Türkiye II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılmamış olmasına karşın, bu topyekün savaşın etkilerini derinden yaşamıştır. Öte yandan Türk yönetimi, bir yandan başını Almanya'nın çektiği Mihver devletler, diğer yandan da Müttefikler arasında bir denge politikası sürdürerek savaşın dışında kalmaya çabalamışlardır. Alman politikası Türkiye'yi tarafsız tutmaya yöneliken, Müttefik politikası ise kendi cephelerinde savaşa katılmaya ikna etmek, zaman zaman da zorlamak yönünde olmuştur.
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.
Dönemin Türk yönetiminin savaş dışı kalmak konusundaki çabalarının ilk su yüzüne çıkmış girişimleri 1939 yılı başlarına denk gelir. Esasen Türk yönetimi, Avrupa'da topyekün bir savaşın kaçınılmaz olduğu konusunda sağlam bir öngörüye sahiptir. Amerikalı general McArthur’la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor. 'Versay anlaşması I. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin hiç birini ortadan kaldırmamış, aksine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha fazla derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa’nın kaderi Almanya’nın tutumuna bağlı kalacaktır.'
Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa’yla 19 Ekim 1939’da Ankara’da bir ittifak anlaşması imzalandı. Bu ittifaka göre Türkiye'ye bir Avrupa taarruzda bulunursa, İngiltere ve Fransa askeri yardımda bulunacak, öte yandan savaş Akdeniz’e sıçrayacak olursa Türkiye de Akdeniz'deki bu savaşa askeri anlamda müdahalede bulunacaktır.
Almanya'nın Balkanları istilasının hemen ardından İngiltere'nin Türkiye'nin savaşa katılması konusundaki baskıları artmıştır. Churchill'in, Yunanistan'a yurtdışı bir sefer kuvveti göndererek, daha sonra Almanya'nın yumuşak karnına yönelecek bir kama oluşturma projesinin geri tepmesinin de bunda etkisi büyüktür. İngiltere'nin bu girişimi, Hitler'in tüm Balkanları istila etmesiyle sonuçlanmıştı.
Alman ordularının Balkanları istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km.den daha fazla yaklaşmayacağı garantisini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir. Türk yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi, Müttefiklerle ilişkilerini bir dar boğaza sürüklemiştir.
18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler.
Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Antlaşması gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.
İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.
2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tesbitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya’ya savaş ilan etmiştir.
Kuşkusuz göstermelik bir karardır bu, Almanya yenilmiştir ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum yoktur
Görünce aklıma geldi... Tarihin en büyük tank savaşına sahne olan savaşın adıydı El Alameyn... Öyleki Montgomery ve Rommel arasında sanki satranç oyunu gibi gerçekleşti ancak bir savaşta sahip olunabilecek en önemli şeye (lojistik) sahip olan Montgomery Rommel ve tank ordusunu darmadağın etti... Benzini biten dehşetli Nazi tankları artık İngilizler için sadece kolay bir avdı... Führerinin geri çekilmek yok öyleyse hepiniz orada geberip gidin emrine itaat etmeyen Rommel geride kalan ordusunu kurtarmak için arkasına bile bakmadan oradan tüyüverdi...
hitlerin bu savaşı başlatarak eline ne geçtiğini anlıyamadığım savaş.savaşıbaşlattı enileceğini anlayınca intihar etti ve ülkeyi öylece bıraktı.sonrası ne oldu.1989'a kadar karanlık bir almanya.ikiye ayrılmış bir almanya.htilerin bu savaştan amaçsız bir insan olduğu anlaşılabilir
hitler ordularını batılılar değil sovyet rusya yenmiştir... sovyetler zaten stalingrad zaferinden sonra büyük bir hızla almanya üzerine geliyorlardı...bütün avrupanın sovyet hakimiyetine gireceğinden korkan ABD ve İngiltere önce Sicilya ya sonrda Normandiya ya sahte bir çıkarma yapmışlardır... bir filmde görmüştüm de sicilya ya çıkan ABD askerlerini italyan vatandaşları coşkuyla karşılıyorlardı.... ne kadar yazık iktidarda kim olursa olsun benim vatanımı birisi gelecek işgal edecek o şahıs benim en büyük düşmanım olur...
İkinci dünya savaşında Hitler in öldürdüğü 6 milyon yahudi sonradan olma yahudilerdir.Yani şu anda dünya piyasasını elinde tutan safkan yahudileri öldürmemiştir. Bu bahsettiğim yahudiler İbraniler soyundan gelme İsrailoğullarıdır.
Savaştan hemen önce Almanyanın anchluss'una (südetler,çeklerin ve avusturyanın ilhakına) karşı ingilterenin yatıştırma politikası uygulamasının ardında, hep II. DS'yi engellemek olduğu söylendi,hatta fakültemde bile. doğru mu...değil.
Şiddeti (Hitlerin Yahudi katliamı) şiddetle (ABD'nin Hiroşima-Nagazakiye attığı atom bombaları) önlemeye çalışan, insan olamayanların savaşı. Zaten 'insan' olan savaşmaz!
Ama nedense masum halkın üzerine bombalar yağdıranlar, Roosvelt (ABD başkanı) - Thruman (Atom bombasını atan ABD'nin başkanı) , Churchil (İngiltere) topraklarını korumuştur ve nefs-i müdafaa yasasından faydalanmıştır.
1945'te Amerikalılar Japonlarla başedemeyeceklerini anlayınca bu ülkeye iki küçük atom bombası attılar; bunlardan biri Hiroşima'ya, diğeri de üç gün sonra Nagazaki'ye atıldı. Hiroşima'da 70.000 (YETMİŞ BİN) SİVİL hemen ölürken, bir o kadar insan da korkunç yaralar aldı, Nagazaki'de 40.000 (KIRK BİN) SİVİL öldü, bir o kadarı da yaralandı veya bir ömür boyu sakat kaldı. Bu iki şehir tam anlamıyla harabeye döndü, hayvanlarla bitkiler bile atomun tesiriyle küle döndü, binlerce çocuk öldü, binlercesi nükleer hastalıklara yakalandı, bu insanlık dışı faciadan beş gün sonra Japonya, kayıtsız şartsız Amerika'ya teslim oldu. İkinci dünya savaşının sonuna doğru gazeteler şu haberi geçtiler:
'Sovyetler Birliği, savaşta ayağını kaybeden askerler için, Amerika fabrikalarına 4 milyon takma bacak ısmarladı. Bu dehşetengiz haber bile, başka organlarını kaybeden milyonlarca sakatın acı durumunu gözler önüne sermeye yetmektedir.
Kaldı ki Sovyetler Birliği'ndeki ortopedi atölyeleri, ihtiyacı karşılayamayınca Amerika'ya bu siparişi vermek zorunda kalmıştır, yani gerçek rakamlar, bunun çok daha üzerindedir. Sırf bu rakam bile diğer uzuvlarını kaybedenlerle, savaşta hayatını yitiren Sovyet ve Avrupa ülkeleri askerlerinin ne kadar fazla olduğunu göstermekte, dünya savaşından sonraki durumun ne kadar feci olduğunu ifade etmektedir'.
İkinci dünya savaşında resmi rakamlara göre: tam 35 milyon insan öldü, 20 milyonu aşkın insan sakat kaldı, 17 milyon litre insan kanı döküldü, 12 milyon bebek, dünyaya gelme şansına kavuşmadan düşük doğdu; 13 bin ilk, orta ve lise binası, 6 bin üniversite, 8 bin laboratuar yerle bir oldu, havada patlayan roket ve kurşun sayısı 390 trilyonu aştı...
Tarihteki en büyük kitle hareketlerinin ve kitlesel yıkımların görüldüğü yıllardır..
Kitlelerin psikopatolojisine ilişkin bilgilerimizdeki derinleşmeyi borçlu olduğumuz savaş..Bu konuda özellikle Hitler'in katkısı takdire şayandır..
Türkiye II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılmamış olmasına karşın, bu topyekün savaşın etkilerini derinden yaşamıştır. Öte yandan Türk yönetimi, bir yandan başını Almanya'nın çektiği Mihver devletler, diğer yandan da Müttefikler arasında bir denge politikası sürdürerek savaşın dışında kalmaya çabalamışlardır. Alman politikası Türkiye'yi tarafsız tutmaya yöneliken, Müttefik politikası ise kendi cephelerinde savaşa katılmaya ikna etmek, zaman zaman da zorlamak yönünde olmuştur.
İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.
Dönemin Türk yönetiminin savaş dışı kalmak konusundaki çabalarının ilk su yüzüne çıkmış girişimleri 1939 yılı başlarına denk gelir. Esasen Türk yönetimi, Avrupa'da topyekün bir savaşın kaçınılmaz olduğu konusunda sağlam bir öngörüye sahiptir. Amerikalı general McArthur’la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor. 'Versay anlaşması I. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin hiç birini ortadan kaldırmamış, aksine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha fazla derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa’nın kaderi Almanya’nın tutumuna bağlı kalacaktır.'
Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa’yla 19 Ekim 1939’da Ankara’da bir ittifak anlaşması imzalandı. Bu ittifaka göre Türkiye'ye bir Avrupa taarruzda bulunursa, İngiltere ve Fransa askeri yardımda bulunacak, öte yandan savaş Akdeniz’e sıçrayacak olursa Türkiye de Akdeniz'deki bu savaşa askeri anlamda müdahalede bulunacaktır.
Almanya'nın Balkanları istilasının hemen ardından İngiltere'nin Türkiye'nin savaşa katılması konusundaki baskıları artmıştır. Churchill'in, Yunanistan'a yurtdışı bir sefer kuvveti göndererek, daha sonra Almanya'nın yumuşak karnına yönelecek bir kama oluşturma projesinin geri tepmesinin de bunda etkisi büyüktür. İngiltere'nin bu girişimi, Hitler'in tüm Balkanları istila etmesiyle sonuçlanmıştı.
Alman ordularının Balkanları istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk başbakanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km.den daha fazla yaklaşmayacağı garantisini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir. Türk yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi, Müttefiklerle ilişkilerini bir dar boğaza sürüklemiştir.
18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler.
Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Antlaşması gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.
İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.
2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tesbitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya’ya savaş ilan etmiştir.
Kuşkusuz göstermelik bir karardır bu, Almanya yenilmiştir ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum yoktur
Görünce aklıma geldi...
Tarihin en büyük tank savaşına sahne olan savaşın adıydı El Alameyn... Öyleki Montgomery ve Rommel arasında sanki satranç oyunu gibi gerçekleşti ancak bir savaşta sahip olunabilecek en önemli şeye (lojistik) sahip olan Montgomery Rommel ve tank ordusunu darmadağın etti... Benzini biten dehşetli Nazi tankları artık İngilizler için sadece kolay bir avdı... Führerinin geri çekilmek yok öyleyse hepiniz orada geberip gidin emrine itaat etmeyen Rommel geride kalan ordusunu kurtarmak için arkasına bile bakmadan oradan tüyüverdi...
hitlerin bu savaşı başlatarak eline ne geçtiğini anlıyamadığım savaş.savaşıbaşlattı enileceğini anlayınca intihar etti ve ülkeyi öylece bıraktı.sonrası ne oldu.1989'a kadar karanlık bir almanya.ikiye ayrılmış bir almanya.htilerin bu savaştan amaçsız bir insan olduğu anlaşılabilir
hitler ordularını batılılar değil sovyet rusya yenmiştir...
sovyetler zaten stalingrad zaferinden sonra büyük bir hızla almanya üzerine geliyorlardı...bütün avrupanın sovyet hakimiyetine gireceğinden korkan ABD ve İngiltere önce Sicilya ya sonrda Normandiya ya sahte bir çıkarma yapmışlardır...
bir filmde görmüştüm de sicilya ya çıkan ABD askerlerini italyan vatandaşları coşkuyla karşılıyorlardı....
ne kadar yazık iktidarda kim olursa olsun benim vatanımı birisi gelecek işgal edecek o şahıs benim en büyük düşmanım olur...
İkinci dünya savaşında Hitler in öldürdüğü 6 milyon yahudi sonradan olma yahudilerdir.Yani şu anda dünya piyasasını elinde tutan safkan yahudileri öldürmemiştir.
Bu bahsettiğim yahudiler İbraniler soyundan gelme İsrailoğullarıdır.
kitlelerin istedigi bir savastı
soru: milyonlarca insanın öldürülebileceği iki yöntem?
el cevap: I. Dünya Savaşı
II. Dünya Savaşı
Savaştan hemen önce Almanyanın anchluss'una (südetler,çeklerin ve avusturyanın ilhakına) karşı ingilterenin yatıştırma politikası uygulamasının ardında, hep II. DS'yi engellemek olduğu söylendi,hatta fakültemde bile. doğru mu...değil.
Chamberlain'in anılarını okumak lazımmış:'The War'.
Savaşla ilgili bazı fotoğraflar için
http://www.historyplace.com/worldwar2/timeline/ww2time.htm
http://www.historyplace.com/worldwar2/ww2-pix/london15.jpg
Osmanlıdan kalan toprakları yenıden paylasılma savasıdır
birinciden sonraki dunya harbi
Şiddeti (Hitlerin Yahudi katliamı) şiddetle (ABD'nin Hiroşima-Nagazakiye attığı atom bombaları) önlemeye çalışan, insan olamayanların savaşı. Zaten 'insan' olan savaşmaz!
Tarihin her zaman galip devletler tarafından yazıldığını ispatlayan en büyük örnek.
Bize öğretilen 'Hitler (Alm) , Mussolini (İta) , Hirohito (Jap) faşisttir, katildir, insanlık düşmanıdır, soykırımcıdır, kasaptır.
Ama nedense masum halkın üzerine bombalar yağdıranlar, Roosvelt (ABD başkanı) - Thruman (Atom bombasını atan ABD'nin başkanı) , Churchil (İngiltere) topraklarını korumuştur ve nefs-i müdafaa yasasından faydalanmıştır.
1945'te Amerikalılar Japonlarla başedemeyeceklerini anlayınca bu ülkeye iki küçük atom bombası attılar; bunlardan biri Hiroşima'ya, diğeri de üç gün sonra Nagazaki'ye atıldı. Hiroşima'da 70.000 (YETMİŞ BİN) SİVİL hemen ölürken, bir o kadar insan da korkunç yaralar aldı, Nagazaki'de 40.000 (KIRK BİN) SİVİL öldü, bir o kadarı da yaralandı veya bir ömür boyu sakat kaldı. Bu iki şehir tam anlamıyla harabeye döndü, hayvanlarla bitkiler bile atomun tesiriyle küle döndü, binlerce çocuk öldü, binlercesi nükleer hastalıklara yakalandı, bu insanlık dışı faciadan beş gün sonra Japonya, kayıtsız şartsız Amerika'ya teslim oldu. İkinci dünya savaşının sonuna doğru gazeteler şu haberi geçtiler:
'Sovyetler Birliği, savaşta ayağını kaybeden askerler için, Amerika fabrikalarına 4 milyon takma bacak ısmarladı. Bu dehşetengiz haber bile, başka organlarını kaybeden milyonlarca sakatın acı durumunu gözler önüne sermeye yetmektedir.
Kaldı ki Sovyetler Birliği'ndeki ortopedi atölyeleri, ihtiyacı karşılayamayınca Amerika'ya bu siparişi vermek zorunda kalmıştır, yani gerçek rakamlar, bunun çok daha üzerindedir. Sırf bu rakam bile diğer uzuvlarını kaybedenlerle, savaşta hayatını yitiren Sovyet ve Avrupa ülkeleri askerlerinin ne kadar fazla olduğunu göstermekte, dünya savaşından sonraki durumun ne kadar feci olduğunu ifade etmektedir'.
İkinci dünya savaşında resmi rakamlara göre:
tam 35 milyon insan öldü,
20 milyonu aşkın insan sakat kaldı,
17 milyon litre insan kanı döküldü,
12 milyon bebek, dünyaya gelme şansına kavuşmadan düşük doğdu; 13 bin ilk, orta ve lise binası, 6 bin üniversite, 8 bin laboratuar yerle bir oldu,
havada patlayan roket ve kurşun sayısı 390 trilyonu aştı...
3 Eylül 1939'da başladı. 2 Eylül 1945'te sona erdi.