Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girmez. Bu teknikte kişilerin konuşmaları ve hareketleri yansıtılarak okuyucunun kendisini, eserin kurmaca dünyasında hissetmesi sağlanır. Gösterme tekniği; diyalog, iç konuşma veya bilinç akışı şeklinde olabilir:
DİYALOG TEKNİĞİ. Kahramanların karşılıklı konuşmalarına dayanan anlatım tekniğidir. Kahramanlar, sosyal statülerine uygun biçimde konuşturulur.
İÇ KONUŞMA (İÇ MONOLOG) TEKNİĞİ. Karakterin duygularının ve düşüncelerinin, mantık sırasıyla, karakterin ağzından olduğu gibi anlatılmasıdır. İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur. Bu teknik, karakterin iç dünyasının okuyucu tarafından anlaşılmasında çok önemli bir yer tutar.
BİLİNÇ (ŞUUR) AKIŞI TEKNİĞİ. Kişilerin duygu ve düşüncelerini, herhangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Genellikle XX. yüzyıl modern roman ve hikâyesinde kullanılmış bir anlatım tekniğidir. Kişilerin iç dünyaları, o kişilerin kendi kendilerine konuşmaları şeklinde verilir. Kahraman anlatıcı ve bakış açısı söz konusudur. Bilinç akışında, iç konuşmadan farklı olarak cümleler arasında mantık ilişkisi zayıftır. Yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler. Bilinç akışı ile iç konuşma tekniği genellikle iç içe kullanılır.
TAHKİYE ETME TEKNİĞİ. Kişi Tanıtımı. Genellikle iki tarzda yapılır:
1) Figürün, bizzat anlatıcı tarafından genel bilgilendirici pasajlar ile tanıtılmasıdır. Bu tarz kişi tanıtımları sonucunda figürlere yönelik sempatiler, kabuller ya da redler okuyucuya yazar tarafından hazır olarak verilmiş olur.
2) Figürün kimliği ve kişiliği hakkında özellikle bir ön bilgi verilmez; bunlar olay akışı içinde ânın gerektirdiği davranış, diyalog, iç konuşma gibi çeşitli uygulamalar aracılığıyla ortaya konur. Böylece figürlerin dış ve iç portreleri, parçaların adım adım birleştirilmesiyle ve nesnel gerçeklikteki hâliyle oluşturulur.
OLAY En az iki kişinin ya da iki kişi yerine geçen kavram veya varlığın bireysel farklılıklar sebebiyle karşı karşıya gelmesi veya çatışması sonucu ortaya çıkan eyleme “olay” denir.
OLAY ZİNCİRİ Olayın ortaya çıkardığı eylemler zincirine “olay zinciri” denir. Kurmaca olmayan metinlerde (anı, biyografi…) olay zinciri söz konusudur.
OLAY ÖRGÜSÜ Konunun, kişi-mekân (yer) gibi ögelerin dikkate alınarak örülmesi, işlenmesi, kurgulanması, konuya biçim verilmesine “olay örgüsü” denir. Her öyküleyici anlatımda anlatılacak veya gösterilecek bir olay veya olay örgüsü bulunur. Hikâyede iki tür olay örgüsü görülür:
-Düz olay örgüsü: Olayların düz bir sıra hâlinde, kronolojik olarak anlatıldığı olay örgüsüdür.
-İlmekli olay örgüsü: Olay akışının iç içe olduğu, arada bir geçmişe dönük olayların anlatıldığı metinlerde görülen olay örgüsüdür.
GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ. Öykü anlatıcısı olayı içinde bulunduğu şimdiki zamandan alıp karakterin geçmişine ya da olayın meydana geldiği zamana gider. Kişiler ve olaylar hakkında bilgi verilirken kullanılabilir. Geriye dönüş tekniğinde yazar karakterlerin yerlerin ve olayların geçmişiyle ilgili bilgi vermeyi amaçlar. Geriye dönüş tekniği merak uyandırma, kahramanların ruhsal ve fiziksel durumlarının daha iyi çözümlenmesinde, olayların nedenlerinin açıklanmasında yazara büyük yarar sağlamaktadır.
İÇ ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ. Anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir.
ÖZETLEME TEKNİĞİ. Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır. Bu iş "bilinç akışı" veya "iç monolog" tekniklerinden yararlanarak yapılabilir.
PASTİŞ (ÖYKÜNME) TEKNİĞİ. Sanatçının, kendi eserini, başka eserleri taklit yoluyla yazması, yeniden kurmasıdır. Pastiş yaparken, orijinal eser doğrudan kullanılmaz, taklidi yapılır. Taklit edilen orijinal eser komedi olmadıkça güldürmeyi hedeflemez.
PARODİ (YANSILAMA) TEKNİĞİ. Ciddi sayılan bir eserin bir bölümü veya bütününü alaya alarak biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki ortaya çıkaran oyun türüdür. Edebiyat alanına uygulandığında; bir metni başka bir amaçla kullanmak, ona yeni bir anlam yüklemektir. Yazarlar, ciddi bir metni, çoğunlukla sıradan başka bir metne ya da soylu bir metnin biçemini hiçbir kahramanlık olayı anlatmayan sıradan bir konuya uyarlarlar. Parodinin ilk çağda dayandığı temeller ve işlevsellik ile günümüzde dayandığı temel ve işlevsellik farklılık göstermektedir.
İRONİ (ALAY) TEKNİĞİ. İronik yaklaşımla yazarlar, gerçeğe vurgu yaparak, sarsıcı bir etki yapmayı hedeflerler. İroni; mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenen şeyin altını dolaylı yoldan çizer. İronik anlatımın ilk öğesi gizlemektir. Yazar aslında gerçeği bilmektedir ancak bilinçli bir bilmezlik sergiler. İronik anlatımın bir başka ögesi de eleştirel bakıştır.
Attığı her adımda kalbi daha da şiddetli atıyordu. Nasıl da zordu basamakları çıkmak. Oracıkta öylece düşse. Yok dedi çıkmam gerek. Belki son defadır bu görüşmemiz. İkinci katta belirdi başka yüzler. Herkesin elinde bir poşet. Yüzler olabildiğince sarı. Ya gözler, içinde binbir cevapsız soruyu barındıran. Sevgiyi,aşkı, hüznü,umudu. Bedenler atılan adımlardan haberi yokmuş gibi. Varacağı limana varan gemi gibi varmıştı çoktan katına. Geriye iki kat kalmıştı yalnız. Nefesi kesildi ha kesilecek. Kalp hızlı,ayaklar yavaş. Nihayet en son kattaydı. O acımasız en son kat. Nemlenen gözlerin nemini hangi söz alabilir. Ya da akmaması için hangi sahte duruşa bürünülebilinir. Bilememek ne zor. İki bölüme ayrılmış son katta, dış tarafta bekleyen hüzünlü yüzlere sahip hasta yakınları. Bütün bakışların toplanıldığı kişi olmuştu Havva. O sırada telefonu çaldı. Önce sık sık nefes alıp verdi. Birkaç kez boğazını temizlemek için öksürdü. Sesinin nasıl çıkacağını bile bilemiyordu. Heyacan,korku,hüzün. Ses tellerine bağlanmıştı şimdi. Telefonu usta bir oyuncu gibi açıverdi bir anda. Heyacandan titreyen elleri dahi kuvvet bulmuştu. Bulabildin mi? Sorusuna evet kapının önündeyim ,diyebildi sadece. Sonra görüşürüz diyerek acelece kapattı. Ameliyat salonlarının kapısını andıran büyükçe bir kapı. Son bir defa daha toparlamaya çalıştı kendini bütün bakışlara rağmen. Daha da yanaşmıştı kapıya. Bir sınırdı o kapı. Farklı bir dünyanın açıldığı bir kapı. Yoğun bakımdan önce hastaların uğrak yeri. Onkoloji servisi. Adı bile insanın içini ürpertmeye yetiyor. Tedavi mi? Zulüm mü? Tartışılması çözüm bulunması geteken en ağır ,en hüzünlü soru. Daha da yakınlaştı kapıya. Açıldı kapı. Ağır bir koku hakimdi bu farklı dünyada. Elindeki poşeti daha da sıktı. Biraz dırdu. Dudaklarını ısırdı var gücüyle. Şimdi hazırdı hastasını ziyaret etmeye. Uzattı başını, odalara bakışlarını gezdirdi. Nihayet yakınının ofasının önündeydi. Odaya vardı. Odada iki hasta ağızlarında maske. Selam verdi geçmiş olsun dedi yanındaki yaşı hastaya. O bakışları nasıl da kupkuruydu. Geçmişin yükü inmişcesine omuzlarına. Bir damla umut. Evet bir damla umut hatrına. Biraz ıslaklık, biraz da parıltı. Hemen yanındaki yataktaydı yakını. Radyasyonu unutmuştu Havva ya da unutmak istemişti. Yakınının yanağını öptü. Elleriyle yanağını okşadı. Dayanamadı,illa düşecek o damlalar,illa tıkanacak sözler ,boğaz düğüm düğüm olacak. Hani en soğuk insan sen olacaktın. Ne oldu o provalara diyerek içinden geçirdi. Bir tutam teselliye hasretse insan, gözyaşları buluşur. Başka başka gözlerde de olsa buluşur. Bedenler sarılamazsa da ,gözyaşları sarılır birbirlerine. - Nasılsın Havva? İyi gördüm seni - çok şükür iyiyim , sen de iyi olacaksın. Sen de atlatacaksın buna inan. Bazen insanlar göçmek ister. Bu yüzden çoğu sözler dinlenilmez bile. Ölmeyi çok arzu ediyorsa insan , ölmek için elinden geleni yapar. Bakışlar dipdiriyken , beden çürümüş bir iskelet ise, bazen o bakışlar bile yeterli olamıyor. Beden iflas ettim bitti diyor. Gelen ziyaretçilerden bazıları Kuranı Kerim' den ayet okuyor. Havva konuştukça yakınının yüzü gülüyor. -Ne güzel moral veriyırsun. Diyor. Sadece biraz moral, hayal gibi bişey olsa gerek. Ya da güzel kısa bir rüya. Ne acımasızca bişey moral vermek o zaman. Tut elimi diyırsun, o da tutuyor elini. Götürüyorsun onu ,senin bildiğin diyarlara. Havasında soluklandırıp, suyundan kana kana içtiriyorsun. Ama ya sonra. Ellerin ellerini bırakınca. Düşüyor gözlerdeki yıldızlar,kalpteki sevinç. Sanki uçurumundan var gücüyle atlıyor,düşüyor. Zaman nasıl da hızlıca akıp geçti. Vakit gitmenin habercisiydi. Giderken insan, verdiği umutları da beraberinde mi götürür. Son kez sarılamadan kuru bir öpücükle vedala,r ne zor. Zor olan vedalara da ,alışmak mı gerek? Bir daha ki ziyatetine evine geleceğiz. Hadi çabuk iyileş tamam. Deyip uzaktan bir el sallama . Dokunmaz mı ? Eller o ellere. Dudaklar yayılırken yanaklara ,eller havada vedalaşırken,buluşma yerini belirleyen randevucular gibi. Ve o son bakışlar ,hala yüreğe batan iğne gibi. Hasta verilen teselli afyonunun etkisinde,ziyaret eden randevu saatini beklemekte. Görüşmelerinden kısa bir süre sonra yoğun bakıma almışlar hastayı . Hangi duvarlar dayanır acıyla inleyen,bağıran seslere. Çatlamaz mı hiç? Ya da o da ağlamaz mı? Ağlamak dedim de bazen değerini nasılda yitirir. Düşmeyince bir omuza, değmeyince bir ele. Ve hasta ölür. Tedaviye inanmayıp, umudu tükenince ölmeyi seçer. Bir yandan hayallerine dokunarak.
Bugün deniz kenarına gittim,öyle ki denize sevgimi fısıldayacak kadar yaklaştım,sessizce selam verdi bana, ben de ona gülümsedim :))
Sonra sahilde çay içtim,çıtır simit yedim. Çıtır kızlar geçtiler,kıyafetlerini süzdüm,içimden sizi rüküşler dedim, deniz bile güldü bu sözüme :) Hele biri yok muydu, cart yaşil üzerine çingene pembesi çiçekli bir elbise giymiş,mor bir şapka takmıştı. Füme pabuçları,siyah rücu,mavi oceleri vardı. Yaa biraz garip oldu,ama kendime hakim olamadım ve ben bile ıslık çaldım :))) Deniz kahkaya boğuldu, o hengamede öyle bir dalgalanmış ki, koca bir su kütlesi kızın üzerine bocalandı.ŞIRRAAPP :))) Kızın üzerindeki bütün renkler aktı, brbirine karıştı,ünlü bir ressamın tuvalinden çıkmış modern bir resim gibi anlaşışlamsı zor bir hal aldı.
Aman Allah'ım bir hikaye değil,bir masal gibiydi. Öylesine güzeldi :)))
rivayet hikaye veya roman.. alayına karşıyım.. çünkü gerçek dışı olma ihtimalleri yüksek.. tabi Kur'an, hadisler ve atalarımızın eserleri gibi gerçekliği kabul edilmişler hariç. kulaktan kulağa oynayanlar iyi bilirler yani.. hani ilk söyleyen ile son söyleyenin arasında dağlar kadar fark vardır ya. işte ondan bahsediyorum..
Geşmişte yaşanmış, şimdilerde tanığı kalmamış anıları, olayları anlatan hikaye, konusunu günümüzden alanlar ise öyküdür. Hikaye öykünün eskisi, masalı, antikasıdır. Yani nasıl ve nerewsinden bakarsanız bakın bu üçüncü yorumum ve yine öykü hikaye, hikaye öykü değildir. Yaprak solar gazel olur, gazel çürür toprak olur; toprak yaprak, yaprak toprak değildir.
Daha düne kadar yüzüm açıktı sana. Aramızda masumiyet ihlaline dair bir hece yoktu. Çünkü senin farkında olmadığım gibi benim farkımda olduğunun da farkında değildim. Ama şimdi bir bilmek halindeyim ki yüzüm, keskin inen bir satırın gürültüsünde, her şeyi karanlığa boğan bir perdenin düşüşü kadar ani ve kesin, senin yüzüne kapalı bundan böyle....
Çünkü beni fark ettiğin anda ve bunu benim de bildiğim anda ne senin senliğin ne de benim benliğim kalır. Geriye sadece içimizde taşıdığımız Âdem ve Havva ve aramızdaki ezel olasılığı kalır. Bu yüzden şimdi sadece yüzümü değil kalbimi de her an izleyen bir çift göze dair terbiyeyle, aramıza bir uçurum koyuyorum. Senden kaçıyor, kendimi senden gizliyorum.
Ama...
Aşkın koşulanda değil kaçılanda, açılanda değil kapananda olduğunun da bilgisindeyim. Peçemi örterek açıyorum sana kapılarımı. Dahası ezeli bir bilginin ürpertisi yüzüme sinerken aramıza bir senlik ve benlik davası sokuyorum. Seni ben karşısında tanımlıyorum yani. Sana yer veriyor, baha biçiyorum. O dairede kendimi tamamlıyorum. Senden gizlenerek seni sen, beni ben yapıyorum. Böylece benim için taşıyabileceğin bütün anlamların farkında olduğumu da beyan ederek benim kadın senin erkek olduğumuzu yüzüme indirdiğim şu peçede aşikâr ediyorum. Bu halimle seni bir mümkün olarak gördüğümü itiraf ediyor, senle ben arasındaki bütün ihtimallere evet diyorum.
Müzik çalarak vahşi hayvanları afsunlamakla”büyülemek” ünlü genç bir kemancı,gidip Afrika ormanlarına yerleşmiş.Gorillerin en korkunçları,yılanların en zehirlileri,kaplanların en yırtıcıları her gün kemancının etrafında toplanıyor,saatlerce onun kemanını dinleyerek,zaman zaman göz yaşları içinde,kendilerinden geçiyorlarmış.Bir gün,balta girmemiş ormanların içinden yaşlı bir aslan çıkagelmiş.Şöyle bir bakmış genç kemancının çevresinde toplanıp kendisini dinleyen vahşi hayvanlara…Sonra da biraz aç olduğu için,bir pençede kemancıyı devirip yiyivermiş.Tüm vahşi hayvanlar öfkeli, aslana dönüp:Ne yaptın sen,demişler; sen de hiç mi duygu yok,neden yedin o güzelim kemancıyı? Yaşlı aslan ön pençelerinden birini kaldırıp kulağının arkasına götürmüş ve kükremiş:Ne? Ne diyorsunuz be? Sağırım ben duyamıyorum.
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, -Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı; -Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın. -Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi… -Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun? -Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı: -Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: -Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. -Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda, -Neden olmasın, dedi çiftçi. -Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
yaşarsan gerçek, dinlersen yalan ..
tercih , artık sana kalmış :Pp
Beykoz Belediyesi tarafından hazırlanan (SÖZLÜ TARİH BEYKOZ:Ekrem İYİCAN.(YOUTUBE)'de.
Benim Hikayem (İkizler BURCU) ile son buldu. O' kendini bilir.
Hikaye Anlatım Teknikleri
GÖSTERME (SAHNELEME) TEKNİĞİ
Olaylar, kişiler, varlıklar okuyucuya doğrudan sunulur. Anlatıcı, okuyucu ile eser arasına girmez. Bu teknikte kişilerin konuşmaları ve hareketleri yansıtılarak okuyucunun kendisini, eserin kurmaca dünyasında hissetmesi sağlanır. Gösterme tekniği; diyalog, iç konuşma veya bilinç akışı şeklinde olabilir:
DİYALOG TEKNİĞİ. Kahramanların karşılıklı konuşmalarına dayanan anlatım tekniğidir. Kahramanlar, sosyal statülerine uygun biçimde konuşturulur.
İÇ KONUŞMA (İÇ MONOLOG) TEKNİĞİ. Karakterin duygularının ve düşüncelerinin, mantık sırasıyla, karakterin ağzından olduğu gibi anlatılmasıdır. İç konuşma tekniğinde, kahramanın duygu ve düşünceleri sesli düşünme şeklinde yansıtılır. Bu anlatım tekniğinde kahraman, karşısında biri varmış gibi kendi kendine konuşur. Bu teknik, karakterin iç dünyasının okuyucu tarafından anlaşılmasında çok önemli bir yer tutar.
BİLİNÇ (ŞUUR) AKIŞI TEKNİĞİ. Kişilerin duygu ve düşüncelerini, herhangi mantıki bir bağ ve gramer kuralı endişesi taşımaksızın, düzensiz bir şekilde ve çağrışım ilkesi paralelinde doğrudan doğruya okuyucuya aktarmaktan ibarettir. Genellikle XX. yüzyıl modern roman ve hikâyesinde kullanılmış bir anlatım tekniğidir. Kişilerin iç dünyaları, o kişilerin kendi kendilerine konuşmaları şeklinde verilir. Kahraman anlatıcı ve bakış açısı söz konusudur. Bilinç akışında, iç konuşmadan farklı olarak cümleler arasında mantık ilişkisi zayıftır. Yazar, okuyucuyu kahramanın iç dünyası ile baş başa bırakmayı hedefler. Bilinç akışı ile iç konuşma tekniği genellikle iç içe kullanılır.
TAHKİYE ETME TEKNİĞİ. Kişi Tanıtımı. Genellikle iki tarzda yapılır:
1) Figürün, bizzat anlatıcı tarafından genel bilgilendirici pasajlar ile tanıtılmasıdır. Bu tarz kişi tanıtımları sonucunda figürlere yönelik sempatiler, kabuller ya da redler okuyucuya yazar tarafından hazır olarak verilmiş olur.
2) Figürün kimliği ve kişiliği hakkında özellikle bir ön bilgi verilmez; bunlar olay akışı içinde ânın gerektirdiği davranış, diyalog, iç konuşma gibi çeşitli uygulamalar aracılığıyla ortaya konur. Böylece figürlerin dış ve iç portreleri, parçaların adım adım birleştirilmesiyle ve nesnel gerçeklikteki hâliyle oluşturulur.
OLAY En az iki kişinin ya da iki kişi yerine geçen kavram veya varlığın bireysel farklılıklar sebebiyle karşı karşıya gelmesi veya çatışması sonucu ortaya çıkan eyleme “olay” denir.
OLAY ZİNCİRİ Olayın ortaya çıkardığı eylemler zincirine “olay zinciri” denir. Kurmaca olmayan metinlerde (anı, biyografi…) olay zinciri söz konusudur.
OLAY ÖRGÜSÜ Konunun, kişi-mekân (yer) gibi ögelerin dikkate alınarak örülmesi, işlenmesi, kurgulanması, konuya biçim verilmesine “olay örgüsü” denir. Her öyküleyici anlatımda anlatılacak veya gösterilecek bir olay veya olay örgüsü bulunur. Hikâyede iki tür olay örgüsü görülür:
-Düz olay örgüsü: Olayların düz bir sıra hâlinde, kronolojik olarak anlatıldığı olay örgüsüdür.
-İlmekli olay örgüsü: Olay akışının iç içe olduğu, arada bir geçmişe dönük olayların anlatıldığı metinlerde görülen olay örgüsüdür.
GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ. Öykü anlatıcısı olayı içinde bulunduğu şimdiki zamandan alıp karakterin geçmişine ya da olayın meydana geldiği zamana gider. Kişiler ve olaylar hakkında bilgi verilirken kullanılabilir. Geriye dönüş tekniğinde yazar karakterlerin yerlerin ve olayların geçmişiyle ilgili bilgi vermeyi amaçlar. Geriye dönüş tekniği merak uyandırma, kahramanların ruhsal ve fiziksel durumlarının daha iyi çözümlenmesinde, olayların nedenlerinin açıklanmasında yazara büyük yarar sağlamaktadır.
İÇ ÇÖZÜMLEME TEKNİĞİ. Anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir.
ÖZETLEME TEKNİĞİ. Daha çok eski klasik eserlerde görülen bu teknikte, varlığı kuvvetle hissedilen anlatıcının olayları, kişileri veya hakkında bilgi vermek istediği herhangi bir şeyi özetleyerek anlatması esastır. Bu iş "bilinç akışı" veya "iç monolog" tekniklerinden yararlanarak yapılabilir.
PASTİŞ (ÖYKÜNME) TEKNİĞİ. Sanatçının, kendi eserini, başka eserleri taklit yoluyla yazması, yeniden kurmasıdır. Pastiş yaparken, orijinal eser doğrudan kullanılmaz, taklidi yapılır. Taklit edilen orijinal eser komedi olmadıkça güldürmeyi hedeflemez.
PARODİ (YANSILAMA) TEKNİĞİ. Ciddi sayılan bir eserin bir bölümü veya bütününü alaya alarak biçimini bozmadan ona bambaşka bir özellik vererek biçimle öz arasındaki bu ayrılıktan gülünç etki ortaya çıkaran oyun türüdür. Edebiyat alanına uygulandığında; bir metni başka bir amaçla kullanmak, ona yeni bir anlam yüklemektir. Yazarlar, ciddi bir metni, çoğunlukla sıradan başka bir metne ya da soylu bir metnin biçemini hiçbir kahramanlık olayı anlatmayan sıradan bir konuya uyarlarlar. Parodinin ilk çağda dayandığı temeller ve işlevsellik ile günümüzde dayandığı temel ve işlevsellik farklılık göstermektedir.
İRONİ (ALAY) TEKNİĞİ. İronik yaklaşımla yazarlar, gerçeğe vurgu yaparak, sarsıcı bir etki yapmayı hedeflerler. İroni; mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenen şeyin altını dolaylı yoldan çizer. İronik anlatımın ilk öğesi gizlemektir. Yazar aslında gerçeği bilmektedir ancak bilinçli bir bilmezlik sergiler. İronik anlatımın bir başka ögesi de eleştirel bakıştır.
alıntı
Yaşadıkça Bitmez Bu Hikâyemiz
Bu şehre, karanlık tül tül inerken,
Sırlara bürünüp elveda derken,
Şen şakrak edayla çekip giderken,
Belkisiz gülüşün son görüşümdü.
Uzaktan uzağa buluştu gözler,
Düğümlendi kaldı dillerde sözler,
Hülyalar perişan sarardı yüzler,
O günden silinmez çok izler kaldı.
Yalan düşlerine beni de kattın,
Özlemle büyüyen dertlere attın,
Kavşak noktasında bir pula sattın,
Yolları şaşırdın yine bahtsızım.
Kendine, itiraf ettim özümde,
Vefasız olmadım hiç bir sözümde,
İki soluk ışık kaldı gözümde,
Ağıtlar yakmakla meşgulüm şimdi.
Ayrılık bir ömür kâbusum oldu,
Açtığın her yara yerini buldu,
Baharla gönlüme çiçek mi doldu?
Kor düşürdün gittin, sinem yanıyor.
İzinsiz girdiğin gönül bağımda,
Talancılık ettin en toy çağımda,
Kar yağdı sayende umut dağımda,
Sen gözyaşı dökmez yalancıymışsın.
Yine akşam oldu güneş batıyor,
Yıldızlı gökyüzü hayal satıyor,
Gecenin koynunda bin dert yatıyor,
Sükût demir atmış geçmişlerdeyiz.
Zor günlerde sevda pek çetin olur,
Sevgin derin derin ayrılık solur,
Şu yüreğim az-çok teselli bulur,
Tebessümün düşse gönül kubbeme.
Etrafımı sarmış kalkmaz, kör duman,
Bir sana bir bana yanarım yaman,
Geçmişi unutmak istediğim an,
Karşımda, eski bir aşk buluyorum.
Beynimin içinde kesmez bir nacak,
Kafamı deşmeye vurdu vuracak,
Yüreğimde sonsuz acı duracak,
Hiç vicdan azabı çekmiyor musun?
Dönüp de bakınca geçmiş yıllara,
Zihnimde sorular düşer yollara,
Buzlar çözmedikçe can yok dallara,
Şekilsiz, gölgeler netleşmeyecek.
Teselli, hicrana pranga vurmaz,
Bir kapris bir ego buraya varmaz,
Kırılan kalpleri hiçbir söz sarmaz,
Akan gözyaşları, pişmanlıklar boş.
Kime sığınırdım, ben senden başka,
Çağrıma bir cevap verseydin keşke,
Anlayış gösterip saf temiz aşka;
Cehenneme atıp yaksan olurdu?
Narlar alev alev çiçek dolacak,
Bir denizde iki dalga kalacak,
Zamanla sayfalar belki solacak,
Yaşadıkça bitmez bu hikâyemiz.
Hasta
Attığı her adımda kalbi daha da şiddetli atıyordu. Nasıl da zordu basamakları çıkmak. Oracıkta öylece düşse. Yok dedi çıkmam gerek. Belki son defadır bu görüşmemiz.
İkinci katta belirdi başka yüzler. Herkesin elinde bir poşet. Yüzler olabildiğince sarı. Ya gözler, içinde binbir cevapsız soruyu barındıran. Sevgiyi,aşkı, hüznü,umudu. Bedenler atılan adımlardan haberi yokmuş gibi. Varacağı limana varan gemi gibi varmıştı çoktan katına. Geriye iki kat kalmıştı yalnız. Nefesi kesildi ha kesilecek. Kalp hızlı,ayaklar yavaş. Nihayet en son kattaydı. O acımasız en son kat. Nemlenen gözlerin nemini hangi söz alabilir. Ya da akmaması için hangi sahte duruşa bürünülebilinir.
Bilememek ne zor. İki bölüme ayrılmış son katta, dış tarafta bekleyen hüzünlü yüzlere sahip hasta yakınları. Bütün bakışların toplanıldığı kişi olmuştu Havva. O sırada telefonu çaldı. Önce sık sık nefes alıp verdi. Birkaç kez boğazını temizlemek için öksürdü. Sesinin nasıl çıkacağını bile bilemiyordu. Heyacan,korku,hüzün. Ses tellerine bağlanmıştı şimdi. Telefonu usta bir oyuncu gibi açıverdi bir anda. Heyacandan titreyen elleri dahi kuvvet bulmuştu. Bulabildin mi? Sorusuna evet kapının önündeyim ,diyebildi sadece. Sonra görüşürüz diyerek acelece kapattı. Ameliyat salonlarının kapısını andıran büyükçe bir kapı.
Son bir defa daha toparlamaya çalıştı kendini bütün bakışlara rağmen. Daha da yanaşmıştı kapıya. Bir sınırdı o kapı. Farklı bir dünyanın açıldığı bir kapı.
Yoğun bakımdan önce hastaların uğrak yeri. Onkoloji servisi. Adı bile insanın içini ürpertmeye yetiyor. Tedavi mi? Zulüm mü? Tartışılması çözüm bulunması geteken en ağır ,en hüzünlü soru. Daha da yakınlaştı kapıya. Açıldı kapı. Ağır bir koku hakimdi bu farklı dünyada.
Elindeki poşeti daha da sıktı. Biraz dırdu. Dudaklarını ısırdı var gücüyle. Şimdi hazırdı hastasını ziyaret etmeye. Uzattı başını, odalara bakışlarını gezdirdi. Nihayet yakınının ofasının önündeydi. Odaya vardı. Odada iki hasta ağızlarında maske. Selam verdi geçmiş olsun dedi yanındaki yaşı hastaya. O bakışları nasıl da kupkuruydu. Geçmişin yükü inmişcesine omuzlarına. Bir damla umut. Evet bir damla umut hatrına. Biraz ıslaklık, biraz da parıltı.
Hemen yanındaki yataktaydı yakını. Radyasyonu unutmuştu Havva ya da unutmak istemişti. Yakınının yanağını öptü. Elleriyle yanağını okşadı. Dayanamadı,illa düşecek o damlalar,illa tıkanacak sözler ,boğaz düğüm düğüm olacak. Hani en soğuk insan sen olacaktın. Ne oldu o provalara diyerek içinden geçirdi. Bir tutam teselliye hasretse insan, gözyaşları buluşur. Başka başka gözlerde de olsa buluşur. Bedenler sarılamazsa da ,gözyaşları sarılır birbirlerine. - Nasılsın Havva? İyi gördüm seni
- çok şükür iyiyim , sen de iyi olacaksın.
Sen de atlatacaksın buna inan.
Bazen insanlar göçmek ister. Bu yüzden çoğu sözler dinlenilmez bile. Ölmeyi çok arzu ediyorsa insan , ölmek için elinden geleni yapar. Bakışlar dipdiriyken , beden çürümüş bir iskelet ise, bazen o bakışlar bile yeterli olamıyor. Beden iflas ettim bitti diyor.
Gelen ziyaretçilerden bazıları Kuranı Kerim' den ayet okuyor. Havva konuştukça yakınının yüzü gülüyor. -Ne güzel moral veriyırsun. Diyor.
Sadece biraz moral, hayal gibi bişey olsa gerek. Ya da güzel kısa bir rüya.
Ne acımasızca bişey moral vermek o zaman. Tut elimi diyırsun, o da tutuyor elini. Götürüyorsun onu ,senin bildiğin diyarlara. Havasında soluklandırıp, suyundan kana kana içtiriyorsun. Ama ya sonra. Ellerin ellerini bırakınca.
Düşüyor gözlerdeki yıldızlar,kalpteki sevinç. Sanki uçurumundan var gücüyle atlıyor,düşüyor.
Zaman nasıl da hızlıca akıp geçti. Vakit gitmenin habercisiydi. Giderken insan, verdiği umutları da beraberinde mi götürür. Son kez sarılamadan kuru bir öpücükle vedala,r ne zor.
Zor olan vedalara da ,alışmak mı gerek? Bir daha ki ziyatetine evine geleceğiz. Hadi çabuk iyileş tamam. Deyip uzaktan bir el sallama . Dokunmaz mı ? Eller o ellere.
Dudaklar yayılırken yanaklara ,eller havada vedalaşırken,buluşma yerini belirleyen randevucular gibi. Ve o son bakışlar ,hala yüreğe batan iğne gibi.
Hasta verilen teselli afyonunun etkisinde,ziyaret eden randevu saatini beklemekte.
Görüşmelerinden kısa bir süre sonra yoğun bakıma almışlar hastayı .
Hangi duvarlar dayanır acıyla inleyen,bağıran seslere. Çatlamaz mı hiç? Ya da o da ağlamaz mı?
Ağlamak dedim de bazen değerini nasılda yitirir.
Düşmeyince bir omuza, değmeyince bir ele.
Ve hasta ölür. Tedaviye inanmayıp, umudu tükenince ölmeyi seçer. Bir yandan hayallerine dokunarak.
Bahtinur Cano
bu gece karakolluk olabilirim ...
HİKAYE-Ben bir hikaye yazdım sen canına okudun
Masal olamayacak kadar güzel, hoş bir hikaye kahramanı kadar iyisin.
Med - Cezirler arasında 1001 dünya harikası...
Bir cümlelik hikaye düşlüyorum...
herkes kendi hayatının hikayesinde başrol, hayatında yer verdikleri figürandır.
herkes kendi hayatının hikayesinde figürandır. hikayeyi tanrı yazar, başrolde kimin olacağına o karar verir bu yüzden...
öyle şey mi olur, hikayelerde de olmaz, masallar da bile olmaz. Deniz gülüyor du falan o iyiydi..
Bugün deniz kenarına gittim,öyle ki denize sevgimi fısıldayacak kadar yaklaştım,sessizce selam verdi bana, ben de ona gülümsedim :))
Sonra sahilde çay içtim,çıtır simit yedim. Çıtır kızlar geçtiler,kıyafetlerini süzdüm,içimden sizi rüküşler dedim, deniz bile güldü bu sözüme :) Hele biri yok muydu, cart yaşil üzerine çingene pembesi çiçekli bir elbise giymiş,mor bir şapka takmıştı. Füme pabuçları,siyah rücu,mavi oceleri vardı. Yaa biraz garip oldu,ama kendime hakim olamadım ve ben bile ıslık çaldım :))) Deniz kahkaya boğuldu, o hengamede öyle bir dalgalanmış ki, koca bir su kütlesi kızın üzerine bocalandı.ŞIRRAAPP :))) Kızın üzerindeki bütün renkler aktı, brbirine karıştı,ünlü bir ressamın tuvalinden çıkmış modern bir resim gibi anlaşışlamsı zor bir hal aldı.
Aman Allah'ım bir hikaye değil,bir masal gibiydi. Öylesine güzeldi :)))
Tümsek var kalbimde.
rivayet hikaye veya roman.. alayına karşıyım.. çünkü gerçek dışı olma ihtimalleri yüksek.. tabi Kur'an, hadisler ve atalarımızın eserleri gibi gerçekliği kabul edilmişler hariç. kulaktan kulağa oynayanlar iyi bilirler yani.. hani ilk söyleyen ile son söyleyenin arasında dağlar kadar fark vardır ya. işte ondan bahsediyorum..
her insanın bir hikayesi var.en son okuduğum Livaneli _kardeşimin hikayesi güzel bir hikayeydi
Bitmesini istedikleriniz bitmez
Başlamasını istedikleriniz başlamaz
Hep içinde olduğunuzu dinlemek zorunda kalırsınız
yaşandığında gerçek,anlatıldığında yalan olan.
Ben, bu hikayeden sessiz sedasız nasıl çıkıp gideceğim?
Nar ağacı - Nazan Bekiroğlu
benim en zor en kötü hikayemi; en güvendiğim insanlar yazdı.........
Geşmişte yaşanmış, şimdilerde tanığı kalmamış anıları, olayları anlatan hikaye, konusunu günümüzden alanlar ise öyküdür. Hikaye öykünün eskisi, masalı, antikasıdır. Yani nasıl ve nerewsinden bakarsanız bakın bu üçüncü yorumum ve yine öykü hikaye, hikaye öykü değildir. Yaprak solar gazel olur, gazel çürür toprak olur; toprak yaprak, yaprak toprak değildir.
hikaye asla öykü değildir.
Daha düne kadar yüzüm açıktı sana.
Aramızda masumiyet ihlaline dair bir hece yoktu.
Çünkü senin farkında olmadığım gibi benim farkımda olduğunun da farkında değildim.
Ama şimdi bir bilmek halindeyim ki yüzüm, keskin inen bir satırın gürültüsünde, her şeyi karanlığa boğan bir perdenin düşüşü kadar ani ve kesin, senin yüzüne kapalı bundan böyle....
Çünkü beni fark ettiğin anda ve bunu benim de bildiğim anda ne senin senliğin ne de benim benliğim kalır.
Geriye sadece içimizde taşıdığımız Âdem ve Havva ve aramızdaki ezel olasılığı kalır.
Bu yüzden şimdi sadece yüzümü değil kalbimi de her an izleyen bir çift göze dair terbiyeyle, aramıza bir uçurum koyuyorum.
Senden kaçıyor, kendimi senden gizliyorum.
Ama...
Aşkın koşulanda değil kaçılanda, açılanda değil kapananda olduğunun da bilgisindeyim.
Peçemi örterek açıyorum sana kapılarımı.
Dahası ezeli bir bilginin ürpertisi yüzüme sinerken aramıza bir senlik ve benlik davası sokuyorum.
Seni ben karşısında tanımlıyorum yani.
Sana yer veriyor, baha biçiyorum.
O dairede kendimi tamamlıyorum.
Senden gizlenerek seni sen, beni ben yapıyorum.
Böylece benim için taşıyabileceğin bütün anlamların farkında olduğumu da beyan ederek benim kadın senin erkek olduğumuzu yüzüme indirdiğim şu peçede aşikâr ediyorum.
Bu halimle seni bir mümkün olarak gördüğümü itiraf ediyor, senle ben arasındaki bütün ihtimallere evet diyorum.
Nazan Bekiroğlu...
Müzik çalarak vahşi hayvanları afsunlamakla”büyülemek” ünlü genç bir kemancı,gidip Afrika ormanlarına yerleşmiş.Gorillerin en korkunçları,yılanların en zehirlileri,kaplanların en yırtıcıları her gün kemancının etrafında toplanıyor,saatlerce onun kemanını dinleyerek,zaman zaman göz yaşları içinde,kendilerinden geçiyorlarmış.Bir gün,balta girmemiş ormanların içinden yaşlı bir aslan çıkagelmiş.Şöyle bir bakmış genç kemancının çevresinde toplanıp kendisini dinleyen vahşi hayvanlara…Sonra da biraz aç olduğu için,bir pençede kemancıyı devirip yiyivermiş.Tüm vahşi hayvanlar öfkeli, aslana dönüp:Ne yaptın sen,demişler; sen de hiç mi duygu yok,neden yedin o güzelim kemancıyı? Yaşlı aslan ön pençelerinden birini kaldırıp kulağının arkasına götürmüş ve kükremiş:Ne? Ne diyorsunuz be? Sağırım ben duyamıyorum.
süper
çokkkkkkkkkkk güzel
Geleceğini biliyordum…
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
En iyi Buğday...
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.