Kültür Sanat Edebiyat Şiir

geçiş sizce ne demek, geçiş size neyi çağrıştırıyor?

geçiş terimi Uyku Uyku-uyku tarafından tarihinde eklendi

  • Handan Ocak
    Handan Ocak

    "dunya sana anlatilandir."
    dünyayı kendi gözlerimle görmek için tüm bildiklerimin yıkılması, beynimin bomboş olması gerekiyordu. Bu mümkün mü? mümkün.

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'War of the Worlds' (2005)

    Steven Spielberg

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Noble Dina'

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    La Création du Munde (Dünyanın Yaratılışı) Bale Müziği, Op.81

    Milhaud'nun, Blaise Cendrars'ın (1887-1961) Afrika efsanelerinden esinli librettosu üzerine 17 solo çalgı (altı tahta üfleme çalgı, alto saksafon, dört metal üfleme çalgı, piyano, vurma çalgı, iki keman, viyolonsel ve kontrbas) için bestelediği, koreografisini ünlü İsveçli dansçı Jean Börlin'in (1893-1930) , dekorlarını ünlü Fransız kübist ressam Fernand Léger'nin (1881-1955) Louvre müzesindeki Babil-Asur figürlerinden esinlenerek yaptığı bale ilk kez 25 Ekim 1923'te Rolf de Maré İsveç Balesi tarafından Théatre des Champs Elyées'de sahnelendi...

    Ballet Nègre (Zenci Balesi) adıyla tanınan eserde Milhaud, cazı ciddi bir müzikal form olarak, 1924'teki Gershwin'in Rhapsodie in Blue'sundan önce değerlendiren ilk besteci olmuştu... Özellikle karmaşık caz ritmini, özgürce ama ustaca kullanılan senkoplu melodilerle ezgiselliği vurgulayarak, güçlü kontrpuanla, küçük orkestraya karşın zengin orkestrasyonla blues'ları da içeren müzikle sergilemişti... Milhaud 1920'de Damdaki Öküz temsili için gittiği Londra'da, Bill Arnold ve topluluğundan ilk kez caz dinlemiş, dönüşünde arkadaşları Jean Wiener ve Clément Doucet ile Amerika'dan bulabildikleri blues ve ragtime'ları çalmışlardı... 1923'te de, gittiği Amerika'da Harlem'de otantik caz ile ilgilenerek müziğini hazırlarken Harlem'deki 17 kişilik toplulukları örnek almış, orkestrada viyola yerine saksafona görev vermişti...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Beş bölümlü bale, perde açılmadan çalınan ve eserin tümünde kullanılan 2/2'lik ölçüde, sakin havada, orta hızda (Modéré) çalınan bir saksofon solosunu içeren uvertürle başlar... 1.Bölüm (Yaratılıştan önceki kaos) , orijinal librettoda 'Tohu-bohu avant la création' (Yaratılıştan önce tohu-bohu) olarak adlandırılır... Ortada, birbiri üstüne yığılı insan kümesi hareketsiz durmaktadır... Üç tanrı figürü: Nzame, Mebere ve Nkwa adlı yaratılış erkekleri bu yığının çevresinde, çabuk tempolu bir caz figürünün büyülü tınısı eşliğinde tartışarak dolaşır...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    2.Bölümde (Bitkilerin ve hayvanların uyanışı) , sakin tempoda flütün solosu ve obuanın blues ezgisi önem kazanır... Ortadaki insan kütlesi şiddetli sıçrayışlarla harekete başlar... Yaratılışın başlaması bir ağacın yavaş yavaş büyümesi, tohumunu toprağa düşürmesiyle yeni bir ağacın oluşumunu çizer... Ağacın yaprakları yere değince yeniden şekillenir, titrer ve hayvan olur... Havada bir fil asılıdır; ağır bir kaplumbağa ve ustaca davranan bir yengeç geçer... Yukarıda maymunlar tırmanmaktadır... Sahne her yaratığın oluşumunda biraz daha aydınlanır...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    3. Bölüm (Hayvan dansları, insanın doğuşu) çabuk tempoda, değişken senkoplu melodilerle yansıtılır... Her yaratık bir kadın ya da erkek dansçı tarafından canlandırılmakta, sırası gelen sahnenin ortasında oluşumunun safhalarını sergilemektedir... Yaratıklar sonra üç tanrı figürü çevresine katılır... Üç figür yeniden hareketlenince ortalık daha da aydınlanır ve ortadaki insan kitlesi senkoplu dans ritmiyle canlanır... Her şey hareket halindedir: Dev bir bacak görünür, herkes titrer... Karmakarışık bir kafa görünür, herkes heyecanla ellerini yukarı kaldırır: Erkek ve kadının yaratılışıdır bu! İkisi birbirini görür ve - obuanın blues varyasyonu ile - yüzlerini birbirine dönerler...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    4. Bölüm (İki insanın vahşi dansı) çok çabuk tempoda, ostinato basın temel motifi eşliğinde önce klarinetlerle, sonra obua ve saksafon sololarıyla renklenir... Kadın ve erkek bu çılgınca dansa başlayınca, o zamana kadar şekillenmemiş tüm yaratıklar canlanır ve bu ilkel dansa katılır... Sonunda şeytan karakterli, kadın-erkek karışımı N'guil'ler, kötü fetişler, tehdit edici fenalıklar da dönmeye başlar...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    5. Bölümde (Sakinleşme, gerilimin azalışı) , sakin tempoda önceki bölümlerin motifleri tematik şekilde tekrar belirir... Kadın ve erkek birbirine sarılmıştır... Çevrede dans eden yaratıklar da sakinleşir, hepsi kendi yolunu izleyecektir... Ancak kadın ve erkek öpüşür: Aşk yaratılmıştır ve -metindeki-, insanları 'bir dalga gibi taşıyacaktır' sözlerini simgeleyen müzik duyulur; 15 dakikayı ancak geçen süresine karşın, çağdaş müziğiyle, avantgard (öncü) desenleriyle ve deneysel (experimental) koreografisiyle modern insanı etkileyen eser bu simgeyle sona erer... Milhaud bu bale müziğini bir Orkestra Süiti (Op.81a) olarak da düzenlemiştir...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    NATO, BM, AB, NAFTA; IMF, DÜNYA BANKASI, çok uluslu Batılı şirketler, Dolar, Avro ve diğer paralar ile her türlü finansal kağıtla bütün bağ ve bağlantılarını bir an önce koparıp, acilen stratejik ihtiyaçlarını (gıda, ilaç, yakıt, tohum, silah, mühimmat gibi) yeteri kadar depolayabilen ülkeler bu hengâmede yaşama şansı yüksek ülkeler olacaktır...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    'Serbest piyasa' üzerine çekilen neo-liberal söylevlerin nihayete erdiği; yani iflas edip, karaya oturduğu bir güzergâhta yol alan kriz gerçeğinin ortaya koyduğu çok önemli bir şeyi de Ergin Yıldızoğlu şöyle dillendiriyor: 'Bilmem farkında mısınız? Kapitalizm, piyasa serbest de olsa (1920'ler 30'lar) , düzenleniyor da olsa (1950'ler ve 60'lar) eninde sonunda krize giriyor... Ve hep aynı şarkı: Düzenlenmişse, serbestlik isteyen çığlıklar atıyorsunuz, serbest ise düzenleme, devlet müdahalesi istiyorsunuz...

    Beyler, dediğim gibi sorun piyasada değil, hatta sermayede de değil... Sorun bunların gereksinimlerine uymayan insanda... İnsanlar olmasa serbest piyasa da kapitalizm de gerçekten mükemmel sistemler... Ancak insanlardan vazgeçmek söz konusu değil, en iyisi insanların özelliklerine uyumlu, onlara öncelik veren yeni bir sistem düşünmek...'

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Emperyalizm, dünyayı yönetmek adına kendi sistemini teklif edendir... Sistem, yani hayatın her alanında, eşya ve hadiselerin nasıl yönlendirileceği suâlinin kendi içinde tezatsız bir bütün hâlinde cevabını verebilme iddiâsı... Emperyalizmin asıl gücü de bu sistem teklifinden gelmektedir... İki kutuplu dünyada yaşanan soğuk savaş, aslında Batı mahreçli emperyalistler arasında yaşanan bir sistemler savaşıydı... Neticesinde kazanan Batı'nın Batı'sı (Mutlak Batı) oldu ve Batı'nın Doğu'su belli bir süre Mutlak Batı'ya teslim olmak durumunda kaldı... Şimdilerde ise yeniden bir silkiniş hamlesi yapıyor görünse de buradaki asıl saik Doğu'nun Batı'ya karşı açtığı bayrakta aranmalı ve Rusya'ya cesaret ve güç verenin, imkân sağlayanın Doğu'nun Batı'ya karşı açmış olduğu bayrak olduğu, Rusya'nın Batı'ya bir alternatif teklif etmediği görülmeli... Evet, Rusya Batı'ya, hem pratikte hem de teoride bir alternatif teklif etmiyor, edemiyor... Sadece Müslümanların Batı'ya karşı açmış olduğu cephe saikiyle dünyada oluşan müsait iklim ve şartların kendisine sağladıklarına istinaden bir aksiyona girişmeye teşebbüs ediyor gözükmekte... Alternatif teklif edemediği hâlde böyle bir iç hesaplaşmaya girişmeleri ise neticesinde yine İslâm âlemine, kurtuluş savaşçılarına yarayacağı aşikâr... Tabi bir sistem teklif edenin İslâm âlemi olduğunu gören ve kabul eden için, bu yarayışın mânâları daha da aşikar...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Batı'nın özellikle son beş yüz yılına baktığımızda belki de tarihin hiçbir döneminde olmayan bir şeyin gerçekleştiğini görürüz; tarihin hiçbir döneminde bilgi ve bilgiye atfedilen değer, varoluşa bu kadar taallûk etmemiştir... Bu yüzdendir ki son beş yüz yılın izini sürmek, muhasebe ve kritiğini yapıp Yeni Dünya Düzeni'ni anlamak için, Batı'nın ontolojik ve epistemolojik temellerine inmek, mesele konuşmaya oradan başlamak bir zorunluluktur... Bu zorunluluğu yerine getirmek hiç de kolay değildir... Ancak bu zorluğu yaşamadan, bu zorluğa talip olmadan ve bu zorluğu aşmadan edilecek her kelâm, O. Paz'ın bahsettiği 'düzçizgisel zamanın tutsaklığı'na düşmenin aracı, vesilesi, en nihayetinde de bu tutsaklığı besleyen sürecin birer argümanı olur... Çünkü bu zaman telâkkisinin sahiplerine göre bilgi; iktidarlarını realize eden bir şeydir...

    ...

    Ama bu sorgulamanın son kertede Batı'nın epistemesine rağmen, onu aşıcı, onu mahkûm edici, bütün bunları yaparken de son beş yüz yılın verilerini de mânâlı kılarak tasarruf edici bir şekilde yapılması gerektiği, bunun da ancak şümullü bir dünya görüşü olacağı akıldan çıkarılmasın...

    ...

    Söylediğimiz gibi katliamların en büyüğü; zihinlerin iğdiş edilmesi, insanların varolmalarına engel olan ontolojik ve epistemolojik çitlere hapsedilmesidir...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Yazımıza bu iktibasla girmemizin sebebi, bugünlerde büyük bir çöküş yaşayan AB-D ve onun güdümündeki küreselleşmiş dünya ekonomisine, sadece basit finans, borsa krizi olarak bakılmaması gerektiğidir... Batı ve ABD ekonomisinin bugünkü çöküşü, temelinde sınırsız 'üretim-tüketim' anlayışı içerisinde, bir 'meta' olarak görülen insanın en dip noktadaki tepkisinden kaynaklanmaktadır... Batı'nın ekonomiyi, insandan nasıl soyutlayıp, sanki, insan dışı canlı bir sistem-bir varlık gibi algılamasını, kapitalizmin babalarından Adam Smith şöyle ifade eder: 'Güncel dünya ekonomisinin ana hatları, bir düzenleyicinin beyninden çıkmış ve zeki bir toplum tarafından bilinçli olarak yürürlüğe konulmuş genel bir plana göre çizilmiş değil, aksine içgüdüsel ve ulaşılacak hedef konusunda bilinçsiz bir kuvvete boyun eğen bir bireyler yığını tarafından çekilmiş sayısız çizgilerin toplamıyla belirlenmiştir.'

    ...

    Bu görünüşte bir finans krizi şeklinde tecelli etmektedir... Ama bu tecelli burada durmayacak, hemen ardından üretim ve tüketim krizine dönüşecektir... Sınırsız 'üretim ve tüketime' dayalı kapitalist sistem, geliştirdiği ve hayattan tamamıyla kopuk, sanal borsa sistemiyle de, insansız bir ekonominin (!) nihayetinde kendini vuran canavara dönüşmesini yaşamaktadır... Bugünkü buhranın kaynağı, bizzat, bu sistemin dinamikleridir... 'Haddini aşan herşey, zıddına tekamül eder' hikmeti gereği, hayattan bu kadar kopuk bir sistemin daha fazla yaşaması zaten eşyanın hakikatine aykırıdır...

    ...

    Şimdi üzerinde düşünülen şey, yıkılacak olan bu iktisadî sistemin yerine hangisinin geleceğidir... Bu pek tabiî ki, Batı kaynaklı olmayacaktır...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Batı'nın her işi, 'insansız-insanı devreden çıkarma' anlayışı üzerine bina edilmiştir, dedik... Teknolojik gelişmelerden tutun, eğitim, iktisat vs. hayatın her sahasında insan müdahalesini devreden çıkartmayı gaye edinen Batı hayat tarzına bağlı sistem anlayışı, neticede de büsbütün sanal olan dev miktarlarda para transferine ve borca dayalı bir ekonomik düzen meydana getirmiştir... Bu sanal ekonomi, hayatın gerçekleriyle karşılaştığında ise, bütünüyle çöküşe geçmiştir...

    İngiltere liberal kapitalizmin mabedi olarak bilinir... Geçtiğimiz asırda da, bu asırda da, liberalizmin sekteye uğradığı ve can düşmanı kamulaştırmaya maruz kaldığı ilk ülke hep İngiltere olmuştur... Bugün, İngiltere başta olmak üzere, ABD'deki birçok dev bankaya devlet tarafından el konulmaya başlanmıştır... Kapitalist-emperyalist Batı hayat nizâmı, Ultra liberalist Fransis Fukuyama'yı yalanlarcasına, 'tarihin sonu ve insanlığın son evresi' olarak yaftalanan liberalizm, 'Batı için tarihin sonu ve insanlığın yeni bir evre'ye geçişinde, zalim bir ara durak olarak ömrünü doldurmuştur...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    'Entrapment' (1999)

    Jon Amiel

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Final Blackout...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    İngiltere başta olmak üzere Avrupa'yı da sallayan morgıç merkezli ekonomik krizin neticesinde nelerin olabileceğini ise ABD Hazine Eski Bakanı Lawrence Summer izah etmiş... Summer, 'Önümüzdeki aylarda yapılacak tercihler, konut piyasasını ve kriz döneminde mali yetkililerinin güvenilirliği ile siyasî sistemin bütünlüğünü etkileyecek.' dedi...

    Summer, kurtarma projelerinde 'kârların ferdîleştiği, buna karşılık zararların toplumun sırtına yüklendiği'ni ifade ederek, ABD halkının sırtına her yıl trilyon dolarlık ek bütçe masraflarının binmeye başladığını söyledi...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayışın “mükemmel seviyede olduğunu” vurgulayan Başbuğ, “Bu nedenle, önemli görevlerimizden biri de bu işbirliğinin korunmasıdır” diye konuştu... Başbuğ’un, “ortak değerler üzerine inşa edildiğini” belirttiği Türk-ABD ilişkilerinin, bugün, “her zaman olduğundan çok daha önemli olduğuna” işaret etmesi ise, Türkiye’de Amerika aleyhtarlığının, bir diplomatın ifadesiyle, “adeta patolojik bir boyut aldığı” bir sırada önemliydi...
    Genelkurmay Başkanı'nın bu sözleri, Türkiye’deki spekülasyona rağmen, TSK’nın ABD-NATO ekseninden ayrılmak gibi bir düşüncede olmadığını güçlü bir şekilde ortaya koydu...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Katar'ın Doha kentinde yapılan Bakanlar Konseyi toplantısında alınan kararlar, diğer sanayi ürünlerinde olduğu gibi, tarım ürünlerini haksız rekabet koşullarının egemen olduğu açık ve kontrolsüz bir pazar ekonomisine teslim edilmesine yöneliktir... Sömürüye açık pazar ülkelerinin, tarım ürünleri ithalatı önündeki tüm yasal engellerin kaldırılması ve bu pazarların uluslararası tekellerin hizmetine sınırsız bir şekilde açılmasıdır... Diğer taraftan bu ülkelerin tarım alanındaki ekonomik avantajları olan ucuz iş gücü ve toprak verimliliğini yok etmek için, çiftçiye ve ürüne verilen sübvansiyonların sınırlandırılmasını ve kaldırılmasını talep etmektedirler... Halbuki emperyalist devletler kendi üreticilerine milyarlarca dolar sübvansiyonlar vermektedir... Bu sübvansiyonların amacı, dünya tarım üretiminin ve ticaretinin kendi tekellerinin eline geçmesi ve bu pazarlara hakim olmak istemeleridir... Bugün ABD'li 'Monsanto' ve 'Cargill' gibi küresel tarım şirketleri dünya tarım ihracatının yüzde 80'ini elinde bulunduruyorlar...

    'Bütünüyle serbestleştirilmiş küresel bir dünya ticareti hedefine ulaşabilmek için 2001 yılından beri bir dizi toplantı düzenleyen ve ağırlıklı olarak zengin batılı ülkelerin hegamonyası altındaki devletlerden oluşan DTÖ üyeleri Temmuz 2004 tarihinde gerçekleşen Cenevre Toplantısında, dış ticaretin en geniş anlamda liberalizasyon ve tarım sektöründeki sübvansiyon uygulamalarının mutlak suretle kaldırılması konularındaki tarihî denilebilecek bir çerçeve anlaşmasına (İleri Tarım Müzakereleri) imza attılar... ABD'nin güdümündeki söz konusu örgüt tarafından imzalanan anlaşmaya göre tarımda ihracata yapılan teşviklerin tamamen kaldırılması ve (SAP) ülkelerinin sınırlarını ve pazarlarını tarım ürünü ithalatı için sonuna kadar açmaları kararlaştırılırken, üretime dönük sübvansiyon olanaklarının da pür piyasa koşulları hakim kılınarak bütünüyle bertaraf edilmesi kabul edildi...'

    'Tarımda global serbestleştirme projesinin demokrasi şampiyonu mimarları her ne kadar tam aksini iddia etseler de, ekonomik güç oligopolünün ve giderek monopolünün hakim kılındığı bir rejim, formal anlamda (mostralık) bir demokrasi görüntüsü verse de, özde faşizan karakterdedir... Çünkü türdeş hedeflere türdeş politikalarla ulaşılacağını savlayan ve yaşamı bütünüyle iddia eden her sosyal teori ve ona bağlı bütüncül, pratik toplumsal çeşitliliği göz önünde bulundurmadığı ölçüde bünyesinde totaliter bir nüve taşır...' (Radikal, Yard. Doç. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu, 18-8-2004)

    Dünya genelinde yaşanan tarım ve tarım ürünleri fiyat artışları sorunu, küreselleşme gibi yayılmacı ve sirayet edici bir mahiyet taşıyor... Dünya açlık tehlikesiyle ekmek savaşlarına hazırlanıyor; son raund için gong çaldı, fakat henüz oynanmadı...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    - Vurgunu da iyi takip etmek lazım, şu oldu, bir anda, bizim genç yaşımızda, kendi tarih bilincimize doğru eğileceğimiz noktada bir şablonculuk sokuldu bizim içimize... Geldi, geldi, birileri getirdi Maoculuğu koydu; o kapıdan, öbürü girdi, beriki girdi, hızını alamayan Arnavutluk'a kadar gitti ve Türkiye, kendine has koşulları içinde değil, şablonlarla konuşulmaya başlandı... Yani Avrupa'nın gözlüğü takıldı...

    ...

    - Ne zaman başladı bu kırılma?

    - Aşağı yukarı 68'den sonra başladı... 69'dan sonra başladı... 69'dan sonra bir anda Batı gözlüğüyle bakıldı... Hâlbuki bizim hareketlerimiz Avrupa'nınki gibi değildi... Bizim gençlik hareketlerimizin kendi tarihî arka planı var... Bundan Ahmet Yesevî damarına kadar bağlayamıyorsak, zaten konuşmayacağız... Bizim kendi gerçekliğimiz var... Biz kendi gerçekliğimizden koparıp, Avrupa gerçekliğine oturtmaya çalıştık... Biz işçi sınıfı hareketinden gelmiş adamlar değiliz bakın... Avrupa'da, Sosyalizm de, Sosyal Demokrasi de, çok güçlü bir işçi hareketi üzerinde tartışılıyor ve o işçi hareketlerinin arasında da Sosyal Devrim var, Sanayi Devrimi var... Bizde öyle bir 'işçi hareketi' yok...

    - Sanki zorunluymuş gibi bir dayatma oldu burada...

    - Tabi! Bakın, başka formül oldu burada... Yani, ideolojik anlamda, tabi, sonradan Mahir, buna kendine göre bir formülasyon yapmaya çalıştı... Yani ben başka bir şey söylemeye çalışıyorum; şimdi Mustafa Suphi var, değil mi? Devrimci hareketin önder insanıdır... Mustafa Suphi, 1916'da, Meşrutiyet Fırkası'nın başıdır ve Yusuf Akçura ile beraber kurmuştur... Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı alalım; Köyceğiz Cephesi'nde Demirci Efe'nin kızanlarından bir tânesidir... Türkiye'de Sol Hareket, işçi hareketinin determine etiği bir hareket değildir esasında... O dediğim, geleneksel çizgiden gelen bir harekettir: Bizi, sermaye-emek çelişkisi belirlememiştir... Bizim idealizmimizin tarif edilmesi lâzım... Şimdi bizim idealizmimiz ile sizin idealizminiz yan yana düşüyor esasında!

    - Evet!

    - Sizinki de öyle! Ben kalkıp sağcı çocuklara; 'Amerika motive etti! ' diyebilir miyim? Onlar da, o tarihî köke bağlıdır... Herkesin bir tarihî arka planı var... O tarihî arka plan bize büyük bir zenginlik veriyor esasında... Şimdi, orada bir şablonlara doğru gidiş oldu... O şablonlara doğru gidiş maalesef, bizi ülke gerçeklerinden kopardı... Tabi, bu da çok sunî ayırımlar getirdi... 40 sene meşgul oldum bu işlerle -işte Maoculuk, şuculuk-buculuk, falan-filan, maalesef, bu Batı gözlüğüyle bakmak, büyük ayırımlar getirdi... Şimdi ama, bütün bu süreçlerin muhasebesini yapan adamlar... Artık, ben diyorum ki, asgarî müştereklikleri alıp öne koymak lâzım... Yani, asgarî müştereklikleri koyduğunuz zaman, o tarihî arka plan bize, binlerce, beraber hareket edebileceğimiz felsefî, ideolojik, teorik, pratik zenginliği sunuyor zaten... Onu söylemeye çalışıyorum... Bunun için tarihî kök ile buluşmada çok net olmamız lâzım...

    - Yani, bir tarafın, şuurlu olarak, tarihî köklerden koparma gayretlerine karşı durmak gerekiyor o zaman burada...

    - Evet,evet! Bakın, her tarafta bulmak lâzım; Amerikan Kabuğu'nu her yerde aramak lazım!

    ...

    - Şu ân Ordu'nun durumunu nasıl görüyorsunuz? Ümit verici midir sizce?

    -Türk Ordusu 12 Mart ve 12 Eylül kırılmasını mutlaka sırtından atar; damarı sağlamdır yani... Türk Ordusu, öyle küçük değildir... Atar, ama, çok ciddî bir halk muhalefeti yapmak lazım... İllâ bir halk muhalefetinin olması lazım... O halk muhalefeti olmadan ve bizim Birinci Meclis havasını Türkiye'ye egemen kılmadan, Ordu'nun kendi iç bünyesi üzerinden bir tartışma yapmayı da haksızlık olarak görüyorum...

    - '1919 şartlarındayız! ' ihtarını da Genelkurmay Başkanı Amerika'da dile getirmişti...

    - Evet... O kabuğu atar Ordu... Türk Ordusu'nun tarihî arka planı bellidir, sizin arka planınız bellidir, bizim bellidir; hepsi aynı yere çıkar esasında... O kabuk atılacaktır Türkiye'de! Türkiye'nin birikiminin bu kabuğu def edeceğinin inancındayım ben.... Öyle yaşıyorum! Başka türlü, inanç olmadan yaşanmaz... Ben atar diyorum, ama buna çok ciddî bir şekilde ve Ordu üzerinden bir tartışma ile değil; biz kendimize düşen görevi çok ciddî yapmamız lazım, çağrımızı doğru yapmamız lazım... Yani, Ordu ile öbürünün arasındaki tartışmayı sıkıştırıp...

    - Ama, en azından NATO ile ilgili bir şeyler de söylemek lâzım!

    - Söylemek lazım! Bugün artık Genelkurmay ve bir sürü resmî ağız bile bu işleri tartışmaya başladı... Olay artık 1968'de Amerikalıları denize dökerkenki o bigâne havanın dışına çıkıyor aslında... Bugün bir referandum yapılıyor, %85 halk Anti-amerikancı çıkıyor! Çünkü bedeli görüyorlar artık! Bu kasıt, insanın cebine kadar girdi, askerimizin kafasına çuval geçirmeye kadar girdi...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Diyelim ki bir kene yapışıverdi, telaşa kapılmayın hemen, ciddî bir örgütlü çalışma yaparak, ölümcül bir sonuç doğurmadan kurtulabilirsiniz... Bu örgütlü mücadeleyi hemen grev, lokavt gibi sendikal maskaralıklar olarak anlamayın... Keneden kurtulmanın en güzel yolu işi ehline havale etmek ve gereken yerde gerekeni yapmak şuuruna sahip olmaktır... Kene, işin ehli (doktor) vasıtası ile çıkarılır, ama öncesinde herkes bulunduğu bölgedeki kenelerden kurtulmalıdır... Herkes kendi bölgesini kenelerden temizlediğinde işin ehilleri 'münevverler'in işi daha kolaylaşır... Ve iyi, doğru ve güzel bir piknik yerinin veya yaşamanın kapıları aralanır...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Roma'daki Nato Savunma Koleji'nde Ortadoğu'daki son gelişmeler konusunda bir brifing veren ABD'li albay'ın Türkiye'yi bölen haritayı kullanması, toplantıya katılan Türk subayların tepkisine neden oldu... Brifingdeki Türk subaylar topluca salonu terk edip durumu Ankara'ya bildirdi... Genelkurmay başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, ABD genelkurmay başkanı Org. Pace'i arayarak olayı protesto etti...

  • Onur Bilge
    Onur Bilge

    __________________SEVDA_____KAVŞAĞI

    ________-kavşağına girmişim_____bir kere sevdanın
    ______yeşili görmüş arabalar_____vızır vızır
    _________________arkamda_____önümde
    ___________üstüme gelenleri_____sorma
    _____________dönemiyorum_____kaldırım yakın
    ____________________________________________
    ____________________________________________
    _______________birkaç adım_____geçemiyorum
    ___________________bir ümit_____belki ulaşırım
    ___________pul gibi yapışmak_____da var yere
    __________kavşağına girmişim_____aşkın
    ___________________girmişim_____bir kere

    ______________________Onur_____BİLGE

    http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp? sair=42021&siir=593940&order=oto

    Otomatik sıralamaya göre 25. sayfadaki 484. şiir…

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Gerçeğin çölü; 'gerçeklik'i algılamada, anlamada, anlamlandırma ve bunlardan bir medeniyet inşâ etmede gösterilen çabanın neticesi ve resmidir... Batı'nın en önemli 'gerçek'i; hakikate eremeyen, parça doğrularla hakikate ereceğini zanneden ve bu zanna istinaden kurgulardan ibaret olan tahayyülî bir medeniyetin kendini tüketmesi, her yeri ve her şeyi çölleştirmesidir...

    'Müteal olan'ın içkinleştirilmesi sürecinde beliren ve bu ândan itibaren bir kurgudan ibaret olan Batı'nın 'gerçeklik'inin ne kadar sarih ve sahici olduğu Batı insanı (=birey) tarafından 11 Eylül Vakıası ile birlikte daha bir idrak edilmiş, aynı vakıa ile birlikte herkesin gerçeklik algısı değişmiştir... Bu değişim ve dönüşüm, hiçleşme mânâsına da gelmektedir... Çünkü tanımsızlıklar üzerine kurulu olan ve modernizme reddiyeden ibaret olup, son kertede yine moderniteyi besleyen post-modernizmin epistemesi (=diyelim) de büyük yara almıştır...

    Bu yara, post-kolonyal politikaların iflâsı da demektir... Zira modernite nasıl ki rasyonel olanı putlaştırmışsa, post-modernite de irrasyonel olanı putlaştırdı... Bu ifrat-tefrit arasında inşâ edilen medeniyetin en büyük remzlerinden biri de İkiz Kuleler'dir... Mimarî olarak dışı ayna ile kaplı olan bu kuleler, Batı'nın 'gerçeklik'ini çok güzel bir şekilde özetlemektedir... Batı insanı, bu gökdelenlerin karşısındadır... Varoluşu bu maddeye nispetle mânâ ve mahiyet kazanır... İnsan onun ya hâkimi olacak yahut da mahkûmu... Hâkim olma çabası, kendi varoluşunu gerçekleştirmesi demektir... Ama bu pek de mümkün değildir... Zira bina her dem farklı bir 'gerçeklik' ile kendini sunar... Öyle ya; binanın 1. katı ile 10. katı arasında, 10. katı ile 60. katı arasında büyük gerçeklik farkı vardır... Batı medeniyetinin Bir Olan'a doğru ircâ gibi bir derdi olmadığı için bu fark, bütünleyen değil, bilâkis parçalayan, mahveden, insanı bireyleştirip farikalarını silen, ferdî hakikati örseleyen, nihayetinde de maddeye mahkûm eden bir farktır... Bu mahkûmiyetin ardı değerler relativizmi, bunun ardı da 'herkesin gerçekliği kendine' anlayışıdır...

    Herkes kendi gerçekliğini Mutlak ve İlâhî olana nispetle değerlendirmediği için son derece iptidaî saiklerle hareket eden, gerçeğin çölünde ömür tüketen hazcı ve vahşî bir bedevî sürüsü ortaya çıkıyor...

    11 Eylül'de yalnızca İkiz Kuleler değil, bu kulelerin şahsında temsil edilen bütün değerler yıkılmıştır... Ruhî bir aksiyon ve zuhurun neticesinde gerçekleşen bu yıkımla birlikte bedevîlere iptidaîlikleri, medeniyetlerinin ilkellikleri ihtar edilmiş, Batı'nın asıl ve şedit yönünü örten bütün maskeler indirilmiştir... Bu ihtarı anlayan anladı ve yeni bir değerin peşine düştü... Anlamayan da anlamadı ve yabanîliklerini bütün dünyaya hâkim kılma maksadına matuf olarak Irak'a saldırdı...

    ...

    İnsanın 'gerçeğin çölü'nden çıkış ve kurtuluş yolu; ferd hakikatini hatırlamasıdır... Ki bu da ancak şümullü ve nizâm çapında ifade edilen bir dünya görüşü ile mümkündür...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Pentagon'un tezgâhlarında, Müslüman Türk halkını imhâ etmek için özel olarak yetiştirilmiş iki propaganda cariyesi...

    Biri, kocası Pentagon subayı olan, zamanında Pentagon'un Milliyet'teki muhabiri olarak tanınan ve Pentagon'un Türkiye gayri resmi sözcüsü olarak bilinen Yasemin Çongar, tabii ki, dönme-sabetaycı! Diğeri ise, açıktan Anadolu'yu, ABD güdümünde, yahudi İsrail'e pazarlamaya and içmiş, bir dişi raporcu: Zeyno Baran! Zaten, Pentagon'un onca tezgâhında törpülendikten sonra, işgalci ABD'nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matt Bryza ile evlendi... Tek dertleri, 'nasıl olur da müslüman Türk milletini tarihten siler, emperyalizme köle eder ve Anadolu topraklarını ebediyen işgal ederiz! 'dir!

    Biri, bir çift meme uğruna vatanı fedâ edecek kadar alçalmış liberal dostlarına, önderlik edecek kadar zavallılaşmış, tabii ki o nisbette de çirkin, diğeri ise, bu çirkin rakibesinin altında kalmamak için şeytanın bile aklına zor gelecek projeler üretebilen bir 'kadraj' mühendisi...

    Biri, TSK'nın emperyalizm karşısında bütün direnç noktalarını kırıp, un ufak etmek derdinde, diğeri ise, TSK içerisindeki direniş ruhunu güyâ sahipleniyor havasında, nasıl İsrail ve yahudiye peşkeş çekerim hesabında! Biri, TSK'nın 'bir işgâl ânında nasıl hareket ederim' şekinde hazırladığı ve her ordunun yapması gereken tabii bir projeyi çarpıtıp, sanki milletimize karşı yapılmış gibi sunan bir Mata Hari, diğeri ise, ordu size gönül koydu, aslında ordu Batı'ya âşık diye serenadlar çekip, ABD emrinde nasıl Irak'a sokar ve direnişçilerle karşı karşıya getiririm hesabında!

    Biri 'ABD Türkiye'yi kaybediyor, bunu önlemeliyiz' şeklinde raporlar hazırlayan ve Türkiye topraklarını parçalamayı açıkça savunan Hudson Vakfı'nın hizmetlisi, diğeri Pentagon'un, Türkiye'yi tam kaybetmek üzere olduğu ve kendisi de iyice çirkinleştiği için, vatanımıza tekrar gönderdiği şirret bir cariyesi!

    Ama her ikisi de, Neocon tezgâhından geçmedir... İşbirliği yaptığı ekibe bakarsanız, ılımlısından aşırısına hep neocon tayfası çıkar! Biri fettoş-liberal pislikler çizgisinden destek alır, diğeri Ertuğrul Özkök iblisinden!

    Şu sıralar TSK ve komuta kademesi üzerindeki yıpratma politikası aslında her ikisinin de işbirliği içinde hazırladıkları bir kirli oyundur...

    Birisi TSK'ya saldırır, AKP ve fettoşu savunurken, diğeri TSK'yı savunur görünüp, içindeki kuduz İslâm düşmanlığını, güyâ sevdiğini ifade ettiği TSK üzerinden yapar!

    Ordu, içindeki turuncu kafalıları temizleyip 'Mücâhid Mehmetçik' vasfını tekrar kazandığında Çongarlar da, Zeynolar da vatan toprağının hiçbir parçasında nefes dahi alamayacaklar...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Hatırlanacağı üzere, ABD ordusu, 24 Temmuz 2002 tarihinde 'Millennium Challenge 2002' (Bin Yılın Meydan Okuması 2002) adı altında gizli bir tatbikat gerçekleştirmişti... Sonradan basına sızan bilgilerden öğrenildiği üzere, Amerika'nın tatbikat planındaki bütün veriler, hedef ülke olarak Türkiye'yi işaret etmekteydi...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Son 3 yıldır kaybolan arılar, dünyanın bir numaralı gündem maddesi haline geldi... Şimdiye kadar dünyadaki balarılarının 4'te birinin ortadan yok olduğu tesbit edildi... İlk başlarda küresel ısınma, kene ve tarım ilaçlarının üzerinde duran bilimadamları olayların gizemli bir virüs sonucunda yaşandığını ortaya koydu... 'Kovan sönmesi sendromu', 'Dünyanın sonu yaklaştı mı? ' sorusunu da beraberinde getiriyor... Çünkü, arılar 130 bin bitki türünün döllenmesini sağlıyor... Çiçekli bitkiler, döllenme sonucunda ürün veriyor... Albert Einstein'in 'Arılar yok olduktan 4 yıl sonra da insanlık yok olacak' tezi de böylece gerçekleşebilir... Şimdiden mahsullarde düşüş var... ABD'de salatalık üretimi yarı yarıya azaldı...

    Türkiye dünya balarısı nüfusunun yüzde 8'ine sahip... 2005'de Hatay'daki arılarda yüzde 52 oranında düşüş yaşandığı açıklanmıştı... Arı ölümleri devam ederse Türkiye'deki elma, vişne, fındık, kayısı ve ayçiçek gibi ürünlerin üretimi ciddi oranda düşecek...

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    ...

    Cunta 'kötü' ya; ne yapsa 'kötü' oluyor... Demokrasi de bir 'din' olmuş; 'mutlak iyi'... Hatta, demokrasinin 'kötü' olanı da 'demokratik sınırların zorlanması' olarak yine de asıl 'kötü' olan cunta-dikta rejiminin yanına bile yaklaşamayacağı bir saygınlık ifadesi olarak; 'iyi'...

    Ya da tersi; cunta, -mesela Myanmar Cuntası- ne yaparsa yapsın; halkının içinde bulunduğu felaket şartlarından kurtulabilmesi için mükemmel bir gayret ve fedakarlık ile didinse bile, evin/vatanın kapılarını 'uluslararası yardım' kılıfı altında Vahşi Batı'ya açmadığı için 'mutlak kötü'dür...

    ...

    Başından beri büyük bir dikkatle takip ettiğimiz Myanmar Hükümeti yaptığı son açıklamasıyla, hadiselerin seyri içinde ümit ettiğimiz hamlesini yaptı ve sömürgeci Batı emperyalizmine ve tüm işbirlikçilerine resti çekti:

    'Çikolatalarınızı kendinize saklayın biz kurbağa yeriz! '

    ...

  • Fatih Yılmaz
    Fatih Yılmaz

    Göçmenleri Diri Diri Yakıyorlar!

    19 Mayıs 2008 14:49



    Güney Afrika'da görülmemiş vahşet... Ülkeyi kaplayan yabancı düşmanlığı dalgası, göçmenleri yakmaya kadar götürdü...

    Güney Afrika'yı kaplayan yabancı düşmanlığı dalgası, ülkenin çeşitli kesimlerinde büyük şiddet olaylarına yol açtı...

    Yabancıların dövülmesi ve linç girişimleri, ülkede ırkçılık döneminde yaşanan dehşet verici sahneleri hatırlattı...

    Yerel kaynaklar, Johannesburg kenti yakınındaki Tembisa bölgesinde iki kişinin daha öldüğünü, böylece haftasonunda yaşanan şiddet olaylarında ölenlerin sayısının 13'e yükseldiğini bildirdi...

    Öfkeli kalabalıkların, göçmen mahallelerinde kapı kapı dolaşarak insanları evlerinden çıkardığı, göçmenlere ait çok sayıda ev ve dükkanın da yağmalanarak tahrip edildiği haber veriliyor... Polis, ölenlerin bir bölümünün göstericiler tarafından canlı canlı yakıldığını bildirdi... Gazeteler de kızgın kalabalık tarafından yakılan bir göçmenin fotoğraflarına yer verdi...

    Güney Afrikalılar, komşu ülkelerden gelen göçmenlerin, ülkenin en fakir bölgeleri de dahil olmak üzere, yerleştikleri bölgelerde iş imkanlarını yerel halkın elinden aldığı ve suç oranlarının da artmasına neden olduğu suçlamasında bulunuyor... Geçen haftadan itibaren şiddetlenen huzursuzluğun şimdiye kadar 20 kişinin ölümüne yol açtığı bildirildi...

    Yaşanan şiddet olaylarının, Apartheid (ırkçılık) döneminin ardından kendisini bir tolerans ve uzlaşı ülkesi olarak takdim eden Güney Afrika için çok rahatsız edici bir durum olduğu, aynı zamanda ekonomik zorluklar altındaki fakir halk yığınlarının huzursuzluğunun da göstergesi olduğu belirtiliyor...

    Devlet Başkanı Thabo Mbeki, şiddet olaylarının nedenini bulmak için uzmanlardan oluşan bir soruşturma ekibi kurulması talimatı verirken, yüzlerce göçmenin karakollar, kiliseler ve hükümet kurumlarına sığındığı haber veriliyor...