supabı olarak hizmet edecektir.' (a.y., s. 43)
Kapitalizm, tahakküm psikolojisinin ekolojik olarak en tahripkar çıkış yerini bulduğu araç olduğu için, çoğu eko-anarşist kapitalizmin yıkılmasına en birincil önceliği verirler. 'Sistem, hiç abartısız doğayı bitip tükenmez bir şekilde hırsla yutmasıyla, bütün biyosferi çöl ve arktik canlı topluluklarının kırılgan basitliğine indirgeyecektir. Bitki örtüsü ile hayvan topluluklarını giderek karmaşık biçimlerde ve ilişkilerde farklılaştırmış olan organik evrim sürecini tersine çevirecek, böylece de daha basit ve daha az istikrarlı bir yaşam dünyası yaratmış olacağız. Bu korkunç gerilemenin sonuçları uzun vadede yeterince tahmin edilebilir bir şeydir -biyosfer, en sonunda insan yaşamının gereklilikleri noktasında çökecek ve insan yaşamı için gerekli olan organik önkoşulları ortadan kaldıracak şekilde fazlasıyla kırılgan bir hale gelecektir. Her ne kadar ne zaman gerçekleşeceğini tahmin etmek imkansız olsa da, yalnızca üretim amacıyla üretim yapmaya dayanan bir toplumdan bunun ortaya çıkması... sadece bir zaman meselesidir.' (a.y., s. 68)
Kapitalizmin ortadan kaldırılması gerektiğinin, çünkü 'yeşil' kapitalistlerinin iddialarının aksine 'çevre dostu' haline gelecek şekilde kendisini reforme edemeyeceğinin vurgulanması önemlidir. Bunun sebebi, 'kapitalizm yalnızca pre-kapitalist doğaya tahakküm kavramlarını geçerli kılmakla kalmaz, doğanın talanını toplumun yaşam kanunu haline getirir. Bu tür bir sistemle onun değerleri hakkında tartışma yapmak, büyümenin sonuçları hakkındaki öngörülerle onu korkutmaya çalışmak, bizzat onun metabolizması ile tartışmaktır. Yeşil bir bitkiyi fotosentez yapmaktan vazgeçmeye ikna etmek, burjuva ekonomisini sermaye birikiminden vazgeçirmekten daha kolaydır.' (a.y., s. 66)
Bu nedenle, kapitalizm, tahakküm (insanın insan üzerinde ve böylece de insanın doğa üzerinde) ve sürekli, sonsuz bir büyümeye (büyüme olmaksızın kapitalizm öleceği için) dayandığı için ekolojik tahribata yol açar.
D.04.1 KAPİTALİST FİRMALAR NEDEN 'YA ÖLMELİ YA DA BÜYÜMELİ'DİR?
Endüstriyel üretim 1950'den bu yana elli kat artmıştır. Sınırlı [sonu olan] bir çevre içerisinde böylesi bir genişlemenin, felaketvari sonuçlar olmaksızın sonsuza kadar süremeyeceği açıktır. Ancak, yukarıdaki alıntının akla getirdiği üzere, kapitalizmin büyüme bağımlılığından kurtulması ilkesel olarak imkansızdır.
Kapitalizm kar için üretime dayanır. Bir firma karlı kalabilmek için, aynı endüstrideki diğer firmalarla rekabet edebilmek amacıyla mal ve hizmetleri yeterince ucuz üretmek zorundadır. Eğer bir firma üretkenliğini arttırırsa (tüm firmalar aynısını yapmak zorunda oldukları için) , daha ucuza üretebilecek, böylece fiyat kırarak rekabeti zayıflatacak ve piyasadan daha fazla pay kapacaktır -en sonunda daha az karlı firmaları iflas etmeye zorlayana kadar. Üstelik, daha yüksek üretkenliğe/karlılığa sahip olan firmalar büyüdükçe, genellikle ölçek ekonomilerine ulaşırlar (yani daha büyük hammadde miktarlarını toptan fiyatlardan [bulk rates] almak) , böylece de daha az üretken/karlı olan işletmeler karşısında daha da fazla rekabetçi avantaj elde ederler. Yani, sürekli olarak artan üretkenlik ayakta kalmak için hayatidir.
Üretkenliği arttırmanın iki yolu vardır; işçilerin sömürülmesini arttırmak (örn. daha uzun [çalışma] saatleri ve/veya aynı ücret karşılığında daha yoğun çalışma) veyahut aynı ürün veya hizmeti üretmek için gerekli emek miktarını azaltacak yeni teknolojilerin uygulamaya geçirilmesi. İşçilerin sömürü düzeyindeki artışları engellemeye yönelik mücadeleleri nedeniyle, kapitalizmde üretkenliği arttırmanın ana yolu yeni teknolojilerdir (her ne kadar kapitalistler verili teknolojiyle işçiler üzerindeki sömürüyü diğer araçlarla daima arttırmanın yollarını arasalar da) .
Ancak yeni teknolojiler pahalıdır; yani, sürekli geliştirmelerin maliyetini karşılamak için firma ürettiğinin daha fazlasını satmalı, böylece de sermayesini (makinalar, işletme sahası [floor space], işçiler, vb.) sürekli büyütmelidir. Aslında, kapitalizmde olduğu yerde durmak krize davetiye çıkarmaktır -bu nedenle firma sürekli olarak daha fazla kar için uğraşmalı ve dolayısıyla daima genişlemeli ve yatırım yapmalıdır. Diğer bir deyişle, firma yaşamak için, sermayesini büyütmeye ve geliştirmeye devam etmesine yetecek kadar satabilmek için, sürekli olarak sermayesini ve üretim seviyesini büyütmeli ve geliştirmelidir -yani, 'büyü ya da öl', veya 'üretim için üretim'.
Bu nedenle kapitalizm açısından ekolojik krizi çözmek ilke olarak imkansızdır, çünkü 'büyü ya da öl' onun doğasına içkindir:
'Kapitalistik piyasa ekonomisinde 'büyümenin sınırları'ndan bahsetmek, savaşçı bir toplumda savaşın sınırlarından bahsetmek kadar anlamsızdır. Birçok iyi niyetli çevreci tarafından seslendirilen ahlaki dindarlıklar, çokulusluların ahlaki dindarlıklarının manipülatif olması kadar naiftir. Kapitalizmin büyümeyi sınırlamaya 'ikna edilmesi', bir insanoğlunun nefes almayı bırakmaya 'ikna edilmesi'ne benzer. Kapitalizmi 'yeşilleştirme', onu 'ekokojik' kılma girşimleri, sonsuz bir büyüme sistemi olan sistemin doğası nedeniyle başarısızlığa mahkumdur.' (Murray Bookchin, Remaking Society, s. 93-94)
Kapitalizm varolduğu müddetçe, 'insan yaşamının organik önkoşulları'nı ortadan kaldırıncaya kadar, kaçınılmaz olarak 'sonsuz bir şekilde doğayı hırsla yutmaya' devam edecektir. Bu sebeple, kapitalizmle hiçbir şekilde uzlaşılamaz: bizi yok etmeden önce onu yok etmeliyiz. Ve zaman giderek tükeniyor.
Kapitalistler, doğaldır ki bu sonucu kabul etmezler. Çoğu kanıtları göz ardı eder veya durumu pembe renkli gözlüklerle görür; ekolojik sorunların göründükleri kadar ciddi olmadıklarını veya çok geç olmadan önce bilimin bunu halletmenin bir yolunu bulacağını savunur. Sağ liberterler bu yaklaşıma sahip olma eğilimindedirler, ancak onlar aynı zamanda gerçek bir serbest piyasa kapitalizminin ekolojik krize karşı çözümler sağlayacağını da söylerler. Kısım E'de, bu argümanların neden çürük olduğunu ve liberter sosyalizmin neden ekolojik felaketi önlemede en iyi umudumuz olduğunu göstereceğiz. ulaşım adresi
PATİ[email protected]
HARAMİ[email protected]
ABD'inin daha nice ülkelerin üretim ve dağıtım sistemidir..üretim araçları kamu mülkü değildir..Toprağa,hammaddelere,fabrikalara,makinelere kapitalistler sahiptir..2 çeşit sınıf vardr;
1.sınıf; kapitalist sınıftır.gelirini başkalarını kendi hesabına çalıştıtrarak elde eder
2. sınıf; işçi sınıfıdr.gelirini yaptğı iş karşılığı aldığı ücretle elde eder.ama bu üster hiçbirzaman emeğinin karşılığı olmamıştır..
işveren emek gücünün bi fiyattan satın alır ve emeğin ürününü daha yüksek bir fiyattan satar.farkı kendisine alıkoyar ve bu farkada ARTI-DEĞER denir..
sosyalizimle kapitalizm birbirine karıştırılmamalıdır;
sosyalizimde; herkesten yeteneğine göre,herkese emeği kadar
kapitalizimde; herkesten yeteneğine göre,herkese gereksinizim kadar verilir..
sosyalizm; kapitalizmden kominizme geçişte zorunlu bir basamakır..
Yeniden İslam ve Kapitalizm Üzerine
Önceki bazı yazılarımda İslam ile kapitalist ekonomi modelinin uyumlu olduğunu savunmuştum. (Bkz, 'Kapitalizm Gerçekten İslam'a Uymaz mı? ', 'İngilizce Makale: 'Islamocapitalism' '.) Bunlar bazı okurlara 'kulak tırmalayıcı' gelmiş olabilir, çünkü bizde 'kapitalizm' denince daha ziyade maddecilik, açgözlülük, paraya tapınma gibi ahlaki alçalmalar akla geliyor. Benim 'kapitalizm'den kastım (ve kavramın doğru manası) ise; devletin otoritesinin sınırlandığı bir sosyo-ekonomik düzen ve girişimci bireylerin yaratıcılık ve yenilikçiliğini teşvik eden bir kültür. Sosyalizmin seküler bir anlayışla 'devlet'e yüklediği sosyal adalet hedefinin ise, Kuran'ın ve diğer ilahi kitapların öngördüğü gibi, asıl olarak bireylerin ve cemaatlerin vicdanıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yine de kapitalizm 'bu topraklara' yabancı bir kavram gibi durduğu için toplumumuzun çoğuna, özellikle de dindar kesime biraz uzak geliyor. Dindar iş adamları başarılı kapitalist girişimlerde bulunsalar bile, yaptıkları işin öyle tanımlanmasını istemiyor gibiler. Kanımca bu önyargıyı biraz sorgulamak gerek. Girişimcilik, iş kurmak, para kazanmak, kar etmek gibi kavramlar gerçekten de 'ithal' mi, yoksa İslam'ın özünde ve geleneğinde olup da bazı Müslümanların zamanla kötü görmeye başladığı meşru değerler ve hedefler mi?
Araştırmacı yazar Faruk Türkoğlu'nun Referans gazetesinde yayımlanan 'Girişimci Milletin Efendisidir' başlıklı uzun analizinde bu soruya ışık tutacak bir bölüme rastladım. Türkoğlu, 'Tarih Boyunca Girişimcilik' alt başlığıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nda 'bezirganlığın' ('iş adamlığının') ilk başta iyi görülmesine rağmen sonradan kötü bir imaj kazanışını şöyle anlatmış:
Osmanlı İmparatorluğu’nda 17. yüzyıla kadar her tür ekonomik faaliyet, toplum içinde prestijli bir konuma sahipti. Tarıma büyük önem verilir, mal alıp satanlar için “Bezirganlık, ulular sanatıdır, dünyanın şenliği bunlarladır” gibi olumlu tanımlamalar kullanılırdı. Esnaflık ise ekonomik istikrarın temel unsuru sayılırdı.
Esnafa ve tüccara bakış açısı, duraklama ve gerileme dönemlerinde değişti. Bilim ve teknolojideki gelişmeler iyi izlenmeyince üretimi artırma yolları tıkandı. Doğu ticaret yollarının kapanması, ticaretteki kazançları azalttı. Fetihlerden elde edilen gelir de zamanla gerileyince, Sabri Ülgener’in “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası” adlı eserinde vurguladığı gibi, ekonomik hayat bir durgunluk içine girdi.
Bu ortamda üretime ve ekonomiye daha fazla önem verilmesi gerekirken tam aksi yönde eğilimler ortaya çıktı. Kanaatkârlığın ve mistik değerlere sığınmanın yaygınlaştığı bir ortamda, devlet büyüklerine kapılanma ve kolay yoldan para kazanma gibi olumsuz eğilimler güçlendi. Gerileme döneminde başlıca iş alanları aşağıda görüldüğü gibi irtifa kaybetti:
- Osmanlı’nın gelişme döneminde “hırfet” kelimesi sanat ve zanaat, harif kelimesi, zanaatkar anlamında kullanılırdı. Sonraki dönemlerde “harif” kelimesi “herif”e dönüştürülerek olumsuz anlamlarda kullanılmaya başlandı.
- Gerileme döneminde, toplumun büyük çoğunluğu esnaflara karşıydı. Şair Sümbülzade Vehbi bunlar için “Sınıf-ı esnafta yoktur insaf” nitelemesi ile toplumdaki bu duygulara tercüman oluyordu.
- “Bezirgan” kelimesinin anlamındaki alçalma günümüzde de devam ediyor. Bu kelime normal bir alım satım faaliyeti için değil de kuşku duyulacak ticari faaliyetler için kullanılıyor.
Ticaret ve her tür kazancı amaçlayan ekonomik girişimlerin, dürüst rekabet kurallarına ve yasa hükümlerine uygun olduğu sürece onurlu bir iş sayılması gerektiği ancak Osmanlı’nın son döneminde kabul edildi. Hazreti Muhammed’in “El kasib-u Habibullah” (çalışıp kazananı Allah sever) hadisi, geçen yüzyılın başlarında hatırlandı ve İstanbul Kapalıçarşı’nın Çadırcılar Kapısı üstüne Hattat Sami Efendi tarafından yazıldı.
“Paranın elin kiri” sayıldığı dönemler geride kalmış görünse de girişimciliğin ve girişimcinin, toplum içinde hak ettiği itibarı gördüğü henüz söylenemez. Bürokrasinin önemli bir bölümü, girişimcilere hâlâ zorluk üstüne zorluk çıkarıyor.
Girişimcilere zorluk üstüne zorluk çıkaran söz konusu 'bürokrasinin önemli bir bölümü'nün laiklik ve fikir özgürlüğü gibi başka konularda da hala 1930'lardaki gibi, yani 'çağdışı' bir zihniyetle düşünüp davrandığını da buraya eklemek lazım.
Bir başka deyişle 'kapitalizm'in iyi bir şey olup olmadığı konusunda, 'kapitalizm düşmanları'nın dünya görüşüne, özellikle de dine yönelik bakış açılarına göz atılarak da fikir yürütülebilir...
http://www.mustafaakyol.org/archives/2006/09/yeniden_islam_ve_kapitalizm.php
kapitalizm igrenc bisey....kapitalistler para icin kardeslerini analarini satabilecek insanlar...bu kapitalist dünyada yasadigimdan dolayi utaniyorum...ne yazikki kapitalizme karsi elden gelen bisey yok.
Bagzi kapitalist ülkeler, durumu iyi olmayan ülkeleri sömüre sömüre bitirdiler...insallah öyle bir duruma gelirki su kapitalist ülkeler sömürecek devlet kalmadiginda birbirini yerler....
içinde bulunduğumuz SİSTEM....
'Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser.'
Karl MARX
Fikir babasının Nasrettin Hoca olduğu söyleniyor..
bknz.
parayı veren düdüğü çalar.