Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Harf inkılabı sizce ne demek, Harf inkılabı size neyi çağrıştırıyor?

Harf inkılabı terimi Limonî Erz tarafından tarihinde eklendi

  • Nazlı Menşur
    Nazlı Menşur

    Tarihin neresinden bakarsam bakayım Atatürk'e hayranlığım artıyor her defasında..Bi yerdede bi yanlışın olsun be mübarek..

  • Osman Aslan
    Osman Aslan

    Kim ne derse desin, dünyaya entegre olmak adına; Atatürk'ün yaptığı en önemli devrimlerden biridir.

  • Âşiyânı Murgi Dîl
    Âşiyânı Murgi Dîl

    Devrilmeden bir cümle,
    bir söz düşmeden
    ve başı vurulmadan mânânın
    Bir devrim yapmak mümkün müdür?

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    Dil Devrimi veya Türkçede Öze Dönüş

    25- / 03/ 2008


    Harf inkılabı ve dil devrimi, Türkiye’de Harf Değişimi yapılmasının (Kasım 1928) ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin (Temmuz 1932. Bugünkü adı, Türk Dil Kurumu veya kısaltmasıyla TDK’dir) kuruluşundan bir yana tartışılan iki konudur.

    Harf inkılabını tartışan iki taraf vardır. İlk taraf, inkılabın gereksiz olduğunu, İslam dini ve kültürüyle bağımızı kopardığını, üstelik Q (Osmanlıcası kaf) , W (Osmanlıcası vav) gibi sesleri yansıtacak getirmediği için eksik bir elifba olduğunu vurgular durur. İkinci taraf ise Türkçenin çağdaşlaşabilmesi için kesinlikle Batı devletlerinin kullandığı Latin harflerinin kullanılması gerektiğini savunur.


    Harf İnkılabı Gereksiz miydi?

    Bu harf değişiminin gerekli veya gereksiz olduğunu anlayabilmek için o zamanki durumu gözümüzde canlandırmalıyız.
    Eski yazı, Kur’ân yazısı, elifba adlarıyla anılan yazı, nasıl bir yazıydı? Bu soru aşağıda maddeler biçiminde yanıtlanmıştır. Bir okuyalım.
    1. Temeli Kuran’da kullanılan harflere dayanan Arap kökenli bir yazı.
    2. Allah yazısı olduğu yönünde bir ayet olmadığı için İslam ümmetinden olan bütün halkların kullanmasının zorunlu olmadığı bir yazıdır.
    3. Birçok harfin kelimenin başında, ortasında ve sonundaki şeklinin farklılaştığı bir yazı.
    4. Kuran yazısının aslı, harekeli olmadığı gibi Osmanlı Türkçesinin yazıldığı yazı da harekesizdir. Bu durum, okuma yazma sıradan üstü (fevkalade) zorlaştırmaktadır. Bugünkü İngilizcenin okunup yazılması için ezber gerektiren bir alfabe…
    5. Büyük harf - küçük harf ayrımı ile yetkin bir noktalama düzeni olmayan bir yazı.
    6. Basımında zorluk yaşanan bir yazı.
    7. Zor bir yazı olması dolayısıyla okuryazar sayısının artmasını kısmen engelleyen bir yazı.
    8. Türk hançeresinin çıkarmakta zorlandığı sesleri yazıya yansıtmayı gerektiren bir elifba.
    9. İslam dini ve kültürüyle olan bağının Türklerin ilim ve kültürde üstün bir düzeye erişmesinde etkisiz eleman olan bir yazı.
    10. İslam dini “Allah’ın yanında Allah’a özgü yönleri kurgulanan tanrılar olmadığına ve yalnızca Allah’a kulluk edilmesi gerektiği” düşüncesine dayanan bir dindir. Fakat ne yazık ki, Arap alfabesi, bırakın İslam’a fayda sağlamayı, Arap milletine bir fayda sağlamamıştır. Çünkü örneğin Arap kavminin tamamı Müslüman olmamıştır. Hattâ Müslüman görünümlü Arapların çoğunluğu da müşrikçe bir hayat sürmektedir. Öte yandan İslam’ı öğrenmek için ilk önce ilmihal bilgilerini değil, Kuran’ı öğrenmek gerekir. Çünkü Hz. Muhammet de içinde olmak üzere ona inananlar öncelikle inmekte olan Kuran’ı öğrenmiş ve kendilerine gereken ilmihal bilgilerini inen vahyi ve Elçi’nin vahiy doğrultusunda sunduğu görüşleri kaynak bilerek inşa etmişlerdir. İlmihal bilgilerinin çoğunluğu bugün açısından bakıldığında vahiyle doğrudan ilgisi olan bilgiler değil, sözünü ettiğim gibi inşa edilmiş, başka bir sözcükle söylersek, üretilmiş bilgilerdir. Öyleyse en kıymetli bilgi, Kuran’dadır. Bu nedenle önce Kur’ân’ı öğrenmek gerekir. Oysa Osmanlı Devleti zamanında durum, tam tersidir, yani en son Kur’ân öğretilmektedir. Öte yandan Kuran halk tarafından anlaşılmadan nağmeli biçimde müzik notalarını dille seslendiriyormuş gibi yüzünden okunup geçilmekteydi. Bugün bile bu genelde böyledir. O kadar aydınlatmaya çalışmama karşın benim babam bile öyle davranmaktadır. Daha da kötüsü Kuran, indiriliş amaçlarına tezat teşkil eder biçimde fizyolojik hastalara şifa maksadıyla okunup üflenmesi, okunmuş içecek ve yiyecekler yoluyla Yüce Allah’ın muradına bütünüyle ters, putperest üfürüklerine alet edilmektedir. Öyleyse “Türk halkına Kuran yazısının öğretilmesi ona hangi güzel maslahatı kazandırdı? ” sorusunu düşünmek ve bunun özeleştirisini yapmak gerekir. Öte yandan yadsınamaz gerçek şu ki, Kuran’ı anlamıyla da öğrenmek ereğiyle Kuran yazısını sökmek, her inananın ve araştırıcının boynunun borcudur. Fakat unutmayalım, Kuran’ı yüzünden, yani anlamadan okumak, Allah katında “Kuran okumuş olmak” sayılmamaktadır. Allah katında Kur’ân, sevap kazanmak için değil, birtakım ilahi bilgilere vâkıf olmak, İslam’ın esaslarını ve aşılamaya çalıştığı duyuş ve davranış biçemini başkasına veya kendine telkin amacıyla okunursa makbul (kabul edilmiş) olur. İşte bu nedenle ana dilde yapılan bir tapınış İslam’a en uygun olanıdır. Zira kıraatin makbul olmasını sağlayacak bütün ögeler böylece yerine oturmaktadır. Tersi durumda okuduklarımız, kul bilincinin süzgecinden geçerek Allah’a ulaşmaz. Putperestlerin kestiği kurbanların Allah’a ulaşmayacağı gibi. Anlaşılan bir Kuran’ın ise ölülere okunmasının da anlamı kalmaz. Zira bu eylem, acılı gülünç (trajikomik) bir hâl olur.
    11. Türklerce 7 yüzyılı aşkın bir süre boyunca kullanılmasına karşın üzerinde hiçbir önemli tadil (iyileştirme) yapılmamış bir yazıdır.

    İLHAN GÜL
    (Alıntıdır.)

  • Aşık Mahzun İ
    Aşık Mahzun İ

    atatürk ve değişim

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Frank Sinatra - Mack the Knife...

  • Ahmet Bayrak
    Ahmet Bayrak

    ...
    'Bir takvime sahip olmak

    Fatih'in vezirlerinden ünlü şair Ahmet Paşa bir gazelinde,Ey kamer-tal'at kaşın kavsin görüp takvîmdeAy başında fitne var deyü müneccimler yazarbuyurmuş.
    Aşağı yukarı, 'Ey yüzü dolunay gibi parlayan sevgili! Müneccimler, o dolunayın üzerinde senin kaşının kıvrımını görünce takvimlerine, 'ay başında fitne var' diye bir açıklama yazdılar.' gibi bir anlam içeren bu beytin derinliğini anlatmak bir hayli zor. Nedenine gelince:

    İnsanoğlu güneşin, ayın ve yıldızların hareketlerine bakarak en ilkel dönemlerden itibaren zamanı ölçmeye ve dilimlere ayırmaya çalışmış, bunları taş üzerine, ağaç gövdelerine çentikler atarak zapt etmiş. Bilgilerimize göre Sümer'de takvim yoktu, Mısır ve Babil'de her saltanat döneminin yılları ayrı ayrı sayılırdı, eski Yunan'da kuşak zaman (1 kuşak şimdiki 27 yıl) kullanılmıştı ve ilk düzenli, bilimsel takvimi Romalılar hazırlamıştı. Roma'nın kuruluşunu başlangıç kabul eden bu takvime göre Hz. İsa 753. senede doğmuştur. İsa'nın doğumundan 45 sene evvel Jullius Sezar bu takvimi İskenderiyeli Suzijen'e yeniden tedvin ettirdi ve Jullien takvimi adıyla kullanılmaya başlandı. Bu takvim hesabına göre 128 senede bir gün artıyordu ve 1582 yılında Papa 13. Gregovar bu hatayı düzeltecek yeni bir takvim hazırlattı: Gregoryen Takvimi. Hz. İsa'nın doğumunu esas alan bu takvim bütün Hıristiyanlık âlemince kabul gören Miladî takvimdir.

    Tarih boyunca Kalde, İbranî, Mısır, Kıpt veya Çin takvimleri gibi Türklerin de bir takvimleri vardı: Oniki Hayvanlı Türk Takvimi. Buna göre sıçan (sıçgan) , sığır (ud) , tavşan (tavışgan) , ejder (lu) , yılan (ılan) , at (yunt) , koyun (koy) , maymun (biçin) , domuz (tonguz) , pars (bars) , tavuk (tabuk) ve köpek (it) yılı birbirini takip eder ve her günde gece ve gündüz olmak üzere onikişer çağ (saat) bulunurdu.

    Osmanlı çağında atalarımız Rumi (Malî) ve efrencî (Miladî) takvimleri bilmekle birlikte resmi işlerde daima hicrî (kamerî) takvimi kullanmışlardı. Açık gök altında her yerden izlenebilen ayın hareketleri esasına dayalı olan bu takvim Hz. Ömer'in hilafeti zamanında kabul edilmiştir. Ashaptan bazıları ilk vahyi, bazıları Hz. Muhammed'in irtihalini yıl başlangıcı olarak teklif etmişlerse de Mekke'den Medine'ye hicretin milat olma görüşü ağırlık kazanmış ve o yılın on yedinci hicret yılı olduğu kabul edilmişti. Bu takvime göre yıl, her bir ay diliminde 28 veya 29 gün itibarıyla 354 küsur gün olarak hesaplanmıştır. Gök cisimlerinin nadiren görüldüğü Batı toplumlarınca kullanılan ve ayların 30 ve 31 gün olduğu miladi takvime göre hicri takvim, her yıl devlet lehine on günlük bir nispî kazanca imkân veriyordu.

    Şimdi gelelim meselenin başka bir boyutuna:

    Bir milletin takvimi onun tarihi demektir. Takvim bize geriye doğru düşünme imkânı verir ve kodlarımızın derinliğini, sağlamlığını, kadimliğini gösterir. Mesela Çin bizim on iki hayvanlı takvimimize benzer bir takvim kullanır ve bir Çinli bu geleneksel takvim sayesinde on beş bin yıl geriye doğru kendi tarihinin sınır taşlarını hatırlar, söz gelimi sekiz bininci yılda milletinin başına gelenleri hafızasında tutar. Bu ona kimlik verir. Yahudiler 29 veya 30 günlük ayları olan ve bir yılı on iki, bazen on üç ay süren bir kameri takvimi altı bin yıldır kullanırlar. Bu onların genlerinde geçmişe doğru bir aidiyet hissini ayakta tutar ve tarihi unutturmaz. Japon takvimi Şinto kaç bin yıldan beri hâlâ aynıdır ve bir Japon bununla gurur duyar. İmdi, bu takvimlerin Miladi takvime göre çok kullanışlı olduğu söylenemez, ama hiçbir Yahudi veya Japon bunu değiştirmeyi düşünmez. Üstelik değiştirmedikleri sürece dünya milletleri arasında geri kaldıkları, çağdaşlıktan uzak düştükleri fikrine de kapılmazlar. Onlar bilirler ki takvim değiştirmek, hafızayı değiştirmektir. Sanki zamanı bir yerinden yırtıp asıl parçayı saklamak gibi... Takvimi değiştirdiğiniz vakit kimliksiz, tarihsiz, hafızasız bir millet olma tehlikesi vardır. Çünkü o zaman size kimlik veren geçmiş olayları kendi medeniyet birikiminize göre değil, kabul ettiğiniz yeni takvime göre anlamlandırmaya başlarsınız. Hatırladığınız tarih ve geçmiş, sizin yaptığınız tarih değildir artık. Siz orada etken konumdan edilgen hale düşersiniz ve tarihsel başarılarınız, icatlarınız, keşifleriniz, dünyaya yaptığınız katkılar hep yeni takvimin sayfalarına işlenir. Mesela Konstantinepol 857'de değil 1453'te fethedilmiş olur ve tabii 'Belde-i Tayyibe' fikri aradan kalkıverir. Ayasofya algısı Eyüp Sultan algısından önde durur ve İstanbul'un Konstantinepol kimliğini baskın kabul etmeye hazır hale gelirsiniz. En basit tanımıyla Hicret'ten koparılıp Noel'e bağlanır, Noel kutlamaları için özel ve tüzel hazırlıkları arttırırsınız. İşin ilginç yanı bu değişikliği de laiklik adına yapmış, Hicri takvimden kaçıp Gregoryan takvime kapılanmışsınızdır. Hak Peygamber'den kaçıp Papa'ya sığınmak yani...

    Şimdi gelin, bir de, kendi atalarınızdan yadigâr kalmış şu dizeleri anlayamıyoruz diye şikâyet edin! ..

    Ey kamer-tal'at kaşın kavsin görüp takvîmde

    Ay başında fitne var deyü müneccimler yazar

    Bu beyitte nelerin anlatıldığını merak ediyor musunuz? ! .. Açın bir ansiklopediyi, bir tarih sözlüğünü, bir bilimsel araştırmayı, eski takvime göre dolunayın evrelerini, kavis haline gelişini, ay başında incelip hançere döndüğünü, astrolojide yükselen burçları, fitne çıktığı vakit yapılacakları, müneccimlerin ne işlerle uğraştıklarını ve müneccimbaşılık müessesesini, rasathaneleri vs. okuyun, okuyun, okuyun... Oniki hayvanlı Türk takvimini kullanıyormuş gibi Ötüken'e kadar, hicri takvimi kullanıyormuş gibi Hira'ya kadar okuyun. Ancak o vakit miladi takvim bizim için anlam kazanacak. '

    münasip bir yazı...şahsi kanaatim ;)

  • Recep Muslu
    Recep Muslu

    Bir toplumun aydınlarının bir gecede cahile dönüştürme operasyonunun başlangıcı

  • T£k Bir
    T£k Bir

    Latin harflerinin gerek Türk tarihi ve gerekse Türkçe ile uzaktan yakından alakası yoktur..!

    İslam harflerine Arap damgası vuran devrimciler, yıllarca okullarda İslam harflerini Arap harfi sıfatıyla kötüleyip harf devrimi sayesinde Türk harflerinin geldiğini söylediler. Bu propagandanın yapılmasının en önemli saiki devrime millî kisvesi giydirebilmekti.

    Pek çoğumuz bu hataya düşüp kullandığımız alfabeye Türk alfabesi diyoruz.! ! !
    Halbuki Latin harflerinin gerek Türk tarihi ve gerekse Türkçe ile uzaktan yakından alakası yoktur.
    Şayet bu devrim milliyetçilik saikıyla yapılsa idi Türklerin icat ettiği ve kullandığı iptidaî Göktürk veya Uygur alfabelerinin kabul edilmesi gerekirdi. Diğer taraftan Türklerin İslam harflerine olan katkılarını düşünürsek, İslam alfabesi üzerinde devam etmenin daha millî bir hareket olacağı da aşikardır. Zira Türkler, Arapların veya Farsların bulduğu pek çok yazı çeşidini güzelleştirmiştir. Mesela talik hattı İranlılar bulmuş, fakat bunu en estetik ve en güzel tarzda Türkler yazmıştır. Diğer taraftan Türkler İslam harfleri ile pek çok yazı hattı da icat etmiştir. Mesela el yazısı olan rikayı Türkler icad etmiştir. En çok kullanılan hatlardan rika, sülüs ve nesih Araplar arasında hatt-ı Türkî namıyla bilinir olmuştur. Hüseyin Cahid Yalçın, Ahmed Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay gibi inkılapçılarının pek çoğu bile ömürleri boyunca notlarını rika tarzındaki İslam harfleri ile almışlardır. Çünkü İslam harfleri ile daha pratik ve hızlı not tutulabilir. Devrimcilerin aldatmacasına inanarak harf inkılabı sayesinde Arap kültüründen kurtulduğunu sananlar hakikatte 1000 yıllık Türk kültüründen koptuklarının bilmem farkında mıdırlar?

    Harf inkılabını savunanlarının bir diğer söylemi de, bu inkılap sayesinde Türklerin batı alemi ile daha kolay ilişki kuracağı ve bu devrim sayesinde batı aleminin teknolojik ilerlemesinden uzak kalınmayacağıdır. Bu iddiayı çürütecek en önemli örnek Japonya ve Çin örneğidir. Bu ülkeler çok iptidaî olan ve öğrenilmesi çok zor olan kendi alfabelerini muhafaza etmişlerdir. Buna mukabil teknolojik ilerleme açısından batı ülkelerinin fevkindedirler.

    İslam harflerinin Latin harflerinden üstün olduğu apaçık bir gerçektir. İslam harflerinde kavisler hakimdir. İslam harfleri ile yazan insanlar, gerek bedenen ve gerekse zihnen yorulmaz. İslam harfleri zihni inkişaf ettirir. Hafızaya yüklenmez. Bu yüzden dinlendirici bir mahiyeti vardır. Zira II. Abdülhamid devlet işlerinde yorulduğu zaman hüsnü hat ile meşgul olurdu. Bir insan hüsnü hat ile ne kadar uğraşırsa uğraşsın yorulmaz. Yeknesak (tek düze) uğraşlar hafızayı yorduğu gibi göz için de tembelliğe sebep olurken bu durum İslam harflerinde görülmez. Onun kavisli ve insan ruhunu okşayan harfleri göz sağlığı için gereklidir.
    Nitekim 1950’li yıllarda İstanbul’da bir Rum göz doktoru muayenehanesine “Gözlükten kurtulmak isteyen hüsnü hat ile meşgul olsun” yazılı bir levha asmıştır...
    Gerçekten küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerim okuyan dedelerimize-ninelerimize baktığımızda, onlarda göz bozukluklarına pek rastlanmadığını müşahede ederiz. Diğer taraftan İslam harfleri sağdan sola yazıldığı için insanı yormaz ve daha hızlı yazı yazmaya imkan sağlar.

    İslam harflerinin Latin harflerinden üstün bir diğer yönü de sanat yönüdür. Dünya yazıları içinde sanat ve estetik boyutu bu derece olan ikinci bir yazı yoktur. Picasso’dan Salvador Dali’ye varıncaya kadar pek çok yabancıyı, bizim yazımız büyülemiştir. Latin harflerinin sanat boyutunun olmamasından başka bir de Türkçe’mizin fonetiğini (telaffuzunu) karşılamada bazı eksiklikleri mevcuttur.

    Harf devriminden 76 yıl geçmesine rağmen ne Türkçe’nin fonetik ihtiyaçları karşılanabilmiş ne de bir imla birliği sağlanabilmiştir. Her tarafta bir kargaşa vardır. Herkesin kendine has bir imlası vardır. Türk Dil Kurumu bile bastığı imla kılavuzunda her sene pek çok değişiklikler yapmakta, bugün koyduğu imla kaidesini yarın kendisi kaldırmaktadır. Harf inkılabından daha vahimi öztürkçecilik adıyla başlatılan ve hâlâ devam eden akımdır. Bize mâl olmuş binlerce kelimenin yok Arapça yok Farsça’dır diye lisanımızdan atılması müthiş bir lisan fakirliği getirmiştir. İslam harflerini yaşatmak bizim için millî bir vazifedir. Zira 1000 yıllık kültürümüzle irtibat kurabilmemiz ancak İslam harflerini öğrenmekle mümkün olabilecektir. Üniversitelerde bilim adamlarımızın ömrü hamallıkla geçmektedir. Derya gibi geniş olan Osmanlıca eserlerimizle genç nesilleri buluşturmak isteyen ilim adamlarımız, bir taraftan İslam harfleri ile yazılmış eserleri Latin harfleri ile neşrederken diğer taraftan da sadeleştirme işlemi ile uğraşmaktadırlar. Devrimci zihniyetin dili sürekli bozması sebebiyle de neşredilen bir eser için, aradan daha 40-50 sene geçmeden tekrar sadeleştirilme ihtiyacı doğmaktadır. Böylece eski birikimlerin üzerine yeni bir şeyler koyma durumunda olması gereken, yeni bir şeyler üretmesi beklenen pek çok bilim adamımız vaktini çevirilerle harcamaktadırlar.
    Alıntı..

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    .... Harf İnkılâbı demek kültürünü, mirasını çöpe atmak demek değildi...

    Değerinin uzun zaman sonra anlaşılacağını onlar da biliyordu...

    Eleştirileceklerini, kötüleneceklerini, çamura atılmak isteyeceklerini de...

    Dünyayla aynı soluğu paylaşmak için gerekti...

    Oldu da...

    Ne mutlu!

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Dünyaya entegre olabilmenin başat ve vazgaçilemez şartı kültürel,ekonomik,siyasal açılımlardır.Güçlü konumda bulunan ülkeler geleneksel kültürleri bağlamında (Örn: Çin,Japonya,Rusya vs) böyle bir radikal değişime rağbet etmemişler böylece,geçmiş kültür miraslarını da kucaklamışlardir.

  • Osman Aslan
    Osman Aslan

    Kim ne derse desin, dünyaya entegre olmak adına; Atamızın yaptığı en önemli devrimlerden biridir.. Böylece Türklerin, Arap kültüründen etkilenmesinin de önüne geçilmiştir..Zira 1000 senedir Araplar gibi yaşayıp, araplar gibi kalkmaktan bedevi toplumu haline gelmiş bu yüce millet aslına dönmüştür..

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    Harf İnkılâbının faydaları fasulyeden faydalara, çamur atmalara pabuç bırakacak cinsten değildir…

    Ümmet anlayışından millet anlayışına geçişte çok önemli rol oynayan bu inkılâbın anlaşılması işin elbette 100 yıl gibi bir zaman geçmesi gerektiği su götürmez bir gerçektir…

    Millet anlayışının şekil kazanması önemliydi; çünkü Müslümanların politik kimlikleri ve milliyet duyguları esas itibarıyla Müslüman ümmete mensup olmakla biçimlendirilmişti…

    Harf İnkılâbının yapılması öyle bir olaydı ki, Cumhuriyet dönemiyle ortaya çıkan bir olgu değildi…

    Osmanlının son dönemlerinde uzun yıllar tartışılmıştı…


    Başta dinî kaygılar olmak üzere çeşitli sebepler ve güçlü bir irade eksikliği yüzünden gerçekleştirilmesi hayal gibiydi…

    Bu devrimin yapılması bile, Cumhuriyet açısından başlı başına büyük bir anlam taşıyordu. Sonuçlarıyla Türk devriminin kazanımlarının ortaya çıkmasına sağlayacağı katkı ise, onu diğer inkılâplardan farklı kılmaktaydı.

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    1928’de Arap alfabesi yerine Latin alfabesi getirildi. İzleyen yıl Türkçe’yi
    Yaygınlaştırmak için ve bazı durumlarda Türkçe sözcükler icat etmek üzere
    TDK kuruldu. Dilin Türkçeleştirilmesi öylesine radikal bir şekilde yapildı ki,
    Sonraki kuşaklar artık 1930 öncesinde yazılan hiçbir belgeyi okuyamaz hale
    Gelmişti.Osmanlıca Cumhuriyet kuşağı için yabancı bir dil haline geldi.Bunun
    Sonucu geçmişle bağların artık bu konuyla devletin istediği tarzda ilgilenen
    Tarih profesörlerinin tanımladığı şekilde oldu.

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Yapıldığı andan itibaren,geçmişin üzerine çekilen sünger,yaşanan tarihi,sosyal,siyasal olayların aydılamamasına neden olmuştur.

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığına tekabül eden 'sonsuzluk' kavramıyla ilelebet devam edecektir...

    Vesselam...!

  • T£k Bir
    T£k Bir

    “Harf” deyip geçmemek lâzım… Her harf önemli olmasaydı, Hz. Âli Efendimiz, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” der miydi?

    Bizim bin yıllık alfabemizin tüm harfleri 1 Kasım 1928'de değişti. Buna “Harf İnkılâbı” deniyor.
    Bu “inkılâp” bir Türkiye’de olmuştur, bir de Sovyet esaretindeki Türk devletlerinde…
    Onun dışında, Lenin ve Mao gibi, son derece sert darbelerle iktidara gelen ihtilâlcılar dâhil, hiçbir ülkenin yöneticisi alfabeyi değiştirmemiş, alfabeye dayalı olarak gelişen kültürel birikimlerini yok etmeyi göze almamıştır.
    Çünkü alfabe değiştirmek, yüzyıllar boyu oluşan sanatsal ve kültürel dinamikleri yerle bir etmek, ayrıca da kültürel birikimi gelecek nesillere taşımaktan vazgeçmek demektir.
    Böyle bir teşebbüsün sonucu ise kimlik bunalımıdır. Kütüphaneler türbeye dönüşür. Gazete, dergi ve kitap satışları yıllar boyu toparlanamaz. Sanatsal faaliyetler ilgi görmez.
    Çünkü alfabe, bir milletin bireysel ve toplumsal karakteristiğinin dışa vurumudur.
    Yani, harfler ve kelimeler, toplumun karakteristik öğeleridir. Bunlar aynı zamanda müzikle, resimle, mimari ile ve edebiyatla harmanlanmıştır.
    Örneğin, Kiril Alfabesi’nin dili, mimarisi, resmi, müziği, dansı, edebiyatı, estetiği kendine uygundur... Latin Alfabesi’nin, Japon Alfabesi’nin de öyle…
    Kimilerinin “Arap alfabesi”, kimilerinin “Kur’an hattı”, kimilerinin de “Eskimez yazı” dedikleri yazı türü ise bizde farklılaşmış, “bize uygun” hale gelmiştir...
    Aynı yazı, Arapların elinde “küfi”leşip köşelenirken, (sivri ve köşeli yazı türü aynı tür bir karakteri yansıtır) Osmanlı insanının elinde yuvarlaklaşıp “sülüs”e dönüşmüş, böylece Osmanlı’nın Araplara nispetle daha sabırlı, daha sevecen, daha uzlaşmacı ve dayanışmacı (birbirine bağlı harfler gibi) karakterini yansıtmış, en az “bizim kadar bizden” olmuştur.
    Osmanlı mimarisi de aynı karakteristiğe uygun olarak şekillenmiştir...
    Kubbe kültürü, toplumun yazıya yansıyan karakterine ek olarak bir korumacılığı (muhtaçları himaye gibi) da aksettirir...
    Gerçekten Osmanlı idraki “fitre”, “zekât” ve “sadaka” gibi yardımlarla ulaştığı fukarayı minnet altına sokmamak için “vakıf”laşmış, bizatihi devlet büyük bir hayır kuruma dönüşmüş, hükümdarlar ve diğer yöneticiler bu büyük hayır kurumunun “hizmetlileri” olmuştur. (Başta padişah olmak üzere, üst düzey yöneticiler vakit buldukça fukaraya yemek dağıtılan mekânlara gidip bizzat bu hizmeti kendileri görürlerdi) .
    Hani kardeşiniz sağanak yağmur altında ıslanırken şemsiyenizi onunla da paylaşınca huzur bulursunuz ya, işte bunun gibi, Osmanlı insanı da kendisi gibi inananlar başta olmak üzere, tüm insanları “insanlık ekseni”nde kendine kardeş sayan bir hayat görüşü çerçevesinde, şemsiyesini, muhtaçları hayatın sağanaklarından koruyacak şekilde açmış, imkânlarını diğer kardeşleriyle de paylaşmıştır.
    İşte bu “şemsiye harekâtı” kubbeye dönüştü ve kubbeler mabetlerde taçlaştı.
    Bu mantık, İslâm Dini’nin “Hayat muavenettir (yardımlaşmadır) ” şeklindeki özünden türemiş bir mantıktır.
    “Osmanlı” ise, bu mantığı “hayat düzeni” haline getiren beceri ile sadakatin adıdır.
    Itri’nin bestesi (özellikle de tekbir) , Süleymaniye’nin kubbesine, ikisi birden sülüs yazısına, üçü birden Âkif’in’in “Süleymaniye Kürsüsü”ne (edebiyata) , dördü birden ecdadın ebrusuna, oradan minyatüre (minyatürde perspektif yok diyenler, uzağı da yakın gören yüreklerin perspektifini kavrayamayanlardır) , beşi birden mehter müziğine ve hepsi birden Kur’an’ın insanı merkez alıp hayatı onun etrafında örgüleyen estetik anlayışına ne kadar da yakışıyor.
    Tanzimat öncesinden başlayarak gelen Batılılaşma süreci içinde, tümün bir parçası olan geleneksel alfabemizden vazgeçmekle, (bu işi önce Enver Paşa başlatmış, orduya Latin alfabesi kullanılmasını emretmiş, ancak Birinci Dünya Savaşı bu teşebbüsünün önünü kesmişti) sadece birkaç harften vazgeçmedik, böyle bir bütünlüğü bozduk... Ya da böyle bir bütünlükten koptuk!
    O günden bu yana savruluyor oluşumuzda bu kopuşun rolünü görmezden gelmek imkânsız. Gördüğünüz gibi, alfabe değiştirmek basit bir olay değil! ..
    Çünkü alfabe olmayınca müzik olmuyor, edebiyat olmuyor, san’at olmuyor, mimari olmuyor; dilimizin bile zenginliğini koruyamıyor, kendimizi 300 kelime ile konuşmaya mahküm hale getiriyoruz.
    Güya “Osmanlı Alfabesi” ile okuyup yazmak çok zordu. “Yeni Türk Alfabesi” (Selçuklularla birlikte yaklaşık bin yıldan beri kullandığımız alfabeye ısrarla “Arap Alfabesi” diyenlerin daha dün denebilecek bir tarihte aldığımız “Latin Alfabesi”ne inatla “Türk Alfabesi” demelerindeki garipliği anlamakta zorlandığımı itiraf edeyim) bu zorluğu ortadan kaldıracaktı.
    Kaldırdı, gördük…
    75 milyonluk Türkiye’de satılan gazetelerle dergilerin ve kitapların toplamı ortada…
    Öteden beri “Latin Alfabesi” kullanan bir Fransıza yılda 25 kitap düşerken, 25 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına bir kitap düşüyor.
    Buna göre biz hâlâ okuma-yazma öğrenememiş bir milletiz. Acaba bu sessiz direnişin özünde alfabe değişikliğinin rolü ne kadardır?

    Yavuz Bahadıroğlu

  • Fizanlı Necip Fîyakalı
    Fizanlı Necip Fîyakalı

    ayrıyetten çincede bir harf bir kelimeye tekabül ettiğinden yazım ve anlam anlaşım kolaylığı var idir.
    her bir çin malı ucuz ve kalitesiz idir fekat buna rağmen; çin ilen ticaret ilişkilerimiz gelişmiş idir; çin ekonomisinin batmış olmasına mukabilen...
    batan geminin malıdır ucuz udur...
    itina ilen...
    her ucuz her kolay da az evvel malumunuz olduğu üzre kullanışlı değil idir.
    atadan naklen:
    'anlayana sivrisinek saz; anlamayana davul zurna az'
    itina ilen...
    artık anla ulen...
    hasbinallah ilen...

  • Fizanlı Necip Fîyakalı
    Fizanlı Necip Fîyakalı

    bugün 18 ağustos 2009 nusret orhan harf inkılabı yaptı artık çin harfleriylen yazıp konuşacağız idir inşallhul alem...
    malumunuz 2,5milyar insan çince konuşuyor :)
    helal sana nusret orhan...
    ayakta alkışlıyoruz her kelimeni...
    seni çok seviyoruz
    gönüllerdesin
    iyiki varsın
    hoşgeldin! ! !
    saygı ve sevgi ilen...

  • Ahmet Bayrak
    Ahmet Bayrak

    ...
    evet değişim ancak dünya yüzeyindedir...harf inkılabını bu denli çarpıtmanın kanaatimce manası yoktur.

    osmanlıca mesela çeşitli dillerden müteşekkildi.bugün divan edebiyatından anlayanların sayısı hayli azdır.bu demektir ki kendi dilimize yabancılaşmışız.ne idüğü belirsiz bir dil konuşmaktayız.

    ör:salık vermek...ne kadar çirkin ve estetik yoksunu...her neyse...

    harf inkılabı olmuştur bizi asırlarca geriye götürmüştür maalesef.bunu kabul etmekte neden bu kadar zorlanır bir insan ki? artık kimse fişlenmiyor korkmayın :) dilinizi korkak alıştırmayın ;)

    'eşşeğe altın semer de vursan eşşek yine eşşektir'çok doğru! 'salık veren biri'ne divan edebiyatı öğretsen nolur? hayır hayır divan edebiyatı o kadar hakir olmamalı!

    her insan ana diliyle düşünür tabi; ancak herkes düşüncesinin genişliğince kelime hazinesine sahiptir.geniş düşünebiliyorsam, özgürce düşünebiliyorsam dar anlamlı,ya da komik ve çirkin (otlangaç,götürgeç,dütdürü,vs) kelimelere,kısır ifadelere mahkum olmamalıyım.herkese bu özgürlük hakkı verilmeli!

    bazı zihinler de değişse biraz hiç fena olmayacak.tabularınızı tabutlarınıza koyun! yoksa labutlarımızı biz koyacağız ;)

    İTİNA İLEN :))

  • Nusret Orhan
    Nusret Orhan

    Ben şimdi iktidarda olsam ve güç bende diye harf dvrimi yapsam ve yarından itibaren ÇİN alfabesi kullanılacak diye kanun çıkartsam,
    yarın bu ülkede ki okur yazar oranı kaça düşer?

    Bir ülkenin dilini fazla tahrip etmemek gerekir ki, geçmişle irtibatı koparılmasın.

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    Harflerin değişmesi 'cümle' anlamını, 'kelime' anlamını, harfin tuttuğu yeri ve de toplumda cümlenin yarattığı yeri değiştirmemiştir...

    Sadece yazım şeklini, insanların okumadaki kolaylığını, hayatlarının rahatlığını, ülke dışındaki ortak iletişimimizdeki yeri ve önemini etkilemiştir...

    Buna ek olarak; gene ısrarla belirtmek mecburiyetindeyim ki; değişim ancak dünya üzerindedir...

    İnsanların üzerinde değil...

    ...

  • Ahmet Bayrak
    Ahmet Bayrak

    ...
    harfler bir dili konuşmaya yarayan kelimelerin sembolleridir...

    zannediyorum açıklayıcı bir ifade olmuştur.zira kelimeleri ve de dili kullanmadan size burdan harf inkılabından bahsetmemiz ancak telepatik olarak mümkün olurdu.

    evet ne yazık ki aynı milletin fertleriyiz.biz gördüğümüzü çarpıtıyoruz gibi gelecektir tabi size, ancak vahim olan çarpık görmeniz.

    son kez söylüyorum at gözlüklerinizi çıkarın! ;)

  • Limonî Erz
    Limonî Erz

    Konu dil değil; Harf İnkılabıydı...

    Arap alfabesinden silkinen dilimizin Latin Alfabesi'ne geçişi idi...

    Baktık dünya olmuş, 3000 olmuş, dar olmuş geniş olmuş, estetik harf söylemleri olmuş...

    Olmuş da olmuş...

    Tabi bu konuda; aziz halkımın olayları çarpıtma üstünlüğünü her zaman tek geçmişimdir...

    İyi ki varsınız...

    ;))

  • Ahmet Bayrak
    Ahmet Bayrak

    ...
    benim dilim benim dünyamın sınırları değil! benim dünyam o kadar dar değil ;)

    'o benim dünyam'değil!

  • Ahmet Bayrak
    Ahmet Bayrak

    ...
    biz gerçekleri inkar etmiyoruz bu nedenle dilimizin eksiklerini görebiliyoruz...

    lütfen at gözlüklerinizi çıkarıp gerçekten görmek için bakınız...

    aslında insanların gerçekleri ve doğruları karakterleri ve hayalleri nisbetindedir...

    üçbin kelimeyle konuşan insan yüce bir insan değildir :) bana göre...

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Dilim, dünyamın sınırlarıdır derken,TDK'nun Büyük Sözlüğün'de mevcut bulunan ÖZ Türkçe kelimelerin üç bin adet olduğunu da unutmamamız gerekir.

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Harf inkılabı,okur yazar sayısını 6 senede 3 katına çıkarmış! da,Neden, zamanımıza kadar geçen süreç içinde(80) sene,insanlarımızın daha hala büyük bir kesimi(özellikle de kadınlarımız) bu denli bilgisiz kalmış.Türkiye demek bir kaç büyük şehir değil de ondan.İstanbul'da, Şişli,Nişantaş'ı Sosyetesine(topluluk anlamında) Burjuvazisine teslim edilen bir düzenin sonucudur bugünkü durumumuz.

  • Zeytin Zeytin
    Zeytin Zeytin

    ben yazmadan önce sadece bir yorum vardı,bakıyorum burası benden sonra coşmuş..sakin olun yahu...iyisiyle kötüsüyle olmuş bitmiş bir şey...ne geriye dönülür artık ne de başka bir değişiklik yapılır =)

  • Erdem Ülkün
    Erdem Ülkün

    Harf devrimi yapmakla modermizm bağlamında çağdaş uygarlık seviyesine ulaşamazsınız.Modernite,özgürlüğün,aklın,bilimin,felsefenin olmazsa olmazıdır.Bunların olmadığı ülkelerin tarihlerini emperyal güçler yazar.(Cazayir,fas, ve Bütün eski sömürgeler ve yarı sömürgeler)