Mısralar dolusu şiirlere de, gül kurusu iliştirilmiş sayfalar dolusu aşk mektuplarına da, balkon altlarında gitar eşliğinde sabahlara kadar süren serenadlara da, özel kadife kutucuklar içinde sunulacak tektaşlara da, filmlerden veya dizilerden ya da pembe aşk romanlarından çalıntı cilalı sözlere de gerek yoktur.
Şu iki sözcüğü söylemesini bilin yeter: - Seni seviyorum.
Toprağın üzerindeki ahlak yasaları altındakiyle aynı paraleldedir Tuba hanım. Yani; ahlaklı ve etik değerlere sahip olan insanların ekstra yatırım yapmalarına gerek yoktur. Diye düşünüyorum:)
Temel ile Fadime küsmüşler ve bu küskünlük uzun süre devam etmiş; o kadar ki, memleket meselesi haline gelmiş. Yazılı ve görsel basın ikilinin peşinde koşuşturmaya başlamış. Ama meşhur Laz inadı tutan çifti bir türlü ortaya çıkmıyormuş.
Sonunda bir gün Temel'i bir hamsi partisinde yakalayıp hemen soru yağmuruna tutmuşlar: - Temel bey, Fadime hanımla konuşmadığınız halde nasıl anlaşıyorsunuz?
Temel soğukkanlılıkla cevap vermiş: - Benum ihtiyacum oldi mi islik çalayirum, Fadime koşarak geliyur.
- Peki, onun ihtiyacı olduğunda ne yapıyorsunuz?
Temel sırıtır: - O zaman da Fadime beni uykumdan uyandirup, "ula Temel islik mi caldun da" diyor.
İrkildi. Kuşatmanın tamamlandığını anlamıştı. Duvarın dibinde, sindiği köşede titremeye başladı. Elindeki tabancayı zor tutuyordu.
Duvarın ötesinde polisler geniş bir alana mevzilenmişlerdi ve sık aralıklarla teslim olmaya çağırıyorlardı kendisini. Sesleri soğuk ve mekanikti; ölümü çağrıştırıyordu.
Polis çemberinin gerisindeyse, uğultulu bir kalabalık toplanmıştı. Kalabalık, birkaç kederli bakış sahibi yüz dışında, kimi ciklet çiğneyerek, kimi ellerindeki kağıt külahlardan ay çekirdeği yiyerek, kimileri belki de yaşam pahalılığı ve işsizlik veya magazin dünyasındaki yapay tipler ve düzmece tartışmalar üzerine hararetli konuşmalar yaparak operasyonun tamamlanmasını bekliyorlardı merakla.
Aralarında şakalaşanlar veya kendilerini çembere yaklaştırmamak için çabalayan polislere şirinlik yapanlar da vardı. Daha gerilerde, küçük çocuklarının ellerine sıkıca yapışmış başörtülü veya başı açık kadınlar görülüyordu. Simitçi tablaları, gezgin meyva veya kuru yemiş tezgahları, su satıcıları ortalarda dolanıyorlardı.Ölüm değil, şenlik havası vardı çemberin gerisinde.
Ve bu kalabalık, gözleri önünde yaşanan can pazarını umursamaz bir görüntü içindeydi, bir açık hava sinemasında izledikleri "dram avantür" türü bir Yeşilçam filminden etkilendiklerinden daha fazla etkilenmişe benzemiyorlardı. Yani, çoğu zaman olduğu gibi, yine "seyirci" idiler.
"Teslim ol!" Teslim olmak veya ölmek, herşeyin bitmesi...Yaşayabileceği en büyük olayı yaşıyordu. Beyniyle, yüreğiyle, gözleriyle, milyonlarca hücresiyle darmadağınıktı. Korku da vardı elbette. Panik, o denli büyüktü.
"Teslim ol!"
Öğürdü, kusamadı. Parmağını boğazına kadar sokarak, birkaç kez daha öğürdü, yine kusamadı. Dizlerinin üstünde iki büklüm olup, ağlamaya başladı. Sessiz başlayan ağlayış, sarsılmalar ve inlemelerle sürdü ve adeta kendisi için yaktığı bir ağıta dönüştü. Çaresizliğin ve umutsuzluğun ağıtıydı bu.
Birden bir kelebek kondu dizinin dibine; göz nuru, el emeği işlemelere benzeyen motiflerle bezenmiş, çok güzel bir kelebek...Ve dingindi kelebek, sanki bir ölüm kalım çatışması yaşanmıyor, insan avlanmıyordu sanki, öylesine dingin.
Kelebeğe baktı bir süre. BU küçücük canlı dilediğince uçtuğuna konduğuna ve böylesine dingin olduğuna göre her şeyin olağan akışa göre yürüdüğünü, yaşamın sürdüğünü düşündü saniyenin en küçük birimi kadar bir süre içinde.
Ağlaması kesildi o anda.Titremesi durdu. Çocukluğu koptu geldi çok uzaklardan. Dünyalar güzeli ve masallardaki prensesler kadar iyi kalpli annesinin, "Dokunmayın ölür" tembihlerine karşın, arkadaşlarıyla birlikte kelebek kovalayışlarını anımsadı.
Belleği, anılardan anılara atladı İşte şimdi de, bir duvarın arkasında kendisi, ötesinde kendisi gibi çocuktan polisler, arkadaşları..."Hırsız polis" oynuyorlar.
Yasalar öyle ya, teslim olacak veya ölecek, lamı cimi yok. Nasıl da korkusuzca ölürlerdi o zamanlar, bir kez, beş kez, yüz kez...Ama tabancalar tahtadan ve ölümler yalancıktanmış, olsun, ölümden hiç korkmadan ölürlerdi ya, sen ona bak.
Kalp, düzenli atıyordu şimdi, beyin çalışıyor, gözler görüyordu. Panik dağılıvermişti.
"Teslim ol!"
Birden fırladı büzüldüğü yerden. Duvara tırmandı iki hareketle. Doğruldu. Mevzilenmiş polislere doğru rasgele, bastı tetiğe. Ne var ki, üçüncü eli ateşleyemedi. Otomatiklerin takırtısı yeri göğü kapladı.
Kalabalık, korkuyla bağırışarak sağa sola koşuştu, dağıldı, saklandı.
Alnında, yüzünde, bedeninde kanlı deliklerle, çarpılmışcasına geriye savruldu, yere yuvarlandı sırt üstü. Bağıramamıştı bile. Can çekişmesi sadece saniyeler sürdü. Küçük titremelerle sarsıldı bedeni çok kısa bir an, sonra hareketsiz kaldı.
Açık ama artık görmeyen gözleri, mavi gökyüzünde bilinmeyen bir noktaya takıldı kaldı. Artık yaşamıyordu.
Otomatiklerin takırtısı kesildi. Sonsuzadek sürecekmişcesine bir sessizlik çöktü.
Ardından, tam donanımlı üç polis, gözlerini ve silahlarının namlularını hedeften ayırmadan, dikkatli ve yavaş adımlarla ilerlediler. Toz toprak ve kan içinde yatan cansız bedene ulaştıklarında, içlerinden biri ayağıyla dürttü. Tepki gelmeyince çömeldi, inceledi ölüyü. Ve doğrulup,amirine doğru "tamamdır "anlamında bir parmak işareti yaptı.
Sessizlik bozuldu. Mevzilenmiş polisler doğrulmaya, ortaya çıkmaya, birbirlerini kutlamaya, amirlerinin emirleri doğrultusunda sağa sola koşuşturmaya, telsizler cızırtılarla çalışmaya başladı.
Kuşatmanın başından bu yana bir köşede bekleyen ambulans, ölüye doğru ilerledi. Yeniden toplanan kalabalıktan alkış ve sevinç sesleri yükseldi. Kederli bakışlara sahip o birkaç yüz, yani birkaç insan, kalabalıktan sıyrıldı sessizce, ayrı yönlere uzaklaştı, gözden kayboldu.
Kelebek, oyunun bittiğini anlamışcasına aynı dinginlikle uçtu gitti.
Beni düşündürür, Sizi de düşündürür mü bilmem, Topraktaki gerçek; Bahçedeki çiçek, Ağaçtaki meyva, Ve Cennetten kovulan Adem ile Havva Bir de Martılı Liman, Fatihli Leman.
Unutulmayan Film Müzikleri (Sophie'nin Seçimi / Sophie's Choice)
Müzik: Marvin Hamlisch
Film hakkında
Yönetmen: Alan Jay Pakula
Oyuncular: Meryl Streep Kevin Kline Peter MacNicol
Ülke: ABD Yapım yılı: 1982 Tür: Dram Süre: 150 dk
Konu Polonyalı bir göçmen olan Zofia (Sophie), II.Dünya Savaşı yıllarında esaret yaşadığı Alman Nazi kamplarından kurtulmuş ve sevgilisi Nathan’ın varlığı ile yaşama tutunabilmiş bir kadındır. İki sevgili ile Brooklyn'de bir pansiyonu paylaşan genç yazar Stingo, ikili arasındaki inişli çıkışlı ve sorunlu aşkın şahidi konumundadır.
Sophie devamlı kabuslar görürken, Nathan da soykırımda yitirdikleri yüzünden şizofreniye varan şiddetli krizler yaşamaktadır.
Bir gün Stingo, kadının koluna damgalanmış numarayı görünce yaşadıklarını öğrenmek ister. Sophie geçmişini paylaştıkça, karanlık sırrı da yavaş yavaş aydınlanmaya başlar: Kampta Naziler tarafından hayatı boyunca kendisinde derin yaralar bırakacak bir seçimde bulunmaya zorlanmıştır.
Notlar Sophie'nin Seçimi (Sophie's Choice), yayımlandığı 1979 yılında büyük ses getiren ve Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’ne layık görülen, William Styron'un aynı adlı romanından uyarlanan, Alan J. Pakula tarafından yönetilen 1982 ABD yapımı drama filmidir.
İkinci Dünya Savaşı'nı Yahudi toplama kampları ve bir annenin çaresizliği üzerinden anlatan Sophie'nin Seçimi, insan doğasını, iyilikle kötülüğü, Amerika’nın kölelik tarihini, soykırımı tartışırken savaş sonrası oluşan olumsuz ruhsal etkilere ışık tutan yönüyle de tam puan almış bir yapıttır.
Ödüller: Film, birçok platformda ödüller kazanırken, 55. Oscar Ödülleri'nde 5 dalda aday gösterildi. En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü, En İyi Sinematografi Ödülü, En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü, En İyi Orijinal Müzik Ödülü, Ve Meryl Streep ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandı.
Temel ile Dursun, gezmeye Abd'ye gitmişler. üç gün beş gün derken paraları bitmiş. banka soymaya karar vermişler. gözlerine kestirdikleri bir bankaya gece yarısı girip, içerideki kasaları açmışlar ama hepsi boş çıkmış.
Canları sıkkın olarak bankayı terkedecekleri sırada Temel, arka taraflarda bir kasa daha görmüs, hemen açmışlar. ama içinden çıka çıka bir kase muhallebi çıkmış. Eh bu kadar uğraştık, bari boşa gitmesin diyen Temel muhallebiyi afiyetle yemiş.
Daha sonra bir kasa daha görmüşler ve onu da açmışlar, bir kase muhallebi daha çıkmış. Bunu da Dursun yemiş afiyetle. Sonrada orayı terketmişler.
Ertesi gün gazetelerde manşet : "Dünyanın en büyük Sperm Bankası soyuldu!.."
pardon Ata Kızı ve Tuba hanım, öte dünyadaki hesaplaşma toprak altında mı olacak yoksa göklerde mi? :))
İlan-ı Aşk Yasası
Mısralar dolusu şiirlere de, gül kurusu iliştirilmiş sayfalar dolusu aşk mektuplarına da, balkon altlarında gitar eşliğinde sabahlara kadar süren serenadlara da, özel kadife kutucuklar içinde sunulacak tektaşlara da, filmlerden veya dizilerden ya da pembe aşk romanlarından çalıntı cilalı sözlere de gerek yoktur.
Şu iki sözcüğü söylemesini bilin yeter:
- Seni seviyorum.
Biraz daha yüksek sesle:
- Seni Seviyorum!
Daha yüksek lan! Bağır:
- SENİ SEVİYORUUUMMM!
İşte bu :))
Toprağın üzerindeki ahlak yasaları altındakiyle aynı paraleldedir Tuba hanım.
Yani; ahlaklı ve etik değerlere sahip olan insanların ekstra yatırım yapmalarına gerek yoktur.
Diye düşünüyorum:)
Şerefsizim seni seviyorum, dedi.
"Şerefsizim"
ve
"Seni seviyorum"
Hangisine inanacağıma şaşırdım.
Arabacı
Yolun bizim köye düşerse
Selam söyle soranlara...
Sormazlarsa,
Zengin oldu dersin.
O zaman anamı da sorarlar,
Babamı da.
Basri İMECE
Kuşlara dair kötü hatıraları yoktur gökyüzünün; çünkü kuşlar intihar nedir, ihanet nedir bilmezler. (Bekir Sıtkı Erdoğan)
Günaydın Tuba hanım.;)) toprak altı derken?
Bu dünya hayatında altına yatırım yapmak gerekiyor ama toprak altına..
Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır. (Aliya İzzetbegoviç)
Unutulmayan Film Müzikleri
(Fosforlu Cevriye, 1959)
Müzik: Zeki Duygulu
Çocukluk ile gökyüzü arasında kurulan bağ isabetliydi Semiramis hanım, ikisi de saflığın temizliğin simgesi.
"Yeryüzünün öğretmeni olabilmek.için, gökyüzünün öğrencisi olmak gerekir."
Temel ile Fadime küsmüşler ve bu küskünlük uzun süre devam etmiş; o kadar ki, memleket meselesi haline gelmiş. Yazılı ve görsel basın ikilinin peşinde koşuşturmaya başlamış. Ama meşhur Laz inadı tutan çifti bir türlü ortaya çıkmıyormuş.
Sonunda bir gün Temel'i bir hamsi partisinde yakalayıp hemen soru yağmuruna tutmuşlar:
- Temel bey, Fadime hanımla konuşmadığınız halde nasıl anlaşıyorsunuz?
Temel soğukkanlılıkla cevap vermiş:
- Benum ihtiyacum oldi mi islik çalayirum, Fadime koşarak geliyur.
- Peki, onun ihtiyacı olduğunda ne yapıyorsunuz?
Temel sırıtır:
- O zaman da Fadime beni uykumdan uyandirup, "ula Temel islik mi caldun da" diyor.
Daktilo Makinası
Niçin
parmaklarım altında
tuşların bu kadar haşin?
Peki,
Sabahat'in elinde,
ne kadar yumuşak sesin.
Cevap ver,
daktilo makinası,
yoksa sen erkek misin?
Basri İMECE
"Kiminle yaşarsan yaşa, kalbindekiyle yaşlanırsın."
DUVARIN ARDINDAKİ GÖKYÜZÜ
"Teslim ol!"
İrkildi.
Kuşatmanın tamamlandığını anlamıştı. Duvarın dibinde, sindiği köşede titremeye başladı. Elindeki tabancayı zor tutuyordu.
Duvarın ötesinde polisler geniş bir alana mevzilenmişlerdi ve sık aralıklarla teslim olmaya çağırıyorlardı kendisini. Sesleri soğuk ve mekanikti; ölümü çağrıştırıyordu.
Polis çemberinin gerisindeyse, uğultulu bir kalabalık toplanmıştı. Kalabalık, birkaç kederli bakış sahibi yüz dışında, kimi ciklet çiğneyerek, kimi ellerindeki kağıt külahlardan ay çekirdeği yiyerek, kimileri belki de yaşam pahalılığı ve işsizlik veya magazin dünyasındaki yapay tipler ve düzmece tartışmalar üzerine hararetli konuşmalar yaparak operasyonun tamamlanmasını bekliyorlardı merakla.
Aralarında şakalaşanlar veya kendilerini çembere yaklaştırmamak için çabalayan polislere şirinlik yapanlar da vardı. Daha gerilerde, küçük çocuklarının ellerine sıkıca yapışmış başörtülü veya başı açık kadınlar görülüyordu. Simitçi tablaları, gezgin meyva veya kuru yemiş tezgahları, su satıcıları ortalarda dolanıyorlardı.Ölüm değil, şenlik havası vardı çemberin gerisinde.
Ve bu kalabalık, gözleri önünde yaşanan can pazarını umursamaz bir görüntü içindeydi,
bir açık hava sinemasında izledikleri "dram avantür" türü bir Yeşilçam filminden etkilendiklerinden daha fazla etkilenmişe benzemiyorlardı. Yani, çoğu zaman olduğu gibi, yine "seyirci" idiler.
"Teslim ol!"
Teslim olmak veya ölmek, herşeyin bitmesi...Yaşayabileceği en büyük olayı yaşıyordu. Beyniyle, yüreğiyle, gözleriyle, milyonlarca hücresiyle darmadağınıktı.
Korku da vardı elbette. Panik, o denli büyüktü.
"Teslim ol!"
Öğürdü, kusamadı. Parmağını boğazına
kadar sokarak, birkaç kez daha öğürdü, yine kusamadı. Dizlerinin üstünde iki büklüm olup, ağlamaya başladı. Sessiz başlayan ağlayış, sarsılmalar ve inlemelerle sürdü ve adeta kendisi için yaktığı bir ağıta dönüştü. Çaresizliğin ve umutsuzluğun ağıtıydı bu.
Birden bir kelebek kondu dizinin dibine; göz nuru, el emeği işlemelere benzeyen motiflerle bezenmiş, çok güzel bir kelebek...Ve dingindi kelebek, sanki bir ölüm kalım çatışması yaşanmıyor, insan avlanmıyordu sanki, öylesine dingin.
Kelebeğe baktı bir süre.
BU küçücük canlı dilediğince uçtuğuna konduğuna ve böylesine dingin olduğuna
göre her şeyin olağan akışa göre yürüdüğünü, yaşamın sürdüğünü düşündü saniyenin en küçük birimi kadar bir süre içinde.
Ağlaması kesildi o anda.Titremesi durdu.
Çocukluğu koptu geldi çok uzaklardan. Dünyalar güzeli ve masallardaki prensesler kadar iyi kalpli annesinin, "Dokunmayın ölür" tembihlerine karşın, arkadaşlarıyla birlikte kelebek kovalayışlarını anımsadı.
Belleği, anılardan anılara atladı
İşte şimdi de, bir duvarın arkasında kendisi, ötesinde kendisi gibi çocuktan polisler, arkadaşları..."Hırsız polis" oynuyorlar.
Yasalar öyle ya, teslim olacak veya ölecek, lamı cimi yok. Nasıl da korkusuzca ölürlerdi
o zamanlar, bir kez, beş kez, yüz kez...Ama tabancalar tahtadan ve ölümler yalancıktanmış, olsun, ölümden hiç korkmadan ölürlerdi ya, sen ona bak.
Gülümsedi anılara, çocukluğuna, çocukluk arkadaşlarına.
Kalp, düzenli atıyordu şimdi, beyin çalışıyor, gözler görüyordu. Panik dağılıvermişti.
"Teslim ol!"
Birden fırladı büzüldüğü yerden.
Duvara tırmandı iki hareketle. Doğruldu. Mevzilenmiş polislere doğru rasgele,
bastı tetiğe. Ne var ki, üçüncü eli ateşleyemedi. Otomatiklerin takırtısı yeri
göğü kapladı.
Kalabalık, korkuyla bağırışarak sağa sola koşuştu, dağıldı, saklandı.
Alnında, yüzünde, bedeninde kanlı deliklerle, çarpılmışcasına geriye savruldu, yere yuvarlandı sırt üstü. Bağıramamıştı bile. Can çekişmesi sadece saniyeler sürdü. Küçük titremelerle sarsıldı bedeni çok kısa bir an, sonra hareketsiz kaldı.
Açık ama artık görmeyen gözleri, mavi gökyüzünde bilinmeyen bir noktaya takıldı kaldı. Artık yaşamıyordu.
Otomatiklerin takırtısı kesildi.
Sonsuzadek sürecekmişcesine bir sessizlik çöktü.
Ardından, tam donanımlı üç polis,
gözlerini ve silahlarının namlularını hedeften ayırmadan, dikkatli ve yavaş adımlarla ilerlediler. Toz toprak ve kan içinde yatan cansız bedene ulaştıklarında, içlerinden biri ayağıyla dürttü. Tepki gelmeyince çömeldi, inceledi ölüyü. Ve doğrulup,amirine doğru "tamamdır "anlamında bir parmak işareti yaptı.
Sessizlik bozuldu.
Mevzilenmiş polisler doğrulmaya, ortaya çıkmaya, birbirlerini kutlamaya, amirlerinin emirleri doğrultusunda sağa sola koşuşturmaya, telsizler cızırtılarla çalışmaya başladı.
Kuşatmanın başından bu yana bir köşede bekleyen ambulans, ölüye doğru ilerledi. Yeniden toplanan kalabalıktan alkış ve sevinç sesleri yükseldi. Kederli bakışlara sahip o birkaç yüz, yani birkaç insan, kalabalıktan sıyrıldı sessizce, ayrı yönlere uzaklaştı, gözden kayboldu.
Kelebek, oyunun bittiğini anlamışcasına aynı dinginlikle uçtu gitti.
Duvarın ardındaysa yine ve hala maviydi gökyüzü.
(Mehmet Yavuz Yürekli)
Mavi olur sevdalar; yüreklere sığmaz, gökyüzünü boyarlar.
Melody D'amour
Yok kızım yok !
Sonumuz şimdiden belli...
Sende o güzellik
Bende bu züğürtlük
Olduktan kelli !
Erdoğan TOKMAKÇIOĞLU
Bayramınızı şeker gibi tatlı ve gökyüzü gibi özgür yaşamanızı dilerim. Selamlar...
Gökyüzünde dedikodu var deseler,
kadınlar merdiven kurmaya kalkar."
Atasözü... imiş! :))
adamın biri kendini lağıma atmak istemiş, çünkü kendini bir b.k zannediyormuş.
adamın birinin başına Buda heykeli düşmüş;
bu da mı başıma gelecekti, demiş.
adamın biri o kadar kısa boyluymuş ki halının kenarına oturduğu zaman ayaklarını sallayabiliyormuş.
adamın ikisi çene çalıyormuş, polisler basıp karakola götürmüşler.
Martılı Liman
Beni düşündürür,
Sizi de düşündürür mü bilmem,
Topraktaki gerçek;
Bahçedeki çiçek,
Ağaçtaki meyva,
Ve Cennetten kovulan Adem ile Havva
Bir de Martılı Liman,
Fatihli Leman.
Salih ÇAĞATAY
Sophie'nin Seçimi hazırlanırken
evrimagaci.org ve ontodergisi.com
kaynaklarından yararlanılmıştır.
Unutulmayan Film Müzikleri
(Sophie'nin Seçimi / Sophie's Choice)
Müzik: Marvin Hamlisch
Film hakkında
Yönetmen:
Alan Jay Pakula
Oyuncular:
Meryl Streep
Kevin Kline
Peter MacNicol
Ülke: ABD
Yapım yılı: 1982
Tür: Dram
Süre: 150 dk
Konu
Polonyalı bir göçmen olan Zofia (Sophie),
II.Dünya Savaşı yıllarında esaret yaşadığı Alman Nazi kamplarından kurtulmuş ve sevgilisi Nathan’ın varlığı ile yaşama tutunabilmiş bir kadındır. İki sevgili ile Brooklyn'de bir pansiyonu paylaşan genç yazar Stingo, ikili arasındaki inişli çıkışlı ve sorunlu aşkın şahidi konumundadır.
Sophie devamlı kabuslar görürken, Nathan da soykırımda yitirdikleri yüzünden şizofreniye varan şiddetli krizler yaşamaktadır.
Bir gün Stingo, kadının koluna damgalanmış numarayı görünce yaşadıklarını öğrenmek ister. Sophie geçmişini paylaştıkça,
karanlık sırrı da yavaş yavaş aydınlanmaya başlar: Kampta Naziler tarafından hayatı boyunca kendisinde derin yaralar bırakacak bir seçimde bulunmaya zorlanmıştır.
Notlar
Sophie'nin Seçimi (Sophie's Choice),
yayımlandığı 1979 yılında büyük ses getiren ve Amerikan Ulusal Kitap Ödülü’ne layık görülen,
William Styron'un aynı adlı romanından uyarlanan, Alan J. Pakula tarafından yönetilen 1982 ABD yapımı drama filmidir.
İkinci Dünya Savaşı'nı Yahudi toplama kampları ve bir annenin çaresizliği üzerinden anlatan Sophie'nin Seçimi, insan doğasını, iyilikle kötülüğü, Amerika’nın kölelik tarihini, soykırımı tartışırken savaş sonrası oluşan olumsuz ruhsal etkilere ışık tutan yönüyle de tam puan almış bir yapıttır.
Ödüller:
Film, birçok platformda ödüller kazanırken,
55. Oscar Ödülleri'nde 5 dalda aday gösterildi.
En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü,
En İyi Sinematografi Ödülü,
En İyi Kostüm Tasarımı Ödülü,
En İyi Orijinal Müzik Ödülü,
Ve Meryl Streep ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülünü kazandı.
Dünya Yuvarlaksa
Bana daima
"Dünya yuvarlaktır" derdin.
Dediğin doğruysa
Neden geri dönmedin?
Nurhan Edilhan
Temel ile Dursun, gezmeye Abd'ye gitmişler.
üç gün beş gün derken paraları bitmiş.
banka soymaya karar vermişler. gözlerine kestirdikleri bir bankaya gece yarısı girip, içerideki kasaları açmışlar ama hepsi boş çıkmış.
Canları sıkkın olarak bankayı terkedecekleri sırada Temel, arka taraflarda bir kasa daha görmüs, hemen açmışlar. ama içinden çıka çıka bir kase muhallebi çıkmış. Eh bu kadar uğraştık, bari boşa gitmesin diyen Temel muhallebiyi afiyetle yemiş.
Daha sonra bir kasa daha görmüşler ve onu da açmışlar, bir kase muhallebi daha çıkmış. Bunu da Dursun yemiş afiyetle. Sonrada orayı terketmişler.
Ertesi gün gazetelerde manşet :
"Dünyanın en büyük Sperm Bankası soyuldu!.."
Elma değil,
yürek dolusu sevgi düşse
gökyüzünden...
Bölüşsek.