Güne elinde arabası ve yüzseksen gündür elinden çıkarmadığı ameliyat eldiveniyle her gün sokağımdam geçerek sıcakkk sıcakk simitçiiğğğyy diye bağıran bir ses bombası ile uyanıyorum. Sanıldığı gibi rahatsIık veren bir ses değil hiç. Aksine coşkunun, simitin, pekmeze bulanmış susamın, çocuksu bir neşenin sesi bu. Fırlayıp ferforje balkonuma koşuyorum her sabah. (nostaljinin dibine vurmak) -Buyur Abla -'Sensin abla eşşoleşşek'-saygınlığı bozmadan- geliyorum abi (abi dedim, intikam sıcak yenen bir simittir) -kaç tane.. -iki yeter. (Ohaaa) Zamana karşı bir yarış başlıyor. Alelacele simitler sarılıyor. Bozuk paralar yer değiştiriyor. Opereyşin tamam. Dağılabiliriz.
Yiyor muyum o simitleri? Nadiren. Çoğu sokağımızın tembel ve güzel suratlı Angel'ına atıştırmalık oluyor. Farketmez.
Bizim aramızdaki gizli bir anlaşma. Ben çocukluğumu alıyorum o simitçiden. O benim iki liramı alıyor :)
2. Dünya Savaşı travmalarına eklenebilecek bir vakı'anın bir çocuk tarafından yumuşatılmış, esnetilip, mizahla renklendirilmiş öyküsü demek lazım bu kitaba. Acıya gülünür mü? Gülmüyorsunuz lakin, yazarın naif ve esprili üslubu karşısında hayranlıkla tebessüm ediyorsunuz.
Türk askeri de Türk polisi de benim. Onları karşı karşıya getirip hem 17 Özel Harekatçının katledilmesine hem de linç edilmeye çalışılıp sokaklarda yere yatırılarak tutuklanan 20 yaşındaki emir eri kınalı kuzuların tartaklanmasına ve itibarsızlaştırılmalarına neden olan kanı bozukların ise Allah belasını versin. Her ne yaptınız ne ettiniz belli değil ama askeri polisi birbirine kırdırttınız ya. Suçsuz emir eri yavruları sokak başlarında kıstırıp dövdünüz ya, büyük hainsiniz.
Her akşam tam da Gumball'ın başlama saatinde uykum geldiğini tecrübe etmiş olduk. Saatleri henüz bilmeyen yeğenim tam da sen uyuduktan 20 dakika sonra Gumball başladı diyor. 20 dakikayı neyle ölçtü acaba velet. Bu akşam uyumicaksın drdi. Ben de asla dedim. Çünkü o Gumball'ı ben sevdiğim için izliyor ama ben o saatte uykuya yenik düşüyorum. Saat yaklaştı. Sürekli gözucuyla beni kontrol ediyor. Arada da uyuma bak diye ikazlar. Ve nihayet başladı. Birinci bölüm bitti, ertelemasyon diye bişey uydurmuş Gumball. Çöpü çıkarmayı ertelemasyon yaptıkları için başlarına gelenler. İkinci bölümde benim gözler yamulmaya başladı. Sürekli itip kakıp uyuma uyuma diyor. Sürekli yatma yönümü kontrol edip beni sağa sola çeviriyor. İkinci bölümü de izledim. Harikaydı. 3. bölümde şuurumu kaybetmişim. Kendime çok kızdım. Çünkü ikimizde Gumball'ı bir diğeri için srviyoruz. Onu görünce birbirimizi hatırlıyoruz. O bizim ortak suçumuz, yaramazlığımız, şakalarımız. Bizi ortak ve eşit kılan şey. Gumball bizim zaman makinamız. Birbirimize gidip geldiğimiz. Bir daha ki sefere asla olmayacak. O Gumball izlenmeden uyunmayacak.
Sizin sınıfta hiç şey diye bi isim var mı? Kağmurat -Kâmuran mı? I ıh -Hımm Abdülmehmüt diye biri? -O ne la :) O da yok. -Servet? -Maalesef. Fevkaladenin fevkinde ama yok. -Naciye? -Olum, benim sınıfım da yok. 1'e giden sensin. Ben değiiil.
Bazı terimleri evlat edinen kardeşlerimizden biri sormuş, 'Yazacak başka bir başlık bulamadın mı? ' diye. Biz altı buçuk yaşındayken şöyle derdik: Burası senin mi olum, burası Allahın. :)
Tropikal hüzünler gibi O. Çokça yağmurla seviniyor.Yeryüzüne yeni bir ülke sunar gibi sevimli, geniş yapraklı bir ağaç gibi yerleşik, çocuksu bir tebessümle büyüyor. Hiç müşteki olmadım, sorsanız, O da değil. Azalıyor bazen ama üç asırdır buralardan gitmiyor.
Bak bu vesileyle çığırından çıkmış nedirde bir reform hareketi başlatalım sevgili mod. Yazılarımı silmeden önce oku. Zira okumak sana da iyi gelecektir. Ben ki yüzlerce sayfa yazı yazmış geyik-ül ala, haşmetlü modus operandiyim ki sabaha kadar yazar akşama kadar silerim. Bence uzlaşalım. Nedirde ve keza antolojide bir reform yapalım. Fikirlerimden yararlanma fırsatı veriyorum sana. Açık çek. Hadi bakalım.
Son yazımı da silmişsin moderatör kardeş. Başlıklar altındaki konuşmaları da silecek misin? Messenger'a dönüştürülen sözlüğü kurtarabilecek misin? Yine olmadı. Otur sıfır.
Bu sabah rüyamdan yorgun uyandım. Ne kadar kalbimi kırmış bezirgan varsa resmi geçit yaptılar. Çocuksu bir korkuyla rüyamın içinde bir yere sığındım kaldım. Yılmadılar, gizil koridorlarından geçip geldiler beynimin. Bütün gece kalbimi yeniden, yeniden kırdılar. Üzüntüden yorulmuşum. Bir koltuğa çöküp geçmesini bekledim.
Zaman süfli bir mahlukattır. Biz de ölümcül bu mahluka nefes alıp vererek suni teneffüs yapıyoruz. O'nu yaşatan biziz. Her nefesle zamana biraz daha ruh üflüyoruz. Yaşasın, tanıklık etsin diyr. Zamanı öldürmek diye bişey yok muhteremem. Sen yaşadıkça, aldığın her nefes yaşatacak O'nu. Ölsün istiyorsan ölmeyi bileceksin. Ya da uzun uzun soluyacaksın, onu hissetmeyene kadar. Yokluğu hissedene kadar. Bir şeye yok diyorsan varlığına inanıyorsun demektir. Varlığına inanana kadar..
Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Emine bir daha ölemezdi. Hatta hastalanamazdı da. Orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaket gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. Her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım.”
‘Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. artık hürdüm.’
Bütün kanallarda aşırı dindar amcalar sohbete başladığına göre sahur vakti gelmiş demek ki. Bir iki dini tavsiye de benden. Bol su için. Yarın süblimleşmek istemiyorsanız bir bardak daha için. süphaneke amin.
Muhtemelen havaların ısınmasını müteakip benim güvenli evime bir şekilde giriş yapmayı başarmış karasineği şimdiye kadar görmezden geldim lakin duymazdan gelemedim. Var gücüyle dikkatimi çekmeye çalıştı, kişilik bunalımı yaşadı, vazgeçti, benimle kitap okudu ama susmadı. Ona şu ana kadar verdiğim yaşama ve kendini savunma hakkını az önce bir lys konu anlatımı ile elinden aldım. Tam huzurla geri dönerken duyduğum tanıdık vızıltı aslında iki kişi olduklarının haberini veriyordu. Demek ki ikisi farklı zamanlarda saldırıya geçiyorlar ve beni bir sineğe 'Allah belanı versin' ya da 'sana lanet olsun, ecelinle öl artık' diye bağırmak zorunda bırakıyorlardı. Son kamikaze uçuşunu yapan kara sinek konu anlatımımın üstünde hayatına veda edecek. Lakin tek bir sorum var: bu cesetleri kim kaldıracak?
Yaratıcı zeka kahvehanesinin adını 'Yuvam' koymuş. Kahveye giden adama nereye gidiyorsun diye sorduklarında Yuvam'a gidiyorum diyor. Sonra da bu adamlar kahve alışkanlığını niye bırakamıyor. Insan yuvam dediği yeri nasıl bırakır? Niye bırakır? İşte bunlar hep illüminati. Hep Masonik yahudi lobisinin aslan leonlu şubeleri.
Ne indiğimiz belli, ne bindiğimiz
Avareyiz,
Zamanın telafisi yok ki
Kayıplardayız..
" Yaşam yolculuğu
tek kişilik bir hikâyedir aslında..
Aradaki tüm insan kesişmeleri
gerçekte
yalnız olmadığımız yanılsamasına yol açacak
ve biraz hüzün , biraz neşe ,
biraz acı olarak dolacak bavulumuza..
Hepsi bu.. "
" Tunç Tataker _
'Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. içimdeki sıkıntı eridi.'
'Akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi'
diyor İsmet Abi. Mavinin içine dökülmüş gün kızılı mı söylediği, yoksa uzadıkça derinleşen mavi mi?
Telafisi olmayan kırgınlıklardan nefret ediyorum. Ne yana dönsem acıyor.
Sihir değil, hayal değil. Zaman benimle konuştu.
'Sızıyı dindiren su...Suyun sızladığını kimseler bilmez.'
Ruhuna sarılmak istediğim insanlar var.
Güne elinde arabası ve yüzseksen gündür elinden çıkarmadığı ameliyat eldiveniyle her gün sokağımdam geçerek sıcakkk sıcakk simitçiiğğğyy diye bağıran bir ses bombası ile uyanıyorum. Sanıldığı gibi rahatsIık veren bir ses değil hiç. Aksine coşkunun, simitin, pekmeze bulanmış susamın, çocuksu bir neşenin sesi bu. Fırlayıp ferforje balkonuma koşuyorum her sabah. (nostaljinin dibine vurmak)
-Buyur Abla
-'Sensin abla eşşoleşşek'-saygınlığı bozmadan- geliyorum abi (abi dedim, intikam sıcak yenen bir simittir)
-kaç tane..
-iki yeter. (Ohaaa)
Zamana karşı bir yarış başlıyor. Alelacele simitler sarılıyor. Bozuk paralar yer değiştiriyor. Opereyşin tamam. Dağılabiliriz.
Yiyor muyum o simitleri? Nadiren. Çoğu sokağımızın tembel ve güzel suratlı Angel'ına atıştırmalık oluyor. Farketmez.
Bizim aramızdaki gizli bir anlaşma. Ben çocukluğumu alıyorum o simitçiden. O benim iki liramı alıyor :)
Deniz yok burda. Kadim bir kent ve ağırbaşlı bir göl.
Oliver Sacks- Renkkörleri Adası
YKY
O zaman üstad Mahmut Tuncer'in veciz sözüyle bitirelim:
'Oğlan dayıya çeker, ben halay'a çekmişim'
Buyrun halaya.
Çok teşekkür ederim sevgili Duadar harika bir kutlamaydı. :)
Yorulan arkadaşları da pistten alalım lütfen. Çok dans ettiniz. Biraz da biz ölelim.
2. Dünya Savaşı travmalarına eklenebilecek bir vakı'anın bir çocuk tarafından yumuşatılmış, esnetilip, mizahla renklendirilmiş öyküsü demek lazım bu kitaba. Acıya gülünür mü? Gülmüyorsunuz lakin, yazarın naif ve esprili üslubu karşısında hayranlıkla tebessüm ediyorsunuz.
Kaybolan- Hans-Ulrich TREICHEL
Ayrıntı Yayınları-En sevdiğim
Türk askeri de Türk polisi de benim. Onları karşı karşıya getirip hem 17 Özel Harekatçının katledilmesine hem de linç edilmeye çalışılıp sokaklarda yere yatırılarak tutuklanan 20 yaşındaki emir eri kınalı kuzuların tartaklanmasına ve itibarsızlaştırılmalarına neden olan kanı bozukların ise Allah belasını versin. Her ne yaptınız ne ettiniz belli değil ama askeri polisi birbirine kırdırttınız ya. Suçsuz emir eri yavruları sokak başlarında kıstırıp dövdünüz ya, büyük hainsiniz.
Her akşam tam da Gumball'ın başlama saatinde uykum geldiğini tecrübe etmiş olduk. Saatleri henüz bilmeyen yeğenim tam da sen uyuduktan 20 dakika sonra Gumball başladı diyor. 20 dakikayı neyle ölçtü acaba velet. Bu akşam uyumicaksın drdi. Ben de asla dedim. Çünkü o Gumball'ı ben sevdiğim için izliyor ama ben o saatte uykuya yenik düşüyorum. Saat yaklaştı. Sürekli gözucuyla beni kontrol ediyor. Arada da uyuma bak diye ikazlar. Ve nihayet başladı. Birinci bölüm bitti, ertelemasyon diye bişey uydurmuş Gumball. Çöpü çıkarmayı ertelemasyon yaptıkları için başlarına gelenler. İkinci bölümde benim gözler yamulmaya başladı. Sürekli itip kakıp uyuma uyuma diyor. Sürekli yatma yönümü kontrol edip beni sağa sola çeviriyor. İkinci bölümü de izledim. Harikaydı. 3. bölümde şuurumu kaybetmişim. Kendime çok kızdım. Çünkü ikimizde Gumball'ı bir diğeri için srviyoruz. Onu görünce birbirimizi hatırlıyoruz. O bizim ortak suçumuz, yaramazlığımız, şakalarımız. Bizi ortak ve eşit kılan şey. Gumball bizim zaman makinamız. Birbirimize gidip geldiğimiz. Bir daha ki sefere asla olmayacak. O Gumball izlenmeden uyunmayacak.
Yeğenimin antik isimlerle imtihanı:
Sizin sınıfta hiç şey diye bi isim var mı? Kağmurat
-Kâmuran mı? I ıh
-Hımm Abdülmehmüt diye biri?
-O ne la :) O da yok.
-Servet?
-Maalesef. Fevkaladenin fevkinde ama yok.
-Naciye?
-Olum, benim sınıfım da yok. 1'e giden sensin. Ben değiiil.
Blog gibi bir sey olsa gerek.
Bazı terimleri evlat edinen kardeşlerimizden biri sormuş, 'Yazacak başka bir başlık bulamadın mı? ' diye. Biz altı buçuk yaşındayken şöyle derdik: Burası senin mi olum, burası Allahın. :)
Bir 'vav' olup sardığın ruhun, sanıyor musun,
iflâhı mümkün artık?
Tropikal hüzünler gibi O. Çokça yağmurla seviniyor.Yeryüzüne yeni bir ülke sunar gibi sevimli, geniş yapraklı bir ağaç gibi yerleşik, çocuksu bir tebessümle büyüyor. Hiç müşteki olmadım, sorsanız, O da değil. Azalıyor bazen ama üç asırdır buralardan gitmiyor.
Bak bu vesileyle çığırından çıkmış nedirde bir reform hareketi başlatalım sevgili mod. Yazılarımı silmeden önce oku. Zira okumak sana da iyi gelecektir. Ben ki yüzlerce sayfa yazı yazmış geyik-ül ala, haşmetlü modus operandiyim ki sabaha kadar yazar akşama kadar silerim.
Bence uzlaşalım. Nedirde ve keza antolojide bir reform yapalım. Fikirlerimden yararlanma fırsatı veriyorum sana. Açık çek. Hadi bakalım.
Son yazımı da silmişsin moderatör kardeş. Başlıklar altındaki konuşmaları da silecek misin?
Messenger'a dönüştürülen sözlüğü kurtarabilecek misin?
Yine olmadı. Otur sıfır.
Bu sabah rüyamdan yorgun uyandım. Ne kadar kalbimi kırmış bezirgan varsa resmi geçit yaptılar. Çocuksu bir korkuyla rüyamın içinde bir yere sığındım kaldım. Yılmadılar, gizil koridorlarından geçip geldiler beynimin. Bütün gece kalbimi yeniden, yeniden kırdılar. Üzüntüden yorulmuşum. Bir koltuğa çöküp geçmesini bekledim.
'Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde
Sözle, yazıyla, resimle ya da susarak'
Zaman süfli bir mahlukattır. Biz de ölümcül bu mahluka nefes alıp vererek suni teneffüs yapıyoruz. O'nu yaşatan biziz. Her nefesle zamana biraz daha ruh üflüyoruz. Yaşasın, tanıklık etsin diyr. Zamanı öldürmek diye bişey yok muhteremem. Sen yaşadıkça, aldığın her nefes yaşatacak O'nu. Ölsün istiyorsan ölmeyi bileceksin. Ya da uzun uzun soluyacaksın, onu hissetmeyene kadar. Yokluğu hissedene kadar. Bir şeye yok diyorsan varlığına inanıyorsun demektir. Varlığına inanana kadar..
Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Emine bir daha ölemezdi. Hatta hastalanamazdı da. Orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaket gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. Her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım.”
‘Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. artık hürdüm.’
Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün kanallarda aşırı dindar amcalar sohbete başladığına göre sahur vakti gelmiş demek ki. Bir iki dini tavsiye de benden. Bol su için. Yarın süblimleşmek istemiyorsanız bir bardak daha için. süphaneke amin.
Muhtemelen havaların ısınmasını müteakip benim güvenli evime bir şekilde giriş yapmayı başarmış karasineği şimdiye kadar görmezden geldim lakin duymazdan gelemedim. Var gücüyle dikkatimi çekmeye çalıştı, kişilik bunalımı yaşadı, vazgeçti, benimle kitap okudu ama susmadı. Ona şu ana kadar verdiğim yaşama ve kendini savunma hakkını az önce bir lys konu anlatımı ile elinden aldım. Tam huzurla geri dönerken duyduğum tanıdık vızıltı aslında iki kişi olduklarının haberini veriyordu. Demek ki ikisi farklı zamanlarda saldırıya geçiyorlar ve beni bir sineğe 'Allah belanı versin' ya da 'sana lanet olsun, ecelinle öl artık' diye bağırmak zorunda bırakıyorlardı. Son kamikaze uçuşunu yapan kara sinek konu anlatımımın üstünde hayatına veda edecek. Lakin tek bir sorum var: bu cesetleri kim kaldıracak?
Yaratıcı zeka kahvehanesinin adını 'Yuvam' koymuş. Kahveye giden adama nereye gidiyorsun diye sorduklarında Yuvam'a gidiyorum diyor. Sonra da bu adamlar kahve alışkanlığını niye bırakamıyor. Insan yuvam dediği yeri nasıl bırakır? Niye bırakır? İşte bunlar hep illüminati. Hep Masonik yahudi lobisinin aslan leonlu şubeleri.