gerçek hakki aşk onu verendir.fani aşklar imtihan için verilmistir.bakalım ALLAH aşkınımı yoksa onun yarattiginimi tercih ediceksin imtihaniydi.oysa aşkın dereceleri var.ALLAH aşkı en buyuğudur.kulda aşkta inat edersen o nun egosu kabarir ancak.kendini bir şey zanneder seni kucumser sevmemeye başlar.oysa iyiliği merhameti seni yaratani sevki.onu kafanda bitirki.ALLAH için sevesin artık.karşina çikan dogru insana gönül veresin.
Aşk bazıları için çocuk oyuncağı , bazıları için yaşam salıncağı Aşkı iki kişilik zannedenler de var , tek kişilik sananlarda Aşk öyle bir şey ki herkes kendince çıkarımda bulunabiliyor Benim için ise aşk imkansıza gönül vermektir Basit bir şey değildir aşk , kolayca ulaşamazsın ona Senelerini verirsin hatta ömrünü belki de Kendini kaybedersin , unutursun tüm benliğini Sen o sundur , o da sen Aşk öyle bir şeydir ki öyle bir şeydir Anlatsan da nafile , o anlamazsa aşk hiçbir şeydir...
Aşk: İnsanın genetiğine, binlerce yıl türünün devamlılığı ve ölümsüzlüğü arayışı nedeniyle işlenmiş olan yapay bir üreme mekanizmasıdır. Biyohafızamız içinde bulunduğumuz çevreden bağımsız olarak büyüsek de bu mekanizmayı bu yüzden devam ettirebilmektedir. Bu yapay mekanizma sevginin bir üst türüdür. Buna romantik bir eğilim diyebiliriz. Bunu sevgiye geçiş süreci olarak görmek varlığını yok saymak değildir. Yalnızca mantığı herkesce tarafından baskıladığı bilinen bu sürecin herkes için farklı gerçekleşmesinin nedeni aslında Aşkın tarifini değiştiren asıl şeydir. Böylece bu süreci etkileyen etkenlere bakılmalıdır. Çevresel (aile dahil) baskı, estetik (ahlak ve güzellik) anlayışı, tecrübe (yaş ve yaşanmışlık) farkı ve hormonal düzeyler... Sevgi tarafından henüz regüle edilmemiş Aşk; tehlikeli ve arayıştır ayırca, tehlikeli bir arayıştır.
Ne yol yürünür baştan, ne ayrıdır doğru yanlıştan. Bulanık aynam mevzi, hükmüm yağar gözüm yaştan. Ağırlığınca yaşım kalender, deli civan canım bozgun aşktan. Gönlüm yenilmez, kırılır imkanları gömen telaştan. Ne gurbette yerim, ne büsbütün halk içinden. Zaman durmuş, bir ölüm var kalbin her meylinden. Duru zamanın en bozuk vaktinden, Saatler yalancı, yaşamak dilenmektir vaktin sahibinden.
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı. Aşk devrimden daha devrimciydi Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din. Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı. Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı. Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-. Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi. Ali Murat İrat
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı. Aşk devrimden daha devrimciydi Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din. Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı. Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı. Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-. Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi. Ali Murat İrat
Aşk nedir? Aşık mı oluyoruz yoksa aşık olduğumuzu mu sanıyoruz? Elbette seviyoruz, seviliyoruz. Fakat aşkın bu olduğuna inanmıyorum. Aşk, kavuşamamaktır. Anlatmaya çalışsak da, anlatamamaktır. Her anlatmaya çalıştığımız da, sahi aşk nedir? Diye sormaktır her defasında. 2021 yılındayız, bizlerin bu zamanda yaşadığımız aşksa ( ki olduğunu düşünmüyorum) Leyla ile Mecnun'un , Ferhat ile Şirin'in aşkına büyük saygısızlık. Aşk, eski çağda kalmış bir duygu biçimidir.
basiretim takılı kaldı ben bir balık ağlarında çırpınan. sensin hüsran, sendin reva olamadım zahmet ellerinde ardı sıra ölüm bekler, sensin ölümü bekleten yaşama hıncım çarpan kalbime vuku, ıssız çöllerime vaha bekleyenim, küslüğüm var kalakalmışın küfrü kadar yollara söğüt altı yılanlar uyurdu göze aldırandı kazımak adını ağaçlara ben ihtimaline yol olan uğraşım Sayamadım, sığamam bu kaçıncı söze sevildim de yaratıldım sevdim de hapsettim tecellisi pür, yitik zaman içinde gevşek öfkem salınır tiryakiliğinden günümü döndüren yıllardan istirhamım aman diler merhametinden merhametin yok aman! ab-ı hayatsın bana kırık bir tastan benim seni anlatacak kelimelerim bitti sendin sevda, sensin hüsran
Aşk beynimizin oynadığı bir oyundur.
Aşk irade meselesidir
İraden ne kadar zayıfsa aşk seni o kadar ele geçirir.
Bence mütiş değil harikulade
Bence Harikâ değil mütiş
BAKKALA GİRİNCE CEKETİM ISINIRDI adlı şiirimden üç mısra paylaşacağım sizlere değerli şair arkadaşlarım.
ekmek arası beyaz peynir iyi gelirdi açlığıma
bakkala girince ısınırdı ceketim
para üstünü beklerken ben yine seni düşünürdüm
beraber söyleyelim
yaşanması gereken bir duygudur
uzun hikaye
gerçek hakki aşk onu verendir.fani aşklar imtihan için verilmistir.bakalım ALLAH aşkınımı yoksa onun yarattiginimi tercih ediceksin imtihaniydi.oysa aşkın dereceleri var.ALLAH aşkı en buyuğudur.kulda aşkta inat edersen o nun egosu kabarir ancak.kendini bir şey zanneder seni kucumser sevmemeye başlar.oysa iyiliği merhameti seni yaratani sevki.onu kafanda bitirki.ALLAH için sevesin artık.karşina çikan dogru insana gönül veresin.
Tam sadece dunyada bir ikiniz var hissine kapılmaktan ucuncu bir kisinin varligini hissetmek.
Beşeriyette dengini ister
İlahiyatta tevekkül
Her ikisini de yaşamaya değer..
Ben aşık oldum
hiçlik
Aşk bazıları için çocuk oyuncağı , bazıları için yaşam salıncağı
Aşkı iki kişilik zannedenler de var , tek kişilik sananlarda
Aşk öyle bir şey ki herkes kendince çıkarımda bulunabiliyor
Benim için ise aşk imkansıza gönül vermektir
Basit bir şey değildir aşk , kolayca ulaşamazsın ona
Senelerini verirsin hatta ömrünü belki de
Kendini kaybedersin , unutursun tüm benliğini
Sen o sundur , o da sen
Aşk öyle bir şeydir ki öyle bir şeydir
Anlatsan da nafile , o anlamazsa aşk hiçbir şeydir...
AŞK NERDE KALDIN SENİ BEKLERKEN.
HADİ aşk nerede kaldın?
Aşk, ayrılık ve özlem şiiri:
Sevgi ve saygılarımla.
Aşk: İnsanın genetiğine, binlerce yıl türünün devamlılığı ve ölümsüzlüğü arayışı nedeniyle işlenmiş olan yapay bir üreme mekanizmasıdır. Biyohafızamız içinde bulunduğumuz çevreden bağımsız olarak büyüsek de bu mekanizmayı bu yüzden devam ettirebilmektedir. Bu yapay mekanizma sevginin bir üst türüdür. Buna romantik bir eğilim diyebiliriz. Bunu sevgiye geçiş süreci olarak görmek varlığını yok saymak değildir. Yalnızca mantığı herkesce tarafından baskıladığı bilinen bu sürecin herkes için farklı gerçekleşmesinin nedeni aslında Aşkın tarifini değiştiren asıl şeydir. Böylece bu süreci etkileyen etkenlere bakılmalıdır. Çevresel (aile dahil) baskı, estetik (ahlak ve güzellik) anlayışı, tecrübe (yaş ve yaşanmışlık) farkı ve hormonal düzeyler... Sevgi tarafından henüz regüle edilmemiş Aşk; tehlikeli ve arayıştır ayırca, tehlikeli bir arayıştır.
Ne yol yürünür baştan, ne ayrıdır doğru yanlıştan.
Bulanık aynam mevzi, hükmüm yağar gözüm yaştan.
Ağırlığınca yaşım kalender, deli civan canım bozgun aşktan.
Gönlüm yenilmez, kırılır imkanları gömen telaştan.
Ne gurbette yerim, ne büsbütün halk içinden.
Zaman durmuş, bir ölüm var kalbin her meylinden.
Duru zamanın en bozuk vaktinden,
Saatler yalancı, yaşamak dilenmektir vaktin sahibinden.
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı.
Aşk devrimden daha devrimciydi
Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din.
Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı.
Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı.
Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-.
Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi.
Ali Murat İrat
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı.
Aşk devrimden daha devrimciydi
Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din.
Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı.
Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı.
Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-.
Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi.
Ali Murat İrat
Ey gönül! Şimdi sorarım sana , hangi aşk daha büyüktür?
Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?
#Şems-i Tebrizi
Aşk bir çift mavi göz benim için ve gözler hep gülsün, ışık saçsın diye çabalamak
Aşk nedir? Aşık mı oluyoruz yoksa aşık olduğumuzu mu sanıyoruz? Elbette seviyoruz, seviliyoruz. Fakat aşkın bu olduğuna inanmıyorum. Aşk, kavuşamamaktır. Anlatmaya çalışsak da, anlatamamaktır. Her anlatmaya çalıştığımız da, sahi aşk nedir? Diye sormaktır her defasında. 2021 yılındayız, bizlerin bu zamanda yaşadığımız aşksa ( ki olduğunu düşünmüyorum) Leyla ile Mecnun'un , Ferhat ile Şirin'in aşkına büyük saygısızlık. Aşk, eski çağda kalmış bir duygu biçimidir.
bilmem yaşamadım ki
Günleri Döndüren Yıllardan İstirham
basiretim takılı kaldı
ben bir balık ağlarında çırpınan.
sensin hüsran, sendin reva
olamadım zahmet ellerinde
ardı sıra ölüm bekler, sensin ölümü bekleten yaşama hıncım
çarpan kalbime vuku, ıssız çöllerime vaha
bekleyenim, küslüğüm var kalakalmışın küfrü kadar yollara
söğüt altı yılanlar uyurdu göze aldırandı kazımak adını ağaçlara
ben ihtimaline yol olan uğraşım
Sayamadım, sığamam bu kaçıncı söze
sevildim de yaratıldım
sevdim de hapsettim
tecellisi pür, yitik zaman içinde
gevşek öfkem salınır tiryakiliğinden
günümü döndüren yıllardan istirhamım
aman diler merhametinden
merhametin yok aman!
ab-ı hayatsın bana kırık bir tastan
benim seni anlatacak kelimelerim bitti
sendin sevda, sensin hüsran
Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni
(ya rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,
bir an bile ayırma aşk belasından beni)Fuzuli...
gibi...
Aynen kıymet hanım aşk yalan biliyoruz ama doğru şekilde soyleninceyinede inanıyoruz. Tanımınız cok güzeldi bayildim