'okunuşundaki ve dinlenişindeki belagat ve fesâhat başka hiç bir dilde yoktur' demiş Sufi olan çok doğrudur ama Farsça'nında bu konuda hakkını yememek lazım gelir...
Dünyanın en zengin ve en kadîm dillerinden.. okunuşundaki ve dinlenişindeki belagat ve fesâhat başka hiç bir dilde yoktur.. Düşünün bir kere Araplar 'akıl' kelimesini deve yuları anlamındada kullanıyor 'alıkoyan, suyun coşkun akmasını engelleyen set' anlamındada.. Akıl bilgileri birbirine bağlayıp sonucunda fikir üretmeye yaramaz mı? işlevinin bir ipten, yulardan, bağlama aracından pek bir farkı yok gibi... Aynı zamanda fevri kararlar almamızın, galeyana gelip bir şeylere zarar vermemizin önüne geçip bir set işlevi görmez mi? Arapça düşman edinilmeyecek kadar kıymetli bir dildir. Dost olup anlamak,anlaşmak varken...
Çocuklara Arapça isimler koyma geleneği 'arap özentisi' değildir kesinlikle.. Özellikle Türkiye'de insanlar çocuklarına bir isim koyacakları zaman bu ismin Kur'an menşe'li olmasına dikkat ederler. ve bu asla kınanacak yadırganacak bir durum değildir. O halde orijini yunanca olan Melisa, Funda, Bora. Yasemin, Sibel vs. gibi isimler Yunan özentisinden kaynaklanır.. Çocuğa konulan isim çocuğun kimliğidir. İslam arapların dini değildir. Kur'anın arapça olması onu okumanın 'arap özentisi' olduğu anlamına mı gelir.. komik olmayın..
elif be te se cim ha hi dal zel ri ze sin sin sat dat ti zi ayin gayin fe,kaf kef lam mim nun.................... aynen böle at at bitmez arabin yalellisi gibi :)))
Konu ile igili muhterem bir hocaefendinin harika tespitleri:
Risaletin Lisana Ait Buudu
Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerde, O'nun Arapça indirilişiyle ilgili pek çok ayet mevcuttur. Bu da, bilhassa o dönem itibariyle, Arapçanın mükemmelliğini göstermektedir. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Arapça altın çağını yaşıyordu. Her lisanın bir altın çağı vardır. Mesela Elizabet çağı -bugünün İngilizcesi öyle kabul edilebilir. İhtimal, bizim, dil adına düştüğümüz hatalara onlar düşmediler. Ayrıca, teknolojik gelişme ve değişik kültürlere hem de bilerek açık olma, ayrı bir zenginlik vesilesi kabul edilebilir- Şekspir'le altın çağını yaşamıştır. İngilizler bu çağa karşı hep saygılı davranırlar. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu devre de, Arap dilinin altın çağı sayılır. O dönemde dil o kadar oturaklaşmış, kaide ve prensipler o kadar dilin tabiatıyla bütünleşmiştir ki, en basit beyanlar bile adeta birer sanat harikasıdır. Kur'an-ı Kerim Mudar oymağı ve Kureyş'in diliyle nazil olmuştu. Ancak o, değişik kıraat ve lehçelere de açıktı. Kur'an'ın edebi yönü üzerinde bugüne kadar bir hayli insan durmuştur.. ve bu konuda pek çok edebi dahi yetişmiştir. Abdülkahir Cürcaniler, Sekkakiler ve Zemahşeriler'den alın da asrımızın Muhammed Sadık Rafiiler'i, Seyyid Kutuplar'ı, İşaratü'l-İ'caz sahibi medar-ı iftiharımız Üstad Bediüzzaman sadece bunlardan birkaçı...
Kur'an belagat ve i'caz yönüyle nazil olduğu günden bu yana, daima muarızlarına meydan okuya gelmiştir. Nice edip ve beliğler, O'na nazire yapmaya kalkmışlardır ama, dökülüp hep yollarda kalmışlardır. Ve nice dostlar onun ayetleriyle, beyan ve ifadelerini, şiir ve makalelerini süslemişlerdir. Ama; asla ona ulaşamamışlardır. Kur'an, bugün de, hala milyarların dilinde okunurken, adeta vahiy semasının zirvelerinden bize göz kırpan yıldızlar gibi tebessüm ederek, ifade ve edasının erişilmezliğini fısıldamaktadır. Cahiliye döneminde pek çok şair ve edip, sadece bir kez dinlemekle Kur'an'ın büyüsüne kapılmış ve ona teslim olmuşlardır. Hatta Velid İbn Muğire, her türlü düşmanca duygularına rağmen, Kur'an karşısında büyülenmiş ve diyecek bir şey bulamamıştır. Utbe ibn Velidler, Ebu Cehiller bile onunla büyülenmiş, muarazada bulunmaya cesaret edememişlerdir. Bir Hz. Ömer ki, kendi ifadesiyle 'gözümü yumsam hiç duraklamadan, cahiliye şiirinden bin beyit okuyabilirim' der. Evet o, cahiliye edebiyatına, cahiliye şiirine o kadar vakıf bir insandır. İşte bu parlak dimağ, Taha Suresi'ni dinlediğinde Peygamber Efendimizi öldürmeye karar vermiş olmasına rağmen, onun teshir ve tesir edici cereyanına tutuluvermiş gibi sarsılır ve ona teslim olur. Evet, nakledilenlere bakılınca o gün Mekke'nin sokaklarından geçerken herhangi bir insanı rastgele çevirseniz ve ona şiirden bir şeyler sorsanız, hiç tökezlemeden 4-5 saat şiir okuyabilecek kadar bir dil vukufiyetiyle karşılaşırdınız. İşte Kur'an, yeni bir dinle gelirken, böylesine edebi zenginliğe malik bir dille nazil oluyordu. Getirdiği esaslarla, sıradan herhangi bir bedevinin anlayışına müraat ederken, edebiyat ve şiirde dahi sayılan ve ufku olabildiğince geniş bir edip, bir şairi de ihmal etmiyordu. Evet deve arkasındaki bedevi, Kur'an'ı vird edinip okurken, en büyük dahiler dahi büyük bir zevkle ve tarif edilmez bir şevkle Kur'an ayetlerini dillerinden düşürmüyorlardı.
Kur'an'ın Evrensel Dili
İşte başta zikredilen ayette de ifade edildiği gibi 'Allahu a'lemu haysu yec'alu risaletehu' gerçekten de, Allah (cc) risaletini nasıl ve hangi dille tesis edeceğini en iyi bilendir. Kur'an öyle bir dille nazil olmuştur ki; bir hukukçu kendi hukuk diliyle O'na müracaat ediverse, maksad ve meramına ulaşmada hiç mi hiç zorlanmaz. Bir idareci, bir kelamcı ve bir tefsirci de kendi sahalarına ait incelikleri rahatlıkla onda bulabilir ve aydınlanırlar. Oysa ki, çok iyi bilindiği gibi, bir hukuk dili, bir edebiyat dili veya bir akide ya da tefsir dili birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Ne var ki, Kur'an, bütün bunlara aynı anda, hem de en küçük inceliklerine, kaide ve prensiplerine zerre miktar halel getirmeden müraat etmiştir. İşte İslam tarihi, işte şer'i ilimler, işte hukuk mektepleri, işte binlerce edebiyat okulu ve bütün bunlar kadar muhakkik, müdakkik, müfessirleri yetiştiren tefsir ekolleri, hemen hepsi de mesleklerine, meşreplerine ve mezaklarına onu birer kaynak kabul edip dünya kadar eser meydana getirmişler...
Öyleyse Allah (cc) gerçekten de risaletini, hangi insana nerede ve hangi dille tebliğ edeceğini en iyi bilendir. Hatta bu hususta nisbetleri dahi bir kenara bırakarak 'en iyi bilen' değil; 'Allah bu hususu yegane bilen'dir denilmelidir ve O'ndan başkasının da herhangi bir takdir hakkı söz konusu değildir. Böyle bir iddiaya kalkışanları, ayetin ifadesiyle, dünyada horluk ve hakaret, ahirette de şiddetli bir azab beklemektedir.
Hocaefendiye iki noktada itirazım var; birincisi Arapça'nın altın çağı hala bitmemiştir,çünkü o dönem konuşulan mükemmel dil bu güne kadar ilmi ve edebi eserler bilahassa kuran ve hadislerle korunmuştur,hiç bir bozulmaya uğramamıştır ama İngilizce altın çağını değil sömürge çağını yaşamaktadır ve sömürülen insanlara hitap ediyor; Arapça ise asırlardır kalplere hitap eden bir dildir.İkincisi bedeviler o dönemde alelade deve çobanları değildiler bilakis müthiş bir dil,zeka ve edebi kudrete sahiptiler,halis Arapçanın menbaı idiler.Dikkat edilirse bedevilerin nice veciz sözleri edebi eserlere konu olmuştur.Bu böyle biline.
Sami dil ailesi grubu içinde yer alan ortadoğu yaygın olan dillerden biridir. İbranice, Ârâmice ve Süryânice bu dil ailesine bağlı diğer dillerdir. ve birbirine komşu olan bu dillerin birbirlerinden etkilenmemesi kaçınılmazdır. o yüzden etimolojik olarak bir kelime en fazla hangi dilde kullanılıyorsa o dile ait olduğu kabul edilir. Fakat ibrânicenin arapçadan daha kadîm bir dil olduğuda vakıadır.
İnsan aklının ve hislerinin sınırlarını zorlayan,; kelimelerinde ve cümlelerinde dahiyane bir zekanın ince kıvılcımlarını hissettiren; olağan üstü kelime zenginliğiyle,yazılışıyla,cümle yapısıyla, kelimelerinin türetilişlerindeki asalet ve ihtiva ettiği derin manalarla insanı hayretlere düşüren ve bu haliyle insanı kendisinde bariz bir ilahi müdahelenin vucuduna ikna eden mükemmel dil.Arapça’nın diğer dünya dillerinin fevkinde olduğuna bu dile aşina olan tüm insaflı filologlar şehadet etmişlerdir.Mesela ünlü Osmanlı filologu Şemseddin Sami bunlardan biridir. (Fransızca,İtalyanca,Latince,eski Yunanca,Arapça,Farsça ve Arnavutça dillerini bilmektedir.) Türkçe’nin vucuda getirilmiş en mükemmel sözlüğü olan Kamus-ı Türki’de Arabi(Arapça) kelimesini izah ederken der ki:Elsine-i alemin en mükemmel dilidir.(Yani dünya dillerinin en mükemmeli,kusursuzudur.) Arapça’nın bu mükemmelliği en basit şekliyle kelime zenginliği,kelimelerinin türetilişlerindeki asalet,adeta matematik formülleri gibi mantıklı olan cümle yapısı ve fonetik ahengiyle ispat edilebilir.Mesela Arapça’nın cümle yapısı daima cümlenin en mühim unsurlarını(öğelerini) takdim etme(öne alma) üslübuna dayanır.Şüphesiz basit bir cümlede en önemli unsur yüklemdir(Arapça’da fiil) çünkü daima cümlenin diğer öğelerini tespit etmek için yüklemden yararlanırız.Sonra bu öğeler sırasıyla özne(fail) ve tümleçlerdir(mefuller) .İşte Arapça’da basit cümle yapısı tamamen böyledir ki bu yapı son derece uzun ve karmaşık cümleleri dahi gayet rahat bir şekilde ifade etmenizi sağlar.Arapça ile İngilizcenin cümle temel cümle yapısı açısından tek farkı İngilizce’de fiilin özneden önce gelmesidir.Bununla beraber İngilizce’de bu temel cümle yapısı kolay kolay değişmez bunun sonucu olarak da cümlede vurgulanmak istenen unsurlar pek belli değildir.Halbuki Arapça’da yerine göre vurgu yapılmak istenen unsurlar öne alınabilir böylece cümle yapısı özne-fiil-tümleç veya tümleç-fiil-özne şeklini alabilir.Bunları bir örnekle açıklayacak olursak:Türkçe’deki “Ahmet bugün okula ağlayarak gitti” cümlesi,Arapça’da:”zehebe(gitti) Ahmed(Ahmet) el-yevm(bugün) ile-l-medrese(okula) bâkiyen(ağlayarak) ”.İngilizce’de ise “Ahmet went to the school today crying”.Arapça’da özneye vurgu yapacaksak “Ahmet zehebe el-yevm ile-l-medrese” tümleçlere vurgu yapacaksak ile-l-medrese zehebe ahmed el-yevm bâkiyen”diyebiliriz.Halbu ki İngilizce de “To the school went Ahmet today craying” vs diyemeyiz.Türkçe de de “Ahmet okula bugün ağlayarak gitti” vs diyebilsek de yüklemin sonda olması ve vurgunun daima yüklemden önce olması ifadeyi güçleştirmektedir.Arapça’nın kelime hazinesi bakımından zenginliği ise hiçbir dille kıyaslanamayacak kadar geniştir.Bunun delili 17-18 cildi bulan 2.000.000 a yakın kelimeyi izah eden lügatlerının bulunmasıdır.Ama şunu da belirtelim ki Arapça bugün yozlaşmaktadır ve Araplar kendi kelimelerine edebiyat ve kültür sahası haricinde sahip çıkamamaktadır.Bunun neticesinde eski ve köklü bir çok kelimelerini kullanmayıp unutur hale gelmişlerdir.Hatta Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerin yıkılmaz bir biçimde sağlamlaştırdığı halis Arapça’yı sadece resmi dil olarak kullanıp günlük hayatta ne idiğü belirsiz karma karışık avam dili olarak tabir edilen bozuk lehçeler kullanmaya başlamışlardır.Böylece Arapça’nın kulağa son derece hoş gelen telaffuzunu da bozup çirkin ve kaba bir şekle sokmuşlardır.Ancak halis Arapça binlerce ilmi ve edebi eserlerle asırlardan beri muhafaza edilegeldiğinden bu mesele bizi alakadar etmiyor,Arapların kendi sorunları.Dolayısıyla Arapça’yı uydu kanallarındaki bazı yayınları takip edip kaba ve kulağa çirkin gelen bir dil olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.Çünkü bugün Araplar dillerini tv spikerleri de dahil bozuk ve kaba telaffuz ediyorlar.Ancak içlerinden ilahiyat ve edebiyat eğitimi almış bazı kimseler bu dili asıl kureyş lehçesine uygun bir biçimde Kur’an-ı Kerim’in okunuşuna uygun olarak telaffuz ediyor.O halde bu dilin fonetiği hakkında doğru bir izlenim edinebilmek için tv kanalarındaki din adamlarını ve Kur’an-ı kerim okuyucularını dinlemek lazım.Sonuç olarak Arapça’nın ne kadar mükemmel bir dil olduğunu anlamak için bu dili en doğru bir biçimde öğrenmek gerekir.
Cesedun, ecmelu beytin yeskunuhu el hayal..ellezzetu kıyamet el cesedi.. Kalb el aşıki beyne şefeteyhi.. ve kalb el aşikati tahte sürretiha... Kella la yukdaru en yura fi el verdeti – illa cesedu imreetin...
Pek çok dilde arapça terimlere rastlamak mümkündür. Zamanın içindeki erezyonla çoğu terimde,, asıl telafuz kaybolmuş ve Arapça gerçek karşılığı farklı anlamlara kaymıştır.
O yüzden arapçadan dilimize geçen kelimelerde esas olan kullanıldığı yer ile ifade ettiği anlamdır.
Arapça gerçekten su gibi bir dil...sözcüklerin türetimesi ve çoğul olması mükemmel bir uyum içinde oluveriyor...örneğin; ders-tedris-muderris-daras-edros...jarh-majroh...kitab-katib-mektub-mekteb...tabi dahası var...grameri ve knouşması oldukça zor bir dil.ama İslam'ın dili olması belki de onu öğrenmek isteyenler için yeterli olabilir.geniş bir coğrafyaya yayılmış bir dildir.bir çok yerel lehçesi bulunur.Kuran arapçası yani formel(resmi) arapçaya 'fusha' denir.çok çok neşeli,güzel bir dil kısacası...
Kur'an-ı Kerim dili. Arapça şiirsel bir dildir. Ayrıca insanın gözünün yaratılışına en uygun dil. Göz sağdan sola okumaya meyillidir.Tıpkı Arapça'da olduğu gibi.
Nasera, yensiru, nasren, nasirun, aff ne hızlı çekerdik bu fiileri anlamları ile beraber (: Tersten çekmek maharet isterdi en zevklisi de oydu. :)
en sevdiğim yabancı dil çok zengin bir dil türkçemizde bir çok kelime var arapçadan...
Araplarin dilidir...
Butun diller kadar guzel, bir o kadar da cirkindir...
güzel bir dil kur'an-ı kerim dili
mantık dili düşünme dili
ezber değil çekimleri yaparken kafa yoruyorsun
mükemmel bir dil
kendimden biliyorum bence herkesin bilmesi lazım
nedir?
güzel... arapların konuştuğu bir dildir:P emsile, bina, maksud... :)
zor gelmiştir bana...
eteklerini topla bari ondan sonra yalelli çek :)))
dil dedigin arapca gibi zor, mantikli, melodik, koklu olmali.
meshte2etlak (kadin erkege söylerse)
meshte2etlik (erkek kadina söylerse)
özledim demenin bile cinsiyeti var..
ana kamen bmout fik (seni ölumune seviyorum)
shu aam taaaemle (ne yaptin bugun)
bknz: international Sevgili yapmanin Faydalari.. (:
arapca kaba dil olabilir mi?
dunyadaki en kaba dil almanca
'okunuşundaki ve dinlenişindeki belagat ve fesâhat
başka hiç bir dilde yoktur' demiş Sufi olan çok doğrudur ama Farsça'nında bu konuda hakkını yememek lazım gelir...
Dünyanın
en zengin ve en kadîm dillerinden..
okunuşundaki ve dinlenişindeki belagat ve fesâhat
başka hiç bir dilde yoktur..
Düşünün bir kere
Araplar 'akıl' kelimesini deve yuları anlamındada kullanıyor 'alıkoyan, suyun coşkun akmasını engelleyen set' anlamındada..
Akıl bilgileri birbirine bağlayıp sonucunda fikir üretmeye yaramaz mı? işlevinin bir ipten, yulardan, bağlama aracından pek bir farkı yok gibi...
Aynı zamanda fevri kararlar almamızın, galeyana gelip bir şeylere zarar vermemizin önüne geçip bir set işlevi görmez mi?
Arapça düşman edinilmeyecek kadar kıymetli bir dildir.
Dost olup anlamak,anlaşmak varken...
Çocuklara Arapça isimler koyma geleneği 'arap özentisi' değildir kesinlikle..
Özellikle Türkiye'de insanlar çocuklarına bir isim koyacakları zaman bu ismin Kur'an menşe'li olmasına dikkat ederler. ve bu asla kınanacak yadırganacak bir durum değildir.
O halde orijini yunanca olan Melisa, Funda, Bora. Yasemin, Sibel vs. gibi isimler Yunan özentisinden kaynaklanır..
Çocuğa konulan isim çocuğun kimliğidir.
İslam arapların dini değildir. Kur'anın arapça olması onu okumanın 'arap özentisi' olduğu anlamına mı gelir..
komik olmayın..
deve olanların,konuşmasına gerek kalmayan bir dil.....- :) deh'in anlamını bilsin yeter...
Konuşmasını bilmeyenler, kıymetini anlayamaz.......- :)
elif be te se cim ha hi dal zel ri ze sin sin sat dat ti zi ayin gayin fe,kaf kef lam mim nun....................
aynen böle at at bitmez arabin yalellisi gibi :)))
Konu ile igili muhterem bir hocaefendinin harika tespitleri:
Risaletin Lisana Ait Buudu
Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerde, O'nun Arapça indirilişiyle ilgili pek çok ayet mevcuttur. Bu da, bilhassa o dönem itibariyle, Arapçanın mükemmelliğini göstermektedir. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Arapça altın çağını yaşıyordu. Her lisanın bir altın çağı vardır. Mesela Elizabet çağı -bugünün İngilizcesi öyle kabul edilebilir. İhtimal, bizim, dil adına düştüğümüz hatalara onlar düşmediler. Ayrıca, teknolojik gelişme ve değişik kültürlere hem de bilerek açık olma, ayrı bir zenginlik vesilesi kabul edilebilir- Şekspir'le altın çağını yaşamıştır. İngilizler bu çağa karşı hep saygılı davranırlar. Evet, Kur'an'ın nazil olduğu devre de, Arap dilinin altın çağı sayılır. O dönemde dil o kadar oturaklaşmış, kaide ve prensipler o kadar dilin tabiatıyla bütünleşmiştir ki, en basit beyanlar bile adeta birer sanat harikasıdır. Kur'an-ı Kerim Mudar oymağı ve Kureyş'in diliyle nazil olmuştu. Ancak o, değişik kıraat ve lehçelere de açıktı. Kur'an'ın edebi yönü üzerinde bugüne kadar bir hayli insan durmuştur.. ve bu konuda pek çok edebi dahi yetişmiştir. Abdülkahir Cürcaniler, Sekkakiler ve Zemahşeriler'den alın da asrımızın Muhammed Sadık Rafiiler'i, Seyyid Kutuplar'ı, İşaratü'l-İ'caz sahibi medar-ı iftiharımız Üstad Bediüzzaman sadece bunlardan birkaçı...
Kur'an belagat ve i'caz yönüyle nazil olduğu günden bu yana, daima muarızlarına meydan okuya gelmiştir. Nice edip ve beliğler, O'na nazire yapmaya kalkmışlardır ama, dökülüp hep yollarda kalmışlardır. Ve nice dostlar onun ayetleriyle, beyan ve ifadelerini, şiir ve makalelerini süslemişlerdir. Ama; asla ona ulaşamamışlardır. Kur'an, bugün de, hala milyarların dilinde okunurken, adeta vahiy semasının zirvelerinden bize göz kırpan yıldızlar gibi tebessüm ederek, ifade ve edasının erişilmezliğini fısıldamaktadır. Cahiliye döneminde pek çok şair ve edip, sadece bir kez dinlemekle Kur'an'ın büyüsüne kapılmış ve ona teslim olmuşlardır. Hatta Velid İbn Muğire, her türlü düşmanca duygularına rağmen, Kur'an karşısında büyülenmiş ve diyecek bir şey bulamamıştır. Utbe ibn Velidler, Ebu Cehiller bile onunla büyülenmiş, muarazada bulunmaya cesaret edememişlerdir. Bir Hz. Ömer ki, kendi ifadesiyle 'gözümü yumsam hiç duraklamadan, cahiliye şiirinden bin beyit okuyabilirim' der. Evet o, cahiliye edebiyatına, cahiliye şiirine o kadar vakıf bir insandır. İşte bu parlak dimağ, Taha Suresi'ni dinlediğinde Peygamber Efendimizi öldürmeye karar vermiş olmasına rağmen, onun teshir ve tesir edici cereyanına tutuluvermiş gibi sarsılır ve ona teslim olur. Evet, nakledilenlere bakılınca o gün Mekke'nin sokaklarından geçerken herhangi bir insanı rastgele çevirseniz ve ona şiirden bir şeyler sorsanız, hiç tökezlemeden 4-5 saat şiir okuyabilecek kadar bir dil vukufiyetiyle karşılaşırdınız. İşte Kur'an, yeni bir dinle gelirken, böylesine edebi zenginliğe malik bir dille nazil oluyordu. Getirdiği esaslarla, sıradan herhangi bir bedevinin anlayışına müraat ederken, edebiyat ve şiirde dahi sayılan ve ufku olabildiğince geniş bir edip, bir şairi de ihmal etmiyordu. Evet deve arkasındaki bedevi, Kur'an'ı vird edinip okurken, en büyük dahiler dahi büyük bir zevkle ve tarif edilmez bir şevkle Kur'an ayetlerini dillerinden düşürmüyorlardı.
Kur'an'ın Evrensel Dili
İşte başta zikredilen ayette de ifade edildiği gibi 'Allahu a'lemu haysu yec'alu risaletehu' gerçekten de, Allah (cc) risaletini nasıl ve hangi dille tesis edeceğini en iyi bilendir. Kur'an öyle bir dille nazil olmuştur ki; bir hukukçu kendi hukuk diliyle O'na müracaat ediverse, maksad ve meramına ulaşmada hiç mi hiç zorlanmaz. Bir idareci, bir kelamcı ve bir tefsirci de kendi sahalarına ait incelikleri rahatlıkla onda bulabilir ve aydınlanırlar. Oysa ki, çok iyi bilindiği gibi, bir hukuk dili, bir edebiyat dili veya bir akide ya da tefsir dili birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Ne var ki, Kur'an, bütün bunlara aynı anda, hem de en küçük inceliklerine, kaide ve prensiplerine zerre miktar halel getirmeden müraat etmiştir. İşte İslam tarihi, işte şer'i ilimler, işte hukuk mektepleri, işte binlerce edebiyat okulu ve bütün bunlar kadar muhakkik, müdakkik, müfessirleri yetiştiren tefsir ekolleri, hemen hepsi de mesleklerine, meşreplerine ve mezaklarına onu birer kaynak kabul edip dünya kadar eser meydana getirmişler...
Öyleyse Allah (cc) gerçekten de risaletini, hangi insana nerede ve hangi dille tebliğ edeceğini en iyi bilendir. Hatta bu hususta nisbetleri dahi bir kenara bırakarak 'en iyi bilen' değil; 'Allah bu hususu yegane bilen'dir denilmelidir ve O'ndan başkasının da herhangi bir takdir hakkı söz konusu değildir. Böyle bir iddiaya kalkışanları, ayetin ifadesiyle, dünyada horluk ve hakaret, ahirette de şiddetli bir azab beklemektedir.
Hocaefendiye iki noktada itirazım var; birincisi Arapça'nın altın çağı hala bitmemiştir,çünkü o dönem konuşulan mükemmel dil bu güne kadar ilmi ve edebi eserler bilahassa kuran ve hadislerle korunmuştur,hiç bir bozulmaya uğramamıştır ama İngilizce altın çağını değil sömürge çağını yaşamaktadır ve sömürülen insanlara hitap ediyor; Arapça ise asırlardır kalplere hitap eden bir dildir.İkincisi bedeviler o dönemde alelade deve çobanları değildiler bilakis müthiş bir dil,zeka ve edebi kudrete sahiptiler,halis Arapçanın menbaı idiler.Dikkat edilirse bedevilerin nice veciz sözleri edebi eserlere konu olmuştur.Bu böyle biline.
ağzındaki koca bir lokmayı yutmaya çalışan bir almanın, aynı anda konuşması gibi iğrenç gelir bana..
yoksaaa, arabın kılı, tüyü, hırkası fena diil aslında - ;))) .Pp
Sami dil ailesi grubu içinde yer alan ortadoğu yaygın olan dillerden biridir.
İbranice, Ârâmice ve Süryânice bu dil ailesine bağlı diğer dillerdir.
ve birbirine komşu olan bu dillerin birbirlerinden etkilenmemesi kaçınılmazdır.
o yüzden etimolojik olarak bir kelime en fazla hangi dilde kullanılıyorsa o dile ait olduğu kabul edilir.
Fakat ibrânicenin arapçadan daha kadîm bir dil olduğuda vakıadır.
sözleri anlamak ne kadar önemliki?
müzik herşeyi anlatıyor..
arabistan,arabi.mezdeke dans grubu,yeh habibi yallah
İnsan aklının ve hislerinin sınırlarını zorlayan,; kelimelerinde ve cümlelerinde dahiyane bir zekanın ince kıvılcımlarını hissettiren; olağan üstü kelime zenginliğiyle,yazılışıyla,cümle yapısıyla, kelimelerinin türetilişlerindeki asalet ve ihtiva ettiği derin manalarla insanı hayretlere düşüren ve bu haliyle insanı kendisinde bariz bir ilahi müdahelenin vucuduna ikna eden mükemmel dil.Arapça’nın diğer dünya dillerinin fevkinde olduğuna bu dile aşina olan tüm insaflı filologlar şehadet etmişlerdir.Mesela ünlü Osmanlı filologu Şemseddin Sami bunlardan biridir. (Fransızca,İtalyanca,Latince,eski Yunanca,Arapça,Farsça ve Arnavutça dillerini bilmektedir.) Türkçe’nin vucuda getirilmiş en mükemmel sözlüğü olan Kamus-ı Türki’de Arabi(Arapça) kelimesini izah ederken der ki:Elsine-i alemin en mükemmel dilidir.(Yani dünya dillerinin en mükemmeli,kusursuzudur.) Arapça’nın bu mükemmelliği en basit şekliyle kelime zenginliği,kelimelerinin türetilişlerindeki asalet,adeta matematik formülleri gibi mantıklı olan cümle yapısı ve fonetik ahengiyle ispat edilebilir.Mesela Arapça’nın cümle yapısı daima cümlenin en mühim unsurlarını(öğelerini) takdim etme(öne alma) üslübuna dayanır.Şüphesiz basit bir cümlede en önemli unsur yüklemdir(Arapça’da fiil) çünkü daima cümlenin diğer öğelerini tespit etmek için yüklemden yararlanırız.Sonra bu öğeler sırasıyla özne(fail) ve tümleçlerdir(mefuller) .İşte Arapça’da basit cümle yapısı tamamen böyledir ki bu yapı son derece uzun ve karmaşık cümleleri dahi gayet rahat bir şekilde ifade etmenizi sağlar.Arapça ile İngilizcenin cümle temel cümle yapısı açısından tek farkı İngilizce’de fiilin özneden önce gelmesidir.Bununla beraber İngilizce’de bu temel cümle yapısı kolay kolay değişmez bunun sonucu olarak da cümlede vurgulanmak istenen unsurlar pek belli değildir.Halbuki Arapça’da yerine göre vurgu yapılmak istenen unsurlar öne alınabilir böylece cümle yapısı özne-fiil-tümleç veya tümleç-fiil-özne şeklini alabilir.Bunları bir örnekle açıklayacak olursak:Türkçe’deki “Ahmet bugün okula ağlayarak gitti” cümlesi,Arapça’da:”zehebe(gitti) Ahmed(Ahmet) el-yevm(bugün) ile-l-medrese(okula) bâkiyen(ağlayarak) ”.İngilizce’de ise “Ahmet went to the school today crying”.Arapça’da özneye vurgu yapacaksak “Ahmet zehebe el-yevm ile-l-medrese” tümleçlere vurgu yapacaksak ile-l-medrese zehebe ahmed el-yevm bâkiyen”diyebiliriz.Halbu ki İngilizce de “To the school went Ahmet today craying” vs diyemeyiz.Türkçe de de “Ahmet okula bugün ağlayarak gitti” vs diyebilsek de yüklemin sonda olması ve vurgunun daima yüklemden önce olması ifadeyi güçleştirmektedir.Arapça’nın kelime hazinesi bakımından zenginliği ise hiçbir dille kıyaslanamayacak kadar geniştir.Bunun delili 17-18 cildi bulan 2.000.000 a yakın kelimeyi izah eden lügatlerının bulunmasıdır.Ama şunu da belirtelim ki Arapça bugün yozlaşmaktadır ve Araplar kendi kelimelerine edebiyat ve kültür sahası haricinde sahip çıkamamaktadır.Bunun neticesinde eski ve köklü bir çok kelimelerini kullanmayıp unutur hale gelmişlerdir.Hatta Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerin yıkılmaz bir biçimde sağlamlaştırdığı halis Arapça’yı sadece resmi dil olarak kullanıp günlük hayatta ne idiğü belirsiz karma karışık avam dili olarak tabir edilen bozuk lehçeler kullanmaya başlamışlardır.Böylece Arapça’nın kulağa son derece hoş gelen telaffuzunu da bozup çirkin ve kaba bir şekle sokmuşlardır.Ancak halis Arapça binlerce ilmi ve edebi eserlerle asırlardan beri muhafaza edilegeldiğinden bu mesele bizi alakadar etmiyor,Arapların kendi sorunları.Dolayısıyla Arapça’yı uydu kanallarındaki bazı yayınları takip edip kaba ve kulağa çirkin gelen bir dil olarak değerlendirmek yanlış olacaktır.Çünkü bugün Araplar dillerini tv spikerleri de dahil bozuk ve kaba telaffuz ediyorlar.Ancak içlerinden ilahiyat ve edebiyat eğitimi almış bazı kimseler bu dili asıl kureyş lehçesine uygun bir biçimde Kur’an-ı Kerim’in okunuşuna uygun olarak telaffuz ediyor.O halde bu dilin fonetiği hakkında doğru bir izlenim edinebilmek için tv kanalarındaki din adamlarını ve Kur’an-ı kerim okuyucularını dinlemek lazım.Sonuç olarak Arapça’nın ne kadar mükemmel bir dil olduğunu anlamak için bu dili en doğru bir biçimde öğrenmek gerekir.
Cesedun, ecmelu beytin yeskunuhu el hayal..ellezzetu kıyamet el cesedi..
Kalb el aşıki beyne şefeteyhi.. ve kalb el aşikati tahte sürretiha...
Kella la yukdaru en yura fi el verdeti – illa cesedu imreetin...
hedef olamamış bir hayal! ..
Tarihin en eski dillerindendir.
Pek çok dilde arapça terimlere rastlamak mümkündür. Zamanın içindeki erezyonla çoğu terimde,, asıl telafuz kaybolmuş ve Arapça gerçek karşılığı farklı anlamlara kaymıştır.
O yüzden arapçadan dilimize geçen kelimelerde esas olan kullanıldığı yer ile ifade ettiği anlamdır.
Arapça
gerçekten su gibi bir dil...sözcüklerin türetimesi ve çoğul olması mükemmel bir uyum içinde oluveriyor...örneğin; ders-tedris-muderris-daras-edros...jarh-majroh...kitab-katib-mektub-mekteb...tabi dahası var...grameri ve knouşması oldukça zor bir dil.ama İslam'ın dili olması belki de onu öğrenmek isteyenler için yeterli olabilir.geniş bir coğrafyaya yayılmış bir dildir.bir çok yerel lehçesi bulunur.Kuran arapçası yani formel(resmi) arapçaya 'fusha' denir.çok çok neşeli,güzel bir dil kısacası...
dinimiz iSLamin DiLi..
Bir ömür...Kuranın hatırına her milletten filoloğun kafa yorduğu dil...
Belagati olan bir dil...Kur'an-ı Kerim'in dili...
Ene e'arifü lügate-l'arabiyye.
Kur'an-ı Kerim dili.
Arapça şiirsel bir dildir.
Ayrıca insanın gözünün yaratılışına en uygun dil.
Göz sağdan sola okumaya meyillidir.Tıpkı Arapça'da olduğu gibi.