an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet çalgılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür
an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir Attila ölür
Attila İlhan ın kitaplarını okuyorumda nede güzel bitiriyor sonlarını.Her seyi açıkca kanıtlayıp madde madde sunmması,en son kararıda okuyucuya bırakması muhteşem keyif veriyor.Bu tadı HANGİ SOL da bulabilirsiniz.
hangi atatürk adlı kitabını okuyorum kendisini televizyondan takip ettiğim kadarıyla,
o bir vatansever, o bir türkiye hayranı, muhteşem bir yazar, muhteşem bir şair, muhteşem bir tarihçi, sanıyorum bu ülke böyle insanlar sayesinde hala ayakta durabilmekte....
'Batıcı Aydın'ı, Batı Üretiyor... E minim, dikkatle okuyanlarınız, sonradan düşünmüştür: Andre Siegfrid 'in 'Batı Medeniyeti' tarifi, handiyse dört dörtlük, tarif; kavramın, bütün temel unsurlarını içeriyor; öyle ise, savaş ertesinde başlatılan, 'Avrupa Birliği Hareketi', yarım yüzyıl sonrasında, neden hâlâ tartışılıyor? Neden şu 'euro' sorununda bile, uyuşamadılar; geçiş, tam olmadı? (Yanılmıyorsam, Danimarka, reddetmişti.)
'Avrupa Birliği', dediniz mi, eli ayağı çözülen 'şaşkınları', bir kenara bırakıp; Siegfrid 'in tarifindeki unsurları hatırlayalım: 1. Eski Yunan, 2. İncil (Hıristiyanlık) , 3. Modern Üretim Teknolojisi! Üç aşağı beş yukarı, Batı Avrupa 'da bunların hepsi var ve işliyor; öyleyse neden, bir türlü tam mutabakat sağlayamıyorlar? Daha işin başında, İngiltere 'nin, 'birlik' fikrine, ne kadar 'soğuk' baktığını, unuttuk mu? Bugün bile Londra, birliğin 'merkezi' olamadığı için; daha çok, ABD 'nin 'köstebeği' rolünde görünmüyor mu? 'Ortak Pazar' döneminde, o eski Latin/Cermen uyuşmazlığı, sık sık, kendini hissettirmedi mi? 70'li yıllarda, İtalyan basınında, Kuzey'in Güney'i, yani Almanya 'nın İtalya ve İspanya 'yı sömürge gibi kullanacağı yazılmıyor muydu? Günümüzde bile, 'Solcu Komünistler' in başlıca savı; 'Avrupa Birliği' nin, Naziler'in savaşla gerçekleştiremediği 'Yeni Nizam' ı, bu defa gerçekleştirdiği; değil mi?
Neden, üç temel 'unsur' da mutabık oldukları halde, aralarında hırlaşıp duruyorlar?
Andre Siegfrid, hatırladığım kadarıyla, iyi gazeteciydi, kapsamlı düşünen biriydi de; Doktor Dalbanezo gibi, (Bkz. 'Kafatası'. N. Hikmet) o da 'İktisad-i Siyasi' bilmezdi, pek; Avrupa Medeniyeti'nin, o unsurlar'dan oluşsa da, 'Ulusal Demokratik Devrim' çağında, her ülkenin, koşullarına göre, 'ulusal sentezi'ni yaptığını; gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse kültürel düzeyde, onun 'üstünlüğünü' savunduğunu kestiremiyor. 'Avrupa Medeniyeti', elbette 'Aydınlık Felsefesi' de demektir; ama, onun getirdiği Rasyonalizm (Akılcılık) , nurtopu gibi iki düşman kardeş doğuruyor: Liberalizm ve sosyalizm! Buysa, sosyal sınıfların, hem ulusal hem uluslararası sınırlar' içinde, çekişip durması demek! Aksi halde, aynı 'medeniyet' in mensubu oldukları halde, Avrupa ve Amerika 'nın (Batı 'nın) , yarım yüzyıl içinde gezegeni, iki büyük dünya savaşına sürüklemesini nasıl açıklayabilirsiniz?
Çıkar paylaşmasında, anlaşamıyorlardı: 'Ulusallık' ağır basıyordu..
'Ulusal çıkar' hep ağır basmış! ..
O yıllarda, meramımı anlatamazdım; savaşın hemen sonrasıydı; bırakın işçileri, aydınlardan bile, yurtdışına çıkan pek olmazdı. Anlatamadığım şu: Biz burada, Batı, Batı diye sayıklayıp dururuz ya; oraya gittiğin zaman görüyorsun ki, Batı diye somut bir şey yok; ya da sadece, Siegfrid'in saydığı unsurlar var; onun dışında, tutulabilir gerçek; Fransa gerçeği, Almanya gerçeği, İtalya gerçeği, İngiltere gerçeği; bunlar da, 'Batı' değil, 'ulusal' ekonomik, sosyal ve kültürel birimler ki, bırakın iç içe ve ortak olmayı, düpedüz rekabet halindeler: Alman resmi İtalyan resmine benzemez, Fransız edebiyatı İngiliz edebiyatına; İspanyolların düşünce tarzı Almanlardan ne kadar farklıdır; Alman felsefesi de Fransızlarınkinden!
Ekonomik düzeydeki 'husûmetlerine' (düpedüz 'husûmet' tir, çünkü savaşlara neden oluyor) gelince, bunu iyice idrak edebilmek için, herhangi bir ansiklopedinin 'sömürge' (colonie) maddesini açıp okumalısınız: Gezegen, Avrupa'lı 'ulusal ekonomilerin' doymazlığı yüzünden, son beş asrını, sömürge savaşları halinde yaşamıştır; İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz, İtalya vb. ülkelerin sömürgeleri, aslında, Batı Avrupa 'nın, -Osmanlı dahil-, dünyayı nasıl sömürdüğünü açıkça gösterir. Merak edip baktım, Türkçe Büyük Larousse 'da bile, şu saydığım sömürgeleştirme sürecinin, özetinin özeti bile, küçük puntolarla tam on sayfa tutmuş!
Belki de 'ulusal'dırlar! ..
P eki, ne yapıyor bu 'sömürgeci' ülkeler? Batı Medeniyeti 'ni, yekpâre olarak -bir bütün halinde- 'ihraç' mı ediyorlar? Siz öyle sanın: gerçi usulen 'evrensel kültür' denir ama; her ulusal birim, yani her millet, 'sömürgesine' kendi 'ulusal' dilini, kültürünü, alışkanlıklarını 'aşılar', onları 'kültürsüzleştirir', böylece 'nüfuz alanını' genişletir. Kanıtı kolay, İspanyolca, İsyanya 'nın dışında, daha çok konuşuluyor; İngilizce, Fransızca öyle; İtalyanca bile, mesela Habeşistan 'da, bayağı yaygındır; gerçekte, Batı Avrupa, o ünlü 'medeniyeti'; daha az ünlü olmayan, Atina demokrasisinin, Akdeniz ve Karadeniz havzasındaki 'kolonileri'nde, yaptığı 'marifeti' yapıyor: girdiği yeri oligarşisinin 'yemliği' haline getirip, halkını tutsak gibi 'kullanıyor'.
Bu 'yozlaşma' sürecinde, en büyük yardımcı ve destekçisi, kim diyeceksiniz; bilmeyecek ne var; onların sundukları 'medeniyet' in, yani 'kültür' ve 'ekonomi' nin, gerçekten 'evrensel' olduğuna inanan; safdil, 'yerli' aydınlar -ki onlara genellikle 'Batı'cı' deniyor-. Ben hanidir 'komprador aydın' adını taktım, çok da yakıştı. Siz bu Müslüman isimli Fransız, İngiliz, Rus vb. yazarlar, nereden çıktı sanıyorsunuz? (Yavaş yavaş, Türk isimlileri de çıkacaktır, namzet çok.) Bunlar 'Batı' cılar, 'sömürgeci' nin diliyle yazmayı, uluslararası olmak, değerini 'dünyaya' kanıtlamak sanırlar! Oyunun ne olduğunu, daha XIX. yy'da, Dostoyevsky ve Tolstoy çok güzel anlamış, üstelik yazmışlardır; XX. yy'da, yazan çizen çok oldu ama; 'sistem' in hem zenginliğinden, hem sunduğu imkânlardan dolayı; dil, yurt, millet -dolayısıyla tarih- bilinci gelişmemiş 'aydınlar' üzerinde, cazibesi yüksek, bir nefeste hepsini içine çekebiliyor.
İyi de, niye kendi aralarında olmuyor bu? Niye Fransa 'da okullarda devlet Rusça, Almanya 'da Fransızca, İspanya 'da İngilizce öğretime geçmiyor? Niye yazarları Rusça, Arapça ya da Çince yazmıyorlar? Yoksa, Batı 'daki aydınlar ve sanatçılar, 'Batı' cı değiller mi? Kimbilir, belki de 'ulusal' dırlar.
Hangi Batı'da en imrendiğim parçalardan biri Tanrıkut'la konuşmaların. Tanışsak, o günleri yeniden yaşayamaz mıyız? İnsan öylesine azalıyor ki dünyada.
Sevgilerle, Cemil Meriç 19 Temmuz 1974
Attila İlhan'a Mektuplar (3. basım) Otopsi Yay. Sayfa 339
'ben sana mecburum bilemezsin! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ...........______'ooof of! ... ve; edebiyat hocamla bir olup sıra arkadaşıma yaptığımız sözlü şakasında sorduğumuz 'fena halde leman' isimli romanın devasa yazarı...allah uzun ömür versin....
- Attila Bey, neredeyse kasketinizle özdeşleşmişsiniz, devrim kanunlarından dolayı mı giyiyorsunuz? Yoksa hobi mi?
Bende ilkokul, ortaokulda iken kasket vardı. Askerde yine zorunluydu. Bu tür şapkalar da askerden sonra çıktı. İlk zamanlar benden başka giyen yoktu. Sonradan çoğaldı. Devrim kanunlarıyla alakası yok. Kendi tercihimdir. Mesela fötr şapkayı sevmedim.
TRT'de de program yapıyorum ya soruyorlar, bu şapkaları nereden getiriyorsunuz? diye.. Sanıyorlar ki Avrupa'dan getiriyorum. Ben de gururla 'Osep'ten alıyorum diyorum. Bizim halkımız böyle bir yanlışlık içindedir. Bu Tanzimat'tan sonra başımıza gelmiş bir bela. Ne yazık ki o zamana kadar tam aksi olan davranış biçimi soradan tüm ülkeye yayıldı.
- Nedir o davranış biçimi? Ve Tanzimat'tan önce nasıldı?
Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransuva'ya yazdığı meşhur mektubu bilir misiniz? Ben Fransa'da iken Fransızları bu mektubu hatırlatarak deli ederdim. O mektupta, Osmanlı Hükümdarının kendini takdim edişi vardır, 'Ben ki..' diye başlıyor, 'Ben ki şuranın şuranın kralı, şuranın şuranın padişahı, şuranın şuranın emiri.. gibi aşağı yukarı koca bir liste sıralıyor ve sonunda Sultan Süleymanım' diyor. Sonra 'Sen ki' diyor ve Françe eyaletinin başındaki Françeskasın.' Osmanlı'nın Batı'ya bakışı budur. Bu bakış yerine Tanzimat'la birlikte, bunun tam tersi ortaya çıktı. Osmanlı Batı'nın karşısında titreyen, aman bozuşmayalım, aman ne diyecekler diye korkan bir hal aldı. O zaman İngilizlerle yapılan bir ticaret anlaşması vardır bizi o batırmıştır. O ticaret anlaşmasıyla bugün Avrupa Birliği ile yaptığımız Gümrük Birliği anlaşması aynıdır. Bu da bizi batırıyor şimdi.
Osmanlı Batı'dan herşeyi almaya, Batı'nın etkisinde kalmaya başlayınca, kendisine güvenini tamamen kaybediyor. Tanzimat Paşası olan Keçecizade Fuat Paşa'nın Padişaha vasiyeti nedir? . Diyor ki, 'Devlet-i Aliye'nin İngiltere ile arasının açıldığını görmektense, Osmanlı mülkünden bir vilayeti vermeye razıyız' Kafa bu. Şimdi Kıbrıs'ı verelim diyen kafa da bu. Başımızdaki bela bu kafadır. Bizi Sevr'e götüren bu kafadır. Bizi bundan kurtaran, kafa ise, komünistinden dindarına herkesin el ele vererek Kurtuluş Savaşı veren kafadır.
- Cumhuriyetle birlikte yeni bir dönem başlıyor, devrimler, Batı'ya yönelmeler gibi... Sizce Türkiye olması gereken yere gelebilmiş midir?
Değil. Çok basit sebepten dolayı değil, TC ilk kurulunca, Hükümetin ortaya koyduğu çizgi çok açık ve nettir. Nedir bu çizgi? Ne yapıp yapıp muasır medeniyet seviyesini yakalama arzusu. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı, savaşı başlatan 6 büyük devletten biriydi. Osmanlı yıkılırken dahi dünyanın ilk altı büyük devleti arasında idi. Mustafa Kemal'in kasdettiği muasır medeniyet seviyesi budur, yani dünyanın ilk altı büyüğü arasında olmak. Böyle büyük bir milletin olması gereken yer, şimdi Amerika'dan yardım dilenen bir devlet mertebesi olmamalıydı. Çok daha sağlam yerde olabilirdi.
- Niye olamadı?
Çünkü Müdafa-i hukuk esprisini kaybetti. Bana sorarsanız bu 1938'den itibaren kaybolmuştur. 1950'den sonra da Tanzimat esprisi başladı. M. Kemal'in yaptığı, bizi Osmanlı'dan değil Tanzimat'tan kurtarmak olmuştur. Eğer Osmanlı'dan kurtarmaya çalışsaydı, Ankara'ya geçmeden önce İstanbul'da Osmanlı Hükümeti'nden görev almaya çalışmazdı. Samsun'a çıkmadan önce Osmanlı Hükümeti'nden görev istemiştir. Saray'dan bir sultanla evlenmek dahi istemiştir.
Sivas'tan Ankara'ya gelince ziraat mektebi olarak açılan ancak çalışmayan bir binaya yerleşiyorlar. Bunun üzerine müftü efendi hazretleri gidiyor ve heyeti ziyaret ediyor. Mazhar Müfit'le sohbet ederken, mali durumlarını soruyor, aslında misafire kahve yapacak şeker yok. Bunun üzerine müftü efendi Ankara'dan epeyce bir para topluyor, bu parayı götürüp müdafa-i hukuka veriyor, 'şimdilik bununla idare edin' diyor. Bu espridir milletimizin esprisi. Bu espriyi kaybetmememiz lazım. Maalesef çıkar hesapları peşinde bunu kaybediyoruz. Bu çıkar hesaplarını başımıza musallat edenler de hep yabancılar. Burada Batılıları kastediyorum. Çünkü bizim hep Batı ile sorunumuz olmuştur, Doğu ile sorunumuz yoktur. Bir düşünün kaç yüz yıldan beri doğu ile harp etmedik. Bizim sorunumuz Batı iledir çünkü Batı'nın sorunu bizimledir. Bakın 1923'te New York Times gazetesi ne demiş? 'Türkiye'de bugüne dek soykırımlar bilinçli olarak yapılmıştır, Türklerin amacı toprakları üzerinde yaşayan azınlıkları ortadan kaldırmaktır. Türkleri yola getirmenin tek yolu onlara karşı silaha başvurmaktır. Çünkü bu millet, yalnız ve yalnız zorbalıktan anlar' Tavırları budur. Bu hiç değişmez.
İSMET, DARBE İLE GELDİ
- Ama biz 'Batı Batı' diye çırpınıp duruyoruz..?
Biz Batılılaşmak istemiyoruz çocuğum, ben Mustafa Kemal'in bütün külliyatını okumuş biriyim ağzından bir tane Batılılaşma çıkmamıştır. Kemal Paşa, 'muasırlaşmak'tan bahsediyor Batılılaşmaktan değil.
- O zaman nasıl geldik bu duruma?
1938'den sonra İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı olması bir emr-i vakidir. Cumhurbaşkanı kimin olacağı hemen anlaşılamadı. Gazi öldü ama ortada bir aday yoktu, herkesin kafasındaki aday Mareşal Fevzi Çakmak... O zamanki Başvekil Celal Bayar gitti Fevzi Çakmak'a bunu söyledi, Çakmak'ın çok geçerli bir çekincesi var; 'Mustafa Kemal, askerin politikaya karışmasını istemiyordu bunu zorla biz ayırdık. Şimdi ben bulaşmayayım. Girmeyeyim bu işe.' Bunun üzerine Celal Bey o zamanki Meclis Başkanı Abdulhaluk Renda'ya gitti, o da 'ben bu işi yapamam' dedi. Ne yapacakları düşünülürken İstanbul'dan bir telgraf geldi, Birinci Ordu Kumandanından, 'Biz orduya mensup paşalar arasından yaptığımız müşaverede İsmet Paşa'yı uygun gördük, teklif ediyoruz' diye.
Mareşal bu telgrafı alınca endişelendi, Celal Bey'le ne yapalım diye konuştular. Asker böylelikle bir tavır almış oluyordu. Kurcaladığın zaman, o sıralar İsmet Paşa'nın İstanbul'da olduğu, Heybeliada'da oturduğu ve sık sık birinci ordu komutanıyla oturup konuştukları meydana çıkıyor. Birinci Ordu Komutanı Fahrettin Paşa bunu hatıralarında da anlatıyor. Kanıtlanan bir şey, seçimde Mareşal'in yanında Fahrettin Paşa'nın da oturduğu, yine kanıtlanamayan ama bilinen bir şey de Meclis'in etrafını çeviren Muhafız Alayı'nın tavrıdır. Bu, İsmet Paşa'nın iktidarını bir çeşit gizli hükümet darbesiyle aldığını gösterir. Çünkü İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı için Muhafız Alayı Meclis'i kuşatıyor.
- 'Batıcı' geçinen herkes 'Atatürkçüyüm' diye nutuk atıyor.. Bu bir çelişki değil mi?
Onlar Kemalist değil, onlar İnönücü, ben ona İnönü Atatürkçülüğü diyorum. O 1938'den sonra ortaya çıkan olaydır. Atatürkçülük diye tıpkı Rusya'daki Leninizmle Stalinciliğin yutturulması gibi, bizde de İsmet Paşa, Atatürkçülük diye kendi fikirlerini sokuşturmuştur. İsmet Paşa'nın İngiltere ve Fransa ile yaptığı o anlaşmanın çok kapsamlı olduğu bir müddet sonra ortaya çıkmıştır.
HIRİSTİYAN KÜLTÜRÜ GETİRDİLER
- Nasıl çıkar?
Milli EğitimBakanlığı birden bire Yunan Latin kökünden eğitim yapmaya başlar, okullarda Yunan Latin klasikleri okutulmaya başlamıştır. Oysa Yunan Latin Klasikleri Hıristiyanlığın köküdür. Bunun Türkçe'yle ne alakası var? Biz lisede iken Oidipus ders olarak okutuluyordu. Oysa Gazi'nin yaptığı tarih kitapları Halkçılık ve Türklük üzerinedir. Bizim tarihimiz üzerinedir. Yine İsmet Paşa zamanında Hasan Ali Bey'in himayesinde, Yabancı dilden bir sürü kitap çevirilip okullara sokulurken, Osmanlı kültürünü oluşturan eski klasiklerden de iki üç tane laf olsun diye listeye alınmıştır. --- - Geçtiğimiz günlerde bir yazınızda, Mustafa Kemal'in, 'Irak ve Suriye ile Türkiye'nin birleşme fikrini' anlatan sözlerine yer vermiştiniz. Bu ilginç bir yaklaşım değil mi?
Tarih 24 Nisan, yani Meclis'in açılışının ertesi gün, Mustafa Kemal gizli oturumda Meclis'e bilgi veriyor. Şimdi bunlar (AKP Hükümeti) Irak'la savaşmayı göze alıyorlar ya, böyle bir şey Gazi'nin hayalinden geçmezdi. Bakın ne diyor Gazi; 'Suriye ile konfederasyon belki de federasyon olabiliriz' diyor. Irak'a gelince, 'İngilizler'e karşı kendi mevcudiyetinizle istiklalinizi kazanmaya çalışın. Biz de istiklalimizin mevcudiyetine çabalıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz'
Yine İran'la yakın ilişki içinde, Rusya'yla dostuz. Çünkü müşterek düşmanımız Batılılardır. O zaman Sovyet ve Avrasya Paktı'nda yer alan Türkiye, Batı'ya karşı güçlü bir ülke konumundaydı. Şimdi yeniden bir Avrasya Paktı sözkonusu. Türkiye bu paktın içinde mutlaka yer almalıdır. Yoksa başını dertten kurtaramayacak. Rusya, Çin ve Hindistan'la anlaştı, bu üç devletin nüfusu hem çok kalabalık, hem nükleer güçlerdir. Bunların içerisine bizim 5 Türki devleti de girdi. Orada muazzam bir blok var. Bu bloka iki ülkenin daha girmesi lazım; İran ve Türkiye.
Mustafa Kemal'in sağlığı boyunca Batılılarla imzalanmış bir tek anlaşma yok. Buna mukabil, Musul yüzünden İngilizler'le, Hatay yüzünden Fransızlar'la, 12 Ada yüzünden de İtalyanlar'la az kalsın harp edecekti. Buralarda söz dinlemediği için İngilizler Kürtleri tahrik etti, Fransızlar Dersim İsyanı'nı çıkardı, İtalyanlar da nutuk attı.
- Türkiye Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek için ne yapmalıdır?
Bunun için Türkiye'nin ekonomisi ulusal olmalıdır. Türkiye ne yapıp yapıp kendi ulusal sentezini yapmak zorundadır. Ulusal kültür sentezi yoktur.Osmanlı ve Selçuklu inanılmaz güzellikte bir ümmet kültür sentezi sunmuştur. Gazi, Dil Kurumunu ve Tarih Kurumu'nu bunlar için kurmuştur. Biz burdan Batı kültürü, Batı kültürü deyip duruyoruz, oraya gidince Batı kültürünün olmadığını görüyorsunuz. Fransız kültürü, İngiliz kültürü, Alman kültürü, Amerikan kültürü var. Hepsi birbirinden çok farklıdır. Tek ortak değerleri; Hristiyanlık. Onlar, Batı Hıristiyan Kültür çevresini oluşturmuş. Burda da bir doğu müslüman kültür çevresi var. Müslümanlık din olarak ayrı, ama bir de kültür boyutu var. Kültür olarak bunu bırakıp Hıristiyan kültüründen yararlanıp ulusal sentez yapamazsınız. O zaman ne oluyor aydınla halk arasında şimdi yaşadığımız karşıtlık çıkıyor. Halk aydını benimsemiyor, itiyor. Aydın da halkı benimsemiyor, bundan da gavur yararlanıyor. Aydını kullanıyor istediğini yaptırıyor. İşte görüyorsunuz; milyon dolarlar gönderip istediği gibi kullanıyor. Çünkü senin kendi değer ölçülerini ortadan kaldırıyorlar. Bu defa halk pusulasını şaşırıyor. Kültürsüzleştiriliyor.
- Sadece aydınların mı, devleti yönetenlerin de halkla, halkın değerleriyle arası barışık değil sanki..?
Şu adamlara (AKP'lirere) niçin oy verdiler? Ben seçim günü de söyledim, 'Bu seçimin ve bundan önceki seçimin önemli tarafı kazananlar değil, kaybedenlerdir.” Her iki seçimde de kaybedenler Türkiye'ye son 50 yıldır aynı dış politikayı empoze edenlerdir. Halk bunları tasviye ediyor. Peki niye bunlara rey verdi? Kime versin. Denenmemiş başkası yok. Bunları acaba yaparlar mı diye deniyor. Hem müslüman, hem ılımlı, hem de Batı seviyor.
- Niye seviyor Batı?
Anlaştı bunlar Batı'yla. Başında her şeyi sattılar, şimdi ne yapacaklarını bilmiyorlar. Asker fırçalıyor bunları durmadan. 1940'lı yıllarda 'NATO'ya girersek esir olacağız' diye yazdığı için Mehmet Ali Bey'i fakülteden kovdular.
- Az gelişmişliğin sonucu değil mi bunlar?
Biz az gelişmiş bir ülke değiliz. Birleşmiş Milletler'in istatistiklerine göre dünyada 20., Silahlı Kuvvetlerde de 6. sıradayız. Bunun neresi az gelişmişlik.? Sorun adaletsiz gelir dağılımında, kişi başına düşen milli gelirde. Uygulanan sistem, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor.
Kalkınmaktan vazgeçtik, asıl kötü olanı, kalkınma politikasını cumhuriyet döneminde yetişen sağcı politikacıların da benimsemesine rağmen, yabancıların baskısıyla terketmiş olmamızdır. İki tane sağcı lider vardı ikisi farkında olmadan zannediyorlardı ki, Komünizme karşıyız ya, ABD ve Avrupa bize destek olur onlara da dayanarak kalkınırız sanayimizi kurar herşeyi yaparız. Bunlardan Süleyman Demirel, diğeri Erbakan'dır. İkisi de Türkiye'nin kalkınmasına inanırlar, sanayileşmesine inanırlar, Türkiye'nin güçlü olacağına inanırlar. Demirel'in bir konuşması vardır Meclis kürsüsünden, '7 tane büyük enerji ve sanayi kompleksi kuracağız. Gerekli bütün planları yaptık, fizibiliteleri hazır. Bunun için krediye ihtiyacımız var, krediyi önce Amerika'dan istedik vermedi. Avrupa Birliği'nden istedik vermedi, Dünya Bankası vermiyor. Böyle bir çaresizlik içindeyiz' diye şikayet ediyor. O zaman Ruslar, biz yardım edelim dediler. Demirel vatansever olduğu için üstüne atladı işin. 7 büyük anlaşma yaptık Ruslarla. İskenderun Çelik, o zaman yapıldı. Bu hiç affedilmemiştir. Hatta ben bir yazımda da yazdım '12 Eylül'ün arkasında bunu arayın, sen Ruslarla anlaşıp böyle şeyler yapar mısın? Al sana darbe..'
- 12 Eylül darbesini ordu yapmadı mı..?
Tamam ordu yaptı ama, cihet-i askeriyenin bu konudaki tavrı, Rusya yıkıldıktan sonra netleşti. Çünkü NATO, Rusya'ya karşı öyle şartlandırıyordu ki bizim orduyu, 'Rus bolşevikler gelecekler ananızı ağlatacaklar, sıkı duralım onları yıkalım' Öyle ki; Türkiye'de bir karışıklık çıkıyor Ruslar yapıyor, talebeler dövüşüyor Ruslar çıkarıyor denildi.
- O zaman ordu dolduruşa mı geldi?
Hem de nasıl... Hem de nasıl. Demek istediğim şu; Türkiye NATO'ya angaje edildikten sonra, iktidara geldikleri zaman istediklerini yapamama gibi bir çaresizlikle karşı karşıya kaldılar. Bu çaresizlik içinde cambazlık etmeye gayret ederler çünkü, hiç birinde kuvay-ı milliye cesareti yoktur.
12 Eylül darbesinde dış güç parmağını inkar edemeyiz, çünkü Komünizmle Mücadele Cemiyeti İzmir'de kurulduğu sırada, Fethullah Hoca bu cemiyetin içindeydi. Ben o zaman Demokrat İzmir'i yönetiyordum. İşin tamamen içindeydim. Komünizmle Mücadele Cemiyeti niye kuruldu? Yahu Türkiye'de komünizm yok. Komünistlik de yok.
- Kim kurdu o zaman?
Kim kurduracak, belli. Öyle bir şey ki bunu kurdurdular, ama mücadele edeceği adam yok. ODTÜ'nün, Hacettepe'nin solcu 68 Kuşağı hareketleri onun kurulmasından sonradır. Onun çatışacağı düşmanı orda örgütlediler. Çünkü 68 Kuşağı da şaibeli bir kuşaktır. Kimler tarafından yönlendirildiği şüphelidir. 68 Kuşağı Fransa'da ayağa kalktığı zaman Komünist Partisi onları desteklemedi, Bunları ABD bizi bölmek için yapıyor diyerek onlara karşı çıktı. Çünkü hepsi Maocu'ydu. Yani oyun çok büyük. O oyunun içinde burdaki çocuklar dünyadan haberi olmadan, ortaya çıktılar.
- Anlaşılmaz olaylardan biri de, kan gövdeyi götürürken, şiddetli çatışmalar yaşanırken, 12 Eylül sabahı düdük çalıyor herşey bıçakla kesilmiş gibi sona eriyor. Bu nasıl oluyor?
Tabii tabii... Bütün bunların geride hazırlandığı örgütlendiği, gizli servislerin rol oynadığını artık herkes biliyordu. Fakat Rusya'nın dağılışı bizim nihayet intibaha gelmemize imkan sağladı, Silahlı Kuvvetler yola girdiler. Gördüler ki, bize kazığı atan Ruslar değil, Amerikalılar'dır.
İnönü ile Atatürk hiç aynı düşünmedi
- İsmet Paşa, Mustafa Kemal'le aynı düşünmüyor muydu? Ordunun siyasete karışmasına karşı değil miydi?
İsmet Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki beraberlik çok ciddi bir dostluk sanılıyor ki, değil... 1935'li yıllarda İsmet Paşa yeni bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tüzüğü hazırlamaya karar veriyor. İsmet Paşa, o zaman hem Başbakan hem CHP'yi idare ediyor. Genel sekreteri de bildiğimiz Recep Peker. Yeni tüzük hazırlansın diye İsmet Paşa Recep Peker'i Avrupa’ya gönderiyor, Avrupa'daki partileri incelemesini istiyor. Tüzük geliyor, İsmet Paşa ve Recep Peker İmzaladıktan sonra Mustafa Kemal'e sunuyorlar, tüzüğü önce katipi olan Hasan Rıza bey alıyor. Hasan Rıza Bey de akşam Mustafa Kemal'e takdim ediyor. Ertesi sabah geldiğinde Hasan Rıza Bey, Mustafa Kemal'i daha banyodan yeni çıkmış bornozu sırtında elinde o belge ile görüyor, Mustafa Kemal soruyor, 'Kimmiş bu zorbalar? ' diyor. Tabir aynen bu. 'Hangi zorbalar? ' diye soruyor Hasan Rıza Bey. M.Kemal diyor ki, 'Bu tüzüğün söylediği zorbalar. Çünkü tüzüğü hiç beğenmemiş, hatta kızmış, neden? Nedeni çok basit. İsmet Paşa, Recep Peker'i Almanya ve İtalya'ya göndermiş. İncelediği partilerse biri Nazi Parti, biri Faşist Parti. CHPtüzüğü bir Nazi ve Faşist parti tüzüğü. Tüzükte bir yeni kuruluş var, o da şu, Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir yüksek konsey. O yüksek konseyin, Almanya ve İtalya'daki ismi 'Yüksek Faşist konsey.' Yani Meclis onların işine gelmeyen bir karar alırsa, o konsey bunu reddedebiliyor. Yani Cumhuriyet fikri, halk hakimiyeti hepsi gümbürtüye gidiyor. Mustafa Kemal, 'İsmet bunu görerek mi imzalamış? ' diyor.
6 ay sonra Recep Peker'i 1 yıl sonra da İsmet Paşa'yı görevden alır. İsmet Paşa'nın o tüzüğü yaptırmasının nedeni; Mustafa Kemal'in hasta olduğunu bilmesidir. Gazi'nin öleceğini de biliyorlardı. Nasıl olsa ölecek kendi iktidar olacak, iktidar olunca da uygulayacaktı. Tüzüğün bir kısmını Gazi, Kurultayda değiştirse de tamamı değişmemiştir. Dolayısıyla CHPtüzüğü Nazi ve Faşist tüzüktür. Hiçbir şey de değişmemiştir. Almanya'da da İtalya'da da devletle parti birdir. Bizde de öyleydi.
1936'da, babam Konya'nın Ilgın ilçesinde kaymakamdı, Konya valisinden tebrik geliyor, Tebrik'in altında şu yazıyordu; Cemal Bardakçı altında 'Konya Valisi ve CHP İl Başkanı' ikisi beraberdi. Aynen Nazi'ler gibi. İnönü, yönetimi eline aldıktan sonra Gazi'yi isyan ettiren o zorbalıkları fiilen uyguladı. Asıl önemlilerinden biri de şu; Mustafa Kemal'in kurduğu müdafa-i hukuk ve onun hükümetleri, TBMM,İstiklal Savaşı yaparken savaştan sonra izlediği dış politika ile İnönü'den farklıdır. Bir, Mustafa Kemal Sovyetlerle dost oldu, iki İran'la işini sağlama bağladı, üç, güneydekiler (Irak ve Suriye) ile işbirliğine girdi. Gazi'nin Türkiye için düşündüğü jeostratejik savunma doktrini Batı’ya karşı. Cenahını Rusya ile güvene alıyor, güneyini Sadabat Paktı’yla güvene alıyor, sırtını İran'a veriyor. Şah da buraya ziyarete geliyor. Ve Şah'la çok yakındırlar. Şimdi bir bu mantığı düşün, bir de Gazi öldükten 8 ay sonra Fransa ve İngiltere'yle gidip ittifak yapan İsmet Paşa'yı düşün.
Bugün ordunun başına mehteri koy yine Viyana'ya gidersin
- Mesela bir Alman Milletvekili Türkiye'ye geldiğinde, 'Ben Almanya'nın Genelkurmay Başkanı'nın adını bilmiyorum' demişti. Ama bizim ülkemizde sanıyorum dağdaki çoban dahi kuvvet komutanlarımızın ismini eksiksiz bilir. Bu bir fark değil mi?
Şimdi hiç nefesini yorma çocuğum. Bu millet asker millettir diye bir laf var. Bütün başbuğlarımız Türk tarihinde hep askerdir. Bu memleket askerdir. Askerlerce yönetilir.
- Doğru mu peki?
Doğrudur. Çünkü biz öyle yönetilmeye alışmışız.
- Sizce Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulur?
Türkiye'de savunmanın, eğitim ve öğretimin ve ekonominin kesinlikle ulusal olması lazım. T.C. bunu örgütlemezse geleceği iyi değildir. Ordu bile ulusal davranamıyor, zaman zaman taviz veriyor. Ordumuzu Almanların, donanmamızı İngilizlerin, jandarmamızı Fransızların eline verdik battık. Şimdi hepsi birden NATO'nun kontrolünde. Milli Eğitimimiz Avrupa Birliği'nin kontrolünde. Ekonomimiz Amerika ve Avrupa'nın kontrolünde. Olmaz.
- Bir yazınızda 'inek solculuğu'ndan bahsediyorsunuz. Bu benzetme ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz?
İnek solculuğu her zaman var. Şimdi mesela başka bir solculuk var onlar kendilerini solcu sanıyor bana göre değiller. Türkiye'de bütün siyasi hareketleri Batı kontrol ediyor. İsim vermek istemiyorum bazı solcu geçinen partiler var, nutuklar atıyorlar falan, fakat geride o Avrupalılık fikrine taraftarlar. Avrupalıların himayesindeler. Avrupalılarla işbirliği içindeler. AKP neyse onlar da o. Hiç farketmez. Onlar iktidara geldiğinde yine Avrupa iktidara gelecek.
ABD, İSLAM COĞRAFYASI'NA SALDIRIYOR
- ABD'nin son operasyonu neyi amaçlıyor?
Rusyayı dağıttılar, Yugoslavya'yı dağıttılar, Irak'ı dağıtıyorlar, İran'ı dağıtacaklar, Suriye'yi dağıtacaklar, Türkiye'yi dağıtacaklar, sistem bu. Çünkü petrolun düğümü İslam Coğrafyasında. Ona sahip çıkmak istiyorlar. ABD dünyaya hakim olmak istiyor çok açık. Gizlemiyor.
- Türkiye gereken tavrı alabiliyor mu?
Türkiye'nin şimdiki halde bir tavrı yok. Ne yapacağını şaşırmış durumda. Yapabileceği şey Avrasya ile flört etmek. Zaten tek kurtuluş da o dur. Gazi'nin politikasını uygulamaktır, nedir o; Avrasya'ya el atmak, komşularla işbirliği yapıp, Batı'ya cephe almak.
Türkiye'nin güney politikası Mustafa Kemal'in politikası olmalıdır. Nedir? Irak ve Suriye'ye siz de bağımsız olun beraberliği konuşalım, gerekirse federasyon yapalım, diyor. Bu Türkiye'nin Ortadoğu'da Balkanlarda haklarını savunabilmesi için en akıllıca bir yoldur.
- Ama milyarlarca dolar borç var, eli mahkum değil mi?
Hiç önemi yok, Türkiye'nin ekonomisi güçlü, hiç güçlü olmasa gavur gelir burda o kadar yatırım yapar mı? Türkiye'nin yıkılacağı falan yok bunlar laf. Dünyanın 6. Büyük ordusu sende olacak sen yıkılacaksın. Bugün ordunun başına mehteri koy yine Viyana'ya gidersin.
Şimdi yapılacak şey farklılıkları bir yana bırakıp, ülkeyi sağlama bağlamak, kozlar sonra da paylaşılır.
- Silahlı Kuvvetler sadece 12 Eylül'de değil pek çok kez darbe yapmıştır..?
Darbe yapmak akıllılık değil. Mustafa Kemal ideolojisini incelediğiniz zaman, 'Askerle politikayı ayırmalıyız' diye yırtındığını görürsünüz... Bunu söylerken yaşadığı tecrübe var, ittihatçıları biliyor.
- Kendi de ittihatçıydı..?
Kendisi tam bir ittihatçı değildi. Gazi hepsini bir yokluyor, masonluğu bile yoklamış, fakat sonra masonlara tavır takınıyor ve Türkiye'de yasaklıyor faaliyetlerini.
Çankaya'ya sık sık gelen Gazi'yle görüşen bir adam var. Meğer bu Gazi'ye masonluğun kötü olmadığını anlatmak için gelirmiş. Geliş nedeni, Gazi Yargıtay'daki bir üyenin mason olduğunu öğrenince görevden almış, bunu alınca masonların etekleri tutuşmuş, onu yollamışlar, 'Aman böyle olmasın' çünkü masonlar herşeye hakim olacak ya... Gazi bunun mukabilinde ne yaptı, hepsini kapattı.
- Şimdiki masonlar Atatürkçü olduklarını herkesten çok dillendiriyorlar?
İnönücü onlar. Atatürkçü değil, Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, İki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey'dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul'da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey'di. İnanılmaz birşey... Biri itilafçı, biri ittihatçı birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. Mustafa Kemal'in bunlardan yana olması mümkün mü? Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.
- Sevr'i Masonlar imzaladı yani? Öyle... Aşağı yukarı. - - Kürtçe serbest bırakılabilir mi?
Bakın bizim imparatorluğumuzda yıllarca kalan milletler bizden ayrıldıklarında hiç bir şeylerini kaybetmeden ortaya çıkabildiler. Hiç dokunmamışız onlara. Cezayir, Tunus yıllarca bizde kaldı, hiç kimse Türkçe bilmiyor. Yüz yıl Fransa Hakimiyetinde kaldı, herkes Fransızca konuşuyor.
- Sizce Atatürk de istismar ediliyor mu?
Atatürk'ün istismarı özellikle İsmet Paşa ve Bayar (Celal) döneminde yapıldı. Atatürkçülük diye İnönü mantığını savundular. Ve bizi Batılılaşmaya sevkettiler. Halbuki Gazi'de Batılılaşmak yok durmadan Batı'ya karşı adam.
- Şimdi?
Şimdi benden başka Kemalist kalmadı ki.
- Biraz da 28 Şubat'ı konuşalım, tankların yürümesi, üst üste verilen üst düzey askeri kişilerin demeçleri... Demokrasi içinde bunları nereye koyabiliriz?
Bu meselelerde, Batı ülkelerinde işçi sınıfı devreye girer. Ve çok güzel çözer, nasıl? Bir genel grev yapar hükümet gider. Ama sen işçi sendikalarının tepesine vurursan, adamları hapse atarsan partilerini kapatırsan, canlarını yakarsan, işçi sendikaları devre dışı kalırlar. Demokrasi demek sermaye gücüne karşı emek gücü demek.
28 ŞUBAT'TA MASONLARI GÖRMEZDEN GELDİLER
- O dönemde gündemden düşmeyen cemaatler, Fadime Şahinler, ne oldu da bir anda kayboldu? Daha da önemlisi bu ülkede, kökü dışarda din dışı faaliyet gösteren tehlikeli gruplardan neden hiç bahsedilmiyordu?
Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, diyorum ki, bir takım İslami tarikatların geliştiği, beslendiği hatta semirdiği doğrudur, bunların bir kısmının büyük servetleri olmuştur, bu büyük servetlerle büyük işler yapmaktadırlar. Ama Türkiye'de hiç lafı edilmeyen bir takım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır. Öbürleri nasıl burunlarını siyasete sokuyorlarsa bunlar da burunlarını siyasete sokmaktadırlar hatta şunu da ilave etmiştim bir konuşmamda, 'hatta müslüman tarikatlar onları taklit etmektedir. Çünkü ilk başlayan onlardır.'
- Sizce niçin ses çıkarılmıyordu?
O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Ama yüksek kademe içerisinde Nakşi bulamazsın o yok. Olsaydı belki onları da mazur gösterirlerdi o zaman. Demek ki biraz ondan oluyor.
- Oysa TSK mensuplarının kökü dışarda dernek ve kuruluşlara üye olması yasak, öyle değil mi?
Şimdi tabii bundan haberdar olmadınız herhalde, çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar. Bundan aşağı yukarı 4-5 ay evvel Genelkurmay Başkanlığı bir tamim yaptı 'Masonluk, roteryenlik gibi kulüplere üye olanlar hakkında takibat yapılacaktır' şeklinde. Yani şimdi intibaha geldiler, onları da atacaklar. Daha yeni, yeni. Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal'dan İsmail Hakkı Karadayı'nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamiyle dış merkezliydi.
Bakın Çevik Bir Amerika'nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. ÇevikBir. Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler... Dönmelere bir şey diyemezsiniz, bütün sultanlarımız dönmedir unutmayın. Devşirme bizim sistemimizde var. Devşirmeyi kötü bir şey saymayız. Biz Osmanlıyız onu unutmayın.
İstersen müslüman ol ama, çıkıp da 'benim inandığım gibi olacaksın' dersen bu olmaz.
- Aynı şekilde Laiklik adına, benim gibi giyinecek benim gibi konuşacaksın dersen bu da yanlış değil mi?
Laikliğin icad edildiği Fransa'da biri fakülteye girerken o fakültenin giyim talimatnamesine uymak zorundadır. Fakültelerin, bazı müesseselerin giyim talimatları vardır. Bunları önleyemezsin. Onlar onu öyle görmüşler yazmışlar. 'Böyle yapmakta haksız davranıyorsunuz' dersin, oturma eylemi de yaparsın bunlar senin hakkın ama zorla bu işi yapmağa kalkamazsın.
- Kimse zorla bir şey yapmıyor ki, haklarını arıyorlar?
Zorla yapmıyor ama zor çıkıyor neticede.
- Tepkileri duyan yoksa ne olacak?
Duymazlarsa o devletin işi, buna karışamıyorsun işte.
- Ama bu inanç meselesi ise, inanç özgürlüğü istenemez mi?
Hayır. Şimdi askere giden bir kız ben türbanla gideceğim diyebilir mi? Talimatnamesi vardır. Ona uymak zorundasın. Müesseselerin böyle hakları vardır.
- Bu mudur demokrasi?
Demokrasi başıboşluk değildir. Karl Marks'ı anacağım, Marks diyor ki, 'Hürriyet, zaruretlerin idrakidir' bunu bir kenara yazın.
- Tam tersini düşünün, öyle bir iktidar geldi ki, demokrasi ve devlet adına bir genelge yayınladı, bundan böyle bayanlar başı açık olarak üniversiteye giremezler. Aynı fikirleri savunur musunuz?
Devlet koymuşsa değil, Meclis koymuşsa savunurum.
- Meclis böyle bir yasa çıkarırsa savunur musunuz?
Bitti. Gayet tabii. Yahu sen o zaman halk hakimiyetini savunmuyorsun. Halk hakimiyeti önemli. Demokrasi hakkındaki fikriniz yanlış, demokrasi o değildir, demokrasi disiplinlidir. Fransa bunun örneğidir inanılmaz bir disiplin vardır orda.
- Ama bugün Meclis'in başörtüsünü yasaklayan bir kanunu yok ki?
Zaten her yerde de türban yasağı yok ki, isteyen geziyor dolaşıyor. Belirli yerlere giremiyorsun. Niye çünkü onlar yasaklamışlar. Onlara da karışamıyorsun.
Şimdi sen YÖK'e müdahale edemiyorsun.Çünkü onlar Cumhuriyetin kurumları, nasıl orduya müdahale edemiyorsan ona da edemiyorsun.
- Askerde iken, Silahlı Kuvvetler tarafından hazırlanmış, 'Yıkıcı ve Bölücü faaliyetler' kitabında Mustafa Kemal'in 'Komünizm bir yılandır, görüldüğü yerde başı ezilmelidir' şeklinde bir sözü var. Sizin anlattıklarınızla çelişmiyor mu bu?
Uydurma bir laftır, ben sana bunun tam aksini söyleyen yüz tane Gazi'nin lafını çıkarır getiririm. Mustafa Kemal bolşevikliği de savunuyor, Sosyalist partilerini de savunuyor, hatta Sovyet heyetinin başındaki adama şöyle bir lafı var; 'Bizim komünistlerle bir problemimiz yok. Hatta biz burda bir komünist partisi kurduk, ben de üyesiyim' diyor. Mustafa Kemal Türkiye Komünist Partisi'nin üyesidir. Daha komiğini söyleyeyim. TBMM İçinde kurulan ilk iki partinin ikisi de komünisttir. Birisi Türkiye Komünist Fırkasıdır. Biri de Halk Iştırakıyyün Cemiyeti'nin fırka haline gelmiş şeklidir.
O sizin söylediğiniz hikaye, soğuk savaş döneminde -ismini söylemek istemediğim- tarihçi geçinen ama çok palavrası olan bir arkadaşımızın uydurmasıdır. Böyle birşey yok.Gazi 'Komünizm ezilmelidir' diyemez. Çünkü bütün politikası komünizmle dostluk üzerinedir.
- Politikayı düşünür müsünüz?
Politikayı sevmem,
- Oy vermediniz mi?
Hayır vermem.
- Atatürk'ün Partisi var CHP..?
Atatürk'le ne alakası var CHP'nin. Demin anlatttım sana tüzüğünün nasıl oluştuğunu. Mustafa Kemal neyi kayıp etmiş de onu bulmuş CHP.
DİN ÇATIŞMASI YAPILACAK
- Mihri Belli ile aranız nasıl?
Mihri'yi ben başından beri sevmem. Onlar bizden daha önceki nesilden ama Amerikancıdır.
- Mihri Belli de Amerika'ya karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor..?
Mihri'nin Yunan Komünist Partisi'yle Yunan Komünist Partisi'nin de Amerika'yle arası çok iyidir. Bu ilişkileri bilmek lazım.
- Eskiden sağ-sol kavramlarını kaşıyarak çatışma amaçlayanlar şimdi neyi kaşıyorlar?
Şimdi dini kaşıyorlar. Çünkü yalnız Türkiye'ye mahsus değil dini inançlar. Afganistan'da da aynı şeyi yaptılar o çevrede ılımlı bir müslümanlık meselesini kaşıyorlar, bunu kaşımaya devam edeceklerdir. Hıristiyanlıkta, ümmetçilikten millete geçerken yani burjuvazi iktidar olurken çok ciddi bir değişiklik yaşandı. İslam'da bu yaşanmadı çünkü İslam'da burjuvazi bir türlü çıkmadı. Burjuvazi daha yeni yeni çıkıyor yeni yeni çıkınca da kendine göre bir din isteyecektir.
- Sizce Türkiye'de demokrasi uygulanıyor mu?
Klasik manada sadece Türkiye'de değil, hiçbir yerde demokrasinin olduğu söylenemez. Ben kesin demokrasiden yanayım. Sosyalist demokrasinin de ne olacağını çok rahat tarif edebiliyorum. Sosyalist demokrasi de olabilir. Ülke komünist de olur ama partiler gene olur.
- Gerçek anlamda Laiklik uygulanıyor mu?
Türkiye laiktir ama Türkiye'de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.
- Laikliğin uygulanış şekli de bunda etkili olmuş olamaz mı?
Yoo. Yahu Türkiye'de gerçek anlamda laiklik olmasaydı dindar gözüken partiler iktidar olabilirler miydi?
- Dindar kesim üzerine kurulan baskılardan dolayı kasdettiğiniz partiler oy almış olamaz mı?
Hayır. Halk dış politikanın başka olmasını istiyor, öncekileri tasviye etti bu belki yapar diye... Halk Batı ittifakı istemiyor, Batı'yla anlaşmak istemiyor, iki seçimde de hep bunlar kaybetti.
- Askerin konumu ve müdahalelerini nereye koyacağız?
Bizim geleneksel idare anlayışımız yönetimin güçlü olmasındandır. Biz de herkes, 'Assınlar iki üç kişiyi bak nasıl düzelir herşey' der. Bu bizim mantığımızdır. Biz askeriz unutmayın. Biz Avrupalı değiliz...
– Atatürk'ün dini algılayışı ile bugün kendini Atatürkçü olarak tanımlayanların din algılayışı arasında fark var mı? Bu neden kaynaklanıyor? Aslında Kemalistler, Atatürk'ün gerçek din anlayışını ortaya çıkarmaya çalışanlardır. Gazi, Halk Fırkası'nı kuracağı zaman Anadolu'da halkla buluşarak kuracakları parti ile ilgili soruları yanıtlıyordu. Ve halkın en çok sorduğu sorular dinle ilgiliydi. Ben de bunları okuduğum zaman çok şaşırdım. Gazi'nin bu kadar çok din bilgisi olduğunu zannetmiyordum. Kubilay olayına bakın, Şeyh Said olayına bakın hepsinin arkasında İngiltere vardır. Mustafa Kemal Paşa, din bahane edilerek Türkiye'nin geri kalmasını sağlayanlara karşıydı. Gazi'nin bu çizgisini izleyenlerde gerçek Kemalistlerdir. Gazi, annesi öldüğünde onu İslam kaidelerine göre gömdürmüş ve ziyarette ve mezarının başında dua etmiştir.
– Öyle ama bugün neredeyse her türlü İslami ritüele, laiklik karşıtı eylem olarak tepki gösteriliyor... Ben Fransa'ya gittiğim dönemlerde Türkiye'de Mevlid'in radyoda okunup okunamayacağı tartışılıyordu. Fransa'da ise her Pazar bütün radyolardan Katolik, Protestan hatta Musevi ayini veriliyordu.Bu, Fransa'nın laikliğine bir halel getirmiyordu ki. Şimdi Türkiye'de diyorlar ki 'bu kadar çok cami var'. Olur mu yahu! İstiyorlarsa yapsınlar.
– Ama bugün bazı Atatürkçüler hiç de sizin gibi düşünmüyor. Ben onlara, İnönü Atatürkçüleri diyorum.
– İlkokuldan üniversiteye kadar bütün müfredatta Atatürk'ün hayatı var. Buna rağmen hala 'Atatürk hakkında pek bir şey bilinmiyor' diyorsunuz. Nedir bilinmeyen? O dönem tamamen örtülmüş, saklanmış ve ortaya bir heykel çıkarılmıştır. Her tarafa o heykeli koymuşlar ama o heykelin içini boşaltmışlardır. Mustafa Kemal'den geriye sadece 3-5 vecize bırakılmıştır. Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın, yaptığı işin mahiyetini anlatan 1919'dan 1930'lara kadar sürmüş bir sürü konuşması var. Fakat bunlar yok edilmiş, yayınlanmamış. Kaynak Yayınları, Mustafa Kemal'in bütün eserlerini, çocukluktan ölümüne kadar olan süreci yayınlamaya karar verdi ve bir heyet kurdu. Kurulan heyetin içinde danışman olarak ben de bulunuyorum. Enteresandır 12. ciltte olmamıza rağmen daha 1921 yılındayız. Oysa daha önce yayınlanan 'söylem ve demeçleri' 3 ciltten ibaret. Yayınlanmayan ve aktarılmayanın boyutunu varın siz düşünün.
– Bilinçli bir gizleme var yani. Evet. Çünkü Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye'ye verdiği istikamet ve düşünceleri, etrafındaki insanların istikameti ve düşünceleriyle pek uyuşmuyor. Mustafa Kemal Paşa'nın hiçbir zaman lafa dökülmeyen gerçekleri var ve ben bunları söylediğim zaman bana çok kızıyorlar. Mesela bize yıllarca Mustafa Kemal'in en sadık adamı diye gösterilen İnönü'yü, Gazi görevden almıştır.
– Atatürk ve İnönü arasındaki ihtilafın temel nedeni demokrasi anlayışları mıydı? İnönü ile Gazi'nin arası Serbest Fırka'dan itibaren çok gergindi. Çünkü Mustafa Kemal'in anlayışında çok fikirli demokrasi vardı. Onun tek başına hakim olduğunun söylendiği dönemlerde bakıyorsunuz, Kadro Dergisi yayınlanmaya başlıyor. Kadrocular, Yakup Kadri, Şevket Süreyya ve daha bir sürü adam var. Savundukları fikirler de Sosyalizme çok yakın görünen üçüncü dünyacı fikirler. Birden Kadro kapanıyor ve Yakup Kadri Bey Kabil'e sürgün olarak elçi gönderiliyor. İsmet Paşa ile Recep Peker, bu dergiyi kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Arkasından Serbest Fırka kuruluyor. Gazi'nin çocukluk arkadaşı Ali Fethi Bey getiriliyor Paris'ten. Partinin içinde Gazi'nin kız kardeşi de var. Bu parti de liberalliği savunuyordu. Aslında her şey çok net. Mustafa Kemal, İsmet Paşa'yı tek bırakmak istemiyor ve hem soldan hem sağdan muhalefet kuruyordu.
– Çok partililik konusunda İnönü'nün tavrı olumsuz mu oldu? İsmet Paşa her iki fırkayı da dağıtmak istedi. Hatta Serbest Fırka için İzmir'de olay bile çıkarmıştır.
– Sizce Atatürk politik yelpazenin sağında mı yoksa solunda mı yer alıyordu? Gazi aslında bir demokrasi düşünüyordu. Bu demokrasi içinde kendi partisinin yeri ise solda idi. Eğer Tevfik Rüştü Bey Moskova'ya gönderildiği zaman Üçüncü Enternasyonali kabul etseydi biz de girmiş olacaktık. Fakat Ruslar Mustafa Kemal'i değil, Mustafa Suphi Bey'i istiyorlardı. Mustafa Kemal: 'Biz emperyalistlerin baskısından kurtulup Sovyetlerin baskısına girmeyiz' diyordu. Onlar da Gazi'nin düşüncelerini bildikleri için istememişlerdir.
– Cumhurbaşkanı olduktan sonra İnönü'nün, Atatürk'le ihtilafa düştükleri konularda daha rahat hareket ettiği söylenebilir mi? İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olduktan sonra Gazi ile ihtilaf sebebi olan konuları kendine göre uygulamaya başladı. Bunun kilit noktası 1935 Kurultayı'dır. Halk Fırkası.orada Cumhuriyet adını da alarak Cumhuriyet Halk fırkası oldu. O zaman bir tüzük değişikliği olmuştu. İnönü, Recep Peker'i görevlendirdi. Peker İtalya ve Almanya'ya giderek oradaki partileri inceledi ve bir program hazırladı. İnönü parti genel başkanı sıfatıyla bunu imzaladı ve bu değişiklik önerisi Çankaya'ya götürüldü ve o zamanki Katibi Umumi Hasan Rıza Bey de Mustafa Kemal'e sundu. Programı okuyan Gazi, 'Kim bu zorbalar? ' diye çıkıştı. Çünkü orada önerilen yönetim modeli faşist bir yönetimdi.. O kadar ki Meclis'in üstünde yüksek bir konsey vardı. Paşa, Recep Peker'i ve İnönü'yü çağırır. İnönü, okumadan imzaladığını söyler. Gazi bu olaydan 6 ay sonra Recep Peker'i, bir yıl sonra da İsmet Paşa'yı görevden alır. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olunca o modeli aynen uygular.
– O modelin uygulamasında neler görüyoruz? O zamana kadar Anadolu ve Türklük üzerine araştırma-geliştirme yapan milli bir eğitim sistemi vardı. İsmet Paşa birden okullardaki eğitim sistemini Türk-Osmanlı- Selçuklu tabanından, Yunan-Latin denilebilecek bir tabana kaydırdı. Ve bu, 'Türkiye'nin geleceği', 'İsmet Paşa'nın reformu' gibi propagandalarla kabul edilerek bütün okul kitapları değiştirildi. 1947'de de Tevhid-i Tedrisat Kanunu değiştirilerek tamamen başka bir öğretim düzenine dönmüş olduk.
– Buna da 'Batılılaşma' denildi ve hedef haline getirildi... Gazi'nin bütün söylem ve demeçlerini okuyun 'Garplılaşma' diye bir laf yok. Muasırlaşma diye bir laf vardır. Batı Türklerinin yozlaşması, Tanzimat'la başlar ve aslında biz İsmet Paşa'yla Tanzimat'a döndük. Tanzimat döneminin büyük adamlarından Fuat Paşa padişaha vasiyet bırakarak şöyle diyor; 'İngiltere ile aramızın açıldığını görmektense Osmanlı vilayetinden birini feda etmeyi tercih ederim'. Kafa aynen budur. Şimdi de Kıbrıs'ı feda etmeye çalışıyorlar. Bu aynı kafadır. Bu Tanzimat kafasıdır. Bunun Kemalizmle, cumhuriyetle hiç alakası yoktur.
Atatürk'ün Batılılaşma diye bir hedefi yoktu –'Batılılaşma' diye bir hedefi olmadı mı Atatürk'ün? 'Batılılaşma' Gazi'nin nasıl hedefi oluyor yahu? Lozan'da karşımızdakilerin hepsi Batılıydı zaten. Biz onlarla savaştık. Bizim savaşımız Yunanistan'la değildi ki Batı ile idi. Türkler gözlerini dört açmak zorundalar. Biz Tanzimat çizgisinde Batılı olacak bir kavim değiliz. Ben şuna bakarım, bizim kültürümüz nereden ve nasıl yozlaştırılıyor. Eğer benim memleketimde, şiirimde, musikimde o büyük kültürleri yapan unsurların yerine, yabancı ve bizimle ilişkisi olmayan unsurlar getirilip biz dejenere ediliyorsak o zaman ben ona karşı çıkarım. Bana göre Türk aydınları Türk değildir. Türk aydını sentezci değil kopyacı. Bazı solcular gelip diyor ki abi Küba'da devrim yaptılar. Yahu Küba'nın şartlarıyla senin şartların aynı mı! Küba bir ada. Hepsini toplasan bir avuç insan. Sen bin senelik bir medeniyetin getirdiği bir kavimsin. Ta Tuna'dan Aden Körfezi'ne kadar olan bir bölgede yaşama biçimin var ve bu senin kavminin eseri. Bunun içinde İslamiyet de var.
– Batı'yla ters düşen Mustafa Kemal'in stratejisi neydi? Mustafa Kemal'in genel stratejisi çok netti. Mustafa Kemal döneminde biz çevremizdeki ülkelerle birlikte güçlüydük. Mustafa Kemal'in ilk yaptığı iş Ruslarla, İkinci yaptığı iş Araplarla anlaşmaktır. Sonra sırtını İran'a dayar. Kime cephe almıştır; Batıya! Tehlike oradan gelecektir bunu biliyordu. Gazi ölene kadar Musul, Hatay, Dersim ve 12 ada gibi meselelerden dolayı Batı'yla ihtilaf halindeydik. Gazi bunları önlemek için önce Balkan Paktı'nı, daha sonra da Sadabad Paktı'nı kurar. Bu iki paktın devletleri eski imparatorluk topraklarıydı ve Gazi orada bir konfederasyon sistemini geliştirmeyi düşünüyordu.
– Türkiye'nin, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Atatürk çizgisinden sapmaya uğratıldığı öne sürülebilir mi? 1950'den sonraki dönemi 2. dönem olarak mütalaa etmek lazım. Biri cumhuriyet dönemi diğeri demokrasi dönemi. İki dönem birbirine taban tabana zıttır Cumhuriyet döneminde tam bağımsızlık ve Türkiye'nin çağdaş uygarlığı yakalaması esastır. Ötekinde ise Batılılık, Batıya sığınmak ve Batılı olmak esastır.
Batılı tarikatlar; Masonlar – Batılı paradigmanın yönetimlere bu kadar kolay hakim olması ilginç gelmiyor mu? Türkiye deki Batı hakimiyeti Tanzimat'tan sonra çok usturuplu bir şekilde gelişti. Bu gelişme, Batı'nın üçüncü dünya ülkelerine girerken kullandığı bir takım yan kuruluşlarla olur. Türkiye'de de çok var bundan. Lionslar, Roteryanlar vs. aslında bunlar Batılı tarikatlardır. Adları konmaz, fakat Batı'ya çalışırlar. Oraya üye olduğunuz zaman Batı aleyhtarı bir şey yapmazsınız. Kesinlikle onlarla hareket etmelisiniz. Daha önceki dönemde bunu masonlar yapıyorlardı.
– Sebataistlerin ve Masonların bugün de Türkiye'de yönetimde söz sahibi olmak için büyük uğraşlar verdiği ifade ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir insanı ırkından ve dininden dolayı aşağılamak doğru değildir. Aranacak geçerli neden ne yaptığı ve kime çalıştığıdır. Sebatayların bazıları bu tür işlere alet olmuşlardır. Mesela Cavit Bey ve Filozof Rıza Teyfik Bey Sebataydır. Rıza Bey Sevr'i imzalayan, Cavit Bey'de Gazi'yi öldürmeye kalkan insandır. Gazi, 1920'lerin sonlarında Yargıtay üyelerinden birinin Mason olduğunu öğrenince onu görevden almıştır. Mason localarını kapatmıştır. Mustafa Kemal Paşa öldükten sonra bu locaları İsmet Paşa yeniden açmıştır.
– Erbakan'ın siyaset yasağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunlar bizdeki küçük oyunlar ve öteden beri bunlar yapılır. Asıl mesele Türkiye'de demokrasiyi demokrasi olarak uygulayamayışımızdır.
Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
Atatürk'ün bir tabu haline getirildiği, Atatürkçülüğün ise sadece altı okla tanımlandığı günümüzde Hangi Atatürk kitabı farklı bir çizgi izlemektedir. Attilâ İlhan'ın kitabı, düzen sahiplerinin yaratmak istediği sağcı Atatürk portresine karşı gerçek ve devrimci Atatürk'ü ortaya koyan temel başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. Atatürkçülüğün antiemperyalist, devrimci bir hareket olduğunu vurgulayan ve İnönü Atatürkçülüğü ile Atatürkçülüğü küçümseyen anlayışlarla tartışan İlhan, özellikle genç kuşaklara Atatürk gerçeğini somut olgulara dayanarak anlatmaktadır.
Attilâ İlhan kitabının tamamını iki ana konu etrafında yazmıştır;
1-Atatürkçülük, antiemperyalist bir mücadeledir. Bu özelliğiyle Türk ulusunun mücadelesi mazlum milletlere örnek olan ilk mücadeledir. 2-Atatürkçülük Batıcılığın karşısındadır.
Atatürkçülüğün Antiemperyalizmi
Emperyalizm, kapitalist ülkelerin gelişimini tamamlayamayan ülkeler üzerinde kurduğu sömürü sisteminin adıdır. Emperyalist ülkeler sömürge devletin gerici, tutucu güçleriyle işbirliğine girer. Osmanlı İmparatorluğu'nda emperyalizmin destekçileri saray çevresi ve feodal düzen savunucuları olmuştur.
Dolayısıyla Atatürk önderliğindeki Milli Kurtuluş Mücadelesi sadece emperyalizme karşı verilmiş bir mücadele değildir. Aynı zamanda ülkedeki işbirlikçilerle de mücadele edilmiştir. Attilâ İlhan kitabının önsöz kısmında bu durumu şöyle açıklar; 'Mustafa Kemal'in iç içe eylemi var. Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim, toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşümü...' (sf.13)
Atatürk önderliğindeki halk, emperyalizme karşı Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatarak dünyanın ezilen uluslarına örnek olmuştur. Savaştan yeni çıkmış, yorgun ve her şeyden yoksun Türk halkı bağımsızlığı için cepheye koşmuş ve ezilen halkların ezenleri yenebileceğini göstermiştir. Halkın bu azim ve kararlılığı ise Atatürk'ün devrimciliğinden kaynaklanmaktadır. Atatürk bütün dünyaya devrimci kararlılığın, en güçlü ülkeleri bile yeneceğini göstermiştir.
Attilâ İlhan, Atatürk'ün antiemperyalist mücadelesi hakkında şunları söylemektedir:
'...Dünya sosyalist hareketi, Anadolu İhtilali'ni antiemperyalist bir devrim olarak nitelendirmiş, nitelendirmekle de kalmamış, emperyalizme karşı savaşımında, onu her bakımdan desteklemiştir. Müdafaa-i Hukuk öğretisinin bu temel özelliğini ne unutmalı, ne de unutturmalıyız.
Nedeni belli; değil mi ki Türkiye'nin kuruluş felsefesi böyle antiemperyalist bir felsefedir, emperyalizm elbette zamanla bu felsefenin yaratıcısı ve eyleme çeviricisi olan Mustafa Kemal Paşa'yı aşındırmak, kendi ulusunun gözünde küçük düşürmek isteyecektir, istemiştir de. Daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan, uzun süre yakamızı bırakmayan şeriat isyanları, dinselliğe ve bölücülüğe dayanılarak, antiemperyalist ve demokratik yeNi iktidarın yıpratılması için kullanılmamış mıdır? Dün olduğu gibi bugün de, kullanılmamakta mıdır? Kemal Paşa'nın antiemperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.'(sf.35)
Başta Amerika olmak üzere emperyalist ülkeleri kızdıran kurtuluş mücadelesi ezilen dünya tarafından alkışlanmış, saygıyla karşılanmıştır. Lenin önderliğinde kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bu mücadeleye her anlamda destek vermiştir.
'...Türkiye'nin işçileri çağdaş ulusların yağmaya karşı direnişlerinin hesaba katılması gereken bir şey olduğunu kanıtlamışlardır. Türkiye, emperyalist devletlerce yağma edilmeye öyle bir şiddetle karşı koydu ki içlerinden en kabadayı olanları bile ondan elini çekmek zorunda kaldı.'(sf.34) Lenin'in bu sözleri ezilen sınıf ve ulusların kurtuluş mücadelemize verdikleri desteğin göstergesidir aslında. Mücadelemizin başarıya ulaşması ise ezilen bütün ulusları cesaretlendirmiştir. Atatürkçülük ezilen ulusların emperyalizmle mücadelelerinde onların yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.
Atatürkçülüğü Küçümsemeye Çalışanlar
'Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.' diyen Mustafa Kemal, bütün kurumları emperyalist ve feodal artıklardan temizlemiş ve her alanda tam bağımsızlıkçı bir politika yürütmüştür. Fakat bu anlayış, onun ölümüyle son bulmuştur. İnönü iktidarıyla tekrar Batıcı anlayış içerisine girilmiştir.
1938'den sonra iktidarı ele geçiren Batı taraftarları Atatürkçülüğün içini boşaltmışlar ve Milli Mücadele önderini, reformist bir put haline getirmişlerdir. Sağ ve sol kesimlerce de insafsızca eleştirilen Atatürkçülük, bir burjuva diktatörlüğü olarak nitelendirilmiştir. Atatürkçülüğün antiemperyalist yönü ise unutturulmaya çalışılmıştır.
Atillâ İlhan, kitabında bu eleştirilere yer vermiş ve Atatürkçülüğü küçümseyen bu bakış açısının tutarsızlığını göstermiştir bizlere:
'Birincisi bazı delikanlılarımızda fark ettiğim, cumhuriyeti küçümseme eğilimi. Bunlara bakarsanız, Mustafa Kemal hiçbir şey yapmamış, cumhuriyet Anadolu halkının kaderine hiçbir değişiklik getirmemiş, hep yerimizde saymışız; o kadar ki bugün herhangi bir üçüncü dünya ülkesi bile bizden ilerde bulunuyormuş! bu iddialar ipe sapa gelmez iddialardır...' (sf.29)
Anadolu halkı, devrimci bir bilinçle hareket ederek kaderini değiştirmiştir. Anadolu İhtilali, yüzyıllarca ezilen Anadolu halkının emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine verdiği cevaptır.
Atatürkçülüğe yöneltilen diğer bir eleştiri ise şudur; Cumhuriyet rejiminin gerek sanayide gerekse eğitim ve öğretimde gösterdiği gelişme doğal bir gelişmedir. Her ülkede böyle bir ilerleme yaşanır. Attilâ İlhan bir soruyla karşılık verir bu eleştiriye; '...Osmanlı rejimi, son iki yüzyıl içerisinde acaba neden zaman içinde doğal ilerlemeyi gösterememiş de, batmıştır? Bizi de batırmıştır? ...'(sf.30)
Devam ediyor Attilâ İlhan: '...birisini küçümsemek istediler mi, dudaklarından aynı kelime dökülüyor! Atatürkçü. Aslında küçümsediklerinin Mustafa Kemal'le de, onun savunduklarıyla da alakası yok, 1950'den bu yana ülkemizde görmeye alıştığımız o biçimsel Atatürkçüler yok mu hani, Amerikan Soğuk Savaşı'nı Mustafa Kemal'in Müdafaa-i Hukuk doktrini yerine koyan, aşırı uçlar edebiyatını icat eden, Jeep'lerde Kemal Paşa'nın büstünü gezdirip halkı selam vermek zorunda bırakan, işte onlar. Gel gör ki, Mustafa Kemal'i de, antiemperyalist kurtuluş savaşını da, teokratik bir iktidarı halk rejimine dönüştürerek, toplumsal iktidarın yapısını değiştirişini de es geçip, doğruyla yanlışı birbirine karıştırıyorlar.' (sf36)
İnönü Atatürkçülüğü
Attilâ İlhan, kitabının bir bölümünde İnönü Atatürkçülüğüne değiniyor. İnönü'nün uyguladığı politikaların Atatürkçülükle uzlaşmadığını vurguluyor. 1939'da İngiltere ve Fransa ile yapılan ittifak, IMF'ye üye oluş ve Batıcı eğitim modeli bağımsızlığımızdan verdiğimiz ilk ödünlerdir. İnönü döneminde 'çağdaş uluslar seviyesi', Batı uluslarının seviyesi şekline dönüştürülmüş ve Batılılaşma cereyanı başlamıştır. Türk kültürünün küçümsendiği bu dönem, Yunan-Latin klasiklerinin Türkçe'ye çevrildiği dönemdir.
Attilâ İlhan, İnönü Atatürkçülüğünü İnönü diktası olarak nitelerken çok yerinde bir göndermede de bulunuyor günümüz solcularına: '40 yıllarında İnönü diktası, Mustafa Kemal hareketinin antiemperyalist niteliğini unutturmaya çalışırken, bunun altını çizen kimlerdi bilir misiniz? Cezaevinde süründürülen, sürgünden sürgüne gönderilen solcular. Açın o yıllarda yayınlanmış dergileri, gazeteleri, açıkça görürsünüz. Buna ne hacet, Nâzım Hikmet 'Kurtuluş Savaşı Destanı'nı tam da o yıllarda yazmamış mıdır? Tarihin şu garip cilvesine bakın ki, 70 yıllarının solcuları Kurtuluş Savaşı'nın antiemperyalistliğine dudak büküyorlar...' (sf.33)
Atatürk ne bir burjuva diktatörü ne de dine savaş açmış biridir. Atatürk'ü bu şekilde tanımlayanlar bir takım dogmatik fikirlere saplanıp kalmış zavallıdır. Peki, kimdir Atatürk? Atatürk, tarihe müdahale etmiş bir ulusal kurtuluş savaşçısı, bir devrimcidir. O, 1919'da Samsun'a hareket ederken de, hakkında idam fermanı çıkartılırken de sadece Türk ulusunun bağımsızlığını düşünüyordu.
'Ya istiklal ya ölüm' sözleri boşa sarf edilmiş sözler değildir. Bu sözler, Kuvayı Milliye örgütleyicisinin zafer sözleridir. Atatürkçülük ise ezilen ulusların emperyalizmle mücadelesindeki yol göstericidir.
Attilâ İlhan ise Atatürkçülüğü şöyle açıklar: 'Günümüzde Atatürkçü olmak, Mustafa Kemal'in gerçekleştirdiği ulusal demokratik devrimi, toplumsal sürekli değişme içerisinde, bir sonrakine ulaşmak için geçerli bir birikim, bir aşama saymakla başlar.(...) Türk ulusu, ulusluğunu saldırgan emperyalist sisteme karşı savaşarak elde etmiştir, bu da Müdafaa-i Hukuk doktrinini, ülkenin sonraki yaşantısı için geçerli ve sürekli kılar.' (sf.37)
Milli Bağımsızlık Politikası Olarak Devletçilik ve Halkçılık
1838 yılında İngiltere ile imzalanan bir ticaret antlaşması Osmanlı'yı Batının açık pazarı haline getirir. Arkasından azınlıklardan oluşan işbirlikçi burjuvazinin güvenliğini sağlayan Tanzimat ve Islahat Fermanları imzalanır. Dış borçların artmasıyla Düyun-u Umumiye kurulur. İşte Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan miras!
Ekonomik anlamda bağımsızlığını yitiren bir ülke, her anlamda sömürgeleşmeye mahkumdur. Bundan dolayı, Atatürk, bağımsız bir ekonomi kurmayı öncelikle hedef olarak seçmiştir. 1930'dan sonra devletçilik ve planlı ekonomi ülkenin ekonomik politikasını oluşturur. Ekonomide 5 yıllık sanayi planları uygulanır.
Atatürk'ün devletçilik programı Attilâ İlhan tarafından 'Devlet sosyalizmi' olarak nitelendirilmiştir. Ekonomide izlenen yol devletçilik ve halkçılık ilkeleri doğrultusunda, halkın ihtiyaçlarına cevap verir nitelikteki uygulamalardır. Kapitalist ekonominin yarattığı burujuvaziyi yaratmak değildir amaç. Amaç, halkın ihtiyaçlarına cevap verecek ve halk arasındaki dayanışmayı arttıracak bir ekonomik sistemdir.
Attilâ İlhan kitabındaki bazı bölümlerin sonuna eklediği 'meraklısı için notlar' kısmında Atatürk'ün kalkınma modeli için şunları söyler: 'Mustafa Kemal Paşa'nın kalkınma modeli yabancılardan en çok da yabancı sermayeden mümkün mertebe uzak durmaya, ülkenin kendi olanaklarına güvenmeye dayalıdır. Türkiye yoksuldu, sermayesi kıttı, bırakın teknik kadroları klasik anlamda yeterince tüccarı bile yoktu, ne var ki bu yokluklar müdafa-i hukuk iktidarlarını yıldırmıyordu. Başından itibaren ekonomiyi Türkleştirmek sürecine girmişlerdi. Bunda direndiler...' (sf.149.)
Mazlum Milletlerin Kurtuluşunda Atatürk Milliyetçiliğinin Önemi
Atatürk milliyetçiliği, Atatürkçülüğün temel unsurlarındandır. Çünkü teokratik yönetime ve sömürüye karşı ulusal egemenliği ve tam bağımsızlığı sağlamıştır. Günümüz solcularınca ırkçılıkla eş tutulan Atatürk milliyetçiliği, Batı karşıtı bir mazlum milletler milliyetçiliğidir.
Attilâ İlhan'ın da Atatürk milliyetçiliği bölümünde ele aldığı milliyetçilik bu düşünceleri destekler mahiyettedir: '...Müdafaa-i Hukuk milliyetçiliği gerçekte bir mazlum milletler milliyetçiliğidir, dolayısıyla antiemperyalist, antikolonyalisttir.' (sf.77)
Atatürk milliyetçiliği insanlığı temel alan bir milliyetçiliktir. Dolayısıyla dil, din, ırk farkını reddeden bir mazlum milletler milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: '...Türkiye önemli ve büyük bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.'(1922)
Batı, sömürüyü, bir ulusun dilini ve tarihini yok ederek gerçekleştirmiştir. Atatürk milliyetçiliği ile bu durumun önüne bir set çekilmiştir. Ulus bilincini oluşturmanın yoluysa Batıdan kopuş, öze dönüş olmuştur. Batının tarih anlayışı reddedilmiş ve ulusal tarihi oluşturabilmek için Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Türk Dil Kurumu da böyle bir çabanın ürünüdür.
Atatürk milliyetçiliğinin oluşturduğu ulus anlayışını Attilâ İlhan şöyle ifade eder: '...İnsan gruplarını ırksal kökenlerine göre ayırmaz da, tarihsel yazgı beraberliklerine, ekonomik ortaklıklarına, kültür birikimlerine göre birlikte düşünürsen, çağdaş ulus anlayışı ortaya çıkar, bunda da esas yurttaşın kendini içinde yaşadığı ulusun hissetmesidir, böyle hissetti mi, bitti, o ulusun çocuğudur, ama şu ya da bu asıldandır, farketmez.' (82)
Ana hatlarını çizmeye çalıştığımız 'Hangi Atatürk? ' kitabı günümüze ışık tutar niteliktedir. Herkesin Atatürkçü geçindiği bir dönemde yaşıyoruz. Amerika'nın onayıyla 1980'de darbe yapan Kenan Evren, kendisine 'Atatürkçüyüm diyebiliyor. Diğer taraftan okullarımızda 'Tören Atatürkçüleri' ya da 'Rozet Atatürkçüleri' yetiştiriliyor. Atatürkçülüğün antiemperyalizmi ve devrimci yönü ise unutturulmaya çalışılıyor.
Sistem, Atatürk'ü bizlere bir put olarak sunmaktan geri durmuyor. Atatürkçülük ise Batıcı bir çağdaşlaşma hareketi olarak sunuluyor. İşte Attilâ İlhan, bu noktadan hareket ederek, Atatürkçü olmanın antiemperyalist ve Batı karşıtı olmakla aynı anlama geldiğini vurguluyor defalarca.
Şiir Kitapları: Duvar, Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Belâ Çiçeği, Yasak Sevişmek, Tutuklunun Günlüğü, Böyle Bir Sevmek, Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı, Ayrılık Sevdâya Dahil.
Romanları: Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Kurtlar Sofrası, Fena Halde Leman, Haco Hanım Vay, Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadette Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz.
Öykü Kitabı: Yengecin Kıskacı.
Gezi Notları: Abbas Yolcu.
Senaryo: O Sarışın Kurt.
Denemeleri/Anıları: Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler, Gerçekçilik Savaşı, İkinci Yeni Savaşı, Faşizmin Ayak Sesleri, Batı'nın Deli Gömleği, Sağım Solum Sobe, Ulusal Kültür Savaşı, Sosyalizm Asıl Şimdi, Aydınlar Savaşı, Kadınlar Savaşı, Hangi Sol, Hangi Batı, Hangi Seks, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Edebiyat, Hangi Laiklik, Hangi Küreselleşme, Bir Sap Kırmızı Karanfil, Ufkun Arkasını Görebilmek, Sultan Galiyef.
Hakkındaki Kitaplar/Söyleşiler: Tarih Öncesi Yazıları (hazırlayan İbrahim Oluklu, Jaycees Balıkesir Genç Müteşebbisler Derneği Yayını, 1998) , Yalnız Şövalye (hazırlayan Zeynep Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996) , Edebiyat Dünyasından Attilâ İlhan'a Mektuplar (derleyen Belgin Sarmaşık, Otopsi Yayınları, 2001) , Attilâ İlhan'la 1000 Saat (Erol Manisalı, Bilgi Yayınevi, 2001) , Mavi Adam/Attilâ İlhan'la Söyleşiler (Zeynep Aliye, Bilgi Yayınevi, 2001) , Attilâ İlhan'da Kültür Sorunsalı, (Gönülden Esemenli Söker, Bilgi Yayınevi, 2002) , Nam-ı Diğer Kaptan/Attilâ İlhan'ı Dinledim (hazırlayan Selim İleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001) .
Ülkemize asıl tehdidin Batı’dan geldiğini söyleyen yazar Attila İlhan ile röportaj:
Sayın İlhan, Türkiye nereye gidiyor? -Merak etmeyin, Türkiye kötü bir yere gitmez. Bu memleket ayakta. Ayakta ve uyanık olan bir memleketi yıkamazlar. Bu olayı Kuva-i Milliye Kurtuluş Savaşı’nda kanıtlamıştır.. O zaman Türkiye’de on senedir savaşan aç ve sefil bir millet vardı. Buna rağmen başardık. Halbuki biz şimdi 70 milyonun üzerinde, gayet güçlü, kuvvetli, ekonomisi dünyanın ilk 20’si içinde, Silahlı Kuvvetleri ilk 10’un içinde olan güçlü bir devletiz. Böyle bir devletin ve halkın esir olması, bölünmesi, parçalanması mümkün değildir. Bunu başaramazlar. Amerikalılar filmlerde her yeri zabt ederler. Halbuki gerçek hayat öyle değil. Girdikleri her yerde dayak yiyorlar. Vietnam’da dayak yediler. Kore’de biz kurtardık. Afganistan’da, Irak’ta hala dayak yiyorlar. * Bu ülkelerde henüz iş bitmedi mi? -Ne Afganistan’da ne de Irak’ta iş kolay kolay bitmez. Çünkü bir kere Afganistan Avrasya ülkesi. Bir de Amerika’nın her yere aynı anda müdahale gücü yok. İşte görüyorsunuz, İspanya’da üç tane treni bombaladılar, İspanya kaçıyor. Şimdi Polonya kaçacak. Amerika’nın Irak’ta şansı yok. * Avrupa Birliği Türkiye’yi içine alacak mı, almayacak mı? -Keşke almasa. AB meselesinde es geçilen bir nokta var. O da ABile ABD müttefik, ama rakip. Çünkü Kıbrıs meselesini şu anda fişekleyen ABD değil, AB. * AB niye Kıbrıs meselesini fişekliyor? -Çünkü ABDve İngiltere’nin Kıbrıs’ta askeri üssü var. Almanya ve Fransa’nın üssü yok. Onlar da üs sahibi olmak istiyorlar. Kıbrıs’ta askeri üs sahibi olmanın çok önemi var. Kıbrıs adası; Akdeniz’de sabit bir uçak gemisi. Oradan ulaşamayacağın yer yok. Bir kere Süveyş’i kapatırsın, ikincisi İsrail’e ve Ortadoğu’ya hakim olursun. Üçüncüsü Anadolu’ya hakim olursun. İnanılmaz stratejik bir yer orası. Onun için ABkafayı oraya taktı. Aslında ABDile İngiltere, Almanya ve Fransa’nın Kıbrıs’a gelmesinden o kadar da memnun değil. * Halkımız, AB’ye girersek, İmam-Hatiplerin önündeki engellerin giderileceğini, türban yasağının kalkacağını, insanların refah içinde yaşayacağını, işsiz insan kalmayacağını, kısaca bütün sorunların çözüleceğini zannediyor. Siz ne diyorsunuz? -Rusya Devlet Başkanı Putin’in Başdanışmanı Albert Çernişev, bizimkilere dedi ki; “AB’ye güvenmeyin. Kapısını çalmayın. Gelin aramızda anlaşalım. Bu işi Asya’da halledelim. O zaman onlar gelecek bize” Adam haklı. O zaman öyle büyük bir güç olacaksın ki, koskoca bir Avrasya pazarı düşünün. Bütün mallarımızı tek başına Rusya ya da Çin satın alabilir. Şimdi sen bu kadarını bırakıyorsun, ordan bir ekmek atacaklar diye Batı’nın kıçında dolaşıyorsun. Onlar da seni inim inim inletiyorlar. Bu bir kere haysiyetine dokunuyor Türkiye’nin. Şimdi bugün aynen Tanzimat döneminin mandacıları gibi bir devletin kıçına takılıyoruz. AB,Hıristiyan birliği * Tanzimat mandacıları mı? -Evet, aynen mandacı zihniyeti bu. “Aman, o bizi korur”. Ulan sen kendini korursun. Sen güçlü bir devletsin. Kısaca bizi AB’ye almazlar. Çünkü Avrupa Birliği’nin kuruluş amacı Sovyet Rusya’ya karşıydı. Amerika da onları destekledi. ABbayrağına 12 yıldız koydular. O 12 yıldız Hz. İsa’nın 12 havarisini temsil ediyor. Bu bir tesadüf değil. Hıristiyan Birliği. Üye devletlerin sayısı artıyor., yıldızlar hala 12’de duruyor. Gizli-saklı değil, ortada olan bir olay bu. İngiliz Başbakanı çok net olarak diyor ki: “Türkleri Avrupa’ya ancak Hıristiyan olduklarında alabiliriz” Hıristiyanlar, dinlerini çok ciddiye alırlar. Onunla dünyayı kurtaracaklarını sanırlar. Şunu hiç unutma, 20. yüzyıl onların “Kara yüzyılı”dır.. * Yani onun rövanşını mı alıyorlar bizden? -Evet, onun rövanşını almaya çalışıyorlar. Çünkü Sovyet ihtilali ile Anadolu İhtilali, 83 bloklu üçüncü dünyayı ortaya çıkardı. Bu 2 büyük kitle onları Batı Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya sıkıştırdı. Oraya sıkışınca, korktular. Şimdi onun öcü bu. Dağıtmaya çalışıyorlar. * Bunları bazı güç odakları bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa neden engel omuyorlar? -Hepsi biliyor, ancak işte asıl sorun buradan kaynaklanıyor. Bence çekiniyorlar. Aslında çekinecekleri bir şey yok. Çünkü emperyalizmi savunan medya çöküyor. Kontrolü kaybetmeye başladılar. Bunun ilk belirtileri özel televizyonlarda görülmeye başlandı. Sürekli adam çıkarıyorlar. Şu anda hepsi kötü durumdalar. Birçoğu devlete borcunu ödeyemiyor. Gazetelerin de durumu kötü. Onlar belli bir partiyi sevdiklerinden değil, para koparabilmek için o partiyi destekliyorlar. * Türkiye nasıl kurtulur? Eğitim, savunma ve iktisat mutlaka milli olmalı. NATO’ya girince herşeyin halledildiğini sandık. Kıbrıs meselesi ortaya çıkınca uçaklarımızı kullanmaya kalktık. Johnson’dan İnönü’ye tehdit ve hakaret dolu bir mektup geldi. Bu mektuptan sonra duvarlara “Kendi uçağını kendin yap, kendi silahını kendin yap” sloganları yazıldı. İşte doğrusu bu. Onlar sömürge aydınları * KKTC’de yapılacak referanduma ABD ve AB’nin müdahale edeceği, oyların dolarla satın alınacağı söyleniyor. O zaman Kıbrıs davamız bitti mi sayılır? -Ben KKTC dahil, hiçbir olayın bitmeyeceğini düşünen bir insanım. Türkiye’de her zaman 2 X 2 = 4 değil, 5 edebilir. Irak fotoğrafına iyi bakın. Emperyalistler Irak’a sonunda girebildiler, ancak olay henüz bitti mi? Bitmez. “Rusya’yı ele geçirdik” sanıyorlardı. Şu anda Rusya’dan korkuyorlar. Çünkü Rusya nükleer, dev güç. * Anti emperyalist düşünceleri savunanları istiskal edercesine “Üçüncü dünyacılar” diyenlere bir sözünüz yok mu? -Onlar sömürge aydınları. Bunlar her şeye ihanet eden hain. Bunların üstünde durmaya bile gerek yok. Çünkü halkımız doğruyu yanlıştan çok iyi ayırıyor. * Gerçekten ayırabiliyor mu? -İnanılmaz bir şey. Ben bunu şahsımdan biliyorum. Beraber başladığımız yazarların büyük bir kısmı yolda kaldılar. Ben niye devam ediyorum? Çünkü halk biliyor ki, Attila İlhan, kendi aleyhine de olsa doğruları yazar. Yalan söylemez. Gerçek Atatürkçüler ortaya çıktıkça sahte Atatürkçüler dehşete kapılıyor. Zaten Atatürk yaşasa bu sahtekarları duman eder. Biz Kurtuluş Savaşı’nı Yunanlılara karşı yapmadık. Biz Kurtuluş Savaşı’nı emperyalistlere karşı yaptık. Yani Batılılarla savaştık. Lozan anlaşmasında karşımızda kim var? İyi bakın., Lozan’da karşımızda İngiltere ve Fransa var, İran yok. Yanımızda bize destek olan ise Rusya. Daha geçenlerde Rusya DevletBaşkanı Putin’in Danışmanı Albert Çernişev Türkiye’ye geldi ve: “Avrasya’nın sınırları Türk Kıbrıs’tan başlar” dedi. Ancak bunu sömürge medyası görmedi. Adam İstanbul’dan Ankara’ya, oradan Kıbrıs’a gidip aynı şeyleri söyleyecekti. Ama bizimkiler onlara yüz vermiyorlar. Batı’dan kazık yiyoruz * Türkiye’yi yönetenler deli mi, yoksa akıllı da bilerek mi böyle yapıyorlar? -Hayır, hayır, Türkiye’yi şu anda yönetenlerin öncekilerden farkı, emperyalizme daha angaje ve daha cesur olmaları. Yani açık açık söylüyorlar. 1950’den beri Batı’dan kazık yiyoruz. Bu kazıkları yöneticilerimiz sineye çekiyorlar. Her şeyimiz baltalanmış. Ekonomi, savunma ve eğitim Batı’nın kontrolünde. * Mesela 1940’ta bir dolar kaç liraydı? -Ne doları, ne Euro’su. O zaman dövizin esamisi okunmuyordu. 100 Türk lirası ile Fransa’ya gidiyorum. Napoli limanında parayı bozdurmak istedim. Kambiyonun önü çok kalabalık. Veznedarlardan birine elimdeki parayı gösterdim. Adam yerinden kalktı, o kalabalığı yararak beni aldı, bir odaya götürdü. 100 Türk lirasına karşılık tam 120 bin Frank para verdi. Ben o parayla Paris’te 2 ay geçindim. Çünkü o M. Kemal’in 100 lirasıydı. * Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya? Laiklik, Gazi’nin ölümünden bir yıl önce, 1937’de anayasaya giriyor. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti 1920’de kuruluyor. Şimdi bakınız, Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya? Emperyalist Batı’dan yana olanlara. İslam’ı irtica olarak anlasa, yanına Akif’i alır mı? Onun yazdığı şiiri İstiklal Marşı ilan eder mi? * Gazi’nin parası ne zaman bozulmaya başladı? -İsmet İnönü devrinde bozulma başladı. Ancak sadece paramız değil, Gazi döneminin güvenlik stratejisi de değişti.İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca o sırada tek dostumuz olan Sovyet Rusya, “Durum ne olacak? ” diye yüksek rütbeli bir diplomatını (Potentin’i) Ankara’ya gönderiyor. Potentin, Dışişleri ve İsmet Paşa ile görüşüyor. Net bir cevap alamıyor. Yani Gazi’nin döneminde olduğu gibi “Tamam, dostluğumuz devam ediyor. Batı’ya karşı beraberiz” demiyorlar. Bunun üzerine Potentin gidiyor. Durum kötü. Hitler ve Mussolini Avrupa’yı tehdit ediyor. Harp çıkacak. Ruslar, Hitler’den çekiniyor. Bizimkiler garanti vermiyor. Ruslar Almanlarla anlaşıyor. İnönü de gidiyor Fransa ve İngiltere ile ittifak imzalıyor. Bugün çektiklerimiz o ittifakın sonucudur. Yani o ittifak olmasaydı, biz yine bağımsız, tarafsız bir devlet olacaktık. * Batılılaşma Gazi’yle başlamıyor mu? -Hayır hayır, Gazi Paşa’nın ağzından hiçbir zaman “Garplılaşacağız” sözü çıkmıyor. Gazi bütün nutuklarında “Muasır millet olacağız” diyor. “Muasırlaşma”nın muadili “Çağdaşlık”tır. “Batılılaşma” değil. Çok vahim yanlış yapıldı * Gazi’nin “Muasırlaşma” sözü ne zaman “Batılılaşma” şeklinde yorumlanıyor? -İsmet Paşa’dan itibaren. Biz Lisede okurken ders kitapları değiştirildi. Türk şairleri ve edibleri yerine Yunan filozoflarına ve şairlerine ağırlık verildi. Çok vahim yanlış yapıldı. Devlet kurulur kurulmaz Gazi’nin en büyük jesti Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nu kurmasıdır. Gazi’nin döneminde okutulan kitapları okuyanlar, ulusalcı, memleketini seven, tarihini seven insanlar olarak yetiştik. Yaş olarak Erbakan, Demirel, Ecevit, ben hep aynı kuşağın insanlarıyız. Hatta Adnan Menderes. * Ancak aynı fikirde insanlar değilsiniz. Öyle değil mi? -Karşıt fikirlerde olabiliriz, bir noktada aynı düşüncedeyiz. O da: “Türkiye büyük bir devlettir, büyük bir devlet olmalıdır, büyük bir devlet olarak kalmalıdır” Bu noktada aramızda ihtilaf yoktur.. İhtilaf olmadığı için aynı şeyi Batı’ya karşı bugün de yapabiliriz diye düşünüyorum. Gazi’nin yaptığı gibi. * Gazi’nin etrafında o zaman kimler var? -Gazi’nin etrafında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Akif, Mustafa Suphi. Yani Gazi, Türkçüleri, İslamcıları, Solcuları yanına alarak Batı’ya karşı birlikte savaştı. Bu memleketin İstiklal Marşı’nı Mehmet Akif yazdı ve buna kimse itiraz etmedi. Çünkü Türkler işler zora geldiği zaman birleşir. Bu çok sinsi bir tuzak * Şu anda Türkiye’de bu birlikteliği kurmak mümkün mü? -İşte ben bunu söylüyorum. Partisi ve zihniyeti ne olursa olsun, Türkiye’de aslında 2 grup var. Emperyalist Batı yanlıları ile emperyalizme karşı Türkiye’den yana olanlar. Türkiye’de bu 2 grubun mücadelesi yaşanıyor. Lozan’daki gibi. Şu anda da Sosyalist partiler ikiye bölünmüş. Batı’dan yana olanlar, Türkiye’den yana olanlar. * Ya Müslümanların durumunu nasıl görüyorsunuz? -Onlar da bölünmüşler. Bir grup emperyalizme karşı Müslümanlar. Öteki grup ise “Canım Müslümanız, ama, Batı’yı, ABD’yi de küstürmeyelim. Hatta bir vilayeti verelim gitsin” diyenler. * Şu anda batıya karşı mücadele verilirken, birtakım odaklar hala üniversiteye gitmek isteyen kızların başörtüsü ile uğraşıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? -Bu çok sinsi bir tuzak. Türkiye’nin meselesi emperyalist Batı’ya karşı mücadele olmalıdır. Bağımsızlığını kazanan Türk milletinin önüne başka bir konu koymuşlar. Nedir o? Laiklik. * Laikliği Gazi getirmedi mi? -Laiklik, Gazi’nin ölümünden bir yıl önce, 1937’de anayasaya giriyor. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti 1920’de kuruluyor. Şimdi bakınız, Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya? Emperyalist Batı’dan yana olanlara. İslam’ı irtica olarak anlasa, yanına Akif’i alır mı? Onun yazdığı şiiri İstiklal Marşı ilan eder mi? Ben 1930’lu yıllarda Konya’nın Ilgın kazasında yaşadım. Orada kadınlar örtülüydü. Kimse kimseye bir şey demezdi. Yasak olsaydı, orda da uygulanırdı. Bana göre, Türkiye’de emperyalizme karşı mücadeleyi zayıflatmak için Türk halkını böyle yasaklarla oyalıyorlar. Laikliğin ön plana çıkarılmasının sebebi; Türklerin Batı’ya karşı anti emperyalist tavra girmemesini sağlamaktır. Türkiye’nin meselesi “Laiklik mi-değil mi” meselesi değildir. Türkiye’nin meselesi tam bağımsızlıktır. Ekonomisini ve kültürünü kurtarmak meselesidir. Bütün gücümüzü buna yöneltmek zorundayız. Bunun içinde yapılması gereken şey bir ulusal cephedir. Bu ulusal cephede herkes var. * Kartel medyasının ulusal cepheye bakışını nasıl buluyorsunuz? -Medya ülkenin satışına hazırlandı. Bu oyun önce Rusya’da oynandı. Ondan sonra Yugoslavya’da oynadılar. “Böl, parçala, yut” oyunu her yerde oynanıyor. Yaptıkları gayet basit: Partileri ve basını satın alıyorlar. İktidara hangi parti gelirse gelsin, emperyalistlerin sözü geçiyor. Partileri, gazeteleri, televizyonları ve sivil toplum kuruluşlarını ele geçirince o ülkeyi ele geçirmiş oluyorlar. Etrafımızı kuşattılar * ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamına Türkiye’de giriyor mu? -Elbette giriyor. Etrafımızı kuşattılar. Sıra bizde. Türkiye’yi bölmeyi, bugünkü topraklarımız üzerinde 4-5 devlet kurdurmayı düşünüyorlar. Fakat bu amaçlarına eremeyecekler. Çünkü doğuluları tanımıyor. Doğuluların en büyük özelliği vatan ve namus uğruna ölümü göze almaları. Vietnam’da, Afganistan’da rezil oldu. Irak’ta rezil olacak. Türkiye’nin de içinde bulunduğu proje yeni değil. “Birleşik Amerika’nın 21. yüzyıl Güvenlik Stratejisi” diye 150 sayfalık bir belge var. Bu belge Türkçe’ye çevrildi. Yetkili makamlarda da var. O belgede adam açıkça diyor ki: “Dünyaya hakim olacağım. Bütün dünyanın petrol rezervleri Ortadoğu ve Asya’dadır. Burada şu kadar milyar varil petrol yatıyor. Bunun üzerindeki devletler de koftidir. Ben oralara girip demokrasi yapacağım” Cihet-i Askeriye yeni gördü * Amerika girdiği yere demokrasi götürüyor mu? -Onun anladığı şekilde bir demokrasi götürüyor. Bizim bildiğimiz demokrasiyi değil. Ülkemiz üzerinde asıl fırıldakları Batı’nın çevirdiğini Cihet-i Askeriye yeni gördü. Bunlar herkesin bildiği olaylar. Saratoga’dan atılan füzelerle Muavenet muhribimizin vurulması. Eşref Bitlis Paşa’nın uçağının düşürülmesi ve şehit edilmesi. Bunları herkes biliyor. ABD bize uçak satıyor, roket satıyor, bilgi sayar sistemini vermiyor. Çünkü o uçağın içine öyle bir düzenek koyuyor ki daha uçak havalanmadan bir düğmeye basıyor. İnfilak ettiriyorlar. Her şey Milli olacak * Böyle müttefik olur mu? -Onlar başından beri ittifak amacıyla gelmediler ki. “Eğitim gönüllüleri” adı altında ülkemize gelen misyonerler Türkiye hakkında raporlar verdiler. “Hangi kavimlerin nerede yaşadığını, aralarındaki inanç ve mezhep farklarının neler olduğunu ve bunları birbirine nasıl düşürebiliriz? ” diye raporlar hazırladılar. Adamlar “Türkiye’den kaç devlet çıkar” ın hesabını yapmışlar. * Size göre Türkiye’nin kurtuluş reçetesi nedir? -Eğitim, savunma sanayi ve iktisat mutlaka milli olmalı. Biz NATO’ya girdiğimizde herşeyin halledildiğini sandık. Kıbrıs meselesi ortaya çıkınca uçaklarımızı kullanmaya kalktık. Johnson’dan İsmet İnönü’ye 1963 yılında tehdit ve hakaret dolu bir mektup geldi. Bu mektuptan sonra duvarlara “Kendi uçağını kendin yap, kendi silahını kendin yap” sloganları yazıldı. İşte doğrusu bu. Habuki Gazi’nin sağlığında uçak fabrikası kurduk, Hollanda, İspanya, Suriye ve Irak’a uçak sattık. Sonra “Batı’yla ittifak yaptık” diye bunları bırakıyorlar. İşte bu Tanzimat kafası. Çünkü Tanzimatçı Ali Paşa Padişah’a tavsiyesinde diyor ki: “Padişahım, donanmayı elimizde tutmak, beslemek zor ve masraflı bir iş. Bunu özel sektöre devr edelim.” * Donanmayı mı? -Evet, şimdi aynı şeyler olmuyor mu? Tersaneler kapatılıp müzeye çevrilmiyor mu? Patrikhane’nin etrafındaki binaları kimlerin aldığını, konut yapımına neden açılamadığını bilmeyen var mı?
başımız sağolsun TRT2 izleme sebebimizi kaybettik...
AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
Attila ölür
KAYBETTİK:((((((((((((((((((((((((((
don değiştirir gibi akım değiştirme adetini başlatan ulu bilge
şarabın
gazabından kork
çünkü fena
kırmızıdır
kan tutar,
tutan ölür
........
boynnuna o yeşil fuları sarma çocuk
gece trenlerine binme
kaybolursun
sokaklarda mızıka çalma çocuk
vurulursun...
sen sevdiğiin için severim
senin ustan olduğu için benim de ustamdır
unutmadan
kimi sevsem sensin..
o kadar çok şey çağrıştırıyor bu usta ki bana.. şiirleri, öyküleri, yaşamı ve tabi güzelim üslubu.. bin saat dinlesem bıkmam.. ve tabi...
ben sana mecburum bilemezsin..
adını mıh gibi aklımda tutuyorum..
Keşke her polis onun gibi olsa...
Eski solculara göre, polis.
Attila İlhan ın kitaplarını okuyorumda nede güzel bitiriyor sonlarını.Her seyi açıkca kanıtlayıp madde madde sunmması,en son kararıda okuyucuya bırakması muhteşem keyif veriyor.Bu tadı HANGİ SOL da bulabilirsiniz.
hangi atatürk adlı kitabını okuyorum kendisini televizyondan takip ettiğim kadarıyla,
o bir vatansever, o bir türkiye hayranı, muhteşem bir yazar, muhteşem bir şair, muhteşem bir tarihçi, sanıyorum bu ülke böyle insanlar sayesinde hala ayakta durabilmekte....
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsın
yağmurdan korktuğumu bilirsin
gözlerin aklıma gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
....
'aysel' en çok sevdiğim şiiridir
TRT2 DE Kİ programı aykırı ses kalmasın diye kaldırıldı.
şiirlerinde müzik olan adamlardan biri...şarkı gibi ezberlenebilen, sokakta yürürken de söylenebilen şiirlerden..
az önce yaşadım iki dakika tastamam!
'Batıcı Aydın'ı, Batı Üretiyor...
E minim, dikkatle okuyanlarınız, sonradan düşünmüştür: Andre Siegfrid 'in
'Batı Medeniyeti' tarifi, handiyse dört dörtlük, tarif; kavramın, bütün
temel unsurlarını içeriyor; öyle ise, savaş ertesinde başlatılan, 'Avrupa
Birliği Hareketi', yarım yüzyıl sonrasında, neden hâlâ tartışılıyor? Neden
şu 'euro' sorununda bile, uyuşamadılar; geçiş, tam olmadı? (Yanılmıyorsam, Danimarka, reddetmişti.)
'Avrupa Birliği', dediniz mi, eli ayağı çözülen 'şaşkınları', bir kenara
bırakıp; Siegfrid 'in tarifindeki unsurları hatırlayalım: 1. Eski Yunan, 2.
İncil (Hıristiyanlık) , 3. Modern Üretim Teknolojisi! Üç aşağı beş yukarı,
Batı Avrupa 'da bunların hepsi var ve işliyor; öyleyse neden, bir türlü tam
mutabakat sağlayamıyorlar? Daha işin başında, İngiltere 'nin, 'birlik'
fikrine, ne kadar 'soğuk' baktığını, unuttuk mu? Bugün bile Londra, birliğin
'merkezi' olamadığı için; daha çok, ABD 'nin 'köstebeği' rolünde görünmüyor mu? 'Ortak Pazar' döneminde, o eski Latin/Cermen uyuşmazlığı, sık sık, kendini hissettirmedi mi? 70'li yıllarda, İtalyan basınında, Kuzey'in Güney'i, yani Almanya 'nın İtalya ve İspanya 'yı sömürge gibi kullanacağı yazılmıyor muydu? Günümüzde bile, 'Solcu Komünistler' in başlıca savı; 'Avrupa Birliği' nin, Naziler'in savaşla gerçekleştiremediği 'Yeni Nizam' ı, bu defa gerçekleştirdiği; değil mi?
Neden, üç temel 'unsur' da mutabık oldukları halde, aralarında hırlaşıp
duruyorlar?
Andre Siegfrid, hatırladığım kadarıyla, iyi gazeteciydi, kapsamlı düşünen
biriydi de; Doktor Dalbanezo gibi, (Bkz. 'Kafatası'. N. Hikmet) o da
'İktisad-i Siyasi' bilmezdi, pek; Avrupa Medeniyeti'nin, o unsurlar'dan
oluşsa da, 'Ulusal Demokratik Devrim' çağında, her ülkenin, koşullarına
göre, 'ulusal sentezi'ni yaptığını; gerek ekonomik, gerek sosyal, gerekse
kültürel düzeyde, onun 'üstünlüğünü' savunduğunu kestiremiyor. 'Avrupa
Medeniyeti', elbette 'Aydınlık Felsefesi' de demektir; ama, onun getirdiği
Rasyonalizm (Akılcılık) , nurtopu gibi iki düşman kardeş doğuruyor:
Liberalizm ve sosyalizm! Buysa, sosyal sınıfların, hem ulusal hem
uluslararası sınırlar' içinde, çekişip durması demek! Aksi halde, aynı
'medeniyet' in mensubu oldukları halde, Avrupa ve Amerika 'nın (Batı 'nın) ,
yarım yüzyıl içinde gezegeni, iki büyük dünya savaşına sürüklemesini nasıl açıklayabilirsiniz?
Çıkar paylaşmasında, anlaşamıyorlardı: 'Ulusallık' ağır basıyordu..
'Ulusal çıkar' hep ağır basmış! ..
O yıllarda, meramımı anlatamazdım; savaşın hemen sonrasıydı; bırakın
işçileri, aydınlardan bile, yurtdışına çıkan pek olmazdı. Anlatamadığım şu:
Biz burada, Batı, Batı diye sayıklayıp dururuz ya; oraya gittiğin zaman
görüyorsun ki, Batı diye somut bir şey yok; ya da sadece, Siegfrid'in
saydığı unsurlar var; onun dışında, tutulabilir gerçek; Fransa gerçeği,
Almanya gerçeği, İtalya gerçeği, İngiltere gerçeği; bunlar da, 'Batı' değil,
'ulusal' ekonomik, sosyal ve kültürel birimler ki, bırakın iç içe ve ortak
olmayı, düpedüz rekabet halindeler: Alman resmi İtalyan resmine benzemez, Fransız edebiyatı İngiliz edebiyatına; İspanyolların düşünce tarzı Almanlardan ne kadar farklıdır; Alman felsefesi de Fransızlarınkinden!
Ekonomik düzeydeki 'husûmetlerine' (düpedüz 'husûmet' tir, çünkü savaşlara neden oluyor) gelince, bunu iyice idrak edebilmek için, herhangi bir ansiklopedinin 'sömürge' (colonie) maddesini açıp okumalısınız: Gezegen, Avrupa'lı 'ulusal ekonomilerin' doymazlığı yüzünden, son beş asrını, sömürge savaşları halinde yaşamıştır; İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz, İtalya vb. ülkelerin sömürgeleri, aslında, Batı Avrupa 'nın, -Osmanlı dahil-, dünyayı nasıl sömürdüğünü açıkça gösterir. Merak edip baktım, Türkçe Büyük Larousse 'da bile, şu saydığım sömürgeleştirme sürecinin, özetinin özeti bile, küçük puntolarla tam on sayfa tutmuş!
Belki de 'ulusal'dırlar! ..
P eki, ne yapıyor bu 'sömürgeci' ülkeler? Batı Medeniyeti 'ni, yekpâre
olarak -bir bütün halinde- 'ihraç' mı ediyorlar? Siz öyle sanın: gerçi
usulen 'evrensel kültür' denir ama; her ulusal birim, yani her millet,
'sömürgesine' kendi 'ulusal' dilini, kültürünü, alışkanlıklarını 'aşılar',
onları 'kültürsüzleştirir', böylece 'nüfuz alanını' genişletir. Kanıtı
kolay, İspanyolca, İsyanya 'nın dışında, daha çok konuşuluyor; İngilizce,
Fransızca öyle; İtalyanca bile, mesela Habeşistan 'da, bayağı yaygındır;
gerçekte, Batı Avrupa, o ünlü 'medeniyeti'; daha az ünlü olmayan, Atina
demokrasisinin, Akdeniz ve Karadeniz havzasındaki 'kolonileri'nde, yaptığı
'marifeti' yapıyor: girdiği yeri oligarşisinin 'yemliği' haline getirip,
halkını tutsak gibi 'kullanıyor'.
Bu 'yozlaşma' sürecinde, en büyük yardımcı ve destekçisi, kim diyeceksiniz; bilmeyecek ne var; onların sundukları 'medeniyet' in, yani 'kültür' ve 'ekonomi' nin, gerçekten 'evrensel' olduğuna inanan; safdil, 'yerli'
aydınlar -ki onlara genellikle 'Batı'cı' deniyor-. Ben hanidir 'komprador
aydın' adını taktım, çok da yakıştı. Siz bu Müslüman isimli Fransız,
İngiliz, Rus vb. yazarlar, nereden çıktı sanıyorsunuz? (Yavaş yavaş, Türk
isimlileri de çıkacaktır, namzet çok.) Bunlar 'Batı' cılar, 'sömürgeci' nin
diliyle yazmayı, uluslararası olmak, değerini 'dünyaya' kanıtlamak sanırlar!
Oyunun ne olduğunu, daha XIX. yy'da, Dostoyevsky ve Tolstoy çok güzel
anlamış, üstelik yazmışlardır; XX. yy'da, yazan çizen çok oldu ama; 'sistem' in hem zenginliğinden, hem sunduğu imkânlardan dolayı; dil, yurt,
millet -dolayısıyla tarih- bilinci gelişmemiş 'aydınlar' üzerinde, cazibesi
yüksek, bir nefeste hepsini içine çekebiliyor.
İyi de, niye kendi aralarında olmuyor bu? Niye Fransa 'da okullarda devlet
Rusça, Almanya 'da Fransızca, İspanya 'da İngilizce öğretime geçmiyor? Niye yazarları Rusça, Arapça ya da Çince yazmıyorlar? Yoksa, Batı 'daki aydınlar ve sanatçılar, 'Batı' cı değiller mi? Kimbilir, belki de 'ulusal' dırlar.
Attila İLHAN
Sevgili İlhan
...
Hangi Batı'da en imrendiğim parçalardan biri Tanrıkut'la konuşmaların. Tanışsak, o günleri yeniden yaşayamaz mıyız? İnsan öylesine azalıyor ki dünyada.
Sevgilerle,
Cemil Meriç
19 Temmuz 1974
Attila İlhan'a Mektuplar (3. basım)
Otopsi Yay. Sayfa 339
başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın...
şiirlerini bilmiyorum ama türkiyede olan biteni çözüm yollarını söyleyebilme cesaretine sahip.gerçek türk aydını
Henüz hayattayken şiirlerine ulaşmaktan mutluluk duyduğum bir şiir-tarih emekçisi...
'ben sana mecburum bilemezsin! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ! ...........______'ooof of! ...
ve;
edebiyat hocamla bir olup sıra arkadaşıma yaptığımız sözlü şakasında sorduğumuz 'fena halde leman' isimli romanın devasa yazarı...allah uzun ömür versin....
Korsan kitapları basılan ender şairlerden.
Bir röpertajda ben aktarayım :)
- Atilla İlhan'la çeşitli konulardan... -
(Röportaj: MUHARREM COŞKUN - NECMETTİN ÇAKMAK 22-23-24 Mart 2003 - m.gazete)
- Attila Bey, neredeyse kasketinizle özdeşleşmişsiniz, devrim kanunlarından dolayı mı giyiyorsunuz? Yoksa hobi mi?
Bende ilkokul, ortaokulda iken kasket vardı. Askerde yine zorunluydu. Bu tür şapkalar da askerden sonra çıktı. İlk zamanlar benden başka giyen yoktu. Sonradan çoğaldı. Devrim kanunlarıyla alakası yok. Kendi tercihimdir. Mesela fötr şapkayı sevmedim.
TRT'de de program yapıyorum ya soruyorlar, bu şapkaları nereden getiriyorsunuz? diye.. Sanıyorlar ki Avrupa'dan getiriyorum. Ben de gururla 'Osep'ten alıyorum diyorum. Bizim halkımız böyle bir yanlışlık içindedir. Bu Tanzimat'tan sonra başımıza gelmiş bir bela. Ne yazık ki o zamana kadar tam aksi olan davranış biçimi soradan tüm ülkeye yayıldı.
- Nedir o davranış biçimi? Ve Tanzimat'tan önce nasıldı?
Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransuva'ya yazdığı meşhur mektubu bilir misiniz? Ben Fransa'da iken Fransızları bu mektubu hatırlatarak deli ederdim. O mektupta, Osmanlı Hükümdarının kendini takdim edişi vardır, 'Ben ki..' diye başlıyor, 'Ben ki şuranın şuranın kralı, şuranın şuranın padişahı, şuranın şuranın emiri.. gibi aşağı yukarı koca bir liste sıralıyor ve sonunda Sultan Süleymanım' diyor. Sonra 'Sen ki' diyor ve Françe eyaletinin başındaki Françeskasın.' Osmanlı'nın Batı'ya bakışı budur. Bu bakış yerine Tanzimat'la birlikte, bunun tam tersi ortaya çıktı. Osmanlı Batı'nın karşısında titreyen, aman bozuşmayalım, aman ne diyecekler diye korkan bir hal aldı. O zaman İngilizlerle yapılan bir ticaret anlaşması vardır bizi o batırmıştır. O ticaret anlaşmasıyla bugün Avrupa Birliği ile yaptığımız Gümrük Birliği anlaşması aynıdır. Bu da bizi batırıyor şimdi.
Osmanlı Batı'dan herşeyi almaya, Batı'nın etkisinde kalmaya başlayınca, kendisine güvenini tamamen kaybediyor. Tanzimat Paşası olan Keçecizade Fuat Paşa'nın Padişaha vasiyeti nedir? . Diyor ki, 'Devlet-i Aliye'nin İngiltere ile arasının açıldığını görmektense, Osmanlı mülkünden bir vilayeti vermeye razıyız' Kafa bu. Şimdi Kıbrıs'ı verelim diyen kafa da bu. Başımızdaki bela bu kafadır. Bizi Sevr'e götüren bu kafadır. Bizi bundan kurtaran, kafa ise, komünistinden dindarına herkesin el ele vererek Kurtuluş Savaşı veren kafadır.
- Cumhuriyetle birlikte yeni bir dönem başlıyor, devrimler, Batı'ya yönelmeler gibi... Sizce Türkiye olması gereken yere gelebilmiş midir?
Değil. Çok basit sebepten dolayı değil, TC ilk kurulunca, Hükümetin ortaya koyduğu çizgi çok açık ve nettir. Nedir bu çizgi? Ne yapıp yapıp muasır medeniyet seviyesini yakalama arzusu. Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı, savaşı başlatan 6 büyük devletten biriydi. Osmanlı yıkılırken dahi dünyanın ilk altı büyük devleti arasında idi. Mustafa Kemal'in kasdettiği muasır medeniyet seviyesi budur, yani dünyanın ilk altı büyüğü arasında olmak. Böyle büyük bir milletin olması gereken yer, şimdi Amerika'dan yardım dilenen bir devlet mertebesi olmamalıydı. Çok daha sağlam yerde olabilirdi.
- Niye olamadı?
Çünkü Müdafa-i hukuk esprisini kaybetti. Bana sorarsanız bu 1938'den itibaren kaybolmuştur. 1950'den sonra da Tanzimat esprisi başladı. M. Kemal'in yaptığı, bizi Osmanlı'dan değil Tanzimat'tan kurtarmak olmuştur. Eğer Osmanlı'dan kurtarmaya çalışsaydı, Ankara'ya geçmeden önce İstanbul'da Osmanlı Hükümeti'nden görev almaya çalışmazdı. Samsun'a çıkmadan önce Osmanlı Hükümeti'nden görev istemiştir. Saray'dan bir sultanla evlenmek dahi istemiştir.
Sivas'tan Ankara'ya gelince ziraat mektebi olarak açılan ancak çalışmayan bir binaya yerleşiyorlar. Bunun üzerine müftü efendi hazretleri gidiyor ve heyeti ziyaret ediyor. Mazhar Müfit'le sohbet ederken, mali durumlarını soruyor, aslında misafire kahve yapacak şeker yok. Bunun üzerine müftü efendi Ankara'dan epeyce bir para topluyor, bu parayı götürüp müdafa-i hukuka veriyor, 'şimdilik bununla idare edin' diyor. Bu espridir milletimizin esprisi. Bu espriyi kaybetmememiz lazım. Maalesef çıkar hesapları peşinde bunu kaybediyoruz. Bu çıkar hesaplarını başımıza musallat edenler de hep yabancılar. Burada Batılıları kastediyorum. Çünkü bizim hep Batı ile sorunumuz olmuştur, Doğu ile sorunumuz yoktur. Bir düşünün kaç yüz yıldan beri doğu ile harp etmedik. Bizim sorunumuz Batı iledir çünkü Batı'nın sorunu bizimledir. Bakın 1923'te New York Times gazetesi ne demiş? 'Türkiye'de bugüne dek soykırımlar bilinçli olarak yapılmıştır, Türklerin amacı toprakları üzerinde yaşayan azınlıkları ortadan kaldırmaktır. Türkleri yola getirmenin tek yolu onlara karşı silaha başvurmaktır. Çünkü bu millet, yalnız ve yalnız zorbalıktan anlar' Tavırları budur. Bu hiç değişmez.
İSMET, DARBE İLE GELDİ
- Ama biz 'Batı Batı' diye çırpınıp duruyoruz..?
Biz Batılılaşmak istemiyoruz çocuğum, ben Mustafa Kemal'in bütün külliyatını okumuş biriyim ağzından bir tane Batılılaşma çıkmamıştır. Kemal Paşa, 'muasırlaşmak'tan bahsediyor Batılılaşmaktan değil.
- O zaman nasıl geldik bu duruma?
1938'den sonra İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanı olması bir emr-i vakidir. Cumhurbaşkanı kimin olacağı hemen anlaşılamadı. Gazi öldü ama ortada bir aday yoktu, herkesin kafasındaki aday Mareşal Fevzi Çakmak... O zamanki Başvekil Celal Bayar gitti Fevzi Çakmak'a bunu söyledi, Çakmak'ın çok geçerli bir çekincesi var; 'Mustafa Kemal, askerin politikaya karışmasını istemiyordu bunu zorla biz ayırdık. Şimdi ben bulaşmayayım. Girmeyeyim bu işe.' Bunun üzerine Celal Bey o zamanki Meclis Başkanı Abdulhaluk Renda'ya gitti, o da 'ben bu işi yapamam' dedi. Ne yapacakları düşünülürken İstanbul'dan bir telgraf geldi, Birinci Ordu Kumandanından, 'Biz orduya mensup paşalar arasından yaptığımız müşaverede İsmet Paşa'yı uygun gördük, teklif ediyoruz' diye.
Mareşal bu telgrafı alınca endişelendi, Celal Bey'le ne yapalım diye konuştular. Asker böylelikle bir tavır almış oluyordu. Kurcaladığın zaman, o sıralar İsmet Paşa'nın İstanbul'da olduğu, Heybeliada'da oturduğu ve sık sık birinci ordu komutanıyla oturup konuştukları meydana çıkıyor. Birinci Ordu Komutanı Fahrettin Paşa bunu hatıralarında da anlatıyor. Kanıtlanan bir şey, seçimde Mareşal'in yanında Fahrettin Paşa'nın da oturduğu, yine kanıtlanamayan ama bilinen bir şey de Meclis'in etrafını çeviren Muhafız Alayı'nın tavrıdır. Bu, İsmet Paşa'nın iktidarını bir çeşit gizli hükümet darbesiyle aldığını gösterir. Çünkü İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı için Muhafız Alayı Meclis'i kuşatıyor.
- 'Batıcı' geçinen herkes 'Atatürkçüyüm' diye nutuk atıyor.. Bu bir çelişki değil mi?
Onlar Kemalist değil, onlar İnönücü, ben ona İnönü Atatürkçülüğü diyorum. O 1938'den sonra ortaya çıkan olaydır. Atatürkçülük diye tıpkı Rusya'daki Leninizmle Stalinciliğin yutturulması gibi, bizde de İsmet Paşa, Atatürkçülük diye kendi fikirlerini sokuşturmuştur. İsmet Paşa'nın İngiltere ve Fransa ile yaptığı o anlaşmanın çok kapsamlı olduğu bir müddet sonra ortaya çıkmıştır.
HIRİSTİYAN KÜLTÜRÜ GETİRDİLER
- Nasıl çıkar?
Milli EğitimBakanlığı birden bire Yunan Latin kökünden eğitim yapmaya başlar, okullarda Yunan Latin klasikleri okutulmaya başlamıştır. Oysa Yunan Latin Klasikleri Hıristiyanlığın köküdür. Bunun Türkçe'yle ne alakası var? Biz lisede iken Oidipus ders olarak okutuluyordu. Oysa Gazi'nin yaptığı tarih kitapları Halkçılık ve Türklük üzerinedir. Bizim tarihimiz üzerinedir. Yine İsmet Paşa zamanında Hasan Ali Bey'in himayesinde, Yabancı dilden bir sürü kitap çevirilip okullara sokulurken, Osmanlı kültürünü oluşturan eski klasiklerden de iki üç tane laf olsun diye listeye alınmıştır.
---
- Geçtiğimiz günlerde bir yazınızda, Mustafa Kemal'in, 'Irak ve Suriye ile Türkiye'nin birleşme fikrini' anlatan sözlerine yer vermiştiniz. Bu ilginç bir yaklaşım değil mi?
Tarih 24 Nisan, yani Meclis'in açılışının ertesi gün, Mustafa Kemal gizli oturumda Meclis'e bilgi veriyor. Şimdi bunlar (AKP Hükümeti) Irak'la savaşmayı göze alıyorlar ya, böyle bir şey Gazi'nin hayalinden geçmezdi. Bakın ne diyor Gazi; 'Suriye ile konfederasyon belki de federasyon olabiliriz' diyor. Irak'a gelince, 'İngilizler'e karşı kendi mevcudiyetinizle istiklalinizi kazanmaya çalışın. Biz de istiklalimizin mevcudiyetine çabalıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir mani kalmaz'
Yine İran'la yakın ilişki içinde, Rusya'yla dostuz. Çünkü müşterek düşmanımız Batılılardır. O zaman Sovyet ve Avrasya Paktı'nda yer alan Türkiye, Batı'ya karşı güçlü bir ülke konumundaydı. Şimdi yeniden bir Avrasya Paktı sözkonusu. Türkiye bu paktın içinde mutlaka yer almalıdır. Yoksa başını dertten kurtaramayacak. Rusya, Çin ve Hindistan'la anlaştı, bu üç devletin nüfusu hem çok kalabalık, hem nükleer güçlerdir. Bunların içerisine bizim 5 Türki devleti de girdi. Orada muazzam bir blok var. Bu bloka iki ülkenin daha girmesi lazım; İran ve Türkiye.
Mustafa Kemal'in sağlığı boyunca Batılılarla imzalanmış bir tek anlaşma yok. Buna mukabil, Musul yüzünden İngilizler'le, Hatay yüzünden Fransızlar'la, 12 Ada yüzünden de İtalyanlar'la az kalsın harp edecekti. Buralarda söz dinlemediği için İngilizler Kürtleri tahrik etti, Fransızlar Dersim İsyanı'nı çıkardı, İtalyanlar da nutuk attı.
- Türkiye Çağdaş uygarlık düzeyine çıkabilmek için ne yapmalıdır?
Bunun için Türkiye'nin ekonomisi ulusal olmalıdır. Türkiye ne yapıp yapıp kendi ulusal sentezini yapmak zorundadır. Ulusal kültür sentezi yoktur.Osmanlı ve Selçuklu inanılmaz güzellikte bir ümmet kültür sentezi sunmuştur. Gazi, Dil Kurumunu ve Tarih Kurumu'nu bunlar için kurmuştur. Biz burdan Batı kültürü, Batı kültürü deyip duruyoruz, oraya gidince Batı kültürünün olmadığını görüyorsunuz. Fransız kültürü, İngiliz kültürü, Alman kültürü, Amerikan kültürü var. Hepsi birbirinden çok farklıdır. Tek ortak değerleri; Hristiyanlık. Onlar, Batı Hıristiyan Kültür çevresini oluşturmuş. Burda da bir doğu müslüman kültür çevresi var. Müslümanlık din olarak ayrı, ama bir de kültür boyutu var. Kültür olarak bunu bırakıp Hıristiyan kültüründen yararlanıp ulusal sentez yapamazsınız. O zaman ne oluyor aydınla halk arasında şimdi yaşadığımız karşıtlık çıkıyor. Halk aydını benimsemiyor, itiyor. Aydın da halkı benimsemiyor, bundan da gavur yararlanıyor. Aydını kullanıyor istediğini yaptırıyor. İşte görüyorsunuz; milyon dolarlar gönderip istediği gibi kullanıyor. Çünkü senin kendi değer ölçülerini ortadan kaldırıyorlar. Bu defa halk pusulasını şaşırıyor. Kültürsüzleştiriliyor.
- Sadece aydınların mı, devleti yönetenlerin de halkla, halkın değerleriyle arası barışık değil sanki..?
Şu adamlara (AKP'lirere) niçin oy verdiler? Ben seçim günü de söyledim, 'Bu seçimin ve bundan önceki seçimin önemli tarafı kazananlar değil, kaybedenlerdir.” Her iki seçimde de kaybedenler Türkiye'ye son 50 yıldır aynı dış politikayı empoze edenlerdir. Halk bunları tasviye ediyor. Peki niye bunlara rey verdi? Kime versin. Denenmemiş başkası yok. Bunları acaba yaparlar mı diye deniyor. Hem müslüman, hem ılımlı, hem de Batı seviyor.
- Niye seviyor Batı?
Anlaştı bunlar Batı'yla. Başında her şeyi sattılar, şimdi ne yapacaklarını bilmiyorlar. Asker fırçalıyor bunları durmadan. 1940'lı yıllarda 'NATO'ya girersek esir olacağız' diye yazdığı için Mehmet Ali Bey'i fakülteden kovdular.
- Az gelişmişliğin sonucu değil mi bunlar?
Biz az gelişmiş bir ülke değiliz. Birleşmiş Milletler'in istatistiklerine göre dünyada 20., Silahlı Kuvvetlerde de 6. sıradayız. Bunun neresi az gelişmişlik.? Sorun adaletsiz gelir dağılımında, kişi başına düşen milli gelirde. Uygulanan sistem, fakiri daha fakir zengini daha zengin yapıyor.
Kalkınmaktan vazgeçtik, asıl kötü olanı, kalkınma politikasını cumhuriyet döneminde yetişen sağcı politikacıların da benimsemesine rağmen, yabancıların baskısıyla terketmiş olmamızdır. İki tane sağcı lider vardı ikisi farkında olmadan zannediyorlardı ki, Komünizme karşıyız ya, ABD ve Avrupa bize destek olur onlara da dayanarak kalkınırız sanayimizi kurar herşeyi yaparız. Bunlardan Süleyman Demirel, diğeri Erbakan'dır. İkisi de Türkiye'nin kalkınmasına inanırlar, sanayileşmesine inanırlar, Türkiye'nin güçlü olacağına inanırlar. Demirel'in bir konuşması vardır Meclis kürsüsünden, '7 tane büyük enerji ve sanayi kompleksi kuracağız. Gerekli bütün planları yaptık, fizibiliteleri hazır. Bunun için krediye ihtiyacımız var, krediyi önce Amerika'dan istedik vermedi. Avrupa Birliği'nden istedik vermedi, Dünya Bankası vermiyor. Böyle bir çaresizlik içindeyiz' diye şikayet ediyor. O zaman Ruslar, biz yardım edelim dediler. Demirel vatansever olduğu için üstüne atladı işin. 7 büyük anlaşma yaptık Ruslarla. İskenderun Çelik, o zaman yapıldı. Bu hiç affedilmemiştir. Hatta ben bir yazımda da yazdım '12 Eylül'ün arkasında bunu arayın, sen Ruslarla anlaşıp böyle şeyler yapar mısın? Al sana darbe..'
- 12 Eylül darbesini ordu yapmadı mı..?
Tamam ordu yaptı ama, cihet-i askeriyenin bu konudaki tavrı, Rusya yıkıldıktan sonra netleşti. Çünkü NATO, Rusya'ya karşı öyle şartlandırıyordu ki bizim orduyu, 'Rus bolşevikler gelecekler ananızı ağlatacaklar, sıkı duralım onları yıkalım' Öyle ki; Türkiye'de bir karışıklık çıkıyor Ruslar yapıyor, talebeler dövüşüyor Ruslar çıkarıyor denildi.
- O zaman ordu dolduruşa mı geldi?
Hem de nasıl... Hem de nasıl. Demek istediğim şu; Türkiye NATO'ya angaje edildikten sonra, iktidara geldikleri zaman istediklerini yapamama gibi bir çaresizlikle karşı karşıya kaldılar. Bu çaresizlik içinde cambazlık etmeye gayret ederler çünkü, hiç birinde kuvay-ı milliye cesareti yoktur.
12 Eylül darbesinde dış güç parmağını inkar edemeyiz, çünkü Komünizmle Mücadele Cemiyeti İzmir'de kurulduğu sırada, Fethullah Hoca bu cemiyetin içindeydi. Ben o zaman Demokrat İzmir'i yönetiyordum. İşin tamamen içindeydim. Komünizmle Mücadele Cemiyeti niye kuruldu? Yahu Türkiye'de komünizm yok. Komünistlik de yok.
- Kim kurdu o zaman?
Kim kurduracak, belli. Öyle bir şey ki bunu kurdurdular, ama mücadele edeceği adam yok. ODTÜ'nün, Hacettepe'nin solcu 68 Kuşağı hareketleri onun kurulmasından sonradır. Onun çatışacağı düşmanı orda örgütlediler. Çünkü 68 Kuşağı da şaibeli bir kuşaktır. Kimler tarafından yönlendirildiği şüphelidir. 68 Kuşağı Fransa'da ayağa kalktığı zaman Komünist Partisi onları desteklemedi, Bunları ABD bizi bölmek için yapıyor diyerek onlara karşı çıktı. Çünkü hepsi Maocu'ydu. Yani oyun çok büyük. O oyunun içinde burdaki çocuklar dünyadan haberi olmadan, ortaya çıktılar.
- Anlaşılmaz olaylardan biri de, kan gövdeyi götürürken, şiddetli çatışmalar yaşanırken, 12 Eylül sabahı düdük çalıyor herşey bıçakla kesilmiş gibi sona eriyor. Bu nasıl oluyor?
Tabii tabii... Bütün bunların geride hazırlandığı örgütlendiği, gizli servislerin rol oynadığını artık herkes biliyordu. Fakat Rusya'nın dağılışı bizim nihayet intibaha gelmemize imkan sağladı, Silahlı Kuvvetler yola girdiler. Gördüler ki, bize kazığı atan Ruslar değil, Amerikalılar'dır.
İnönü ile Atatürk hiç aynı düşünmedi
- İsmet Paşa, Mustafa Kemal'le aynı düşünmüyor muydu? Ordunun siyasete karışmasına karşı değil miydi?
İsmet Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki beraberlik çok ciddi bir dostluk sanılıyor ki, değil... 1935'li yıllarda İsmet Paşa yeni bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tüzüğü hazırlamaya karar veriyor. İsmet Paşa, o zaman hem Başbakan hem CHP'yi idare ediyor. Genel sekreteri de bildiğimiz Recep Peker. Yeni tüzük hazırlansın diye İsmet Paşa Recep Peker'i Avrupa’ya gönderiyor, Avrupa'daki partileri incelemesini istiyor. Tüzük geliyor, İsmet Paşa ve Recep Peker İmzaladıktan sonra Mustafa Kemal'e sunuyorlar, tüzüğü önce katipi olan Hasan Rıza bey alıyor. Hasan Rıza Bey de akşam Mustafa Kemal'e takdim ediyor. Ertesi sabah geldiğinde Hasan Rıza Bey, Mustafa Kemal'i daha banyodan yeni çıkmış bornozu sırtında elinde o belge ile görüyor, Mustafa Kemal soruyor, 'Kimmiş bu zorbalar? ' diyor. Tabir aynen bu. 'Hangi zorbalar? ' diye soruyor Hasan Rıza Bey. M.Kemal diyor ki, 'Bu tüzüğün söylediği zorbalar. Çünkü tüzüğü hiç beğenmemiş, hatta kızmış, neden? Nedeni çok basit. İsmet Paşa, Recep Peker'i Almanya ve İtalya'ya göndermiş. İncelediği partilerse biri Nazi Parti, biri Faşist Parti. CHPtüzüğü bir Nazi ve Faşist parti tüzüğü. Tüzükte bir yeni kuruluş var, o da şu, Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir yüksek konsey. O yüksek konseyin, Almanya ve İtalya'daki ismi 'Yüksek Faşist konsey.' Yani Meclis onların işine gelmeyen bir karar alırsa, o konsey bunu reddedebiliyor. Yani Cumhuriyet fikri, halk hakimiyeti hepsi gümbürtüye gidiyor. Mustafa Kemal, 'İsmet bunu görerek mi imzalamış? ' diyor.
6 ay sonra Recep Peker'i 1 yıl sonra da İsmet Paşa'yı görevden alır. İsmet Paşa'nın o tüzüğü yaptırmasının nedeni; Mustafa Kemal'in hasta olduğunu bilmesidir. Gazi'nin öleceğini de biliyorlardı. Nasıl olsa ölecek kendi iktidar olacak, iktidar olunca da uygulayacaktı. Tüzüğün bir kısmını Gazi, Kurultayda değiştirse de tamamı değişmemiştir. Dolayısıyla CHPtüzüğü Nazi ve Faşist tüzüktür. Hiçbir şey de değişmemiştir. Almanya'da da İtalya'da da devletle parti birdir. Bizde de öyleydi.
1936'da, babam Konya'nın Ilgın ilçesinde kaymakamdı, Konya valisinden tebrik geliyor, Tebrik'in altında şu yazıyordu; Cemal Bardakçı altında 'Konya Valisi ve CHP İl Başkanı' ikisi beraberdi. Aynen Nazi'ler gibi. İnönü, yönetimi eline aldıktan sonra Gazi'yi isyan ettiren o zorbalıkları fiilen uyguladı. Asıl önemlilerinden biri de şu; Mustafa Kemal'in kurduğu müdafa-i hukuk ve onun hükümetleri, TBMM,İstiklal Savaşı yaparken savaştan sonra izlediği dış politika ile İnönü'den farklıdır. Bir, Mustafa Kemal Sovyetlerle dost oldu, iki İran'la işini sağlama bağladı, üç, güneydekiler (Irak ve Suriye) ile işbirliğine girdi. Gazi'nin Türkiye için düşündüğü jeostratejik savunma doktrini Batı’ya karşı. Cenahını Rusya ile güvene alıyor, güneyini Sadabat Paktı’yla güvene alıyor, sırtını İran'a veriyor. Şah da buraya ziyarete geliyor. Ve Şah'la çok yakındırlar. Şimdi bir bu mantığı düşün, bir de Gazi öldükten 8 ay sonra Fransa ve İngiltere'yle gidip ittifak yapan İsmet Paşa'yı düşün.
Bugün ordunun başına mehteri koy yine Viyana'ya gidersin
- Mesela bir Alman Milletvekili Türkiye'ye geldiğinde, 'Ben Almanya'nın Genelkurmay Başkanı'nın adını bilmiyorum' demişti. Ama bizim ülkemizde sanıyorum dağdaki çoban dahi kuvvet komutanlarımızın ismini eksiksiz bilir. Bu bir fark değil mi?
Şimdi hiç nefesini yorma çocuğum. Bu millet asker millettir diye bir laf var. Bütün başbuğlarımız Türk tarihinde hep askerdir. Bu memleket askerdir. Askerlerce yönetilir.
- Doğru mu peki?
Doğrudur. Çünkü biz öyle yönetilmeye alışmışız.
- Sizce Türkiye bu çıkmazdan nasıl kurtulur?
Türkiye'de savunmanın, eğitim ve öğretimin ve ekonominin kesinlikle ulusal olması lazım. T.C. bunu örgütlemezse geleceği iyi değildir. Ordu bile ulusal davranamıyor, zaman zaman taviz veriyor. Ordumuzu Almanların, donanmamızı İngilizlerin, jandarmamızı Fransızların eline verdik battık. Şimdi hepsi birden NATO'nun kontrolünde. Milli Eğitimimiz Avrupa Birliği'nin kontrolünde. Ekonomimiz Amerika ve Avrupa'nın kontrolünde. Olmaz.
- Bir yazınızda 'inek solculuğu'ndan bahsediyorsunuz. Bu benzetme ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz?
İnek solculuğu her zaman var. Şimdi mesela başka bir solculuk var onlar kendilerini solcu sanıyor bana göre değiller. Türkiye'de bütün siyasi hareketleri Batı kontrol ediyor. İsim vermek istemiyorum bazı solcu geçinen partiler var, nutuklar atıyorlar falan, fakat geride o Avrupalılık fikrine taraftarlar. Avrupalıların himayesindeler. Avrupalılarla işbirliği içindeler. AKP neyse onlar da o. Hiç farketmez. Onlar iktidara geldiğinde yine Avrupa iktidara gelecek.
ABD, İSLAM COĞRAFYASI'NA SALDIRIYOR
- ABD'nin son operasyonu neyi amaçlıyor?
Rusyayı dağıttılar, Yugoslavya'yı dağıttılar, Irak'ı dağıtıyorlar, İran'ı dağıtacaklar, Suriye'yi dağıtacaklar, Türkiye'yi dağıtacaklar, sistem bu. Çünkü petrolun düğümü İslam Coğrafyasında. Ona sahip çıkmak istiyorlar. ABD dünyaya hakim olmak istiyor çok açık. Gizlemiyor.
- Türkiye gereken tavrı alabiliyor mu?
Türkiye'nin şimdiki halde bir tavrı yok. Ne yapacağını şaşırmış durumda. Yapabileceği şey Avrasya ile flört etmek. Zaten tek kurtuluş da o dur. Gazi'nin politikasını uygulamaktır, nedir o; Avrasya'ya el atmak, komşularla işbirliği yapıp, Batı'ya cephe almak.
Türkiye'nin güney politikası Mustafa Kemal'in politikası olmalıdır. Nedir? Irak ve Suriye'ye siz de bağımsız olun beraberliği konuşalım, gerekirse federasyon yapalım, diyor. Bu Türkiye'nin Ortadoğu'da Balkanlarda haklarını savunabilmesi için en akıllıca bir yoldur.
- Ama milyarlarca dolar borç var, eli mahkum değil mi?
Hiç önemi yok, Türkiye'nin ekonomisi güçlü, hiç güçlü olmasa gavur gelir burda o kadar yatırım yapar mı? Türkiye'nin yıkılacağı falan yok bunlar laf. Dünyanın 6. Büyük ordusu sende olacak sen yıkılacaksın. Bugün ordunun başına mehteri koy yine Viyana'ya gidersin.
Şimdi yapılacak şey farklılıkları bir yana bırakıp, ülkeyi sağlama bağlamak, kozlar sonra da paylaşılır.
- Silahlı Kuvvetler sadece 12 Eylül'de değil pek çok kez darbe yapmıştır..?
Darbe yapmak akıllılık değil. Mustafa Kemal ideolojisini incelediğiniz zaman, 'Askerle politikayı ayırmalıyız' diye yırtındığını görürsünüz... Bunu söylerken yaşadığı tecrübe var, ittihatçıları biliyor.
- Kendi de ittihatçıydı..?
Kendisi tam bir ittihatçı değildi. Gazi hepsini bir yokluyor, masonluğu bile yoklamış, fakat sonra masonlara tavır takınıyor ve Türkiye'de yasaklıyor faaliyetlerini.
Çankaya'ya sık sık gelen Gazi'yle görüşen bir adam var. Meğer bu Gazi'ye masonluğun kötü olmadığını anlatmak için gelirmiş. Geliş nedeni, Gazi Yargıtay'daki bir üyenin mason olduğunu öğrenince görevden almış, bunu alınca masonların etekleri tutuşmuş, onu yollamışlar, 'Aman böyle olmasın' çünkü masonlar herşeye hakim olacak ya... Gazi bunun mukabilinde ne yaptı, hepsini kapattı.
- Şimdiki masonlar Atatürkçü olduklarını herkesten çok dillendiriyorlar?
İnönücü onlar. Atatürkçü değil, Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, İki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey'dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul'da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey'di. İnanılmaz birşey... Biri itilafçı, biri ittihatçı birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. Mustafa Kemal'in bunlardan yana olması mümkün mü? Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.
- Sevr'i Masonlar imzaladı yani?
Öyle... Aşağı yukarı.
-
- Kürtçe serbest bırakılabilir mi?
Bakın bizim imparatorluğumuzda yıllarca kalan milletler bizden ayrıldıklarında hiç bir şeylerini kaybetmeden ortaya çıkabildiler. Hiç dokunmamışız onlara. Cezayir, Tunus yıllarca bizde kaldı, hiç kimse Türkçe bilmiyor. Yüz yıl Fransa Hakimiyetinde kaldı, herkes Fransızca konuşuyor.
- Sizce Atatürk de istismar ediliyor mu?
Atatürk'ün istismarı özellikle İsmet Paşa ve Bayar (Celal) döneminde yapıldı. Atatürkçülük diye İnönü mantığını savundular. Ve bizi Batılılaşmaya sevkettiler. Halbuki Gazi'de Batılılaşmak yok durmadan Batı'ya karşı adam.
- Şimdi?
Şimdi benden başka Kemalist kalmadı ki.
- Biraz da 28 Şubat'ı konuşalım, tankların yürümesi, üst üste verilen üst düzey askeri kişilerin demeçleri... Demokrasi içinde bunları nereye koyabiliriz?
Bu meselelerde, Batı ülkelerinde işçi sınıfı devreye girer. Ve çok güzel çözer, nasıl? Bir genel grev yapar hükümet gider. Ama sen işçi sendikalarının tepesine vurursan, adamları hapse atarsan partilerini kapatırsan, canlarını yakarsan, işçi sendikaları devre dışı kalırlar. Demokrasi demek sermaye gücüne karşı emek gücü demek.
28 ŞUBAT'TA MASONLARI GÖRMEZDEN GELDİLER
- O dönemde gündemden düşmeyen cemaatler, Fadime Şahinler, ne oldu da bir anda kayboldu? Daha da önemlisi bu ülkede, kökü dışarda din dışı faaliyet gösteren tehlikeli gruplardan neden hiç bahsedilmiyordu?
Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, diyorum ki, bir takım İslami tarikatların geliştiği, beslendiği hatta semirdiği doğrudur, bunların bir kısmının büyük servetleri olmuştur, bu büyük servetlerle büyük işler yapmaktadırlar. Ama Türkiye'de hiç lafı edilmeyen bir takım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır. Öbürleri nasıl burunlarını siyasete sokuyorlarsa bunlar da burunlarını siyasete sokmaktadırlar hatta şunu da ilave etmiştim bir konuşmamda, 'hatta müslüman tarikatlar onları taklit etmektedir. Çünkü ilk başlayan onlardır.'
- Sizce niçin ses çıkarılmıyordu?
O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Ama yüksek kademe içerisinde Nakşi bulamazsın o yok. Olsaydı belki onları da mazur gösterirlerdi o zaman. Demek ki biraz ondan oluyor.
- Oysa TSK mensuplarının kökü dışarda dernek ve kuruluşlara üye olması yasak, öyle değil mi?
Şimdi tabii bundan haberdar olmadınız herhalde, çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar. Bundan aşağı yukarı 4-5 ay evvel Genelkurmay Başkanlığı bir tamim yaptı 'Masonluk, roteryenlik gibi kulüplere üye olanlar hakkında takibat yapılacaktır' şeklinde. Yani şimdi intibaha geldiler, onları da atacaklar. Daha yeni, yeni. Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal'dan İsmail Hakkı Karadayı'nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamiyle dış merkezliydi.
Bakın Çevik Bir Amerika'nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. ÇevikBir. Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler... Dönmelere bir şey diyemezsiniz, bütün sultanlarımız dönmedir unutmayın. Devşirme bizim sistemimizde var. Devşirmeyi kötü bir şey saymayız. Biz Osmanlıyız onu unutmayın.
İstersen müslüman ol ama, çıkıp da 'benim inandığım gibi olacaksın' dersen bu olmaz.
MECLİS BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI KALDIRIRSA SAYGI DUYARIM
- Aynı şekilde Laiklik adına, benim gibi giyinecek benim gibi konuşacaksın dersen bu da yanlış değil mi?
Laikliğin icad edildiği Fransa'da biri fakülteye girerken o fakültenin giyim talimatnamesine uymak zorundadır. Fakültelerin, bazı müesseselerin giyim talimatları vardır. Bunları önleyemezsin. Onlar onu öyle görmüşler yazmışlar. 'Böyle yapmakta haksız davranıyorsunuz' dersin, oturma eylemi de yaparsın bunlar senin hakkın ama zorla bu işi yapmağa kalkamazsın.
- Kimse zorla bir şey yapmıyor ki, haklarını arıyorlar?
Zorla yapmıyor ama zor çıkıyor neticede.
- Tepkileri duyan yoksa ne olacak?
Duymazlarsa o devletin işi, buna karışamıyorsun işte.
- Ama bu inanç meselesi ise, inanç özgürlüğü istenemez mi?
Hayır. Şimdi askere giden bir kız ben türbanla gideceğim diyebilir mi? Talimatnamesi vardır. Ona uymak zorundasın. Müesseselerin böyle hakları vardır.
- Bu mudur demokrasi?
Demokrasi başıboşluk değildir. Karl Marks'ı anacağım, Marks diyor ki, 'Hürriyet, zaruretlerin idrakidir' bunu bir kenara yazın.
- Tam tersini düşünün, öyle bir iktidar geldi ki, demokrasi ve devlet adına bir genelge yayınladı, bundan böyle bayanlar başı açık olarak üniversiteye giremezler. Aynı fikirleri savunur musunuz?
Devlet koymuşsa değil, Meclis koymuşsa savunurum.
- Meclis böyle bir yasa çıkarırsa savunur musunuz?
Bitti. Gayet tabii. Yahu sen o zaman halk hakimiyetini savunmuyorsun. Halk hakimiyeti önemli. Demokrasi hakkındaki fikriniz yanlış, demokrasi o değildir, demokrasi disiplinlidir. Fransa bunun örneğidir inanılmaz bir disiplin vardır orda.
- Ama bugün Meclis'in başörtüsünü yasaklayan bir kanunu yok ki?
Zaten her yerde de türban yasağı yok ki, isteyen geziyor dolaşıyor. Belirli yerlere giremiyorsun. Niye çünkü onlar yasaklamışlar. Onlara da karışamıyorsun.
Şimdi sen YÖK'e müdahale edemiyorsun.Çünkü onlar Cumhuriyetin kurumları, nasıl orduya müdahale edemiyorsan ona da edemiyorsun.
- Askerde iken, Silahlı Kuvvetler tarafından hazırlanmış, 'Yıkıcı ve Bölücü faaliyetler' kitabında Mustafa Kemal'in 'Komünizm bir yılandır, görüldüğü yerde başı ezilmelidir' şeklinde bir sözü var. Sizin anlattıklarınızla çelişmiyor mu bu?
Uydurma bir laftır, ben sana bunun tam aksini söyleyen yüz tane Gazi'nin lafını çıkarır getiririm. Mustafa Kemal bolşevikliği de savunuyor, Sosyalist partilerini de savunuyor, hatta Sovyet heyetinin başındaki adama şöyle bir lafı var; 'Bizim komünistlerle bir problemimiz yok. Hatta biz burda bir komünist partisi kurduk, ben de üyesiyim' diyor. Mustafa Kemal Türkiye Komünist Partisi'nin üyesidir. Daha komiğini söyleyeyim. TBMM İçinde kurulan ilk iki partinin ikisi de komünisttir. Birisi Türkiye Komünist Fırkasıdır. Biri de Halk Iştırakıyyün Cemiyeti'nin fırka haline gelmiş şeklidir.
O sizin söylediğiniz hikaye, soğuk savaş döneminde -ismini söylemek istemediğim- tarihçi geçinen ama çok palavrası olan bir arkadaşımızın uydurmasıdır. Böyle birşey yok.Gazi 'Komünizm ezilmelidir' diyemez. Çünkü bütün politikası komünizmle dostluk üzerinedir.
- Politikayı düşünür müsünüz?
Politikayı sevmem,
- Oy vermediniz mi?
Hayır vermem.
- Atatürk'ün Partisi var CHP..?
Atatürk'le ne alakası var CHP'nin. Demin anlatttım sana tüzüğünün nasıl oluştuğunu. Mustafa Kemal neyi kayıp etmiş de onu bulmuş CHP.
DİN ÇATIŞMASI YAPILACAK
- Mihri Belli ile aranız nasıl?
Mihri'yi ben başından beri sevmem. Onlar bizden daha önceki nesilden ama Amerikancıdır.
- Mihri Belli de Amerika'ya karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor..?
Mihri'nin Yunan Komünist Partisi'yle Yunan Komünist Partisi'nin de Amerika'yle arası çok iyidir. Bu ilişkileri bilmek lazım.
- Eskiden sağ-sol kavramlarını kaşıyarak çatışma amaçlayanlar şimdi neyi kaşıyorlar?
Şimdi dini kaşıyorlar. Çünkü yalnız Türkiye'ye mahsus değil dini inançlar. Afganistan'da da aynı şeyi yaptılar o çevrede ılımlı bir müslümanlık meselesini kaşıyorlar, bunu kaşımaya devam edeceklerdir. Hıristiyanlıkta, ümmetçilikten millete geçerken yani burjuvazi iktidar olurken çok ciddi bir değişiklik yaşandı. İslam'da bu yaşanmadı çünkü İslam'da burjuvazi bir türlü çıkmadı. Burjuvazi daha yeni yeni çıkıyor yeni yeni çıkınca da kendine göre bir din isteyecektir.
- Sizce Türkiye'de demokrasi uygulanıyor mu?
Klasik manada sadece Türkiye'de değil, hiçbir yerde demokrasinin olduğu söylenemez. Ben kesin demokrasiden yanayım. Sosyalist demokrasinin de ne olacağını çok rahat tarif edebiliyorum. Sosyalist demokrasi de olabilir. Ülke komünist de olur ama partiler gene olur.
- Gerçek anlamda Laiklik uygulanıyor mu?
Türkiye laiktir ama Türkiye'de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.
- Laikliğin uygulanış şekli de bunda etkili olmuş olamaz mı?
Yoo. Yahu Türkiye'de gerçek anlamda laiklik olmasaydı dindar gözüken partiler iktidar olabilirler miydi?
- Dindar kesim üzerine kurulan baskılardan dolayı kasdettiğiniz partiler oy almış olamaz mı?
Hayır. Halk dış politikanın başka olmasını istiyor, öncekileri tasviye etti bu belki yapar diye... Halk Batı ittifakı istemiyor, Batı'yla anlaşmak istemiyor, iki seçimde de hep bunlar kaybetti.
- Askerin konumu ve müdahalelerini nereye koyacağız?
Bizim geleneksel idare anlayışımız yönetimin güçlü olmasındandır. Biz de herkes, 'Assınlar iki üç kişiyi bak nasıl düzelir herşey' der. Bu bizim mantığımızdır. Biz askeriz unutmayın. Biz Avrupalı değiliz...
Attila İlhan'la bir roportaj:
– Atatürk'ün dini algılayışı ile bugün kendini Atatürkçü olarak tanımlayanların din algılayışı arasında fark var mı? Bu neden kaynaklanıyor?
Aslında Kemalistler, Atatürk'ün gerçek din anlayışını ortaya çıkarmaya çalışanlardır. Gazi, Halk Fırkası'nı kuracağı zaman Anadolu'da halkla buluşarak kuracakları parti ile ilgili soruları yanıtlıyordu. Ve halkın en çok sorduğu sorular dinle ilgiliydi. Ben de bunları okuduğum zaman çok şaşırdım. Gazi'nin bu kadar çok din bilgisi olduğunu zannetmiyordum. Kubilay olayına bakın, Şeyh Said olayına bakın hepsinin arkasında İngiltere vardır. Mustafa Kemal Paşa, din bahane edilerek Türkiye'nin geri kalmasını sağlayanlara karşıydı. Gazi'nin bu çizgisini izleyenlerde gerçek Kemalistlerdir. Gazi, annesi öldüğünde onu İslam kaidelerine göre gömdürmüş ve ziyarette ve mezarının başında dua etmiştir.
– Öyle ama bugün neredeyse her türlü İslami ritüele, laiklik karşıtı eylem olarak tepki gösteriliyor...
Ben Fransa'ya gittiğim dönemlerde Türkiye'de Mevlid'in radyoda okunup okunamayacağı tartışılıyordu. Fransa'da ise her Pazar bütün radyolardan Katolik, Protestan hatta Musevi ayini veriliyordu.Bu, Fransa'nın laikliğine bir halel getirmiyordu ki. Şimdi Türkiye'de diyorlar ki 'bu kadar çok cami var'. Olur mu yahu! İstiyorlarsa yapsınlar.
– Ama bugün bazı Atatürkçüler hiç de sizin gibi düşünmüyor.
Ben onlara, İnönü Atatürkçüleri diyorum.
– İlkokuldan üniversiteye kadar bütün müfredatta Atatürk'ün hayatı var. Buna rağmen hala 'Atatürk hakkında pek bir şey bilinmiyor' diyorsunuz. Nedir bilinmeyen?
O dönem tamamen örtülmüş, saklanmış ve ortaya bir heykel çıkarılmıştır. Her tarafa o heykeli koymuşlar ama o heykelin içini boşaltmışlardır. Mustafa Kemal'den geriye sadece 3-5 vecize bırakılmıştır. Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın, yaptığı işin mahiyetini anlatan 1919'dan 1930'lara kadar sürmüş bir sürü konuşması var. Fakat bunlar yok edilmiş, yayınlanmamış. Kaynak Yayınları, Mustafa Kemal'in bütün eserlerini, çocukluktan ölümüne kadar olan süreci yayınlamaya karar verdi ve bir heyet kurdu. Kurulan heyetin içinde danışman olarak ben de bulunuyorum. Enteresandır 12. ciltte olmamıza rağmen daha 1921 yılındayız. Oysa daha önce yayınlanan 'söylem ve demeçleri' 3 ciltten ibaret. Yayınlanmayan ve aktarılmayanın boyutunu varın siz düşünün.
– Bilinçli bir gizleme var yani.
Evet. Çünkü Mustafa Kemal Paşa'nın Türkiye'ye verdiği istikamet ve düşünceleri, etrafındaki insanların istikameti ve düşünceleriyle pek uyuşmuyor. Mustafa Kemal Paşa'nın hiçbir zaman lafa dökülmeyen gerçekleri var ve ben bunları söylediğim zaman bana çok kızıyorlar. Mesela bize yıllarca Mustafa Kemal'in en sadık adamı diye gösterilen İnönü'yü, Gazi görevden almıştır.
– Atatürk ve İnönü arasındaki ihtilafın temel nedeni demokrasi anlayışları mıydı?
İnönü ile Gazi'nin arası Serbest Fırka'dan itibaren çok gergindi. Çünkü Mustafa Kemal'in anlayışında çok fikirli demokrasi vardı. Onun tek başına hakim olduğunun söylendiği dönemlerde bakıyorsunuz, Kadro Dergisi yayınlanmaya başlıyor. Kadrocular, Yakup Kadri, Şevket Süreyya ve daha bir sürü adam var. Savundukları fikirler de Sosyalizme çok yakın görünen üçüncü dünyacı fikirler. Birden Kadro kapanıyor ve Yakup Kadri Bey Kabil'e sürgün olarak elçi gönderiliyor. İsmet Paşa ile Recep Peker, bu dergiyi kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Arkasından Serbest Fırka kuruluyor. Gazi'nin çocukluk arkadaşı Ali Fethi Bey getiriliyor Paris'ten. Partinin içinde Gazi'nin kız kardeşi de var. Bu parti de liberalliği savunuyordu. Aslında her şey çok net. Mustafa Kemal, İsmet Paşa'yı tek bırakmak istemiyor ve hem soldan hem sağdan muhalefet kuruyordu.
– Çok partililik konusunda İnönü'nün tavrı olumsuz mu oldu?
İsmet Paşa her iki fırkayı da dağıtmak istedi. Hatta Serbest Fırka için İzmir'de olay bile çıkarmıştır.
– Sizce Atatürk politik yelpazenin sağında mı yoksa solunda mı yer alıyordu?
Gazi aslında bir demokrasi düşünüyordu. Bu demokrasi içinde kendi partisinin yeri ise solda idi. Eğer Tevfik Rüştü Bey Moskova'ya gönderildiği zaman Üçüncü Enternasyonali kabul etseydi biz de girmiş olacaktık. Fakat Ruslar Mustafa Kemal'i değil, Mustafa Suphi Bey'i istiyorlardı. Mustafa Kemal: 'Biz emperyalistlerin baskısından kurtulup Sovyetlerin baskısına girmeyiz' diyordu. Onlar da Gazi'nin düşüncelerini bildikleri için istememişlerdir.
– Cumhurbaşkanı olduktan sonra İnönü'nün, Atatürk'le ihtilafa düştükleri konularda daha rahat hareket ettiği söylenebilir mi?
İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olduktan sonra Gazi ile ihtilaf sebebi olan konuları kendine göre uygulamaya başladı. Bunun kilit noktası 1935 Kurultayı'dır. Halk Fırkası.orada Cumhuriyet adını da alarak Cumhuriyet Halk fırkası oldu. O zaman bir tüzük değişikliği olmuştu. İnönü, Recep Peker'i görevlendirdi. Peker İtalya ve Almanya'ya giderek oradaki partileri inceledi ve bir program hazırladı. İnönü parti genel başkanı sıfatıyla bunu imzaladı ve bu değişiklik önerisi Çankaya'ya götürüldü ve o zamanki Katibi Umumi Hasan Rıza Bey de Mustafa Kemal'e sundu. Programı okuyan Gazi, 'Kim bu zorbalar? ' diye çıkıştı. Çünkü orada önerilen yönetim modeli faşist bir yönetimdi.. O kadar ki Meclis'in üstünde yüksek bir konsey vardı. Paşa, Recep Peker'i ve İnönü'yü çağırır. İnönü, okumadan imzaladığını söyler. Gazi bu olaydan 6 ay sonra Recep Peker'i, bir yıl sonra da İsmet Paşa'yı görevden alır. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olunca o modeli aynen uygular.
– O modelin uygulamasında neler görüyoruz?
O zamana kadar Anadolu ve Türklük üzerine araştırma-geliştirme yapan milli bir eğitim sistemi vardı. İsmet Paşa birden okullardaki eğitim sistemini Türk-Osmanlı- Selçuklu tabanından, Yunan-Latin denilebilecek bir tabana kaydırdı. Ve bu, 'Türkiye'nin geleceği', 'İsmet Paşa'nın reformu' gibi propagandalarla kabul edilerek bütün okul kitapları değiştirildi. 1947'de de Tevhid-i Tedrisat Kanunu değiştirilerek tamamen başka bir öğretim düzenine dönmüş olduk.
– Buna da 'Batılılaşma' denildi ve hedef haline getirildi...
Gazi'nin bütün söylem ve demeçlerini okuyun 'Garplılaşma' diye bir laf yok. Muasırlaşma diye bir laf vardır. Batı Türklerinin yozlaşması, Tanzimat'la başlar ve aslında biz İsmet Paşa'yla Tanzimat'a döndük. Tanzimat döneminin büyük adamlarından Fuat Paşa padişaha vasiyet bırakarak şöyle diyor; 'İngiltere ile aramızın açıldığını görmektense Osmanlı vilayetinden birini feda etmeyi tercih ederim'. Kafa aynen budur. Şimdi de Kıbrıs'ı feda etmeye çalışıyorlar. Bu aynı kafadır. Bu Tanzimat kafasıdır. Bunun Kemalizmle, cumhuriyetle hiç alakası yoktur.
Atatürk'ün Batılılaşma diye bir hedefi yoktu
–'Batılılaşma' diye bir hedefi olmadı mı Atatürk'ün?
'Batılılaşma' Gazi'nin nasıl hedefi oluyor yahu? Lozan'da karşımızdakilerin hepsi Batılıydı zaten. Biz onlarla savaştık. Bizim savaşımız Yunanistan'la değildi ki Batı ile idi. Türkler gözlerini dört açmak zorundalar. Biz Tanzimat çizgisinde Batılı olacak bir kavim değiliz. Ben şuna bakarım, bizim kültürümüz nereden ve nasıl yozlaştırılıyor. Eğer benim memleketimde, şiirimde, musikimde o büyük kültürleri yapan unsurların yerine, yabancı ve bizimle ilişkisi olmayan unsurlar getirilip biz dejenere ediliyorsak o zaman ben ona karşı çıkarım.
Bana göre Türk aydınları Türk değildir. Türk aydını sentezci değil kopyacı. Bazı solcular gelip diyor ki abi Küba'da devrim yaptılar. Yahu Küba'nın şartlarıyla senin şartların aynı mı! Küba bir ada. Hepsini toplasan bir avuç insan. Sen bin senelik bir medeniyetin getirdiği bir kavimsin. Ta Tuna'dan Aden Körfezi'ne kadar olan bir bölgede yaşama biçimin var ve bu senin kavminin eseri. Bunun içinde İslamiyet de var.
– Batı'yla ters düşen Mustafa Kemal'in stratejisi neydi?
Mustafa Kemal'in genel stratejisi çok netti. Mustafa Kemal döneminde biz çevremizdeki ülkelerle birlikte güçlüydük. Mustafa Kemal'in ilk yaptığı iş Ruslarla, İkinci yaptığı iş Araplarla anlaşmaktır. Sonra sırtını İran'a dayar. Kime cephe almıştır; Batıya! Tehlike oradan gelecektir bunu biliyordu. Gazi ölene kadar Musul, Hatay, Dersim ve 12 ada gibi meselelerden dolayı Batı'yla ihtilaf halindeydik. Gazi bunları önlemek için önce Balkan Paktı'nı, daha sonra da Sadabad Paktı'nı kurar. Bu iki paktın devletleri eski imparatorluk topraklarıydı ve Gazi orada bir konfederasyon sistemini geliştirmeyi düşünüyordu.
– Türkiye'nin, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Atatürk çizgisinden sapmaya uğratıldığı öne sürülebilir mi?
1950'den sonraki dönemi 2. dönem olarak mütalaa etmek lazım. Biri cumhuriyet dönemi diğeri demokrasi dönemi. İki dönem birbirine taban tabana zıttır Cumhuriyet döneminde tam bağımsızlık ve Türkiye'nin çağdaş uygarlığı yakalaması esastır. Ötekinde ise Batılılık, Batıya sığınmak ve Batılı olmak esastır.
Batılı tarikatlar; Masonlar
– Batılı paradigmanın yönetimlere bu kadar kolay hakim olması ilginç gelmiyor mu?
Türkiye deki Batı hakimiyeti Tanzimat'tan sonra çok usturuplu bir şekilde gelişti. Bu gelişme, Batı'nın üçüncü dünya ülkelerine girerken kullandığı bir takım yan kuruluşlarla olur. Türkiye'de de çok var bundan. Lionslar, Roteryanlar vs. aslında bunlar Batılı tarikatlardır. Adları konmaz, fakat Batı'ya çalışırlar. Oraya üye olduğunuz zaman Batı aleyhtarı bir şey yapmazsınız. Kesinlikle onlarla hareket etmelisiniz. Daha önceki dönemde bunu masonlar yapıyorlardı.
– Sebataistlerin ve Masonların bugün de Türkiye'de yönetimde söz sahibi olmak için büyük uğraşlar verdiği ifade ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir insanı ırkından ve dininden dolayı aşağılamak doğru değildir. Aranacak geçerli neden ne yaptığı ve kime çalıştığıdır. Sebatayların bazıları bu tür işlere alet olmuşlardır. Mesela Cavit Bey ve Filozof Rıza Teyfik Bey Sebataydır. Rıza Bey Sevr'i imzalayan, Cavit Bey'de Gazi'yi öldürmeye kalkan insandır. Gazi, 1920'lerin sonlarında Yargıtay üyelerinden birinin Mason olduğunu öğrenince onu görevden almıştır. Mason localarını kapatmıştır. Mustafa Kemal Paşa öldükten sonra bu locaları İsmet Paşa yeniden açmıştır.
– Erbakan'ın siyaset yasağını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar bizdeki küçük oyunlar ve öteden beri bunlar yapılır. Asıl mesele Türkiye'de demokrasiyi demokrasi olarak uygulayamayışımızdır.
Kaynak: (Anadolu Gençlik Dergisi)
tek kelimeyle tartışılmaz bir türk aydını. tam bir kuvay_i milliyeci
'Esas Mesele Laiklik Değil, Ekonomi
Çünkü demokratik solun, sosyalist solun en büyük meselesi laiklik değildir, üretici güçler ve bu güçlerin iktidarda dengeli bir biçimde söz sahibi olmasıdır. Eğer bütün süreci laikliğe indirgersen o zaman bir manada mason partisi olmuş olursun, çünkü laiklik masonların en büyük meselesidir: Laiklik üzerindeki ısrarlar aslında anti İslamcılıktır. Halk bunu sezgisiyle anlıyor. Bir insan laik bir toplum içinde dininin gereklerini uygulayabilir, buna hiçbir mani yok. Çünkü laiklik demek dinin ortadan kaldırılması değil, dinin bireyselleştirilmesi, toplumsallıktan çıkartılması demektir. Sen dini toplumsal alandan sürdükten sonra gerisine karışmayacaksın.
Esas mesele ekonomide, yani gelir dağılımının adalete uygun hale getirilmesinde. Çünkü sosyalizmde demokrasiye yönelik eleştiri nedir; burjuva toplumda demokrasi sadece hukuk alanında sağlanır oysa asıl mesele ekonomik anlamda demokrasinin, yani gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır.
Bunu nasıl sağlayacaksın, laiklikle mi? Hayır, bunu ancak sosyal politikalarla yani üretim gücüne hak tanıyarak sağlayabilirsin. Yani üretim gücünün partisi olacak. Siyasi ifadesini orada bulacak ve siyasete ağırlığını koyacak.
Demokratik sol, sosyalist sol ve Kemalist solun biraraya gelmesi ve bunların en azından bir işçi konfederasyonun desteğini arkasına alması lazım. Hatta bu arada merkez sağda yer alan temiz politikacılarla ve milliyetçi kesimlerle ittifak aramak gerekir.
Ama bunu hiçbiri yapmadı, seçimlere tek başına girdiler ve ortada kaldılar.'
'Bütün Kaleler Zaptedilmedi' Attila İlhanla söyleşi (Hulki Cevizoğlu'nun Kitabı)
Atatürk'ün bir tabu haline getirildiği, Atatürkçülüğün ise sadece altı okla tanımlandığı günümüzde Hangi Atatürk kitabı farklı bir çizgi izlemektedir. Attilâ İlhan'ın kitabı, düzen sahiplerinin yaratmak istediği sağcı Atatürk portresine karşı gerçek ve devrimci Atatürk'ü ortaya koyan temel başvuru kaynağı niteliği taşımaktadır. Atatürkçülüğün antiemperyalist, devrimci bir hareket olduğunu vurgulayan ve İnönü Atatürkçülüğü ile Atatürkçülüğü küçümseyen anlayışlarla tartışan İlhan, özellikle genç kuşaklara Atatürk gerçeğini somut olgulara dayanarak anlatmaktadır.
Attilâ İlhan kitabının tamamını iki ana konu etrafında yazmıştır;
1-Atatürkçülük, antiemperyalist bir mücadeledir. Bu özelliğiyle Türk ulusunun mücadelesi mazlum milletlere örnek olan ilk mücadeledir.
2-Atatürkçülük Batıcılığın karşısındadır.
Atatürkçülüğün Antiemperyalizmi
Emperyalizm, kapitalist ülkelerin gelişimini tamamlayamayan ülkeler üzerinde kurduğu sömürü sisteminin adıdır. Emperyalist ülkeler sömürge devletin gerici, tutucu güçleriyle işbirliğine girer. Osmanlı İmparatorluğu'nda emperyalizmin destekçileri saray çevresi ve feodal düzen savunucuları olmuştur.
Dolayısıyla Atatürk önderliğindeki Milli Kurtuluş Mücadelesi sadece emperyalizme karşı verilmiş bir mücadele değildir. Aynı zamanda ülkedeki işbirlikçilerle de mücadele edilmiştir. Attilâ İlhan kitabının önsöz kısmında bu durumu şöyle açıklar; 'Mustafa Kemal'in iç içe eylemi var. Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı, padişaha karşı demokratik devrim, toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşümü...' (sf.13)
Atatürk önderliğindeki halk, emperyalizme karşı Kurtuluş Mücadelesi'ni başlatarak dünyanın ezilen uluslarına örnek olmuştur. Savaştan yeni çıkmış, yorgun ve her şeyden yoksun Türk halkı bağımsızlığı için cepheye koşmuş ve ezilen halkların ezenleri yenebileceğini göstermiştir. Halkın bu azim ve kararlılığı ise Atatürk'ün devrimciliğinden kaynaklanmaktadır. Atatürk bütün dünyaya devrimci kararlılığın, en güçlü ülkeleri bile yeneceğini göstermiştir.
Attilâ İlhan, Atatürk'ün antiemperyalist mücadelesi hakkında şunları söylemektedir:
'...Dünya sosyalist hareketi, Anadolu İhtilali'ni antiemperyalist bir devrim olarak nitelendirmiş, nitelendirmekle de kalmamış, emperyalizme karşı savaşımında, onu her bakımdan desteklemiştir. Müdafaa-i Hukuk öğretisinin bu temel özelliğini ne unutmalı, ne de unutturmalıyız.
Nedeni belli; değil mi ki Türkiye'nin kuruluş felsefesi böyle antiemperyalist bir felsefedir, emperyalizm elbette zamanla bu felsefenin yaratıcısı ve eyleme çeviricisi olan Mustafa Kemal Paşa'yı aşındırmak, kendi ulusunun gözünde küçük düşürmek isteyecektir, istemiştir de. Daha Kurtuluş Savaşı sırasında başlayan, uzun süre yakamızı bırakmayan şeriat isyanları, dinselliğe ve bölücülüğe dayanılarak, antiemperyalist ve demokratik yeNi iktidarın yıpratılması için kullanılmamış mıdır? Dün olduğu gibi bugün de, kullanılmamakta mıdır? Kemal Paşa'nın antiemperyalist düşünce platformuna ve eylemine sahip çıkmalıyız.'(sf.35)
Başta Amerika olmak üzere emperyalist ülkeleri kızdıran kurtuluş mücadelesi ezilen dünya tarafından alkışlanmış, saygıyla karşılanmıştır. Lenin önderliğinde kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bu mücadeleye her anlamda destek vermiştir.
'...Türkiye'nin işçileri çağdaş ulusların yağmaya karşı direnişlerinin hesaba katılması gereken bir şey olduğunu kanıtlamışlardır. Türkiye, emperyalist devletlerce yağma edilmeye öyle bir şiddetle karşı koydu ki içlerinden en kabadayı olanları bile ondan elini çekmek zorunda kaldı.'(sf.34) Lenin'in bu sözleri ezilen sınıf ve ulusların kurtuluş mücadelemize verdikleri desteğin göstergesidir aslında. Mücadelemizin başarıya ulaşması ise ezilen bütün ulusları cesaretlendirmiştir. Atatürkçülük ezilen ulusların emperyalizmle mücadelelerinde onların yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.
Atatürkçülüğü Küçümsemeye Çalışanlar
'Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.' diyen Mustafa Kemal, bütün kurumları emperyalist ve feodal artıklardan temizlemiş ve her alanda tam bağımsızlıkçı bir politika yürütmüştür. Fakat bu anlayış, onun ölümüyle son bulmuştur. İnönü iktidarıyla tekrar Batıcı anlayış içerisine girilmiştir.
1938'den sonra iktidarı ele geçiren Batı taraftarları Atatürkçülüğün içini boşaltmışlar ve Milli Mücadele önderini, reformist bir put haline getirmişlerdir. Sağ ve sol kesimlerce de insafsızca eleştirilen Atatürkçülük, bir burjuva diktatörlüğü olarak nitelendirilmiştir. Atatürkçülüğün antiemperyalist yönü ise unutturulmaya çalışılmıştır.
Atillâ İlhan, kitabında bu eleştirilere yer vermiş ve Atatürkçülüğü küçümseyen bu bakış açısının tutarsızlığını göstermiştir bizlere:
'Birincisi bazı delikanlılarımızda fark ettiğim, cumhuriyeti küçümseme eğilimi. Bunlara bakarsanız, Mustafa Kemal hiçbir şey yapmamış, cumhuriyet Anadolu halkının kaderine hiçbir değişiklik getirmemiş, hep yerimizde saymışız; o kadar ki bugün herhangi bir üçüncü dünya ülkesi bile bizden ilerde bulunuyormuş! bu iddialar ipe sapa gelmez iddialardır...' (sf.29)
Anadolu halkı, devrimci bir bilinçle hareket ederek kaderini değiştirmiştir. Anadolu İhtilali, yüzyıllarca ezilen Anadolu halkının emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine verdiği cevaptır.
Atatürkçülüğe yöneltilen diğer bir eleştiri ise şudur; Cumhuriyet rejiminin gerek sanayide gerekse eğitim ve öğretimde gösterdiği gelişme doğal bir gelişmedir. Her ülkede böyle bir ilerleme yaşanır. Attilâ İlhan bir soruyla karşılık verir bu eleştiriye; '...Osmanlı rejimi, son iki yüzyıl içerisinde acaba neden zaman içinde doğal ilerlemeyi gösterememiş de, batmıştır? Bizi de batırmıştır? ...'(sf.30)
Devam ediyor Attilâ İlhan: '...birisini küçümsemek istediler mi, dudaklarından aynı kelime dökülüyor! Atatürkçü. Aslında küçümsediklerinin Mustafa Kemal'le de, onun savunduklarıyla da alakası yok, 1950'den bu yana ülkemizde görmeye alıştığımız o biçimsel Atatürkçüler yok mu hani, Amerikan Soğuk Savaşı'nı Mustafa Kemal'in Müdafaa-i Hukuk doktrini yerine koyan, aşırı uçlar edebiyatını icat eden, Jeep'lerde Kemal Paşa'nın büstünü gezdirip halkı selam vermek zorunda bırakan, işte onlar. Gel gör ki, Mustafa Kemal'i de, antiemperyalist kurtuluş savaşını da, teokratik bir iktidarı halk rejimine dönüştürerek, toplumsal iktidarın yapısını değiştirişini de es geçip, doğruyla yanlışı birbirine karıştırıyorlar.' (sf36)
İnönü Atatürkçülüğü
Attilâ İlhan, kitabının bir bölümünde İnönü Atatürkçülüğüne değiniyor. İnönü'nün uyguladığı politikaların Atatürkçülükle uzlaşmadığını vurguluyor. 1939'da İngiltere ve Fransa ile yapılan ittifak, IMF'ye üye oluş ve Batıcı eğitim modeli bağımsızlığımızdan verdiğimiz ilk ödünlerdir. İnönü döneminde 'çağdaş uluslar seviyesi', Batı uluslarının seviyesi şekline dönüştürülmüş ve Batılılaşma cereyanı başlamıştır. Türk kültürünün küçümsendiği bu dönem, Yunan-Latin klasiklerinin Türkçe'ye çevrildiği dönemdir.
Attilâ İlhan, İnönü Atatürkçülüğünü İnönü diktası olarak nitelerken çok yerinde bir göndermede de bulunuyor günümüz solcularına: '40 yıllarında İnönü diktası, Mustafa Kemal hareketinin antiemperyalist niteliğini unutturmaya çalışırken, bunun altını çizen kimlerdi bilir misiniz? Cezaevinde süründürülen, sürgünden sürgüne gönderilen solcular. Açın o yıllarda yayınlanmış dergileri, gazeteleri, açıkça görürsünüz. Buna ne hacet, Nâzım Hikmet 'Kurtuluş Savaşı Destanı'nı tam da o yıllarda yazmamış mıdır? Tarihin şu garip cilvesine bakın ki, 70 yıllarının solcuları Kurtuluş Savaşı'nın antiemperyalistliğine dudak büküyorlar...' (sf.33)
Atatürk ne bir burjuva diktatörü ne de dine savaş açmış biridir. Atatürk'ü bu şekilde tanımlayanlar bir takım dogmatik fikirlere saplanıp kalmış zavallıdır. Peki, kimdir Atatürk? Atatürk, tarihe müdahale etmiş bir ulusal kurtuluş savaşçısı, bir devrimcidir. O, 1919'da Samsun'a hareket ederken de, hakkında idam fermanı çıkartılırken de sadece Türk ulusunun bağımsızlığını düşünüyordu.
'Ya istiklal ya ölüm' sözleri boşa sarf edilmiş sözler değildir. Bu sözler, Kuvayı Milliye örgütleyicisinin zafer sözleridir. Atatürkçülük ise ezilen ulusların emperyalizmle mücadelesindeki yol göstericidir.
Attilâ İlhan ise Atatürkçülüğü şöyle açıklar: 'Günümüzde Atatürkçü olmak, Mustafa Kemal'in gerçekleştirdiği ulusal demokratik devrimi, toplumsal sürekli değişme içerisinde, bir sonrakine ulaşmak için geçerli bir birikim, bir aşama saymakla başlar.(...) Türk ulusu, ulusluğunu saldırgan emperyalist sisteme karşı savaşarak elde etmiştir, bu da Müdafaa-i Hukuk doktrinini, ülkenin sonraki yaşantısı için geçerli ve sürekli kılar.' (sf.37)
Milli Bağımsızlık Politikası Olarak Devletçilik ve Halkçılık
1838 yılında İngiltere ile imzalanan bir ticaret antlaşması Osmanlı'yı Batının açık pazarı haline getirir. Arkasından azınlıklardan oluşan işbirlikçi burjuvazinin güvenliğini sağlayan Tanzimat ve Islahat Fermanları imzalanır. Dış borçların artmasıyla Düyun-u Umumiye kurulur. İşte Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan miras!
Ekonomik anlamda bağımsızlığını yitiren bir ülke, her anlamda sömürgeleşmeye mahkumdur. Bundan dolayı, Atatürk, bağımsız bir ekonomi kurmayı öncelikle hedef olarak seçmiştir. 1930'dan sonra devletçilik ve planlı ekonomi ülkenin ekonomik politikasını oluşturur. Ekonomide 5 yıllık sanayi planları uygulanır.
Atatürk'ün devletçilik programı Attilâ İlhan tarafından 'Devlet sosyalizmi' olarak nitelendirilmiştir. Ekonomide izlenen yol devletçilik ve halkçılık ilkeleri doğrultusunda, halkın ihtiyaçlarına cevap verir nitelikteki uygulamalardır. Kapitalist ekonominin yarattığı burujuvaziyi yaratmak değildir amaç. Amaç, halkın ihtiyaçlarına cevap verecek ve halk arasındaki dayanışmayı arttıracak bir ekonomik sistemdir.
Attilâ İlhan kitabındaki bazı bölümlerin sonuna eklediği 'meraklısı için notlar' kısmında Atatürk'ün kalkınma modeli için şunları söyler: 'Mustafa Kemal Paşa'nın kalkınma modeli yabancılardan en çok da yabancı sermayeden mümkün mertebe uzak durmaya, ülkenin kendi olanaklarına güvenmeye dayalıdır. Türkiye yoksuldu, sermayesi kıttı, bırakın teknik kadroları klasik anlamda yeterince tüccarı bile yoktu, ne var ki bu yokluklar müdafa-i hukuk iktidarlarını yıldırmıyordu. Başından itibaren ekonomiyi Türkleştirmek sürecine girmişlerdi. Bunda direndiler...' (sf.149.)
Mazlum Milletlerin Kurtuluşunda Atatürk Milliyetçiliğinin Önemi
Atatürk milliyetçiliği, Atatürkçülüğün temel unsurlarındandır. Çünkü teokratik yönetime ve sömürüye karşı ulusal egemenliği ve tam bağımsızlığı sağlamıştır. Günümüz solcularınca ırkçılıkla eş tutulan Atatürk milliyetçiliği, Batı karşıtı bir mazlum milletler milliyetçiliğidir.
Attilâ İlhan'ın da Atatürk milliyetçiliği bölümünde ele aldığı milliyetçilik bu düşünceleri destekler mahiyettedir: '...Müdafaa-i Hukuk milliyetçiliği gerçekte bir mazlum milletler milliyetçiliğidir, dolayısıyla antiemperyalist, antikolonyalisttir.' (sf.77)
Atatürk milliyetçiliği insanlığı temel alan bir milliyetçiliktir. Dolayısıyla dil, din, ırk farkını reddeden bir mazlum milletler milliyetçiliğidir. Mustafa Kemal, bu durumu şu sözlerle açıklıyor: '...Türkiye önemli ve büyük bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.'(1922)
Batı, sömürüyü, bir ulusun dilini ve tarihini yok ederek gerçekleştirmiştir. Atatürk milliyetçiliği ile bu durumun önüne bir set çekilmiştir. Ulus bilincini oluşturmanın yoluysa Batıdan kopuş, öze dönüş olmuştur. Batının tarih anlayışı reddedilmiş ve ulusal tarihi oluşturabilmek için Türk Tarih Kurumu kurulmuştur. Türk Dil Kurumu da böyle bir çabanın ürünüdür.
Atatürk milliyetçiliğinin oluşturduğu ulus anlayışını Attilâ İlhan şöyle ifade eder: '...İnsan gruplarını ırksal kökenlerine göre ayırmaz da, tarihsel yazgı beraberliklerine, ekonomik ortaklıklarına, kültür birikimlerine göre birlikte düşünürsen, çağdaş ulus anlayışı ortaya çıkar, bunda da esas yurttaşın kendini içinde yaşadığı ulusun hissetmesidir, böyle hissetti mi, bitti, o ulusun çocuğudur, ama şu ya da bu asıldandır, farketmez.' (82)
Ana hatlarını çizmeye çalıştığımız 'Hangi Atatürk? ' kitabı günümüze ışık tutar niteliktedir. Herkesin Atatürkçü geçindiği bir dönemde yaşıyoruz. Amerika'nın onayıyla 1980'de darbe yapan Kenan Evren, kendisine 'Atatürkçüyüm diyebiliyor. Diğer taraftan okullarımızda 'Tören Atatürkçüleri' ya da 'Rozet Atatürkçüleri' yetiştiriliyor. Atatürkçülüğün antiemperyalizmi ve devrimci yönü ise unutturulmaya çalışılıyor.
Sistem, Atatürk'ü bizlere bir put olarak sunmaktan geri durmuyor. Atatürkçülük ise Batıcı bir çağdaşlaşma hareketi olarak sunuluyor. İşte Attilâ İlhan, bu noktadan hareket ederek, Atatürkçü olmanın antiemperyalist ve Batı karşıtı olmakla aynı anlama geldiğini vurguluyor defalarca.
Attila İlhan'ın Yapıtları
Şiir Kitapları:
Duvar,
Sisler Bulvarı,
Yağmur Kaçağı,
Ben Sana Mecburum,
Belâ Çiçeği,
Yasak Sevişmek,
Tutuklunun Günlüğü,
Böyle Bir Sevmek,
Elde Var Hüzün,
Korkunun Krallığı,
Ayrılık Sevdâya Dahil.
Romanları:
Sokaktaki Adam,
Zenciler Birbirine Benzemez,
Kurtlar Sofrası,
Fena Halde Leman,
Haco Hanım Vay,
Bıçağın Ucu,
Sırtlan Payı,
Yaraya Tuz Basmak,
Dersaadette Sabah Ezanları,
O Karanlıkta Biz.
Öykü Kitabı:
Yengecin Kıskacı.
Gezi Notları:
Abbas Yolcu.
Senaryo:
O Sarışın Kurt.
Denemeleri/Anıları:
Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler,
Gerçekçilik Savaşı,
İkinci Yeni Savaşı,
Faşizmin Ayak Sesleri,
Batı'nın Deli Gömleği,
Sağım Solum Sobe,
Ulusal Kültür Savaşı,
Sosyalizm Asıl Şimdi,
Aydınlar Savaşı, Kadınlar Savaşı,
Hangi Sol,
Hangi Batı,
Hangi Seks,
Hangi Sağ,
Hangi Atatürk,
Hangi Edebiyat,
Hangi Laiklik,
Hangi Küreselleşme,
Bir Sap Kırmızı Karanfil,
Ufkun Arkasını Görebilmek,
Sultan Galiyef.
Hakkındaki Kitaplar/Söyleşiler:
Tarih Öncesi Yazıları (hazırlayan İbrahim Oluklu, Jaycees Balıkesir Genç Müteşebbisler Derneği Yayını, 1998) ,
Yalnız Şövalye (hazırlayan Zeynep Ankara, Bilgi Yayınevi, 1996) ,
Edebiyat Dünyasından Attilâ İlhan'a Mektuplar (derleyen Belgin Sarmaşık, Otopsi Yayınları, 2001) ,
Attilâ İlhan'la 1000 Saat (Erol Manisalı, Bilgi Yayınevi, 2001) ,
Mavi Adam/Attilâ İlhan'la Söyleşiler (Zeynep Aliye, Bilgi Yayınevi, 2001) ,
Attilâ İlhan'da Kültür Sorunsalı, (Gönülden Esemenli Söker, Bilgi Yayınevi, 2002) ,
Nam-ı Diğer Kaptan/Attilâ İlhan'ı Dinledim (hazırlayan Selim İleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2001) .
Ülkemize asıl tehdidin Batı’dan geldiğini söyleyen yazar Attila İlhan ile röportaj:
Sayın İlhan, Türkiye nereye gidiyor?
-Merak etmeyin, Türkiye kötü bir yere gitmez. Bu memleket ayakta. Ayakta ve uyanık olan bir memleketi yıkamazlar. Bu olayı Kuva-i Milliye Kurtuluş Savaşı’nda kanıtlamıştır.. O zaman Türkiye’de on senedir savaşan aç ve sefil bir millet vardı. Buna rağmen başardık. Halbuki biz şimdi 70 milyonun üzerinde, gayet güçlü, kuvvetli, ekonomisi dünyanın ilk 20’si içinde, Silahlı Kuvvetleri ilk 10’un içinde olan güçlü bir devletiz. Böyle bir devletin ve halkın esir olması, bölünmesi, parçalanması mümkün değildir. Bunu başaramazlar.
Amerikalılar filmlerde her yeri zabt ederler. Halbuki gerçek hayat öyle değil. Girdikleri her yerde dayak yiyorlar. Vietnam’da dayak yediler. Kore’de biz kurtardık. Afganistan’da, Irak’ta hala dayak yiyorlar.
* Bu ülkelerde henüz iş bitmedi mi?
-Ne Afganistan’da ne de Irak’ta iş kolay kolay bitmez. Çünkü bir kere Afganistan Avrasya ülkesi. Bir de Amerika’nın her yere aynı anda müdahale gücü yok. İşte görüyorsunuz, İspanya’da üç tane treni bombaladılar, İspanya kaçıyor. Şimdi Polonya kaçacak. Amerika’nın Irak’ta şansı yok.
* Avrupa Birliği Türkiye’yi içine alacak mı, almayacak mı?
-Keşke almasa. AB meselesinde es geçilen bir nokta var. O da ABile ABD müttefik, ama rakip. Çünkü Kıbrıs meselesini şu anda fişekleyen ABD değil, AB.
* AB niye Kıbrıs meselesini fişekliyor?
-Çünkü ABDve İngiltere’nin Kıbrıs’ta askeri üssü var. Almanya ve Fransa’nın üssü yok. Onlar da üs sahibi olmak istiyorlar. Kıbrıs’ta askeri üs sahibi olmanın çok önemi var. Kıbrıs adası; Akdeniz’de sabit bir uçak gemisi. Oradan ulaşamayacağın yer yok. Bir kere Süveyş’i kapatırsın, ikincisi İsrail’e ve Ortadoğu’ya hakim olursun. Üçüncüsü Anadolu’ya hakim olursun. İnanılmaz stratejik bir yer orası. Onun için ABkafayı oraya taktı. Aslında ABDile İngiltere, Almanya ve Fransa’nın Kıbrıs’a gelmesinden o kadar da memnun değil.
* Halkımız, AB’ye girersek, İmam-Hatiplerin önündeki engellerin giderileceğini, türban yasağının kalkacağını, insanların refah içinde yaşayacağını, işsiz insan kalmayacağını, kısaca bütün sorunların çözüleceğini zannediyor. Siz ne diyorsunuz?
-Rusya Devlet Başkanı Putin’in Başdanışmanı Albert Çernişev, bizimkilere dedi ki; “AB’ye güvenmeyin. Kapısını çalmayın. Gelin aramızda anlaşalım. Bu işi Asya’da halledelim. O zaman onlar gelecek bize” Adam haklı. O zaman öyle büyük bir güç olacaksın ki, koskoca bir Avrasya pazarı düşünün. Bütün mallarımızı tek başına Rusya ya da Çin satın alabilir. Şimdi sen bu kadarını bırakıyorsun, ordan bir ekmek atacaklar diye Batı’nın kıçında dolaşıyorsun. Onlar da seni inim inim inletiyorlar. Bu bir kere haysiyetine dokunuyor Türkiye’nin. Şimdi bugün aynen Tanzimat döneminin mandacıları gibi bir devletin kıçına takılıyoruz. AB,Hıristiyan birliği
* Tanzimat mandacıları mı?
-Evet, aynen mandacı zihniyeti bu. “Aman, o bizi korur”. Ulan sen kendini korursun. Sen güçlü bir devletsin. Kısaca bizi AB’ye almazlar. Çünkü Avrupa Birliği’nin kuruluş amacı Sovyet Rusya’ya karşıydı. Amerika da onları destekledi. ABbayrağına 12 yıldız koydular. O 12 yıldız Hz. İsa’nın 12 havarisini temsil ediyor. Bu bir tesadüf değil. Hıristiyan Birliği. Üye devletlerin sayısı artıyor., yıldızlar hala 12’de duruyor. Gizli-saklı değil, ortada olan bir olay bu. İngiliz Başbakanı çok net olarak diyor ki: “Türkleri Avrupa’ya ancak Hıristiyan olduklarında alabiliriz” Hıristiyanlar, dinlerini çok ciddiye alırlar. Onunla dünyayı kurtaracaklarını sanırlar. Şunu hiç unutma, 20. yüzyıl onların “Kara yüzyılı”dır..
* Yani onun rövanşını mı alıyorlar bizden?
-Evet, onun rövanşını almaya çalışıyorlar. Çünkü Sovyet ihtilali ile Anadolu İhtilali, 83 bloklu üçüncü dünyayı ortaya çıkardı. Bu 2 büyük kitle onları Batı Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya sıkıştırdı. Oraya sıkışınca, korktular. Şimdi onun öcü bu. Dağıtmaya çalışıyorlar. * Bunları bazı güç odakları bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa neden engel omuyorlar? -Hepsi biliyor, ancak işte asıl sorun buradan kaynaklanıyor. Bence çekiniyorlar. Aslında çekinecekleri bir şey yok. Çünkü emperyalizmi savunan medya çöküyor. Kontrolü kaybetmeye başladılar. Bunun ilk belirtileri özel televizyonlarda görülmeye başlandı. Sürekli adam çıkarıyorlar. Şu anda hepsi kötü durumdalar. Birçoğu devlete borcunu ödeyemiyor. Gazetelerin de durumu kötü. Onlar belli bir partiyi sevdiklerinden değil, para koparabilmek için o partiyi destekliyorlar. * Türkiye nasıl kurtulur? Eğitim, savunma ve iktisat mutlaka milli olmalı. NATO’ya girince herşeyin halledildiğini sandık. Kıbrıs meselesi ortaya çıkınca uçaklarımızı kullanmaya kalktık. Johnson’dan İnönü’ye tehdit ve hakaret dolu bir mektup geldi. Bu mektuptan sonra duvarlara “Kendi uçağını kendin yap, kendi silahını kendin yap” sloganları yazıldı. İşte doğrusu bu. Onlar sömürge aydınları
* KKTC’de yapılacak referanduma ABD ve AB’nin müdahale edeceği, oyların dolarla satın alınacağı söyleniyor. O zaman Kıbrıs davamız bitti mi sayılır? -Ben KKTC dahil, hiçbir olayın bitmeyeceğini düşünen bir insanım. Türkiye’de her zaman 2 X 2 = 4 değil, 5 edebilir. Irak fotoğrafına iyi bakın. Emperyalistler Irak’a sonunda girebildiler, ancak olay henüz bitti mi? Bitmez. “Rusya’yı ele geçirdik” sanıyorlardı. Şu anda Rusya’dan korkuyorlar. Çünkü Rusya nükleer, dev güç.
* Anti emperyalist düşünceleri savunanları istiskal edercesine “Üçüncü dünyacılar” diyenlere bir sözünüz yok mu?
-Onlar sömürge aydınları. Bunlar her şeye ihanet eden hain. Bunların üstünde durmaya bile gerek yok. Çünkü halkımız doğruyu yanlıştan çok iyi ayırıyor.
* Gerçekten ayırabiliyor mu?
-İnanılmaz bir şey. Ben bunu şahsımdan biliyorum. Beraber başladığımız yazarların büyük bir kısmı yolda kaldılar. Ben niye devam ediyorum? Çünkü halk biliyor ki, Attila İlhan, kendi aleyhine de olsa doğruları yazar. Yalan söylemez. Gerçek Atatürkçüler ortaya çıktıkça sahte Atatürkçüler dehşete kapılıyor. Zaten Atatürk yaşasa bu sahtekarları duman eder. Biz Kurtuluş Savaşı’nı Yunanlılara karşı yapmadık. Biz Kurtuluş Savaşı’nı emperyalistlere karşı yaptık. Yani Batılılarla savaştık. Lozan anlaşmasında karşımızda kim var? İyi bakın., Lozan’da karşımızda İngiltere ve Fransa var, İran yok. Yanımızda bize destek olan ise Rusya. Daha geçenlerde Rusya DevletBaşkanı Putin’in Danışmanı Albert Çernişev Türkiye’ye geldi ve: “Avrasya’nın sınırları Türk Kıbrıs’tan başlar” dedi. Ancak bunu sömürge medyası görmedi. Adam İstanbul’dan Ankara’ya, oradan Kıbrıs’a gidip aynı şeyleri söyleyecekti. Ama bizimkiler onlara yüz vermiyorlar. Batı’dan kazık yiyoruz
* Türkiye’yi yönetenler deli mi, yoksa akıllı da bilerek mi böyle yapıyorlar?
-Hayır, hayır, Türkiye’yi şu anda yönetenlerin öncekilerden farkı, emperyalizme daha angaje ve daha cesur olmaları. Yani açık açık söylüyorlar. 1950’den beri Batı’dan kazık yiyoruz. Bu kazıkları yöneticilerimiz sineye çekiyorlar. Her şeyimiz baltalanmış. Ekonomi, savunma ve eğitim Batı’nın kontrolünde.
* Mesela 1940’ta bir dolar kaç liraydı?
-Ne doları, ne Euro’su. O zaman dövizin esamisi okunmuyordu. 100 Türk lirası ile Fransa’ya gidiyorum. Napoli limanında parayı bozdurmak istedim. Kambiyonun önü çok kalabalık. Veznedarlardan birine elimdeki parayı gösterdim. Adam yerinden kalktı, o kalabalığı yararak beni aldı, bir odaya götürdü. 100 Türk lirasına karşılık tam 120 bin Frank para verdi. Ben o parayla Paris’te 2 ay geçindim. Çünkü o M. Kemal’in 100 lirasıydı.
* Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya?
Laiklik, Gazi’nin ölümünden bir yıl önce, 1937’de anayasaya giriyor. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti 1920’de kuruluyor. Şimdi bakınız, Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya? Emperyalist Batı’dan yana olanlara. İslam’ı irtica olarak anlasa, yanına Akif’i alır mı? Onun yazdığı şiiri İstiklal Marşı ilan eder mi?
* Gazi’nin parası ne zaman bozulmaya başladı?
-İsmet İnönü devrinde bozulma başladı. Ancak sadece paramız değil, Gazi döneminin güvenlik stratejisi de değişti.İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olunca o sırada tek dostumuz olan Sovyet Rusya, “Durum ne olacak? ” diye yüksek rütbeli bir diplomatını (Potentin’i) Ankara’ya gönderiyor. Potentin, Dışişleri ve İsmet Paşa ile görüşüyor. Net bir cevap alamıyor. Yani Gazi’nin döneminde olduğu gibi “Tamam, dostluğumuz devam ediyor. Batı’ya karşı beraberiz” demiyorlar. Bunun üzerine Potentin gidiyor. Durum kötü. Hitler ve Mussolini Avrupa’yı tehdit ediyor. Harp çıkacak. Ruslar, Hitler’den çekiniyor. Bizimkiler garanti vermiyor. Ruslar Almanlarla anlaşıyor. İnönü de gidiyor Fransa ve İngiltere ile ittifak imzalıyor. Bugün çektiklerimiz o ittifakın sonucudur. Yani o ittifak olmasaydı, biz yine bağımsız, tarafsız bir devlet olacaktık.
* Batılılaşma Gazi’yle başlamıyor mu?
-Hayır hayır, Gazi Paşa’nın ağzından hiçbir zaman “Garplılaşacağız” sözü çıkmıyor. Gazi bütün nutuklarında “Muasır millet olacağız” diyor. “Muasırlaşma”nın muadili “Çağdaşlık”tır. “Batılılaşma” değil. Çok vahim yanlış yapıldı
* Gazi’nin “Muasırlaşma” sözü ne zaman “Batılılaşma” şeklinde yorumlanıyor?
-İsmet Paşa’dan itibaren. Biz Lisede okurken ders kitapları değiştirildi. Türk şairleri ve edibleri yerine Yunan filozoflarına ve şairlerine ağırlık verildi. Çok vahim yanlış yapıldı. Devlet kurulur kurulmaz Gazi’nin en büyük jesti Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nu kurmasıdır. Gazi’nin döneminde okutulan kitapları okuyanlar, ulusalcı, memleketini seven, tarihini seven insanlar olarak yetiştik. Yaş olarak Erbakan, Demirel, Ecevit, ben hep aynı kuşağın insanlarıyız. Hatta Adnan Menderes.
* Ancak aynı fikirde insanlar değilsiniz. Öyle değil mi?
-Karşıt fikirlerde olabiliriz, bir noktada aynı düşüncedeyiz. O da: “Türkiye büyük bir devlettir, büyük bir devlet olmalıdır, büyük bir devlet olarak kalmalıdır” Bu noktada aramızda ihtilaf yoktur.. İhtilaf olmadığı için aynı şeyi Batı’ya karşı bugün de yapabiliriz diye düşünüyorum. Gazi’nin yaptığı gibi.
* Gazi’nin etrafında o zaman kimler var?
-Gazi’nin etrafında Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Akif, Mustafa Suphi. Yani Gazi, Türkçüleri, İslamcıları, Solcuları yanına alarak Batı’ya karşı birlikte savaştı. Bu memleketin İstiklal Marşı’nı Mehmet Akif yazdı ve buna kimse itiraz etmedi. Çünkü Türkler işler zora geldiği zaman birleşir. Bu çok sinsi bir tuzak
* Şu anda Türkiye’de bu birlikteliği kurmak mümkün mü?
-İşte ben bunu söylüyorum. Partisi ve zihniyeti ne olursa olsun, Türkiye’de aslında 2 grup var. Emperyalist Batı yanlıları ile emperyalizme karşı Türkiye’den yana olanlar. Türkiye’de bu 2 grubun mücadelesi yaşanıyor. Lozan’daki gibi. Şu anda da Sosyalist partiler ikiye bölünmüş. Batı’dan yana olanlar, Türkiye’den yana olanlar.
* Ya Müslümanların durumunu nasıl görüyorsunuz?
-Onlar da bölünmüşler. Bir grup emperyalizme karşı Müslümanlar. Öteki grup ise “Canım Müslümanız, ama, Batı’yı, ABD’yi de küstürmeyelim. Hatta bir vilayeti verelim gitsin” diyenler.
* Şu anda batıya karşı mücadele verilirken, birtakım odaklar hala üniversiteye gitmek isteyen kızların başörtüsü ile uğraşıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
-Bu çok sinsi bir tuzak. Türkiye’nin meselesi emperyalist Batı’ya karşı mücadele olmalıdır. Bağımsızlığını kazanan Türk milletinin önüne başka bir konu koymuşlar. Nedir o? Laiklik.
* Laikliği Gazi getirmedi mi?
-Laiklik, Gazi’nin ölümünden bir yıl önce, 1937’de anayasaya giriyor. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti 1920’de kuruluyor. Şimdi bakınız, Gazi de irticaya karşı. Ama hangi irticaya? Emperyalist Batı’dan yana olanlara. İslam’ı irtica olarak anlasa, yanına Akif’i alır mı? Onun yazdığı şiiri İstiklal Marşı ilan eder mi? Ben 1930’lu yıllarda Konya’nın Ilgın kazasında yaşadım. Orada kadınlar örtülüydü. Kimse kimseye bir şey demezdi. Yasak olsaydı, orda da uygulanırdı. Bana göre, Türkiye’de emperyalizme karşı mücadeleyi zayıflatmak için Türk halkını böyle yasaklarla oyalıyorlar. Laikliğin ön plana çıkarılmasının sebebi; Türklerin Batı’ya karşı anti emperyalist tavra girmemesini sağlamaktır. Türkiye’nin meselesi “Laiklik mi-değil mi” meselesi değildir. Türkiye’nin meselesi tam bağımsızlıktır. Ekonomisini ve kültürünü kurtarmak meselesidir. Bütün gücümüzü buna yöneltmek zorundayız. Bunun içinde yapılması gereken şey bir ulusal cephedir. Bu ulusal cephede herkes var.
* Kartel medyasının ulusal cepheye bakışını nasıl buluyorsunuz?
-Medya ülkenin satışına hazırlandı. Bu oyun önce Rusya’da oynandı. Ondan sonra Yugoslavya’da oynadılar. “Böl, parçala, yut” oyunu her yerde oynanıyor. Yaptıkları gayet basit: Partileri ve basını satın alıyorlar. İktidara hangi parti gelirse gelsin, emperyalistlerin sözü geçiyor. Partileri, gazeteleri, televizyonları ve sivil toplum kuruluşlarını ele geçirince o ülkeyi ele geçirmiş oluyorlar. Etrafımızı kuşattılar
* ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamına Türkiye’de giriyor mu?
-Elbette giriyor. Etrafımızı kuşattılar. Sıra bizde. Türkiye’yi bölmeyi, bugünkü topraklarımız üzerinde 4-5 devlet kurdurmayı düşünüyorlar. Fakat bu amaçlarına eremeyecekler. Çünkü doğuluları tanımıyor. Doğuluların en büyük özelliği vatan ve namus uğruna ölümü göze almaları. Vietnam’da, Afganistan’da rezil oldu. Irak’ta rezil olacak. Türkiye’nin de içinde bulunduğu proje yeni değil. “Birleşik Amerika’nın 21. yüzyıl Güvenlik Stratejisi” diye 150 sayfalık bir belge var. Bu belge Türkçe’ye çevrildi. Yetkili makamlarda da var. O belgede adam açıkça diyor ki: “Dünyaya hakim olacağım. Bütün dünyanın petrol rezervleri Ortadoğu ve Asya’dadır. Burada şu kadar milyar varil petrol yatıyor. Bunun üzerindeki devletler de koftidir. Ben oralara girip demokrasi yapacağım” Cihet-i Askeriye yeni gördü
* Amerika girdiği yere demokrasi götürüyor mu?
-Onun anladığı şekilde bir demokrasi götürüyor. Bizim bildiğimiz demokrasiyi değil. Ülkemiz üzerinde asıl fırıldakları Batı’nın çevirdiğini Cihet-i Askeriye yeni gördü. Bunlar herkesin bildiği olaylar. Saratoga’dan atılan füzelerle Muavenet muhribimizin vurulması. Eşref Bitlis Paşa’nın uçağının düşürülmesi ve şehit edilmesi. Bunları herkes biliyor. ABD bize uçak satıyor, roket satıyor, bilgi sayar sistemini vermiyor. Çünkü o uçağın içine öyle bir düzenek koyuyor ki daha uçak havalanmadan bir düğmeye basıyor. İnfilak ettiriyorlar. Her şey Milli olacak
* Böyle müttefik olur mu?
-Onlar başından beri ittifak amacıyla gelmediler ki. “Eğitim gönüllüleri” adı altında ülkemize gelen misyonerler Türkiye hakkında raporlar verdiler. “Hangi kavimlerin nerede yaşadığını, aralarındaki inanç ve mezhep farklarının neler olduğunu ve bunları birbirine nasıl düşürebiliriz? ” diye raporlar hazırladılar. Adamlar “Türkiye’den kaç devlet çıkar” ın hesabını yapmışlar.
* Size göre Türkiye’nin kurtuluş reçetesi nedir?
-Eğitim, savunma sanayi ve iktisat mutlaka milli olmalı. Biz NATO’ya girdiğimizde herşeyin halledildiğini sandık. Kıbrıs meselesi ortaya çıkınca uçaklarımızı kullanmaya kalktık. Johnson’dan İsmet İnönü’ye 1963 yılında tehdit ve hakaret dolu bir mektup geldi. Bu mektuptan sonra duvarlara “Kendi uçağını kendin yap, kendi silahını kendin yap” sloganları yazıldı. İşte doğrusu bu. Habuki Gazi’nin sağlığında uçak fabrikası kurduk, Hollanda, İspanya, Suriye ve Irak’a uçak sattık. Sonra “Batı’yla ittifak yaptık” diye bunları bırakıyorlar. İşte bu Tanzimat kafası. Çünkü Tanzimatçı Ali Paşa Padişah’a tavsiyesinde diyor ki: “Padişahım, donanmayı elimizde tutmak, beslemek zor ve masraflı bir iş. Bunu özel sektöre devr edelim.”
* Donanmayı mı?
-Evet, şimdi aynı şeyler olmuyor mu? Tersaneler kapatılıp müzeye çevrilmiyor mu? Patrikhane’nin etrafındaki binaları kimlerin aldığını, konut yapımına neden açılamadığını bilmeyen var mı?