bazı kendini bilmezler, iman etmenin şartlarını kabul etmeyenler olarak sınıflandırmaya ancak kaşkışabilmişlerse de, aleviler, Allah'a inanır ve O'nu kabul ederler. ayrıca, Aleviler tüm baskılara rağmen, hala dimdik ayaktadır mücadeleleri kendini bilmezlere karşı son hız devam etmektedir.
AZERİ arapça alevi yani ateşi demektir bu günkü AZERBAYCAN devletinin gerçek adı yani türkçesi odlar yurdu yani ateş yurdu olarak geçmektedir arapça AZER: alev BAYGAN: yurdu....yani ateş yurdu anlamına gelmektedir baküye giderseniz heryerde ODLAR YURDU sözünü okuya bilirsiniz. ayrıca baküde azerbaycan sözünden çok ODLARYURDU sözünü daka çok duyarsınız.. arapça bu coğrafyada etkin dil olduğu için batılı resmi kaynaklara böyle geçmiştir
azerbaycan bölgesinde yaşayan eski ateşperest türklerde araplar tarafından AZERİ olarak adlandırılmıştır hatta bu gün mezarı hala iran azerbaycanının urumye şehrinde bulunan zerdüş peygamberinde azeri olduğu kesin bilinmektedir çünkü bu bölgede tarihten beri azerbaycan türklerinin dışındada yaşayan başka milletler yok denecek kadar azdır.
biraz eskilere gidersek özbe öz erdebilli türk şah ismail hatayinin kurduğu devletin sınırları bu günkü anadoluda bulunan sivas bayburt erzincan kars ığdır ardahan tunceli..vs sınırlarını kapsamaktadır yani eski azerbaycan toprakları anadoludan kerkükü erdebili urumyeyi ığdırı tiflisi erivanı kapsamaktadır.
Kısacası eski azerbaycan toprakları içerisinde yaşayan ateşperest türklere araplar azeri derken ıraktaki araplar yada kürtler türkmen olarak, anadoluda ise türkçeleştirilip alevi olarak adlandırıldılar ALEVİ yada AZERİ şahismail hatayinin kurduğu TÜRK DEVLETİnde yaşayan türklere verilen addır.. alevi azerbaycan türklerine anadoluda söylenen isimdir.
azeri ve alevilerin dili dini örf ve adetleri gelenek ve görenekleri kısacası tüm ortak değerleri tamamen aynıdır
işte alevi ve azerilerdeki ortak kültürlerden bazıları -ATEŞE SAYGI: alevi ve azerilerde ateş kutsal sayılmaktadır. herikisindede ateşe küfredilmez ateş suyla söndürülmez ateş ocaklarının yanı temiz tutulur ve ateşin tanrı tarafından onlara bir armağan olarak gönderildiğine inanılır. - HALK OZANLARI VE ŞAİRLERİ: fuzuli, şah ismail(her iki tarafında devlet kurucusu atası) hatayi, nesimi, hacıbektaş veli(aslen iran azerbaycanındandır) babek, pirsultan abdal, vs. vs. vs -NEVRUZ: her iki kesim tarafındanda bu bayram yılın başlangıcı ve kutsal sayılmakta -EHLİBEYT: her iki kesimde dinsel olarak ehlibeyte bağlıdır ve gerek anadoluda yaşayan aleviler gerekse azerbaycanda yaşayan azeriler 12 imama bağlıdır. -DİL: gerek anadolu alevileri gerek azerbaycan azerileri tamamen aynı dili konuşmaktadırlar (azerbaycan türkçesi) ama zamanla bazı farklılıklar ortaya çıkmış olabilir buda gayet doğaldır.. -SAZ her iki topluluktada saz söz ozanları çok etkindir. bu her iki topluluğa kızılbaş türklerde denilmektedir
ülkemin aydınlık insanları....bunca dolandırıcının din bezirganının,liboşun döneğin olduğu ülkede kendilerinden ödün vermeden yürüyen cesur insanlar...haksızlığa karşı ilk tepkiyi her zaman onlar verir...bu yüzden gençleri genelde devrimci örgütlerde görev alırlar....
Bildiğim kadarı ile Alevi(lik) Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v.) Peygamber efendimizin Damadı Hz. Ali efendimizin Savaş esnasında Başına bağladığı Alev kırmızısı eşarptan ismini almıştır, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. hüseyine olan bağlılık neden ve derecelerini bilmiyorum, Bnm inancım doğrultusunda, Alevi(lik) bir mezhep olamadığından bende İslamın çarptırılmış ve saptırılmış bir kolu olarak görmekteyim. Lakin bu benim İnsanları sınıflandırmama gereksinim duymama neden olamaz,
İMANIN ŞARTLARI 1- Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak. 2- Allah'ın meleklerine inanmak. 3- Allah'ın kitablarına inanmak. 4- Allah'ın peygamberlerine inanmak. 5- Ahiret gününe inanmak. 6- Kadere, hayır ve şerrin yaratıcısının Allah (Celle Celâlühû) olduğuna inanmak.
Çorum katliamı, ülke genelinde işlenen siyasal cinayetlerden, okul işgallerinden, Malatya, Kahramanmaraş, Gazi katliamlarından soyutlanarak; sağ-sol grupların çatışmasıyla değerlendirilemez. Bu katliamın, emperyalist güçler ve ülkemizdeki işbirlikçilerin ortak planlarıdır, eylemleridir.
Genellikle etnik ve mezhep topluluklarının iç içe yaşadığı Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde gelişen toplumsal muhalefeti baskı ve katliamlarla susturmak, solcu ve Alevileri göçe zorlamayı amaçlamaktadır. Çorum katliamı bu planın bir halkası ve uzantısıdır.
Katliamın Ön Hazırlıkları: MHP ve MSP’nin dışarıda desteklediği Süleyman DEMİREL’in azınlık hükümeti, ırkçı-şeriatçı örgütleri korumuş, eylemlerine göz yumulmuştur. Ayrıca yansız görevini sürdüren Çorum Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak, yerine Tunceli’de bir çok olaya adı karışan Nail BOZKURT, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirilmiştir. Yine sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış, zehir hafiye diye tanınan Faruk SUKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ’de Çorum valiliğine atanmıştır. Demokrat olarak bilinen 40’a yakın polis memuru tel emriyle başka illere ataması yapıldı. Bir çok okul yöneticisi ve demokrat öğretmenin, memurun sürgünü ve yer değişimi yapıldı. Devletin bir çok kurum, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere ruhsatlı silah verilmeye başlandı. Buna karşın, Çorum emniyetinde görevli sağcı ve ırkçı bilinen bir çok polisin başka illere ataması çıkarılmışken, ilişkileri kesilmeden Çorum’da görevlerinin sürdürdüler.
ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli Robert ALEXANDIR PECK (CIA görevlisi olarak tanınır) Çorum’a gider. Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür, MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler,? ? ? Alevi-Sünni? ? ? hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider. Amasya’da Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması üzerine sorular sorar, ne zaman ve hangi ölçüdebir çatışma çıkabileceği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. (1) Bu değişim ve çalışmalar sürdürülürken; ülkücü örgütlerin halkı tahrik etmek için çalışmalarını sürdürüyorlardı. Çorum’da 19 Mayıs “Gençlik ve Spor Bayramı” kutlama hazırlıkları sırasında ülkücülerin Bayram töreninde kızların kıyafetlerini gerekçe göstererek halkı tahrik etmek amacıyla şu bildiriyi dağıtıyorlardı:
“Müslüman namusuna sahip çık
19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın iffet ve hayasına kahpeçe ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor.
Yine müslüman evlâdı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir. Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi? Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ama karnında çocuk çıkarken zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu haris-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susun, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere-İslâmcı Gençlik” (2)
Gün SAZAK’ın Ölümü: Ülkücülerin CİHAD bildirisinden 9-10 gün sonra Ankara’da MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK (1. MC hükümetinde Gümdük ve Tekel bakanlığı yapmıştır.) , 27 Mayıs 1980 günü belirsiz kişilerce vurularak öldürüldü. Gün SAZAK Ankara’da öldürülmüş. Çorum’la uzaktan-yakından ilgisi yok. Eğer duygusal bir tepki olacaksa Ankara’da olması gerekirdi. Oysa Türkiye genelinde saldırı, tahrip ve cinayetler başlatıldı, günlerce devam etti. Özellikle Alevi-Sünnilerin, Türk-Kürtlerin iç içe yaşadığı kentlerde saldırı ve cinayetler halka yönetildi. Görülüyor ki, bu saldırı, cinayet ve katliamlar, duygusal bir tepkinin sonucu değil; perde arkası güçlerin ve planladığı, yönlendirdiği eylemlerdir...
Çorum katliamı, Gün SAZAK’ın ölümü gerekçe gösterilerek başlatılmıştır. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan sağcı gruplar (ülkücüler) elleri havada kurt işareti yaparak “kanımız alsa da zafer İslâmın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan solculara ait işyerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır. Yürüyüş kortejinin çevresinde görevli polislerin müdahalesi görülmez ve seyirciler.
Çorum’un okullarında sağcıların baskısı, terörü boyutlanarak artar. Öğrencilerin derslere girmesini engellemeye çalışırlar. Öğretmenlere saldırırlar. 28 Mayıs günü başlatılan ilk eylem noktalanır. Sağcı gruplar ve MHP İl Yöneticileri toplanarak ilk günün eyleminin değerlendirmesini yapıyor, yeni saldırı hazırlıklarını planlıyorlardı. Ankara’dan Gün SAZAK’ın cenaze törenine katılanlar (Çevre ile ve ilçelerden) Çorum’a gelmeye başladılar. Ayrıca bazı yabancı turizm şirketleri de Çorum dışından MHP’li militanları Çorum’a taşıyorlardı. 29 Mayıs günü başlatılacak ve günlerce sürecek saldırıların planı, saldırı yapılacak semtler ve görevli olacakların listesi hazırlanır.
29 Mayıs günü sabahıdır. Çorum’un işçisi, memuru, esnafı; öğrencisi ve halkı, günlük işlerini yürütmek için işlerlerine gitmeye hazırlanıyorlardı. Dışarı çıktıklarında, cadde ve sokakların faşist saldırganlarca işgal edildiğini, “Kana kan, intikam” sloganlarıyla saldırılarını sürdürdüklerine tanık olurlar. Saldırganlar ise rastladıkların dövüyor ve esir alıyorlardı. Solcu ve Alevilere ait işlerleri yağmalanıyor, tahrip ediliyor ve yakıyorlardı. Saldırıya uğrayanların, güvenlik güçlerine başvurduklarına “Toplumsal olaydır, müdahale edemeyiz” yanıtını alıyorlardı.
Faşist saldırganlar, Çorum’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını işgal etmekle yetinmemişlerdir, Çorum’la komşu il, ilçe ve köylerle bağlantılı tüm yolları da işgal etmişlerdi. Araçlar durduruluyor, kimlik kontrolü yapılıyor, solcu ve Alevi olanları alıp işkence ediyorlardı. Sağırların, körlerin bile görebilecekleri bu hazırlıkların devlet tarafından görülmemesi olanaklı değildir. Ama önlem alınmamıştır...
Saldırganların bir kolu, demokrat ve sol görüşlü Çorum Gazetesi’ne; sol yayın satan Bahar Kitapevi’ne saldırarak tüm eşyalarını, malzemelerini dağıtır ve tahrip ederler.
Saldırganların büyük bir kolu da, solcuların, Alevilerin yoğunlukta olduğu Milönü Mahallesine yönelirler. Saldırının haberini alan Milönü halkı, yollarda barikat kurarak saldırıya karşı savunma direnişine girişirler. Başka bir kol, Kuruköprü, Üçevler, Sigorta ve Mutluevler semtine yönelirler. Bu semtlerde oturan solcu ve Alevilerin, saldırıdan habersiz ve savunma önlemlerini alamamışlardır. Mevcut güvenlik güçleri ise, bir bölümü yansız kalırken, bazı polislerde saldırganlara yardımcı oldukları saptanır. Bu semtte 45 yaşlarında Servet YILDIRIM isimli bir kişiyi öldürürler. Celal ERDOĞAN (öğretmen) , Salih YILMAZ (Öğretmen) , Turan KABAKULAK, Vedat ELİAÇIK, Hüseyin ŞİMŞEK, Sefer EKEN, Sezai GÜREN, Neşet AYDIN, Mustafa NALLICA Sadık VASIFOĞLU, Hasan KÖSE, Aşır DEMİREL isimli sol görüşlü kişilerde kurşunla ağır yaralanmışlardır. Yine Altınevler Semtinde evlerinin balkonunda oturan iki kizkardeşe silahla ateş edilmiş ve her ikisi ağır yaralanmışlardır. Bu semt ve mahallelerde bir çok ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılmıştır.
Sokağa Çıkma Yasağı: Olayların genişlemesi, karşılıklı çatışmaya dönüşmesi üzerine, Çorum Vali Rafet ÜÇELLİ, sokağa çıkma yasağı koyar. Savunma amacıyla halkın oluşturduğu barikatların kaldırılmasını ister. Saldırıya uğrayan halk, sokağa çıkma yasağına uyarken; saldırganlar özgürce sokaklarda saldırılarını sürdürüyorlardı.
Çorum kalesi yakınındaki semtlerde oturan halkın kurduğu bir savunma barikatına saldırganlar silahla ateş etmekte, ama barikatı aşamıyorlardı. Vali Rafet ÜÇELLİ, halkın kendini savunması için kurduğu bu barikatın kaldırılmasını Jandarma Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE’ye emir verir. Halk ise, can güvenlikleri için kurdukları barikatı kaldırmamakta direnirler. Vali ise, barikatın mutlaka kaldırılmasını, yolun trafiğe açılmasını istemektedir. Jandarma Yarbay Vural GÜRİDE ile Vali arasında geçen konuşma şöyle:
Vali: lütfen Ankara-Samsun Karayolu trafiğe açılsın.
Yarbay Güride: Sayın Valim yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. kan akar, bu da olayları tırmandırır.
Vali: Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır.
Yarbay Güride: Kan dökülür, ben açamam sayın valim. Buyurun siz açın.
Halk barikatını kaldırmaz. Ama başka bir semtteki zayıf bir barikatı aşan 19 AN 709 plakalı, kırmızı renkli Reno marka bir otomobil Milönü semtini silahla boydan boya tarar. Semt halkı panik içinde evlerine koşuşurlar. Yaralananlar olur. Mahalleyi silanla tarayan otomobilin plakasının bir traktöre ait olduğu, otomobilin içinde polislerin olduğu kanaati oluşur (3)
İki Polisin Ölümü: Mayıs’ın 28-29-30-31. Günleridir. Dört günden beri karşılıklı çatışmalar sürmektedir. Bu arada Alevi ve solculara ait bazı ev ve işlerleri tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Bir çok kişi yaralanmış, bazıları da öldürülmüştür. Halkın güvenlik güçlerine (polise) güveni olmadığından barikatlarla semtlerini korumaya çalışıyorlardı. Bunun farkına varan vali, askeri birliklerden yardım ister. Askeri birliklerin devreye girmesiyle saldırılar ve çatışmalar denetim altına alınmış görünse de; bunu fırsat bilen Emniyet güçleri, direnen mahallelerde operasyonlara giriştiler. Operasyon sırasında Multuevler-su deposu yakınında, yol ortasında kurşunlanarak öldürülmüş bir erkek cesedi bulunur. Yapılan kimlik tespitinde cesedin polis memuru Abdurrahman KOCAK’a ait olduğu belirlenir. Daha sonra Milönü’nde başka bir polisin öldürüldüğü, birinin de yaralandığı ortaya çıkar. Polis öldürme olayında yaralı kurtulan polis memuru Mehmet BEKTAŞ ifadesinde:
“trafikteki servisler kaldırılmış olduğu için, sabahları işe değişik vasıtalarla gidiyordum. O sabah Muzaffer YEŞİLYURT’la birlikte Milönü’nden geçerken boş bir arsadan üzerimize dört el ateş edildi. ‘durun, teslim olun, silahlarınızı atın’ diye bağırdılar. Muzaffer silahını çekip ateş etmeye başladı. Benim Kırkkale tutukluk yapmıştı. Onlar ateş etmeye devam ediyorlardı. O sırada Muzaffer vuruldu ve düştü. Düşünce ateş edenler uzaklaştılar. Muzaffer ‘hemşerim beni kurtar’ dedi. Eğilip baktığımda ölmüştü. Onun tabancasını aldım ve kaçanların arkasından iki el ateş ettim. Bu sefer 100-150 kişi olarak bana doğru geliyorlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaçarak bir apartmana girdim. Bu sırada attıkları bir tuğla alnıma gelmişti. Ev sahibi ‘Girecek benim evi mi buldur, defol’ dedi. Beni kovalayanları da içeri aldı. Üzerime atladılar ve beni sürükleyerek sokağa çıkarttılar. O sırada kendimi kaybetmişim. Eşim Gülay beni oradan olarak, hastaneye gütürmüş” (4)
Polislerin ölümüyle ilgili başka söylentilerde bulunmaktadır. Söylentiye göre Mehmet BEKTAŞ’la, birlikte gelen polis Muzaffer YEŞİLYURT’a Milönü’ndeki barikatların kaldırılmasını teklif eder. Muzaffer (demokrat olarak bilinmektedir) karşı çıkınca, Mehmet BEKTAŞ silahını çekerek Muzaffer’i vurur. Barikatların yanında bulunanlarda olayı görüyor, Mehmet BEKTAŞ’ın arkasına düşüyorlar. Olay açıklığa kavuşamıyor. Ama solcular suçlu görülerek iki kişi gözaltına alınır, yargılama sonucu ağır hapis cezası verilir.
Polisler, Milletvekillerini Saldırıyorlar: Çorum katliamı nedeniyle CHP’Li milletvekilleri (Şükrü BÜTÜN, Ethem EKEN, Senatör Abullah ERCAN) olayları yerinde incelemek üzere gelmişlerdir. Milletvekilleri, CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’nun makamında otururlarken, biri heyecanla içeri girer. Saldırganların dışarıda iki genci silahla yaraladıklarını, yardımcı olunmasını söyler. Milletvekilleri de hemen dışarı fırlayarak yaralı gençlerin bulunduğu yere giderler. Orada polis ekibinin beklediğini, yaralılara yardımcı olmadıklarını görürler. Milletvekilleri yaralılara yardım etmeye çalışırken, polis ekibinin içinde bulunan Kemal MARAŞLI “Olayların sorumlusu sizlersiniz. Polisleri siz öldürdünüz, komünistler” kışkırtmasıyla polis ekibi milletvekillerine saldırırlar. Polislerle milletvekilleri itişirken, milletvekili Şürkü BÜTÜN’ün belindeki tabancası yere düşer. Polis Kemal MARAŞLI hemen tabancayı alarak milletvekiline çevirir. O sırada iki genci silahla yaralayan MHP’lilerde gelir ve polis ekibiyle birlikte milletvekillerine saldırırlar. Karşılıklı itişme sürerken, başka bir polis ekibi de olay yarine gelir, tabancalarını çekerek saldırgan polislere ve MHP’lilede çevirirler. Böylece milletvekilleri de saldırıdan kurtulmuş olurlar. (5)
İçişleri Bakanı Vekili Çorum’da: Çorum olayı tırmanarak cinayetlere dönüşmektedir. İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat CELASUN’la birlikte Çorum’a gelirler. Çorum’da teşkilatı bulunan siyasi parti il yöneticileri, Çorum milletvekillerinin katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Saldırı olayı değerlendirilir. Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ, tek yanlı ve timsah gözyaşlarıyla olayları anlatır. Bu anlatımın etkisinde kalan Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN: “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” dediğinde; Çorum CHP Milletvekili Ethem EKEN, “nasıl olur paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar”yanıtını verir. Sonuçta oluşturulan bir komite Milönü’ne giderek halkla görüşürler. Can güvenliği garantisi sonucu barikatlar kaldırılır.
Vali - Emniyet Müdürü Görevden Alınıyor: Çorum’da Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler, Milönü, Kale, Esnafevler, Şenyurt, Bahçelievler, Karşıyaka, Nadık Mahallelerinde ve semtlerinde saldırılar devam etmektedir. Semt halkı kurdukları barikatlarla savunmalarını sürdürmektedirler. Askeri birliklerin müdahalesi sonucu saldırı olayı kısmen de olsa denetim altına alınmıştır.
Çorum halkı, saldırı ve katliamın valinin ve Emniyet Müdürünün yanlı tutumlarından kaynaklandığını açık açık söylemektedirler. Basın olayı yerinde incelemekte, haber yapmaktadır. Böylece Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT’un yanlılığı gizlenemez olmuştur. İstemeye istemeye her ikisi görevden alınırlar. Yüksel ÇAVUŞOĞLU Çorum Valiliğine, Erdem YURTSEVER’de Emniyet Müdürlüğüne atanırlar.
Çorum katliamında yansız görev yapan Çorum İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE, polislerin solculara, Alevilere karşı kinli tahriklerini, MHP’li saldırganlara nasıl yardımcı olduklarını görmekte; buna karşı önlemler almaktadır. Jandarma komutanı, demokrat ve yansız tutumlarıyla halka güven veriyordu. Ne var ki saldırgan faşistler; komutanın tutumundan memnun değiller. Çorum MHP’li milletvekilleri Mehmet IRMAK Çorum’a gelir. Jandarma İl Komutanı Vural GÜRİDE’ye “Niye engellemiyorsun” diye çıkışır ve baskı yapar. Milletvekillerinin baskıları Yarbay GÜRİDE’yi etkilemez. Bu kez Çorum’da olaylar nedeniyle görevli bulunan askeri birlik komutanı General Şahabettin ESENGÜL’e giderek ve Jandarma Komutanının tutumundan memnun olmadıklarını değiştirilmesini isterler. General ESENGÜL, kendisine yapılan baskıyı şöyle anlatmaktadır:
“İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklanması değil, kanamasını istiyorlardı. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışım etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadılar. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizor rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız. Bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı. Fevkalede küstah bir tavır içindelerdi” (6)
MHP’lilerin baskısı sonucu Jandarma İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE görevden alınır.
Çorum Dışına Taşan Ölüm: Çorum’un giriş-çıkış yolları, faşistlerin işgalindedir. Araçlar durdurularak içindekiler indirilip kontrol ediyorlardı. İçlerinde solcu-Alevi olanları alıp götürüyorlar ve işkence ediyorlardı. Çorum-Ortaköy yolu, Ovasarap Köyü’nün (Sünni, MHPP yoğunlukta) yakınından geçmektedir. Ovasaray Köyü’nde 35-40 MHP’li militan yolu kapatır. Çorum’dan Kozluca Köyü’ne (Alevi Köyü) giden bir kamyonu durdururlar. Kamyonda bulunan Selahattin ve Metin ARDIÇ isimli iki genç kardeşi indirirler. İşkenceden, sorgulamadan geçirirler. Selahattin silahla ağır yaralanır, acı içinde yerde kıvranır. Selahattin’in küçük kardeşi Metin henüz 10 yaşında. Ağabeyinin kanlar içinde yerde yatışını, eli silahlı faşistlerin hakaret ve küfürlerini gördükçe korkudan titremekte, hüngür hüngür ağlamaktadır. Faşistlerden biri kamyonun yönünü Çorum’a doğru çevirir, yaralı Selahattin’i ve Metin’i kamyonun şoför mahaline kor. Metin daha küçük kamyonu kullanmasını bilmiyor. Selahattin ise kurşunla ağır yaralı, sürekli kan kaybetmektedir. Çaresizlik içinde Selahattin direksiyonu eline alır, kardeşi Metin’in katkısıyla Çorum-SSK Hastanesine yetişirler. SSK Hastanesi, ülkücülerin denetinde ve üs olarak kullanılmaktadır. Kan kaybı nedeniyle Selahattin yürüyemez olmuş, koltuğuna girilerek SSK Hastanesinin acil bölümüne yetiştirilir. Görevliler “Sen sigortalı değilsin, ancak devlet hastanesi bakar” diye hiç ilgilenmezler. Devlet hastanesine götürecek kimse yok. Acılı haber babası Cemal’a ulaşmış, koşarak yetişir. Kan gereklidir. Selahittin’in kan grubunu belirlemek için kanı alınır, bir şişeye konulur, babasına verilir; Kan tahlil merkezine gönderilir. Acılı baba, kan şişesiyle dışarı çıktığında, SSK Hastanesinin bir görevlisi “Komünistler burada kan tahlili yapamazlar” diyerek baba Cemal’ın elindeki şişeyi alır, barikatlara vurarak kırar. Kan tahlili zamanında yapılmadığı için gerekli kan bulunamamış; Selahattin’de fazla kan kaybından yaşamını yitirmiştir. (7)
Alevi köylerinin yolları işgal altındadır. Ahmetdoğan, Çobandoğan, Savak ve Yoğunşehit köylerinde yaşayan Aleviler dışarı çıkamıyorlardı. Hayvanlar içerde, insanlar içerde, ekinler tarlada. Eli silahlı faşistler yollarda (8)
Ankara’da ameliyat sonucu yaşamını yitirmiş bir Alevi kadının cenazesi Çorum’daki köyüne götürülmektedir. Kuruköprü mevkiinde eli silahlı faşist bir grup tarafından durdurulur. Arabada bulunanlar indirilerek kimlik tespiti yapılır. Alevi oldukları anlaşılınca ölü sahiplerine hakaret edilir, coplanırlar. Bununla da yetinilmez, cenazeyi açmak isterler. Ölü sahipleri defin ve yola çıkma belgelerini göstererek, güneş batmadan cenazenin köye yetiştirilmesini rica ederler. Adı üzerinde faşist, ölüye de saygıları olmaz. Bir yanda cenaze tekmelenmekte, bir yan da cenaze sahiplerine işkence edilmektedir. Bunca hakaretten sonra içlerinden biri “Bırakın şu pezevenkleri, cehennem olup gitsinler” söylemiyle cenaze arabası birakılır.
Ceset... Ceset...: Faşistler, insan avındalar, önüne geleni dövüyor ve öldürüyor, işkence ediyorlardı. Mutluevler semtinde bir inşaatta iki ceset bulunur. Kimlik belirlemesinde birinin Yahya BARAN’ın, diğerinin de Osman AKSU’ya ait olduğu ortaya çıkar. Her ikisinin elleri ve gözleri ağızları bağlandığı, vücutlarında 18’er kurşun yarası olduğu saptanır.
Çorum-Eskiekin Köyü sınırları içinde, buğday tarlalarında iki gencin cesedi ortaya çıkar. Osmancık-Mehmet Teze Köyü nüfusuna kayıtlı Kazım GÜLER’e ait ceset ile kurşunla delik-deşik edildiği ve kimliği belirlenemeyen diğer bir cesedinde aynı biçimde önce işkence, sonra silahla öldürüldüğü; Bayat’ın Gökboğaz mevkiinde Şeref ŞAHİN adında bir gencin silahla taranmış cesedi; Elvan Çelebi köyü sınırları içindeki tarlalarda SSK Çorum Hastanesi’nde çalışan Necati GÖKTAŞ’ın silahla taranmış cesedi bulunmuştur. Tarlalarda cesedi bulunanların tümünün solcu ve Alevilere ait olduğu; cesedi bulunmayan nice kayıp bulunduğu saptanmıştır. (9)
28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam, askeri birliklerin müdahalesiyle biçimsel olarak denetim altına alınmıştır.
Katliamın TEMMUZ Dönemi: Taşeron olarak kullanılan faşistlerin amacı, Çorum’ a bağlı ilçe ve kasabalarda oturan solcuları, Alevileri baskı ve katliamlarla göçe zorlamak, süreç içinde bölgenin denetimini ele geçirmektir. Çorum halkı K. Maraş katliamından ders çıkarır. Saldırının ilk günü kendi olanaklarıyla kurdukları barikatlarla güvenlik önlemlerini almışlardır. Ayrıca Çorum’ un Sünni inançlı toplumunun MHP’liler dışında kalanlar, saldırganlara destek vermemişler, hatta bir bölümü saldırıya uğrayanların yanında yer alarak direnmişlerdir. 28 Mayıs 1980 de başlatılan faşist saldırı bu nedenlerle amacına ulaşamamıştır.
Faşistler, Mayıs’ ta başlatılan saldırıdan gördükleri eksiklikleri gidermeye, Sünni halkın katılımını sağlamaya çalışıyorlardı. Ayrıcı dışarıdan faşist militan ve silah getirmeye, saldırıya engel olan devlet görevlilerini kentten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kendi içlerinde ekipler oluşturarak mahalle, kasaba ve köy çalışmalarına yöneldiler.
Çorum halkı, faşistlerin bu hazırlıklarının katliama dönüşeceğinden kuşku duyuyor ve ilgilileri uyarmaya çalışıyorlardı. AP Çorum İl Başkanı Yardımcısı Erol ŞAHİN, CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ’ la birlikte vali ve emniyet müdürüyle görüşürler. MHP'nin saldırı hazırlıklarını ileterek önlem alınmasını isterler... (10)
Aynı tarihte yeşil renkli 19 AT 535 plakalı ve 131 Murat markalı (Adnan EZEJDER’ e ait) bir otomobil, sol görüşlülerin oturduğu semtlere dalıyor, çevreye ateş açıyor, ateş sonucu Hatice İLHAN isimli bir lise öğrencisi ağır yaralanıyor. Bu gelişmeler ve tahrikler olurken; Ülkücüler, halkı savaşa çağıran bir bildiriyi Çorum ve ilçelerinde dağıtmaktadır. Bildiri şöyle:
“ Büyük Türk Milleti,... Son bağımsız Türk Devleti üzerinde oynanan hain oyunları, komploları, planları görmemek için artık kör, hatta hain olmak gerekir. Türk varlığını dünya üzerinden silmek isteyen emperyalist güçlerin yerli uşakları, komünist ler, vatan hainleri, bölücüler, Türk Devleti’nin temeline dinamit koymak isteyenler ellerindeki Rus ve Çin yapısı silahlarla ne yapmak istemektedirler.
Bu eli silahlı eşkıyalara karşı kesin tavrı almak, dur demek zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Kıymetli hemşehrilerimiz, Müslüman Türk Milletini bataklığa sürüklemek isteyen, bölmek, parçalamak, yok etmek isteyen komünist cinayet çetelerine karşı uyanık olalım. Türk Devleti’ni yok etmek isteyen bu hain emperyalist güçlere karşı yılmadan çekinmeden, canı pahasına mücadele veren ülkücü Türk Gençliği’ ne destek olalım. Büyük cihada hazırlanalım.
Ülkücü Türk gençliğinin her ferdinin cesetleri birer birer çiğnenmedikçe bu mübarek vatan topraklarına komünizm girmeyecektir. Ülkücü Türk gençliği barış zamanı bir karıncanın ayağına basıp incittiği zaman bundan üzüntü duyacak kadar yufka yürekli olduğu gibi, aynı zamanda vatan hainleri için sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar da gaddardır. Burası da böyle bilinsin. Bizi komünist kurşunları değil, milletimizin susuşu öldürüyor. Kanımız aksa da zafer İslam’ın. Yolumuz Allah’ın yolu-ÜLKÜCÜ GENÇLİK (11)
Faşistlerin bir katliama hazırlandıkları valiye bildirildiği, ayrıca ülkücülerin halkı savaşa çağırdıkları bildirisi ortadayken, Çorum Vali’ si ve emniyeti önlem almaz. Tam tersine solcuların ve Alevilerin yoğunlukta olduğu semt v mahallelerde operasyon başlatır. 100 e yakın erkek ve genci gözaltına alırlar. Faşistlerin örgütlü olduğu semtlerde operasyon başlatılmaz. Onlar çatılarda, tepelerde mevzilerini kurmakta, ağır makineli tüfeklerini yerleştirmektedirler. SSK hastanesini de üs olarak kullanırlar.
1 Temmuz 1980. Salıyı çarşambaya bağlayan gecedir. “Ya susturacağız, ya kan kusturacağız “ sloganıyla ikinci katliam başlatılır. Terlemez Evler ile SSK Hastanesi civarında yerleştirilen uzun menzilli silahlarla solcu ve Alevi evlerine ateş açılır. Katliamın başlatıldığının işaretidir. Faşistlerin egemen olduğu Bahçelieveler, Mutluevler, Etievler, Yavrutuna, Terlemez Evler, Ulukavak, Çatalhavuz, SSK Semt ve mahallelerinde silah sesleri, kenti çınlatmaktadır. Çorum’ un üstüne karaduman çökmüştür. Semtin tüm telefon şebekeleri kesilmiş, haber alınamamaktadır.
Çarşamba günü, Çorum’ un pazarıdır. Çevre köy ve kasaba halkı, Çorum’ daki çatışma ve saldırıdan habersizdirler. Pazarda satacak ürünleri traktör ve minibüslerle Çorum’ a doğru yola çıkarlar. Yollar maskeli ve silahlı faşistlerce tutulmuştur. Kent pazarına gelen tüm araçlar durdurulur, kimlik kontrolü yapılır, Alevi ve solcular alınarak kendi karargahlarına götürülür. Elleri, ayakları ve ağızları bağlanarak işkence ederler. Pazara götürdükleri eşya ve ürünleri yağmalanır, araçları yakılır. Günün bilançosu 4 ölü 10 yaralı, 50 ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılmıştır. Bu gelişmeler üzerine vali sokağa çıkma yasağı kor. Solcular, Aleviler sokağa çıkma yasağına uyarken saldırganlar kollarını sallayarak rast gele ateş ediyor, ev ve işyerlerini yakıyorlardı.
Olayı yaşayan tanıklar anlatıyor:
YUSUF: Sarılık Köprübaşı Mahallesi, 2. Cihan sokakta oturuyorum. Hastahanede evrak memuruyum. Göreve gidiyordum. Büyük bir kalabalık cami yandı diye bağırarak geliyorlardı. Bunlardan 100 kadarı evimin önünde toplandılar. “Kızılbaşlar’ ı yakın yıkın” diye bağırıyorlardı. Bu sırada Harmancıklı Rıza CANCAN’ ı kurşunlayarak evinin önüne attılar. Benim evi ateşe verdiler Çocuklarım kaçtı. Beni yakaladılar, iyice dövdüler, sonra Harmancıklı Elvan’ın evine götürüp, Harmanlıkta elimi ve ayağımı bağlayarak astılar. Yanımda aynı biçimde üç kişi daha asılıydı. Birisi Kemal ULUMAN’dı, diğerini tanıyamadım. Bunlardan biri dişiyle ipi çözdü, bizi de kurtardı. Ufak bir duvardan atladım. Zor yürüyordum. Çok kan kaybetmiştim. Duvar dibine yatarken çocuklarım beni arıyormuş. Seslerini duydum, buradayım dedim. Yanıma geldiler, beni alıp Harmancıklı Elvan’ın evine götürdüler. Burada beni gördüler, tekrar dövdüler, tekrar bağladılar. Çok yalvardım, dinlemediler, dövmeye başladılar. Bazı komşular bağırtımı duyarak gelip araya girdiler beni hastaneye götürdüler...
Hatice KALTAKÇI: Kalabalık bir grup evimin önüne geldi. Kocamı alıp götürdüler; önce bir bakkala, sonra bir kahveye soktular. Buradan çıkardılar, başıma bir torba geçirdiler, önlerine kattılar, sopalarla vurdukça düşüyordu. Ben korktum, bayıldım. Böyle devam etmişlerdi. Şehir dışına kadar hapishanenin arkasına çıkınca orada ölmüş, otların içine atmışlar. Kocamı beş gün aradım. Hastane morguna getirmişler, tanıyamadım. Tanınacak hal koymamışlardı...
Halil COŞKUNER: SSK Hastanesi arkasında oturuyorum. Simel Beton Boru Fabrikasında çalışan işçiyim. Akşam üzeri eve geldim. Babam beni çarşıya gönderdi. Eve döndüm, yemeğe oturmuştuk. Kuruköprü yöresinden gelen bir grup evi sardı. ‘yakacağız’ dediler. Hemen camları kırmaya başladılar. Bunlar baba-oğul komünist dediler. Bizi önlerine aldılar, ellerinde tüfek ve tabanca vardı. ‘Yürü orospu çocuğu komünistler’ diye vuruyorlardı. Babamın kafası, yüzü kandı. Kuruköprü’de bir harabe eve soktular bizi, soydular. Babamda 4000 TL ile bendeki 50 TL’yi aldılar; bizi bağladılar. Kimisi ‘Bunları kafalarını keselim, kimileri gözlerini oyalım’ diyorlardı. Dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı, bizi bırakarak kaçtılar. Bir jandarma iki polis bizi gördü, çözdüler ve hastaneye götürdüler. Hastanede bir polis ifademi alıyordu. Bana ‘Ulan doğru söyle orospu çocuğu’ diye bağırıyordu. Korkumdan onun dediği gibi ifade verdim. (12)
Kanlı Cuma: 4 temmuz sabahı, vali bir gün önce koyduğu sokağa çıkma yasağını kaldırdı. Faşistler ise halkı tahrik etmek için kendi adamlarını değişik camilere dağıtırlar. Cuma namazının bitiminde içeri girerek “Ey müslümanlar, solcular-Aleviler Milönü’ndeki Alaaddin Cami’ye bomba attılar. Cami yanıyor, namaz kılan müslümanları katlediyorlar” diye bağırırlar. Tahrik sonucu Cuma namazından çıkanlar eline ne geçirmişlerse topluca Milönü’ne koşarlar. Çorum’un değişik camilerinden binlerce tahrik edilmiş insan Milönü’ne yığılmıştır.
TRT’nin Tahriki: TRT’de “Çorum’da Alaaddin Cami’sine patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı.” Haberini aralıklarla sık sık vermektedir. Çorum’da da telsizlerle “Aleviler camiyi bombaladı” söylentisi yaygınlaşır. Evinde oturan tarafsız Sünniler istemeye istemeye yayılan dedikoduların etkisiyle Milönü’ne koşarlar.
Oysa Alaaddin Cami’ye ne patlayıcı madde atılmış, ne de dışarıdan ateş edilmiştir. Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem TÜRKER, konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
“Alaaddin Casi’sinin bombalandığı haberi olaydan bir saat önce bütün şehirde duyulmuştu. O sırada ben merkez jandarma karakolu’ndaydım. Cami bombalandı diye polis telsizi duyurdu. Bu telsizin hemen arkasından bir askeri telsiz duyuldu. Yüzbaşı Naiz ‘Bombalama olanağı yok, hangi polis bu haberi verdi? ’ diye bağırıyordu.”
Böyle bir haberi askeri yetkililer vermemiş, vali’de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamış. TRT’nin Çorum muhabiri böyle bir haber vermediğini söylemektedir. Haberi yayan poliste ortaya çıkarılmamış. (13)
Bu kasıtlı haber üzerine Çorum Halkının çoğunluğu Milönü’ne yığılmış, Milönü halkı ise korku sonucu kendi güvenliklerin için barikat kurmaya çalışmışlardır. Çorum’un tüm semt ve mahallelerinde silah sesleri, alevler yükselmektedir. Mahallelerde “İmdat... İmdat...” çığlıkları yürekleri parçalıyordu. O günün haberleri iç açıcı değildi. İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında bir kadın 7 kişinin elleri bağlı olarak silahla öldürülmüş bulunur. SSK Hastanesinin morgunda 7 ceset bulunmaktadır. Ölü sayısı 17’ye çıkmış. Kimliği tespit edilenler: İsmail SOLMAZ, Veli SOLMAZ, Hasan BAĞZIK, Rıza CANDAN, Ahmet DOĞAN, Şükrü YALÇIN, Mehmet YILMAZ, Mehmet ŞAHİNCİ, Mustafa YILDIRIM, Aziz GÜNDOĞDU, Ali PAÇACI...
Tanık BEKTAŞ: Beni evden alarak zorla Çukurörenli Karabebek adlı birinin evine götürdüler. 74 yaşında olduğumu, hacca gittiğimi, ibadetli bir müslüman olduğumu, 17 nüfuslu bir ailenin büyüğü olduğumu söyledim. Dinlemediler, gözlerimi bağlayarak küfürlerle tekmelemeye başladılar. İçlerinden biri müdahale ederek beni bıraktılar. Daha sonda torunum Bekir beni aramaya çıkmış. Onu da yakalayarak gözlerini, ellerini bağlamışlar, dayaktan geçirmişler, işkence etmişlerdi.
Faşistlerin Kadına Saygısı: Kartal ailesi Alevidir. O gün kapılarını sıkı sıkıya kapatmış, korku içinde dışarıdan gelen sesleri dinlemektedirler. Çok geçmeden kapıları çalınır, camları kırılır ve “Dışarı çık, öldüreceğiz sizi” diye bağırırlar. Kapı kırılmak üzereyken, Satılmış KARTAL kapıyı açar, elleri sopalı, silahlı bir grup içeri dalar. Kargaşadan Satılmış KARTAL kendisini dışarı atarak bitişikteki apartmana gizlenmeye çalışır, Ama karısı Gökçen KARTAL’ı yerlerde sürükleyerek dışarı çıkarırlar. Gökçen KARTAL, orta yaşlı bir ev hanımıdır. Dövüle dövüle bir eve götürürler. Orada külotunu çıkararak sokakta sallamaya başlarlar. Sonra el ve ayaklarını urganla bağlayarak ev sahibi Süleyman ÜREYEN’le birlikte götürülür, işkence edilerek öldürürler. (14)
Saldırı ve sarkıntılık nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir kadın başından geçenleri şöyle anlatıyordu:
“İki çocuğum ve komşu kadınla birlikte bir bodruma saklanmıştık. 25-30 kişilik bir grup bizi bodrumda buldular. ‘bunlarda s...min kızılbaşları’ diyerek bizi dövmeye dışarı çıkardılar. Zincirlerle ve sopalarla durmadan edep yerlerimize, memelerimize, vuruyorlardı. Yanan evimizin yanına getirdiler. Benimle beraber olan komşu kadın külotuna saklamış olduğu 17 bin lirayı belki bizi bırakırlar diye adamlara verdi. Yine bırakmadılar. Silahların dipçikleriyle vurarak bizi bir adamın evine teslim ettiler. Gecenin on ikisine kadar orada kaldık. Yüzü maskeli bir adam Ben kadınları almaya geldim’ diyerek bizi evden aldı. Komşu kadın ve yanımda iki küçük çocuğumla bizi bir bağ evine götürdüler. Orada bizi çırılçıplak soydular. ‘Sizi çırılçıplak heryerde gezdireceğiz’ dediklerinde korkudan altımıza ettik. Ancak bizi bırakmadılar. Çocukları bağ evinde bırakıp, bizi (iki kadın) başka bir yere götürdüler. Dört kişi nöbet tutar gibi değişerek geldiler... Ben bayılmışım. Onlarla durmadan kendimin Sünni olduğumu söyleyerek yalvarıyordum. Bırakmadılar. Ekmek filan yiyecek bir şey vermediler. Karşımızda bir bidona su koydular, çocuklar ağlıyor ve su istedi. ‘Kızılbaşları zaten susuz öldürüyorlar’ diyerek çocuğa bile su vermediler. Ertesi gün ikinci zamanı olmuştu. Bir ıslık sesi duyduk. Bunun üzerine yanımızdakiler kaçıp gittiler. Biz de oradan yürüyerek ayrıldık. Askerler teslim olduk...” (15)
Polis Panzeri Ölüm Kusuyor: Polis panzeri ve arkasındaki üç sivil araba ile Çorum’da operasyona girişirler. Panzer, mahalleden geçerken hedef gözetmeden ateş açar, Hatun DURSUN isimli hamile bir kadın kafasından aldığı iki kurşun yarasıyla yaşamını yitirir. Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR ağır yaralanır. ÖZDEMİR, saldırıyı şöyle anlatır.
“Ben saldırı günü arkadaşlarla birlikte Milönü’nde kahvede oturuyorduk. Birden bir panzer sesi duyduk, dışarı çıktık. Halk dışarıda toplanmıştı. Panzer hedef gözetmeksizin halkın üzerine ateş ediyordu. Halktan da panzere taş atmaya başladı. Mahallede bir süre dolaşarak panik yaratmaya çalıştı. Benim de içinde bulunduğum kalabalığa doğru ateş ederek gelmeye başladı. Nasıl ki, tank savaşta karşı tarafı tararsa, panzer de öyle ateş ediyordu. Baktım panzerin altında kalacağız, arkadaşlar kendimizi yol dışına atın diye bağırdım. Kendimi, yolun kenarında bulunan 1.5 metrelik bir çukura atarak çiğnenmekten kurtuldum. Bir müddet sonra arkadaşlar beni sağlık ocağına, oradan Çorum devlet hastanesine götürdüler.” (16)
Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS’da panzerde atılan kurşunla omuzundan yaralanır. Panzerdeki polisler yaralı öğrenciyi alıp SSK Hastanesine götürmek isterler, ancak orada bulunan kadınlar “Aman çocuğu vermeyin, Bunlar SSK’ya götürüp orada öldürecekler” diye bağırırlar. Polisler kararlı ve zorla yaralı Süleyman ATLAS’ı panzere alarak SSK Hastanesine götürürler. Bir gün sonra Süleyman ATLAS’ın işkenceyle öldürülmüş cesedi babasına teslim edilir.
Katliam ve Köylüler: Kızılkaya Köyü Alevidir. Çorum katliamının acılı haberini radyoda duyarlar. Çorum’dan gelen komşularından öğrenirler. Çorum’da yakınları bulunmaktadır. Yakınlarının durumunu öğrenmek için Çorum’a gidenlerin yolu kesilir, rehin alınırlar. Bir daha da haber alınamaz. Köyün her evinde ağıt ve gözyaşları dinmiyor. Ama kayıplarını arayamıyorlardı. Çünkü yollar faşistlerin işgalindedir. Jandarmaya başvururlar. Köylülerin yanına 10 kadar jandarma verilir, tarlalarda ölülerini aramaya çıkarlar. Karşılaştıkları durum şöyle:
“Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaşırlar. Paçacı’lara (Ali PAÇACI) ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır. Traktörün tekerleklerinden bir kısmı yanmış, yakıt deposu patlamış, arka göbek toprağa oturmuştur. Traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali PAÇACI’nın cesediyle karşılaşırlar. Cesedin bir çok yerinde kesici aletlerle meydana gelmiş yaralar mevcuttur. Özellikle boyun arka kısmında bulunan, boyuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür. Oğlu Veysel’inde işkence edilerek öldürülmüş cesedi bulunur.
Arpa tarlası içinde başka bir ceset daha bulunur. Çorum’un birinci olayından beri kayıp olan Yoğunpelit Köyü’nden Musa KİREÇLİ’nin her tarafına kurt düşmüş ve kokuşmuş cesedi bulunur.
Yaydığı köprüsü civarında şoför Ali GÜNDOĞDU ile tarla sahibi Rıza AYVAZ’ın kolları kesilmiş, kafa derisi yüzülmüş cesetleri ile; Salman adlı bir kişinin başı kesilerek öldürülmüş cesedi; Ali TEKEL’in bacanağı Selman ESER’in kafası kesilmiş, ayaklarından asılmış cesedini bulunlar...” (15)
Tanık Abbas AŞAN: Olay günü karayollarından maaşımı aldım, köyüme dönüyordum. İkizler Benzinliği yanında bir grup beni yakaladı. Sopalarla dövdüler, üzerimdeki 9 kin lirayı aldılar. Beni bağladılar. Kömür deposu yanında üstü açık mandıra olarak yapıldığını bildiğim yere götürdüler. Oraya vardığımda çeşitli yerlerinden yaralı, dayak yemiş 6-7 kişi daha vardı. Onları da bağlamışlardı. Bunlardan daha sonra ölün Hüseyin ŞİRİN’le beni sırt sırta bağladılar. İkimizede tekrar vurmaya başladılar. Biz kendimizden geçmiş durumda yerde yatıyoruz. Tanımadığım bir kaç kişiyi nöbetçi bırakıp gittiler. Geceyi öğlece geçirdik. Sırtımda bağlı Hüseyin ŞİRİN’in öldüğünü anladım. Çünkü hiç hareket etmiyordu. Tahminen gece yarısı ölen Hüseyin’i sırtımdan çözdüler. Tekrar alimi ayağımı bağladılar. Hüseyin’i de “Bu ölmüş atalım ekinlerin içine” diye alıp götürdüler. Sabah olmuştu gün ağırmıştı. Caniler beni ve yaşar ÖLMEZ’i ikizlerin benzinliğinin altındaki asfalta götürdüler. Orada ikimizi yatırarak tabancayla ateş ettiler. Beni kafamdan, Yaşan ÖLMEZ’i kolundan vurdular. Öldü zennederek bırakıp gittiler. Tanımadığım bir kaç kişi gelip bizi bekçilere gösterdiler. Onlar polis çağırdı, hastaneye götürüldük. (18)
Sivillerin Şovu: Çorum’da faşistler insan avının peşindeler. Apartman çatılarında uzun menzilli silahlarla solcu-Alevilerin evlerini tarıyorlardı. Sokak ve mahallelerde solcu ve Alevilere ev ve işyerleri yakılıyordu. Ev ve sokaklarda insanları toplayarak esir kamplarında işkence ediliyordu. Telefon, su şebekeleri kesik. Kimi polisler resmi elbise ve silahlarıyla faşist grupla birlikte halka ateş ediyorlardı. Onlarca ölü, yüz binlerce yaralı. İkiye bölünmüş Çorum...
Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Mustafa GÜRCÜGİL, Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN, Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU helikoplerle Çorum’a gelirler. Kent üzerinde bir kaç dönüşten sonra vali, Emniyet Müdürü ve askeri yetkililerle görüşür, aynı helikopterle Ankara’ya dönerler. İçişleri Bakanı mustafa Gürcügil, dinlemek üzere Antalya’ya giderler. Antalya’da basına şu ilginç açıklamayı yapar:
“Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasi gayeli ve siyasi gayeli ve siyasi hedefli olan sol gruptur..(19)
Süleyman DEMİREL (Başbakan) : “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse, devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor. Günlerdir bu meseleyle uğraşıyoruz... Bu hadiselerin arkasında CHP var..(20)
Bülent ECEVİT: “....olayı sağ militanların başlattığı bilindiği halde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsünü vermeye çalışmaktadır. Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır...”(21)
Siyasiler, Malatya, K.Maraş, Sivas, katliamı gibi, Çorum katliamınıda kapatmaya çalışıyorlardı. Çorum katliamını başlatan faşist örgütler, katliamı planlayan ve destek veren perde arkası güç ve örgütler ortaya çıkarılmamıştır. Alevi-Sünni; sağ-sol çatışmasıyla kılıflayarak dosya kapatılmıştır.
Çorum Katliamının Bilançosu: 57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanmıştır.
KAYNAK:
) Cüneyt Arcayürek: Darbeler ve Gizli Servisler, Sf: 221 ) Çorum Gazetesi: 23.07.1980 ) Sadık Eral, Anadolu’da Alevi katliamı, Sf: 88 ) Sadık Eral, a.e.g. Sf:94 ) Cumhuriyet Gazetesi, 02.06.1980 ) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1986) ) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 103-105 ) Cumhuriyet Gazetesi, 08.06.1980 ) Hürriyet Gazetesi, 05.06.1980 ) Aydınlık Gazetesi, 09.07.1980 ) Çorum Gazetesi, 24.07.1980 ) Çorum Gazetesi, 26.07.1980 ) Sadık Eral, a.eg. Sf: 129 ) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1980) ) Sadık Eral. a.e.g. Sf: 159 ) Çorum Gazetesi, 31.07.1980 ) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 151, Aydınlık Gazetesi, 08.07.1980 ) Çorum Gazetesi, 30.07.1980 ) Cumhuriyet Gazetesi, 14.07.1980 ) Cumhuriyet Gazetesi, 11.07.1980 ) Milliyet Gazetesi, 11.07.1980
Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.
Çiçek Sineması Olayı:
Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.
Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.
20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.
Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.
Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.
Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.
Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:
Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.
23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.
Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.
Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.
Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.
Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.
Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.
Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.
22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.
Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.
Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.
Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.
Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.
Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.
Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.
İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.
Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.
DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:
“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...
“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...
“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...
“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.
“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.
“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.
“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.
“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.
“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.
Yaşayanların Ağzından Katliam
Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.
Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”
Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”
Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”
Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,
”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.
BASINDA KATLİAM
Hürriyet(26.12.1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.
“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”
Cumhuriyet: (25.12.1978)
“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.
“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.
”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.
“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”
Aydınlık (16.01.1979)
“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.
“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”
Davanın Sonucu ve Yargılanmalar
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:
804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu
Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.
Çiçek Sineması Olayı:
Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.
Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.
20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.
Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.
Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.
Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.
Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:
Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.
23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.
Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.
Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.
Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.
Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.
Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.
Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.
22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.
Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.
Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.
Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.
Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.
Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.
Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.
İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.
Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.
DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:
“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...
“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...
“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...
“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.
“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.
“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.
“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.
“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.
“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.
Yaşayanların Ağzından Katliam
Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.
Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”
Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”
Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”
Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,
”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.
BASINDA KATLİAM
Hürriyet(26.12.1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.
“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”
Cumhuriyet: (25.12.1978)
“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.
“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.
”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.
“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”
Aydınlık (16.01.1979)
“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.
“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”
Davanın Sonucu ve Yargılanmalar
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:
804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu
ALEVİ: Aleviliği dünya gündeminden ayırmadan yaşayan 'insanı kamil'dir. ALEVİLİK: Alevilik bir yoldur. Varlığın birliğidir.Dil, din, ırk farkı gözetmeden insana sevgi ve saygıdır. Doğanın güzelliğine ve doğurganlığına inançtır. Alevilik; Hıristiyanlık ve İslamiyetten önce, kökleri kendisine giden, binlerce yıllık geçmişi olan, sözü, özü ve sazı ile kendini ifade eden kadim bir yoldur. Seyit Rıza
İslamiyetle örtüşmeyen,yapılan şeylerin ibadet kavramıyla ilgisi olmayan camiye alternatif gösterilen cem evlerinin islamiyetle bir alkası bulunmayan.. Mezhep hatta dinmiş gibi empoze edilen dayanağı olmayan inanış..
vaktiyle (peygamberimizin-sav- vefatından hemen sonra) bir yahudinin oyunuyla bölünmüş, münafık dalaveresiyle ikiye ayrılmış,zaman içinde dinden diyanetten iyice uzaklaşmış,kendilerince alternatif inanç ve ibadet modelleri bulup uygulamış bir grup...
son günlerde çok alevi kelimesi duyuyorum gerek tv olsun gerek gazete olsun ulusal medyada...bu iyiye dalalet değildir... kürtlerle çok uğraştılar ve ortaya sanki kürtler bizden değilmiş gibi herşeyimiz farklıymışda onlarında hakkı varmış gibi bir hava estirdiler sonra ne olacağı zaten malum...şimdide aynı taktiği aleviler için yapıyorlar burada kürtler üzerinde etnik bölücülük yapıyorlar alevileri üzerindede dinsel bölücülük yapmaya başlayacaklar burada herkese düşen görev her zaman birlik ve beraberliği savunmak ve fevri davranmamaktır...aleviler ve alevilik bizim özvatanımız olan anadolunun ayrılmaz bir parçasıdır...rahat durdukları sürece onlardanda bizdendir hepimiz biriz..
ısrarla alevilerin ateist olduğunu savunan alevi olduğunu iddia eden biriyle tanışmıştım.kanaatim o ki alevileri çevresine kasıtlı olarak yanlış tanıtıyor.bazıları hakikaten art niyetli olarak 'Alevi 'kelimesine sığınıyor.bence gerçek aleviler kendini daha fazla izah edebilmelidir..
Ben bir aleviyim mesela beyaz tenliyim iki gözüm ve iki kulagim var.Dilim var ve konusabilirim.Senden tek farkim Allaha senin gitmediyin bir yoldan gidiyorum. ve..digerlerinin dedigi gibide sapik düsüncelere sahip degiliz.islam dininin tüm ahlak yapisi bizdede mevcudtur. tek farkimiz. ebu bekiri, ömeri,osmani muaviyeyi ve yezidi sevmeyiz bunun icinde birbucuk ton sebebibmiz vardir..
Alevilik, tarihi itibariyle dinden(islamiyet) dogdugu sanilan ama aslinda siyasi bir dava olmakla birlikte, günümüzde artik bir toplumun kimligi ve kültürü olmustur, merkezi 'insan' olan....Hu canlar!
Necip Fazıl KISAKÜREK üstad 'EĞER ALEVİLİK; Hz. ALİ' Yİ SEVMEKSE, YERYÜZÜNDEKİ EN BÜYÜK ALEVİ BENİM' diyerek; Alevi ler üzerinden oynanan oyunu ne güzelde sergilemiş orta yerde. Ama O' na en büyük düşmanda, o kullanılan Alevi vatandaşlarımız. Anlamamak ve analiz edememek ne kadar kötü......
ALEVİ bence kardeşliği dostluğu birlik ve beraberligi çagrıştırıyor ve bunun arkasında bulunan canlara çamur atılabilio yani bilmedikleri bazı şeyleri kendi aralarında konuşuyorlar ve bi degişik gözüyle bakıyorlar hepimiz insanız hepimiz bu vatan içinde yaşıyorsak birlik ve beraberliğimizi bozmamak lazım.....
bi arkadaşımız öle bi konuşmuşki bütün sünniler yobazmış Hz.ALi yi sevmiyomuşuz gibi şeler sölemiş...sadece o arakadaşın cahilliğine ve bilgisizliğine vuruyorum.bide onlarla nası kardeşş olalım demiş.! ! ! bakın her mezhebin yobazı vardır.sünnilikte olduğu gibi.ama belli bi sayıdaki yobaz yüzünden bütün sünnileri zan altında bırakacak şekilde konuşmamalıdır...zamanında alevilere yapılanların hepsini biliyorum vede yapanları müslüman olarak görmüyorum.İSLAM barış dinidir..mezhep nolursa olsun...ben sünniyim ama alevileri daa dorusu btün insanları severim..İSLAM ırk din dil gibi şeleri ayırt edenleri kabul etmez ztn.Sünnilik muaviye taratarlığı değildir.bu zmana kadar hiç bi sünninin böle bişe dediğine vede HZ ALi yi sevmediğine şahit olmadım.camilerde HZ ali anlatılmıyomu sanıyosunuz? ? ? Alevilik nedir? ALLAH,HZ.MUHAMMED(s.a.v) ,HZ.ALİ(r.a) sevgisi olan ve bunlardan sonra ehli beyt e itimat eden kişilerdir...fakat alevilerdede inanç farklılığı vardır..benim bazı arkadaşlarım Hz. Ali ye malesef peygamber demektedir...bazı alevi arkadaşlarım ise bunu reddeip HZ.MUHAMMED i peygamber kabul eder ve ondan sonra HZ.ALi yi sever...gerçek alevilikte budur ztn isteyen araştırsın. Son olarak şunu sölemek istiyorum.sünniler Hz.Muhammed(s.a.v.) den sonra 4 halifeyi eşit sever ve ayırmaz.çünkü onlar ayrılmaz ayrılamaz...her zman birlikte olan,İslam için beraber mücadele eden,4 üde her zman Hz.Muhammed(s.a.v.) in yanında olan bu mübarek insanlar nasıl ayrılır nası kötülenir! ! ! ! alevilerin Hz.Ali(r.a.) aşkı tabiki başka ama Hz.Ebubekir(r.a) ki Peygamberimizin en yakın dostu...bütün hayatını servetini İslam için harcamış ve ömürü boyunca Peygamber(s.a.v) imizin yanından bi an olsun ayrılmamış...Hz.Ömer(r.a) ki adaletin timsali...Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: 'Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; 'Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin' dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130) . Bunun içindir ki İbn Mes'ud;
'Onun hicreti bir zaferdi' (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153) demektedir. Hz Ömer(r.a) İslamı yaymak için elinden geleni yapmış ve Peygamber(s.a.v) ın yanından bi an olsun ayrılmamış ve Onu korumak için elinden geleni yapmıştır.... Resulullah (s.a.v) müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a) 'ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan, a.g.e., I, 256) . Peygamberin kızı Rukayye'nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.v) Hz. Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştu: 'Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman'la evlendirirdim' ve yine Hz. Osman'a 'Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim' demişti (Üsdül-Gâbe, aynı yer) . Ve son halife Hz.Ali(r.a) ...Üstün cesareti veAllah ın Arslanı ünvanıyla bilinir.Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: 'Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.' (el-Bakara, 2/274) .
demek istediğim şu ki hepsi bambaşka güzellikte,biribrini tamamlayan bir bütündür ve ayrılamazlar...Hz Ali diğer 3 yoldaşının İslamın en öenmli 3 kişisinin kötülenmesi ni istermi acaba? ? ? Bunu anlamak isteyenler araştırsın İslam tarihini.Hepsi birbirini övüp birbirini kollayıp koruyup İslam için mücadele etmişlerdir.Sakın unutmayın.Allah kimseyi yoldan çıkarmasın...
aleviler bence çok iyi insanlardır her tür insanı çok seviyorlar aralarında büyüdüm diyebilirim yalnız bizim dinimizi yaşadıgımız gibi yaşamıyorlar yada yaşamak istemiyorlar kim bilir hz ali öldürüldüğü zaman son nefesinde bile namazı bırakmayın demişti ama alevi kardeşlerimiz sırf namazda öldürüldüğü için namaz kılmıyorla aslında tam tersi kılmaları gerekirken.. ve hz ALİ yi bir müslüman değilde bir hırıstiyan öldürmüştür.. ve aleviler bizim dine saygı duyuyorlar peygamber efendimizede öyle yalnız aleviler hz ALİ yi daha üstün görüyorlar çok yalnış hazreti beygamberimiz MUHAMMED S.V.S TÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİ cehennemden kurtaracak bir peygamberdir biz müslümanlar her peygamberi aynı derecede çok severiz ama bizler HZ MUHAMMEDİN S.V.S ÜMMETİYİZ ve çok şükür MÜSLÜMANIZ.. SELAM VE DUA İLE
alevi anadoludaki islam gelmeden önce de hristiyanlığı tam olarak benimseyememiş, eski türk ve anadolu inançlarının izlerini de silip atmayan islamın farklı yorumlanıs tarzıdır. alevilikle sünnilik kesin cizgilerle birbirinden cok farklıdır. yanlısım olabilir. ben böyle düsünüyorum. maillerinizi bekliyorum eleştrileriniz için.
Alevi,esk.Ar. 'Hazret-i Ali'nin soyundan olan demektir...Bu tıpkı Bekri,Faruki ve Emevi gibi vesselam...'
*Aleviler bilmesede büyük çoğunluğu hz.Ali'nin çocuklarıdır...Mesela Pir Sultan yemenden gelmiş katılmıştır bu ulu kervana... *
*Alevilerle Sünniler arasında ki en belirgin fark! .. Sünnilerde başa geleni halk seçer...Alevilerde ise başa gelecek olanı Hak seçer vesselam...*
*Size hem iyi hem kötü haberim var...İyi haber Mehdi kıyam etti zuhurunu bekliyor...Kötü habere gelince O Alevilerin içinden çıktı ve kıyam etti...Bu tıpkı Said Nursi'nin Kürtlerin içinden çıkması ve kıyam etmesi gibi vesselam... *
Zikr-i Hakikatimizdir... ______________________ Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah... Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...
Alevi demek Hazreti Aliyi seven demektir. Bu anlamda herkes alevi olmalıdır. Ben de aleviyim(ki suniyim) . Ben alevi köyünde görev yapıyorum.Hiç önyargım yok. İnsanlardan tek isteğim bir şey hakkında konuşmadan onun özünü araştırın. Umarım herkes bir gün önyargısız olur..
biz aleviyiz ALLAH-MUHAMMET-ALİ diyenlerdeniz yobazın tuttuğu orucu tutsak yobazın kıldığı namazı kılsak yobazın verdiği zekatı alsak zaten aleviyiz demeyiz kardeşler bi de kardeşmişiz sivasta marasta gazide ümraniyede çorumda kanımı içmek için sırada bekleyen insanlarla nasıl kardeş olurum ben... hadi oradan hadi oradan.... (sözüm bütün sunnileri kapsamıo tabiii gerici yobazlar)
vay be ben aleviyim megersem bilmediğim ne kadar cok sey varmıs ama sadece sunu söyleyim o kusbeyinli bilimsel bakıslı arkadas aleviliği carpıtmak için elinden geleni yapmıstır kendisini alevi die tanımlamıs o alevi deildir arkadaslar sadece provakatör o kadar
ALEVİLİK KELİME OLARAK HZ.MUHAMMEDİN SOYUNDAN GELENLERE DENIR. AMA ALEVI DEMEK BUTUN INSANLARI SEVEN DIN,DİL,RENK OLARAK AYIRMAYAN,VATANINI,VE DEVLETINI SEVEN GEREKIRSE BAYRAK İCİN CAN VEREBILECEK NAMUSLU DÜRÜST YALANSIZ DUNYA MALINA TAPMAYAN ALLAH HZ.MUHAMMED, HZ.ALİ AŞKIYLA YANAN GERÇEK GÜZELLİGİN GÖNÜL GÜZELLİGİ OLDUGUNU BİLEN GÖNÜL DOSTU OLAN HERKES ALEVIDIR. AYRICA ALEVI DEMEK BÜTÜN ALLAH TARAFINDAN İNMİŞ DİN VE KITABLARI KABUL EDEN ONLARA SAYGIYLA YAKLASAN AYDIN DEMOKRAT İLERİ GÖRÜSLÜ MEDENİ KADINIYLA ERKEGIYLE ESİTLİGE İNANAN HELAL YİYEN GENEL AHLAK KURALLARINA RİAYET EDEN SAYGISINI SEVGISINI GÖSTEREN YOLU HZ. ALİ YE VARAN ELİNE, DİLİNE, BELİNE SAHIP OLABILECEK IRADEDE OLAN AŞKI MUHABBET VE DEM OLAN İNANCI YÜREGİNDE OLAN İNSANI YARADANDAN DOLAYI SEVEN HERKES ALEVİDİR.
Alevilerin inandigi ALI ile Islamiyeteki ALI ayni degil ISA da MUSA da ALI idi Alevilik noktası Türkiye halkı için önemini korurken Türkiye halkının bir kısmı İslam emperyalizminin kucağında ne arıyor? İslam din adına bir Arap emperyalizmi peşinde iken buna alet olan sözde aydınlarmıza ne demeli? Salon sosyalistleri, masa başı aydınları halkımzın deve çobanlarının kirli emellerine alet edilmesine nasıl da goz yumuyor. Evet bu içler acısı duruma karşı en ufak bir kıpırdama yerine kendileri bile insanlık düşmanı bu çağdışı kültür veya inancın basit bir aleti olmayı gönüllüce kabul eden sözde ilerici parti ve kuruluş yanlısı kuru kalabalık yapma dışında bir yeteneği olmayan salon devrmcilerine bin yazık! ! ! ! !
Gerçek nedir?
1- ALEVILIK GERICILIK DEGILDIR; GERICILIGIN SEMBOLU OLAN ISLAMIN ICINDE OLAMAZ.
2- ALEVILIK ZATEN ISLAMDAN COK COK ONCE VARDI. NUVELERI ESKI ZERDUST VE YAHUDI DINLERI ILE BAGLANTILIDIR.
Islam dini icine sokulma cabalari Aleviligin en buyuk dusmani bir caba olarak gorulebilinir.
Sayin arkadaslar; Alevilik gelinen noktada artik kendine sahip cikmalidir. Osmanli Turk takiminin onu Islamin icine sokma faaliyetlerine karsi cikmalidir. Alevilerin cahil kesimlerinin kandirilmalarina karsi cikmanin zamani gelmistir.
Biz Aleviler olarak kendi kimligimize sahip cikmali, halkimizin dunyanin en geri ideolojisine suruklenmesine karsi cesaretli adimlar atmaliyiz.
Islam denilen halk dusmani ideolojiye karsi amansiz bir mucadele baslatmaliyiz. Alevilik ileriye gitmeli, geriye degil! Islam demek barbarlik demektir. Col ve deveden baska bir sey tanimayan, demokrasi ve kultur dusmani musluman cahilliginin disina cikmak artik kacinilmaz bir gorev olarak onumuzde durmaktadir.
Akkoyunlu hukumdarliginin Dersim istilasi ile yayilan sii islamdan korunmak icin ALEVILER ALI yi bir maske olarak kullanmislardir.
Ornegin ALEVILER kurana inanmamakla birlikte cenazelerinde kuran okutmalari da bir maskedir.Islamiyetle ALI ile ISA arasindaki benzerlik dusundurucudur.Alevilikteki Mistik inanclarin anlamlarini anlayabilmek yani SIR ri anlayabilmek 40 lar cemindeki SIR da yatar.40 lar cemindeki Her sozde bir anlam vardir.
Aleviler kendilerini ne turk ne kurt ne de Musluman olarak gorur Yalnizca ALEVI olduklarini idda ederler. Alevi inanc ve Gelenekleri Eski Israil Ogularina Dayanir Bakiniz Kitabi Mukades Bible
Muslumanligin BES (5) sarti vardir.zekat vermenin disinda biz Aleviler Muslumanligin bes sartindan hic birini yerine getirmiyoruz ve bundan dolayi da bizler zaten muslumanligin disindayiz.Ne bizim kendimizi zorluyarak kendimizi muslumanliga dahil etmemiz gerekir, nede muslumanlar bizi buna mecbur (onlar insani herseye mecbur edebilirler) edebilirler.Bizler ne kadar Muslumanliktan uzak olursak ALLAH`a ve INSANLIGA o kadar yakin oluruz,bu da bizim varligimizin esas gerekcesi olmali.
Müslümanlıkta namaz var. Alevilikte niyaz ve cem. Müslümanlıkta, Allah gökte aranır. Aleviler muminin kalbinde… yani insanda arar. Alevilikte, “insan eksik bir tanrı,Tanrı ise mükemmel bir insandır”. İyiliğide kötülüğüde yapan insandır. “Ne ararsan sen senden ara” sözü boşuna söylenmemiştir. Müslümanlıkta ölünce cennet ve cehennem vardır. Alevilikte cennet ve cehennem bu dünyadadır. Bunu merhum Ozan Mahzuni Şerif şu dizesiyle tanımlar: 'gidip gelmeyen bir yer yok yık benim için” der. Müslümanlıkta öldükten sonra diriliş vardır. Alevilikte, kişi sağlığında yaptığı hizmet oranında öldükten sonra, insanlar arasında anılır, manevi bazda yaşatılır. Pir Sultan’lar, Eba Müslüm’ler, Nesimi’ler, Seyid Rıza’lar ve daha dünmüş gibi aramızdan ayrılan Ozan Mahzuni Şerif’ler gibi… Ayrıca Alevilikte, musaiplik ve eline, beline, diline sahip olma düstürü vardır. Birde günümüzde modern toplumlarda yargılama aşamasında baş vurulan Juri’nin yerini Alevilerde daha geniş halk mahkemeleri mevcuttur cemlerde. Orda verilen en ağır ceza, toplum içinde toplumla ilişkisi kesilir. Kişi yaşarken ölü sayılır halkın nazarında
Alevilerin atalari Mezopotamya bölgesinde yaşıyorlardı. Tek dinleri Zerdüşlük’tü. Toprak, hava, su ve ateşi kutsuyorlardı. Daha sonraları Zerdüşlük’ten esinlenerek Aleviliği benimsediler.
Alevilik, birçok dinin iyi yönlerini almış kendi felsefesinde yoğurmuş, ona kendince bir biçim vermiş. Çağın şartlarına göre kendini yenilemiş, kardeşliği, hoşgörüyü, insancılığı ön pilana almış bir yaşam biçimidir. Günümüzde ise: Yoksulluğun, ezilmişliğin, zülmün, soygunculuğun olmadığı, eşit paylaşımın olduğu, herkesin kardeşçesine yaşadığı, tabiatın tahrip edilmediği bir dünya yaratma mücadelesidir Alevilik.
640 yılında İslam orduları komşu ülkelere sefere başladılar. Ya İslamlığı kabul edecektin, ya da şimdi olduğu gibi göç edecektin. İslamlığı kabul etmeyen 300 bin suçsuz insan kılıçtan geçirilerek öldürüldü..
Müslümanlığı kabul etmeyen Aleviler göç etmek zorunda kalmışlar. Bu gün Alevi köylerin %90’nı verimsiz, yol geçmez dağ yamaçlarındadır. Gerçek nedeni ise: düzeni yönlendirenler, onlara yaşama hakkı tanımadıklarıdır. İbadet ederlerken bile, biri görür diye köyün dışına nöbetçi dikerlerdı cemlerinde… ulaşım adresim
bence alevilerin bazıları iyidi severim ama bazıları. bence cok bos. cunku kurmuslar cem evi diye aptalca bir yer yalandan yere kadın - erkek birarada ibadet ettiklerini sanıyolar. hz ali yi peygamberimizden ustun goren mahluklar bile var.
öncelikle 'türkçü'ye yanıt olarak diyebilirim ki 'konuşmayı biliyorsan konuş, örnek alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar'. öyle hakaret etmekle olmuyor bu işler. eğerki adam gibi bir müslüman olsaydın zaten herkesin inancına saygı duymayı bilirdin.
ayrıca bir ayrımada vurgu yapamak istiyorum. alevilik bir inanış biçimidir. türklük veya kürtlük ise kanbağı ile gelen bir etnik konudur. alevilerin türkmü, kürtmü, arapmı, olduğunu tartışmak bence bu yüzden anlamsız bir konu. müslümaklık gibi. etnik ve dini kimlikleri birbirinden ayırmak gerekir.
neyse konumuz başka, aleviliği tanımlamak gerçekten zor birşey. her kes kendisine göre bir anlam yüklemiş ve ona inanıyor. işin güzel tarafıda bu zaten. benim aleviliği öğrendiğim kişi bana aleviliği anlatırken 'yüreğine ve beynine sığmayan hiçbir şeyi kabul etmezsin bu inançta' diye anlatmıştı. bu yüzden aleviliğin tanımı bireyden bireye değişebilir.
ama kesin olan bazı şeyler var. alevilik Ali'den gelmektedir. şiiler ile bağlantısıda bu yüzdendir. ama anadoludaki aleviler, şiilerden çok farklı bir gelişim süreci yaşamıştırlar. genel olarak Atatürke ve onun ilkelerine gönülden bağlıdırlar. Sola yatkınlıkları ise dışlanmışlıklarından gelir. eğer bizim o çok 'zeki' ve 'inançlı' sunni kardeşlerimiz alevileri bu kadar dışlamasalardı, k.maraş, çorum ve sivas katliamları gibi katliamları Kuyucu mustafa ve yavuz sultan dan beri devam ettirmeselerdi, 80 darbesi sonrası Türklük-Sunnilik diye bu kadar diretmeselerdi, bu dışlanmışlık ortadan kalkar ve birbirine daha fazla entegre olmuş iki topluluk ortaya çıkardı.
bu yüzden aleviler toplumun dışlanmış kesimini oluşturan kişilerdir. dini boyutuyla değerlendirirsek, aleviler elbetteki müslümanlığın bir parçasıdır. ibadetleri, oruçları ve inaçlarında sunnilerle aynı amacı taşırlar. iki grupta aynı tanrıya inanırlar ve ona ibadet ederler. muhammedi ve kuranı kabul ederler. kökeni itibarı ile namazda kılarlardı. 'dı' diyorum çünkü yeni kuşaklar bunu pek yaşatmıyorlar. ama örneğin benim dedem evinde 5 vakit namazını kılardı. camiye gitmemesinin nedeni ise Ali'den kaynaklı değil ancak onu öldüren insanların düşünce sistemlerinin bugün bile devam etmesinden kaynaklıydı. bir gün camide hoca vaaz verirken aleviler sünnet olmaz deyince benim dedemde açıp göstererek, alevilerinde muslüman olduğunu anlataya çalışmış ve bu olaydan sonrada birdaha camiye gitmemişti. ayrıca bugün çevremde 40 yaşını geçen birçok alevi kuranı arapça öğrenmek için çeşitli kurslara gitmeye başladılar. yani lafın kısası alevilerde müslümanlığın bir parçası ve onlarında farz ve sunnet kavramları sunnilerden çokta farklı değil. tarihsel olarakta Muaviye ve Ali arasında yüzük olayından sonra ayrışan iki grup yezidin, Alinin oğulları Hasan ve Hüseyini kerbelada öldürmesi üzerine keskinleşmiş ve bu güne kadarda gelmiştir. bu güne kadar elbetteki o grup aynı kalmamış ve yaşadıkları coğrafyaya göre değişime uğraışlardır. bu yüzden hataydaki arap alevileri ve irandaki fars kökenli şiiler mülümanlığa ve kurana daha sıkı bağlanmışken anadoludaki türk ve kürt alevileri daha batılı bir gelişme yaşamış, modernizme ayak uydurmuş ve bu yüzdende dini bağlarını zayıflatmışlardır. son olarak ise bence kimsenin başkasının inacı üzerinden yorumlar yapması ve onu inancına göre yargılaması tam bir saçmalıktır. aleviliğe hakaret eden sunni kardeşlerimiz, müslümanlıktaki, allahla kul arasına girilmeyeceği ilkesini unutarak bence kendi inançlarını ayaklar altına alıyorlar. bu sözüm aynı şekilde davranan aleviler içinde geçerlidir. bağnazlığı bence kimsenin inancı onaylama, ancak saygı ve sevgi sanırım her iki tarafın inancında önemli yeri olan bir kurumdur.
bazı kendini bilmezler, iman etmenin şartlarını kabul etmeyenler olarak sınıflandırmaya ancak kaşkışabilmişlerse de, aleviler, Allah'a inanır ve O'nu kabul ederler.
ayrıca, Aleviler tüm baskılara rağmen, hala dimdik ayaktadır mücadeleleri kendini bilmezlere karşı son hız devam etmektedir.
AZERİ arapça alevi yani ateşi demektir
bu günkü AZERBAYCAN devletinin gerçek adı yani türkçesi odlar yurdu yani ateş yurdu olarak geçmektedir
arapça AZER: alev BAYGAN: yurdu....yani ateş yurdu anlamına gelmektedir baküye giderseniz heryerde ODLAR YURDU sözünü okuya bilirsiniz. ayrıca baküde azerbaycan sözünden çok ODLARYURDU sözünü daka çok duyarsınız..
arapça bu coğrafyada etkin dil olduğu için batılı resmi kaynaklara böyle geçmiştir
azerbaycan bölgesinde yaşayan eski ateşperest türklerde araplar tarafından AZERİ olarak adlandırılmıştır
hatta bu gün mezarı hala iran azerbaycanının urumye şehrinde bulunan zerdüş peygamberinde azeri olduğu kesin bilinmektedir çünkü bu bölgede tarihten beri azerbaycan türklerinin dışındada yaşayan başka milletler yok denecek kadar azdır.
biraz eskilere gidersek özbe öz erdebilli türk şah ismail hatayinin kurduğu devletin sınırları bu günkü anadoluda bulunan sivas bayburt erzincan kars ığdır ardahan tunceli..vs sınırlarını kapsamaktadır yani eski azerbaycan toprakları anadoludan kerkükü erdebili urumyeyi ığdırı tiflisi erivanı kapsamaktadır.
Kısacası eski azerbaycan toprakları içerisinde yaşayan ateşperest türklere araplar azeri derken ıraktaki araplar yada kürtler türkmen olarak, anadoluda ise türkçeleştirilip alevi olarak adlandırıldılar
ALEVİ yada AZERİ şahismail hatayinin kurduğu TÜRK DEVLETİnde yaşayan türklere verilen addır..
alevi azerbaycan türklerine anadoluda söylenen isimdir.
azeri ve alevilerin dili dini örf ve adetleri gelenek ve görenekleri kısacası tüm ortak değerleri tamamen aynıdır
işte alevi ve azerilerdeki ortak kültürlerden bazıları
-ATEŞE SAYGI: alevi ve azerilerde ateş kutsal sayılmaktadır. herikisindede ateşe küfredilmez ateş suyla söndürülmez ateş ocaklarının yanı temiz tutulur ve ateşin tanrı tarafından onlara bir armağan olarak gönderildiğine inanılır.
- HALK OZANLARI VE ŞAİRLERİ: fuzuli, şah ismail(her iki tarafında devlet kurucusu atası) hatayi, nesimi, hacıbektaş veli(aslen iran azerbaycanındandır) babek, pirsultan abdal, vs. vs. vs
-NEVRUZ: her iki kesim tarafındanda bu bayram yılın başlangıcı ve kutsal sayılmakta
-EHLİBEYT: her iki kesimde dinsel olarak ehlibeyte bağlıdır ve gerek anadoluda yaşayan aleviler gerekse azerbaycanda yaşayan azeriler 12 imama bağlıdır.
-DİL: gerek anadolu alevileri gerek azerbaycan azerileri tamamen aynı dili konuşmaktadırlar (azerbaycan türkçesi) ama zamanla bazı farklılıklar ortaya çıkmış olabilir buda gayet doğaldır..
-SAZ her iki topluluktada saz söz ozanları çok etkindir.
bu her iki topluluğa kızılbaş türklerde denilmektedir
ülkemin aydınlık insanları....bunca dolandırıcının din bezirganının,liboşun döneğin olduğu ülkede kendilerinden ödün vermeden yürüyen cesur insanlar...haksızlığa karşı ilk tepkiyi her zaman onlar verir...bu yüzden gençleri genelde devrimci örgütlerde görev alırlar....
Bildiğim kadarı ile Alevi(lik) Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v.) Peygamber efendimizin Damadı Hz. Ali efendimizin Savaş esnasında Başına bağladığı Alev kırmızısı eşarptan ismini almıştır, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. hüseyine olan bağlılık neden ve derecelerini bilmiyorum, Bnm inancım doğrultusunda,
Alevi(lik) bir mezhep olamadığından bende İslamın çarptırılmış ve saptırılmış bir kolu olarak görmekteyim. Lakin bu benim İnsanları sınıflandırmama gereksinim duymama neden olamaz,
İMANIN ŞARTLARI
1- Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak.
2- Allah'ın meleklerine inanmak.
3- Allah'ın kitablarına inanmak.
4- Allah'ın peygamberlerine inanmak.
5- Ahiret gününe inanmak.
6- Kadere, hayır ve şerrin yaratıcısının Allah (Celle Celâlühû) olduğuna inanmak.
İSLAMIN ŞARTLARI
1- Kelime-i şehadet getirmek.
2- Namaz kılmak.
3- Oruç tutmak.
4- Zekat vermek.
5- Haccetmek.
Bu şartları Kabul eden yerine getiren ve getirmeye çalışanların dışında kalan kimseler.
ÇORUM KATLİAMI
Çorum katliamı, ülke genelinde işlenen siyasal cinayetlerden, okul işgallerinden, Malatya, Kahramanmaraş, Gazi katliamlarından soyutlanarak; sağ-sol grupların çatışmasıyla değerlendirilemez. Bu katliamın, emperyalist güçler ve ülkemizdeki işbirlikçilerin ortak planlarıdır, eylemleridir.
Genellikle etnik ve mezhep topluluklarının iç içe yaşadığı Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde gelişen toplumsal muhalefeti baskı ve katliamlarla susturmak, solcu ve Alevileri göçe zorlamayı amaçlamaktadır. Çorum katliamı bu planın bir halkası ve uzantısıdır.
Katliamın Ön Hazırlıkları: MHP ve MSP’nin dışarıda desteklediği Süleyman DEMİREL’in azınlık hükümeti, ırkçı-şeriatçı örgütleri korumuş, eylemlerine göz yumulmuştur. Ayrıca yansız görevini sürdüren Çorum Emniyet Müdürü Hasan UYAR görevinden alınarak, yerine Tunceli’de bir çok olaya adı karışan Nail BOZKURT, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’nin militanı olarak tanınan Fethi KATAR getirilmiştir. Yine sağ görüşlü ve taraflı (AP iktidarında İçişleri Bakanlığı yapmış, zehir hafiye diye tanınan Faruk SUKAN’ın bacanağı) Rafet ÜÇELLİ’de Çorum valiliğine atanmıştır. Demokrat olarak bilinen 40’a yakın polis memuru tel emriyle başka illere ataması yapıldı. Bir çok okul yöneticisi ve demokrat öğretmenin, memurun sürgünü ve yer değişimi yapıldı. Devletin bir çok kurum, faşistlerin karargahı haline getirildi. MHP’lilere ruhsatlı silah verilmeye başlandı. Buna karşın, Çorum emniyetinde görevli sağcı ve ırkçı bilinen bir çok polisin başka illere ataması çıkarılmışken, ilişkileri kesilmeden Çorum’da görevlerinin sürdürdüler.
ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli Robert ALEXANDIR PECK (CIA görevlisi olarak tanınır) Çorum’a gider. Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’yla görüşür, MHP’nin etkin olduğu köy ve ilçeler,? ? ? Alevi-Sünni? ? ? hakkında bilgi edinmeye çalışır. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider. Amasya’da Alevi-Sünni, sağ-sol çatışması üzerine sorular sorar, ne zaman ve hangi ölçüdebir çatışma çıkabileceği hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu. (1) Bu değişim ve çalışmalar sürdürülürken; ülkücü örgütlerin halkı tahrik etmek için çalışmalarını sürdürüyorlardı. Çorum’da 19 Mayıs “Gençlik ve Spor Bayramı” kutlama hazırlıkları sırasında ülkücülerin Bayram töreninde kızların kıyafetlerini gerekçe göstererek halkı tahrik etmek amacıyla şu bildiriyi dağıtıyorlardı:
“Müslüman namusuna sahip çık
19 Mayıs gösterileri adı altında yine namus bacılarımızın iffet ve hayasına kahpeçe ve haince saldıracak bir gün geliyor. Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor.
Yine müslüman evlâdı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir. Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi? Kurtuluş Savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey müslüman, düşün, süngüyle ama karnında çocuk çıkarken zihniyetle bu zihniyetin farkı ne? Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var diyen gafil müslüman sen de düşün... Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini. Şu haris-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susun, dilsiz şeytandır. Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere-İslâmcı Gençlik” (2)
Gün SAZAK’ın Ölümü: Ülkücülerin CİHAD bildirisinden 9-10 gün sonra Ankara’da MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Gün SAZAK (1. MC hükümetinde Gümdük ve Tekel bakanlığı yapmıştır.) , 27 Mayıs 1980 günü belirsiz kişilerce vurularak öldürüldü. Gün SAZAK Ankara’da öldürülmüş. Çorum’la uzaktan-yakından ilgisi yok. Eğer duygusal bir tepki olacaksa Ankara’da olması gerekirdi. Oysa Türkiye genelinde saldırı, tahrip ve cinayetler başlatıldı, günlerce devam etti. Özellikle Alevi-Sünnilerin, Türk-Kürtlerin iç içe yaşadığı kentlerde saldırı ve cinayetler halka yönetildi. Görülüyor ki, bu saldırı, cinayet ve katliamlar, duygusal bir tepkinin sonucu değil; perde arkası güçlerin ve planladığı, yönlendirdiği eylemlerdir...
Çorum katliamı, Gün SAZAK’ın ölümü gerekçe gösterilerek başlatılmıştır. 28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan sağcı gruplar (ülkücüler) elleri havada kurt işareti yaparak “kanımız alsa da zafer İslâmın, Kana kan, intikam” sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan solculara ait işyerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır. Yürüyüş kortejinin çevresinde görevli polislerin müdahalesi görülmez ve seyirciler.
Çorum’un okullarında sağcıların baskısı, terörü boyutlanarak artar. Öğrencilerin derslere girmesini engellemeye çalışırlar. Öğretmenlere saldırırlar. 28 Mayıs günü başlatılan ilk eylem noktalanır. Sağcı gruplar ve MHP İl Yöneticileri toplanarak ilk günün eyleminin değerlendirmesini yapıyor, yeni saldırı hazırlıklarını planlıyorlardı. Ankara’dan Gün SAZAK’ın cenaze törenine katılanlar (Çevre ile ve ilçelerden) Çorum’a gelmeye başladılar. Ayrıca bazı yabancı turizm şirketleri de Çorum dışından MHP’li militanları Çorum’a taşıyorlardı. 29 Mayıs günü başlatılacak ve günlerce sürecek saldırıların planı, saldırı yapılacak semtler ve görevli olacakların listesi hazırlanır.
29 Mayıs günü sabahıdır. Çorum’un işçisi, memuru, esnafı; öğrencisi ve halkı, günlük işlerini yürütmek için işlerlerine gitmeye hazırlanıyorlardı. Dışarı çıktıklarında, cadde ve sokakların faşist saldırganlarca işgal edildiğini, “Kana kan, intikam” sloganlarıyla saldırılarını sürdürdüklerine tanık olurlar. Saldırganlar ise rastladıkların dövüyor ve esir alıyorlardı. Solcu ve Alevilere ait işlerleri yağmalanıyor, tahrip ediliyor ve yakıyorlardı. Saldırıya uğrayanların, güvenlik güçlerine başvurduklarına “Toplumsal olaydır, müdahale edemeyiz” yanıtını alıyorlardı.
Faşist saldırganlar, Çorum’un caddelerini, sokaklarını, meydanlarını işgal etmekle yetinmemişlerdir, Çorum’la komşu il, ilçe ve köylerle bağlantılı tüm yolları da işgal etmişlerdi. Araçlar durduruluyor, kimlik kontrolü yapılıyor, solcu ve Alevi olanları alıp işkence ediyorlardı. Sağırların, körlerin bile görebilecekleri bu hazırlıkların devlet tarafından görülmemesi olanaklı değildir. Ama önlem alınmamıştır...
Saldırganların bir kolu, demokrat ve sol görüşlü Çorum Gazetesi’ne; sol yayın satan Bahar Kitapevi’ne saldırarak tüm eşyalarını, malzemelerini dağıtır ve tahrip ederler.
Saldırganların büyük bir kolu da, solcuların, Alevilerin yoğunlukta olduğu Milönü Mahallesine yönelirler. Saldırının haberini alan Milönü halkı, yollarda barikat kurarak saldırıya karşı savunma direnişine girişirler. Başka bir kol, Kuruköprü, Üçevler, Sigorta ve Mutluevler semtine yönelirler. Bu semtlerde oturan solcu ve Alevilerin, saldırıdan habersiz ve savunma önlemlerini alamamışlardır. Mevcut güvenlik güçleri ise, bir bölümü yansız kalırken, bazı polislerde saldırganlara yardımcı oldukları saptanır. Bu semtte 45 yaşlarında Servet YILDIRIM isimli bir kişiyi öldürürler. Celal ERDOĞAN (öğretmen) , Salih YILMAZ (Öğretmen) , Turan KABAKULAK, Vedat ELİAÇIK, Hüseyin ŞİMŞEK, Sefer EKEN, Sezai GÜREN, Neşet AYDIN, Mustafa NALLICA Sadık VASIFOĞLU, Hasan KÖSE, Aşır DEMİREL isimli sol görüşlü kişilerde kurşunla ağır yaralanmışlardır. Yine Altınevler Semtinde evlerinin balkonunda oturan iki kizkardeşe silahla ateş edilmiş ve her ikisi ağır yaralanmışlardır. Bu semt ve mahallelerde bir çok ev ve işyeri de tahrip edilerek yakılmıştır.
Sokağa Çıkma Yasağı: Olayların genişlemesi, karşılıklı çatışmaya dönüşmesi üzerine, Çorum Vali Rafet ÜÇELLİ, sokağa çıkma yasağı koyar. Savunma amacıyla halkın oluşturduğu barikatların kaldırılmasını ister. Saldırıya uğrayan halk, sokağa çıkma yasağına uyarken; saldırganlar özgürce sokaklarda saldırılarını sürdürüyorlardı.
Çorum kalesi yakınındaki semtlerde oturan halkın kurduğu bir savunma barikatına saldırganlar silahla ateş etmekte, ama barikatı aşamıyorlardı. Vali Rafet ÜÇELLİ, halkın kendini savunması için kurduğu bu barikatın kaldırılmasını Jandarma Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE’ye emir verir. Halk ise, can güvenlikleri için kurdukları barikatı kaldırmamakta direnirler. Vali ise, barikatın mutlaka kaldırılmasını, yolun trafiğe açılmasını istemektedir. Jandarma Yarbay Vural GÜRİDE ile Vali arasında geçen konuşma şöyle:
Vali: lütfen Ankara-Samsun Karayolu trafiğe açılsın.
Yarbay Güride: Sayın Valim yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. kan akar, bu da olayları tırmandırır.
Vali: Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır.
Yarbay Güride: Kan dökülür, ben açamam sayın valim. Buyurun siz açın.
Halk barikatını kaldırmaz. Ama başka bir semtteki zayıf bir barikatı aşan 19 AN 709 plakalı, kırmızı renkli Reno marka bir otomobil Milönü semtini silahla boydan boya tarar. Semt halkı panik içinde evlerine koşuşurlar. Yaralananlar olur. Mahalleyi silanla tarayan otomobilin plakasının bir traktöre ait olduğu, otomobilin içinde polislerin olduğu kanaati oluşur (3)
İki Polisin Ölümü: Mayıs’ın 28-29-30-31. Günleridir. Dört günden beri karşılıklı çatışmalar sürmektedir. Bu arada Alevi ve solculara ait bazı ev ve işlerleri tahrip edilmiş ve yakılmıştır. Bir çok kişi yaralanmış, bazıları da öldürülmüştür. Halkın güvenlik güçlerine (polise) güveni olmadığından barikatlarla semtlerini korumaya çalışıyorlardı. Bunun farkına varan vali, askeri birliklerden yardım ister. Askeri birliklerin devreye girmesiyle saldırılar ve çatışmalar denetim altına alınmış görünse de; bunu fırsat bilen Emniyet güçleri, direnen mahallelerde operasyonlara giriştiler. Operasyon sırasında Multuevler-su deposu yakınında, yol ortasında kurşunlanarak öldürülmüş bir erkek cesedi bulunur. Yapılan kimlik tespitinde cesedin polis memuru Abdurrahman KOCAK’a ait olduğu belirlenir. Daha sonra Milönü’nde başka bir polisin öldürüldüğü, birinin de yaralandığı ortaya çıkar. Polis öldürme olayında yaralı kurtulan polis memuru Mehmet BEKTAŞ ifadesinde:
“trafikteki servisler kaldırılmış olduğu için, sabahları işe değişik vasıtalarla gidiyordum. O sabah Muzaffer YEŞİLYURT’la birlikte Milönü’nden geçerken boş bir arsadan üzerimize dört el ateş edildi. ‘durun, teslim olun, silahlarınızı atın’ diye bağırdılar. Muzaffer silahını çekip ateş etmeye başladı. Benim Kırkkale tutukluk yapmıştı. Onlar ateş etmeye devam ediyorlardı. O sırada Muzaffer vuruldu ve düştü. Düşünce ateş edenler uzaklaştılar. Muzaffer ‘hemşerim beni kurtar’ dedi. Eğilip baktığımda ölmüştü. Onun tabancasını aldım ve kaçanların arkasından iki el ateş ettim. Bu sefer 100-150 kişi olarak bana doğru geliyorlardı. Yapacak bir şey yoktu, kaçarak bir apartmana girdim. Bu sırada attıkları bir tuğla alnıma gelmişti. Ev sahibi ‘Girecek benim evi mi buldur, defol’ dedi. Beni kovalayanları da içeri aldı. Üzerime atladılar ve beni sürükleyerek sokağa çıkarttılar. O sırada kendimi kaybetmişim. Eşim Gülay beni oradan olarak, hastaneye gütürmüş” (4)
Polislerin ölümüyle ilgili başka söylentilerde bulunmaktadır. Söylentiye göre Mehmet BEKTAŞ’la, birlikte gelen polis Muzaffer YEŞİLYURT’a Milönü’ndeki barikatların kaldırılmasını teklif eder. Muzaffer (demokrat olarak bilinmektedir) karşı çıkınca, Mehmet BEKTAŞ silahını çekerek Muzaffer’i vurur. Barikatların yanında bulunanlarda olayı görüyor, Mehmet BEKTAŞ’ın arkasına düşüyorlar. Olay açıklığa kavuşamıyor. Ama solcular suçlu görülerek iki kişi gözaltına alınır, yargılama sonucu ağır hapis cezası verilir.
Polisler, Milletvekillerini Saldırıyorlar: Çorum katliamı nedeniyle CHP’Li milletvekilleri (Şükrü BÜTÜN, Ethem EKEN, Senatör Abullah ERCAN) olayları yerinde incelemek üzere gelmişlerdir. Milletvekilleri, CHP’li Belediye Başkanı Turhan KILIÇOĞLU’nun makamında otururlarken, biri heyecanla içeri girer. Saldırganların dışarıda iki genci silahla yaraladıklarını, yardımcı olunmasını söyler. Milletvekilleri de hemen dışarı fırlayarak yaralı gençlerin bulunduğu yere giderler. Orada polis ekibinin beklediğini, yaralılara yardımcı olmadıklarını görürler. Milletvekilleri yaralılara yardım etmeye çalışırken, polis ekibinin içinde bulunan Kemal MARAŞLI “Olayların sorumlusu sizlersiniz. Polisleri siz öldürdünüz, komünistler” kışkırtmasıyla polis ekibi milletvekillerine saldırırlar. Polislerle milletvekilleri itişirken, milletvekili Şürkü BÜTÜN’ün belindeki tabancası yere düşer. Polis Kemal MARAŞLI hemen tabancayı alarak milletvekiline çevirir. O sırada iki genci silahla yaralayan MHP’lilerde gelir ve polis ekibiyle birlikte milletvekillerine saldırırlar. Karşılıklı itişme sürerken, başka bir polis ekibi de olay yarine gelir, tabancalarını çekerek saldırgan polislere ve MHP’lilede çevirirler. Böylece milletvekilleri de saldırıdan kurtulmuş olurlar. (5)
İçişleri Bakanı Vekili Çorum’da: Çorum olayı tırmanarak cinayetlere dönüşmektedir. İçişleri Bakanı Vekili Orhan EREN, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat CELASUN’la birlikte Çorum’a gelirler. Çorum’da teşkilatı bulunan siyasi parti il yöneticileri, Çorum milletvekillerinin katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Saldırı olayı değerlendirilir. Çorum Valisi Rafet ÜÇELLİ, tek yanlı ve timsah gözyaşlarıyla olayları anlatır. Bu anlatımın etkisinde kalan Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN: “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” dediğinde; Çorum CHP Milletvekili Ethem EKEN, “nasıl olur paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar”yanıtını verir. Sonuçta oluşturulan bir komite Milönü’ne giderek halkla görüşürler. Can güvenliği garantisi sonucu barikatlar kaldırılır.
Vali - Emniyet Müdürü Görevden Alınıyor: Çorum’da Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler, Milönü, Kale, Esnafevler, Şenyurt, Bahçelievler, Karşıyaka, Nadık Mahallelerinde ve semtlerinde saldırılar devam etmektedir. Semt halkı kurdukları barikatlarla savunmalarını sürdürmektedirler. Askeri birliklerin müdahalesi sonucu saldırı olayı kısmen de olsa denetim altına alınmıştır.
Çorum halkı, saldırı ve katliamın valinin ve Emniyet Müdürünün yanlı tutumlarından kaynaklandığını açık açık söylemektedirler. Basın olayı yerinde incelemekte, haber yapmaktadır. Böylece Vali Rafet ÜÇELLİ ile Emniyet Müdürü Nail BOZKURT’un yanlılığı gizlenemez olmuştur. İstemeye istemeye her ikisi görevden alınırlar. Yüksel ÇAVUŞOĞLU Çorum Valiliğine, Erdem YURTSEVER’de Emniyet Müdürlüğüne atanırlar.
Çorum katliamında yansız görev yapan Çorum İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE, polislerin solculara, Alevilere karşı kinli tahriklerini, MHP’li saldırganlara nasıl yardımcı olduklarını görmekte; buna karşı önlemler almaktadır. Jandarma komutanı, demokrat ve yansız tutumlarıyla halka güven veriyordu. Ne var ki saldırgan faşistler; komutanın tutumundan memnun değiller. Çorum MHP’li milletvekilleri Mehmet IRMAK Çorum’a gelir. Jandarma İl Komutanı Vural GÜRİDE’ye “Niye engellemiyorsun” diye çıkışır ve baskı yapar. Milletvekillerinin baskıları Yarbay GÜRİDE’yi etkilemez. Bu kez Çorum’da olaylar nedeniyle görevli bulunan askeri birlik komutanı General Şahabettin ESENGÜL’e giderek ve Jandarma Komutanının tutumundan memnun olmadıklarını değiştirilmesini isterler. General ESENGÜL, kendisine yapılan baskıyı şöyle anlatmaktadır:
“İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklanması değil, kanamasını istiyorlardı. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışım etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadılar. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizor rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız. Bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı. Fevkalede küstah bir tavır içindelerdi” (6)
MHP’lilerin baskısı sonucu Jandarma İl Komutanı Yarbay Vural GÜRİDE görevden alınır.
Çorum Dışına Taşan Ölüm: Çorum’un giriş-çıkış yolları, faşistlerin işgalindedir. Araçlar durdurularak içindekiler indirilip kontrol ediyorlardı. İçlerinde solcu-Alevi olanları alıp götürüyorlar ve işkence ediyorlardı. Çorum-Ortaköy yolu, Ovasarap Köyü’nün (Sünni, MHPP yoğunlukta) yakınından geçmektedir. Ovasaray Köyü’nde 35-40 MHP’li militan yolu kapatır. Çorum’dan Kozluca Köyü’ne (Alevi Köyü) giden bir kamyonu durdururlar. Kamyonda bulunan Selahattin ve Metin ARDIÇ isimli iki genç kardeşi indirirler. İşkenceden, sorgulamadan geçirirler. Selahattin silahla ağır yaralanır, acı içinde yerde kıvranır. Selahattin’in küçük kardeşi Metin henüz 10 yaşında. Ağabeyinin kanlar içinde yerde yatışını, eli silahlı faşistlerin hakaret ve küfürlerini gördükçe korkudan titremekte, hüngür hüngür ağlamaktadır. Faşistlerden biri kamyonun yönünü Çorum’a doğru çevirir, yaralı Selahattin’i ve Metin’i kamyonun şoför mahaline kor. Metin daha küçük kamyonu kullanmasını bilmiyor. Selahattin ise kurşunla ağır yaralı, sürekli kan kaybetmektedir. Çaresizlik içinde Selahattin direksiyonu eline alır, kardeşi Metin’in katkısıyla Çorum-SSK Hastanesine yetişirler. SSK Hastanesi, ülkücülerin denetinde ve üs olarak kullanılmaktadır. Kan kaybı nedeniyle Selahattin yürüyemez olmuş, koltuğuna girilerek SSK Hastanesinin acil bölümüne yetiştirilir. Görevliler “Sen sigortalı değilsin, ancak devlet hastanesi bakar” diye hiç ilgilenmezler. Devlet hastanesine götürecek kimse yok. Acılı haber babası Cemal’a ulaşmış, koşarak yetişir. Kan gereklidir. Selahittin’in kan grubunu belirlemek için kanı alınır, bir şişeye konulur, babasına verilir; Kan tahlil merkezine gönderilir. Acılı baba, kan şişesiyle dışarı çıktığında, SSK Hastanesinin bir görevlisi “Komünistler burada kan tahlili yapamazlar” diyerek baba Cemal’ın elindeki şişeyi alır, barikatlara vurarak kırar. Kan tahlili zamanında yapılmadığı için gerekli kan bulunamamış; Selahattin’de fazla kan kaybından yaşamını yitirmiştir. (7)
Alevi köylerinin yolları işgal altındadır. Ahmetdoğan, Çobandoğan, Savak ve Yoğunşehit köylerinde yaşayan Aleviler dışarı çıkamıyorlardı. Hayvanlar içerde, insanlar içerde, ekinler tarlada. Eli silahlı faşistler yollarda (8)
Ankara’da ameliyat sonucu yaşamını yitirmiş bir Alevi kadının cenazesi Çorum’daki köyüne götürülmektedir. Kuruköprü mevkiinde eli silahlı faşist bir grup tarafından durdurulur. Arabada bulunanlar indirilerek kimlik tespiti yapılır. Alevi oldukları anlaşılınca ölü sahiplerine hakaret edilir, coplanırlar. Bununla da yetinilmez, cenazeyi açmak isterler. Ölü sahipleri defin ve yola çıkma belgelerini göstererek, güneş batmadan cenazenin köye yetiştirilmesini rica ederler. Adı üzerinde faşist, ölüye de saygıları olmaz. Bir yanda cenaze tekmelenmekte, bir yan da cenaze sahiplerine işkence edilmektedir. Bunca hakaretten sonra içlerinden biri “Bırakın şu pezevenkleri, cehennem olup gitsinler” söylemiyle cenaze arabası birakılır.
Ceset... Ceset...: Faşistler, insan avındalar, önüne geleni dövüyor ve öldürüyor, işkence ediyorlardı. Mutluevler semtinde bir inşaatta iki ceset bulunur. Kimlik belirlemesinde birinin Yahya BARAN’ın, diğerinin de Osman AKSU’ya ait olduğu ortaya çıkar. Her ikisinin elleri ve gözleri ağızları bağlandığı, vücutlarında 18’er kurşun yarası olduğu saptanır.
Çorum-Eskiekin Köyü sınırları içinde, buğday tarlalarında iki gencin cesedi ortaya çıkar. Osmancık-Mehmet Teze Köyü nüfusuna kayıtlı Kazım GÜLER’e ait ceset ile kurşunla delik-deşik edildiği ve kimliği belirlenemeyen diğer bir cesedinde aynı biçimde önce işkence, sonra silahla öldürüldüğü; Bayat’ın Gökboğaz mevkiinde Şeref ŞAHİN adında bir gencin silahla taranmış cesedi; Elvan Çelebi köyü sınırları içindeki tarlalarda SSK Çorum Hastanesi’nde çalışan Necati GÖKTAŞ’ın silahla taranmış cesedi bulunmuştur. Tarlalarda cesedi bulunanların tümünün solcu ve Alevilere ait olduğu; cesedi bulunmayan nice kayıp bulunduğu saptanmıştır. (9)
28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam, askeri birliklerin müdahalesiyle biçimsel olarak denetim altına alınmıştır.
Katliamın TEMMUZ Dönemi: Taşeron olarak kullanılan faşistlerin amacı, Çorum’ a bağlı ilçe ve kasabalarda oturan solcuları, Alevileri baskı ve katliamlarla göçe zorlamak, süreç içinde bölgenin denetimini ele geçirmektir. Çorum halkı K. Maraş katliamından ders çıkarır. Saldırının ilk günü kendi olanaklarıyla kurdukları barikatlarla güvenlik önlemlerini almışlardır. Ayrıca Çorum’ un Sünni inançlı toplumunun MHP’liler dışında kalanlar, saldırganlara destek vermemişler, hatta bir bölümü saldırıya uğrayanların yanında yer alarak direnmişlerdir. 28 Mayıs 1980 de başlatılan faşist saldırı bu nedenlerle amacına ulaşamamıştır.
Faşistler, Mayıs’ ta başlatılan saldırıdan gördükleri eksiklikleri gidermeye, Sünni halkın katılımını sağlamaya çalışıyorlardı. Ayrıcı dışarıdan faşist militan ve silah getirmeye, saldırıya engel olan devlet görevlilerini kentten uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Kendi içlerinde ekipler oluşturarak mahalle, kasaba ve köy çalışmalarına yöneldiler.
Çorum halkı, faşistlerin bu hazırlıklarının katliama dönüşeceğinden kuşku duyuyor ve ilgilileri uyarmaya çalışıyorlardı. AP Çorum İl Başkanı Yardımcısı Erol ŞAHİN, CHP İl Başkanı Cemal SOLMAZ’ la birlikte vali ve emniyet müdürüyle görüşürler. MHP'nin saldırı hazırlıklarını ileterek önlem alınmasını isterler... (10)
Aynı tarihte yeşil renkli 19 AT 535 plakalı ve 131 Murat markalı (Adnan EZEJDER’ e ait) bir otomobil, sol görüşlülerin oturduğu semtlere dalıyor, çevreye ateş açıyor, ateş sonucu Hatice İLHAN isimli bir lise öğrencisi ağır yaralanıyor. Bu gelişmeler ve tahrikler olurken; Ülkücüler, halkı savaşa çağıran bir bildiriyi Çorum ve ilçelerinde dağıtmaktadır. Bildiri şöyle:
“ Büyük Türk Milleti,... Son bağımsız Türk Devleti üzerinde oynanan hain oyunları, komploları, planları görmemek için artık kör, hatta hain olmak gerekir. Türk varlığını dünya üzerinden silmek isteyen emperyalist güçlerin yerli uşakları, komünist ler, vatan hainleri, bölücüler, Türk Devleti’nin temeline dinamit koymak isteyenler ellerindeki Rus ve Çin yapısı silahlarla ne yapmak istemektedirler.
Bu eli silahlı eşkıyalara karşı kesin tavrı almak, dur demek zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir. Kıymetli hemşehrilerimiz, Müslüman Türk Milletini bataklığa sürüklemek isteyen, bölmek, parçalamak, yok etmek isteyen komünist cinayet çetelerine karşı uyanık olalım. Türk Devleti’ni yok etmek isteyen bu hain emperyalist güçlere karşı yılmadan çekinmeden, canı pahasına mücadele veren ülkücü Türk Gençliği’ ne destek olalım. Büyük cihada hazırlanalım.
Ülkücü Türk gençliğinin her ferdinin cesetleri birer birer çiğnenmedikçe bu mübarek vatan topraklarına komünizm girmeyecektir. Ülkücü Türk gençliği barış zamanı bir karıncanın ayağına basıp incittiği zaman bundan üzüntü duyacak kadar yufka yürekli olduğu gibi, aynı zamanda vatan hainleri için sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar da gaddardır. Burası da böyle bilinsin. Bizi komünist kurşunları değil, milletimizin susuşu öldürüyor. Kanımız aksa da zafer İslam’ın. Yolumuz Allah’ın yolu-ÜLKÜCÜ GENÇLİK (11)
Faşistlerin bir katliama hazırlandıkları valiye bildirildiği, ayrıca ülkücülerin halkı savaşa çağırdıkları bildirisi ortadayken, Çorum Vali’ si ve emniyeti önlem almaz. Tam tersine solcuların ve Alevilerin yoğunlukta olduğu semt v mahallelerde operasyon başlatır. 100 e yakın erkek ve genci gözaltına alırlar. Faşistlerin örgütlü olduğu semtlerde operasyon başlatılmaz. Onlar çatılarda, tepelerde mevzilerini kurmakta, ağır makineli tüfeklerini yerleştirmektedirler. SSK hastanesini de üs olarak kullanırlar.
1 Temmuz 1980. Salıyı çarşambaya bağlayan gecedir. “Ya susturacağız, ya kan kusturacağız “ sloganıyla ikinci katliam başlatılır. Terlemez Evler ile SSK Hastanesi civarında yerleştirilen uzun menzilli silahlarla solcu ve Alevi evlerine ateş açılır. Katliamın başlatıldığının işaretidir. Faşistlerin egemen olduğu Bahçelieveler, Mutluevler, Etievler, Yavrutuna, Terlemez Evler, Ulukavak, Çatalhavuz, SSK Semt ve mahallelerinde silah sesleri, kenti çınlatmaktadır. Çorum’ un üstüne karaduman çökmüştür. Semtin tüm telefon şebekeleri kesilmiş, haber alınamamaktadır.
Çarşamba günü, Çorum’ un pazarıdır. Çevre köy ve kasaba halkı, Çorum’ daki çatışma ve saldırıdan habersizdirler. Pazarda satacak ürünleri traktör ve minibüslerle Çorum’ a doğru yola çıkarlar. Yollar maskeli ve silahlı faşistlerce tutulmuştur. Kent pazarına gelen tüm araçlar durdurulur, kimlik kontrolü yapılır, Alevi ve solcular alınarak kendi karargahlarına götürülür. Elleri, ayakları ve ağızları bağlanarak işkence ederler. Pazara götürdükleri eşya ve ürünleri yağmalanır, araçları yakılır. Günün bilançosu 4 ölü 10 yaralı, 50 ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılmıştır. Bu gelişmeler üzerine vali sokağa çıkma yasağı kor. Solcular, Aleviler sokağa çıkma yasağına uyarken saldırganlar kollarını sallayarak rast gele ateş ediyor, ev ve işyerlerini yakıyorlardı.
Olayı yaşayan tanıklar anlatıyor:
YUSUF: Sarılık Köprübaşı Mahallesi, 2. Cihan sokakta oturuyorum. Hastahanede evrak memuruyum. Göreve gidiyordum. Büyük bir kalabalık cami yandı diye bağırarak geliyorlardı. Bunlardan 100 kadarı evimin önünde toplandılar. “Kızılbaşlar’ ı yakın yıkın” diye bağırıyorlardı. Bu sırada Harmancıklı Rıza CANCAN’ ı kurşunlayarak evinin önüne attılar. Benim evi ateşe verdiler Çocuklarım kaçtı. Beni yakaladılar, iyice dövdüler, sonra Harmancıklı Elvan’ın evine götürüp, Harmanlıkta elimi ve ayağımı bağlayarak astılar. Yanımda aynı biçimde üç kişi daha asılıydı. Birisi Kemal ULUMAN’dı, diğerini tanıyamadım. Bunlardan biri dişiyle ipi çözdü, bizi de kurtardı. Ufak bir duvardan atladım. Zor yürüyordum. Çok kan kaybetmiştim. Duvar dibine yatarken çocuklarım beni arıyormuş. Seslerini duydum, buradayım dedim. Yanıma geldiler, beni alıp Harmancıklı Elvan’ın evine götürdüler. Burada beni gördüler, tekrar dövdüler, tekrar bağladılar. Çok yalvardım, dinlemediler, dövmeye başladılar. Bazı komşular bağırtımı duyarak gelip araya girdiler beni hastaneye götürdüler...
Hatice KALTAKÇI: Kalabalık bir grup evimin önüne geldi. Kocamı alıp götürdüler; önce bir bakkala, sonra bir kahveye soktular. Buradan çıkardılar, başıma bir torba geçirdiler, önlerine kattılar, sopalarla vurdukça düşüyordu. Ben korktum, bayıldım. Böyle devam etmişlerdi. Şehir dışına kadar hapishanenin arkasına çıkınca orada ölmüş, otların içine atmışlar. Kocamı beş gün aradım. Hastane morguna getirmişler, tanıyamadım. Tanınacak hal koymamışlardı...
Halil COŞKUNER: SSK Hastanesi arkasında oturuyorum. Simel Beton Boru Fabrikasında çalışan işçiyim. Akşam üzeri eve geldim. Babam beni çarşıya gönderdi. Eve döndüm, yemeğe oturmuştuk. Kuruköprü yöresinden gelen bir grup evi sardı. ‘yakacağız’ dediler. Hemen camları kırmaya başladılar. Bunlar baba-oğul komünist dediler. Bizi önlerine aldılar, ellerinde tüfek ve tabanca vardı. ‘Yürü orospu çocuğu komünistler’ diye vuruyorlardı. Babamın kafası, yüzü kandı. Kuruköprü’de bir harabe eve soktular bizi, soydular. Babamda 4000 TL ile bendeki 50 TL’yi aldılar; bizi bağladılar. Kimisi ‘Bunları kafalarını keselim, kimileri gözlerini oyalım’ diyorlardı. Dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı, bizi bırakarak kaçtılar. Bir jandarma iki polis bizi gördü, çözdüler ve hastaneye götürdüler. Hastanede bir polis ifademi alıyordu. Bana ‘Ulan doğru söyle orospu çocuğu’ diye bağırıyordu. Korkumdan onun dediği gibi ifade verdim. (12)
Kanlı Cuma: 4 temmuz sabahı, vali bir gün önce koyduğu sokağa çıkma yasağını kaldırdı. Faşistler ise halkı tahrik etmek için kendi adamlarını değişik camilere dağıtırlar. Cuma namazının bitiminde içeri girerek “Ey müslümanlar, solcular-Aleviler Milönü’ndeki Alaaddin Cami’ye bomba attılar. Cami yanıyor, namaz kılan müslümanları katlediyorlar” diye bağırırlar. Tahrik sonucu Cuma namazından çıkanlar eline ne geçirmişlerse topluca Milönü’ne koşarlar. Çorum’un değişik camilerinden binlerce tahrik edilmiş insan Milönü’ne yığılmıştır.
TRT’nin Tahriki: TRT’de “Çorum’da Alaaddin Cami’sine patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı.” Haberini aralıklarla sık sık vermektedir. Çorum’da da telsizlerle “Aleviler camiyi bombaladı” söylentisi yaygınlaşır. Evinde oturan tarafsız Sünniler istemeye istemeye yayılan dedikoduların etkisiyle Milönü’ne koşarlar.
Oysa Alaaddin Cami’ye ne patlayıcı madde atılmış, ne de dışarıdan ateş edilmiştir. Çorum Cumhuriyet Savcısı Ertem TÜRKER, konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
“Alaaddin Casi’sinin bombalandığı haberi olaydan bir saat önce bütün şehirde duyulmuştu. O sırada ben merkez jandarma karakolu’ndaydım. Cami bombalandı diye polis telsizi duyurdu. Bu telsizin hemen arkasından bir askeri telsiz duyuldu. Yüzbaşı Naiz ‘Bombalama olanağı yok, hangi polis bu haberi verdi? ’ diye bağırıyordu.”
Böyle bir haberi askeri yetkililer vermemiş, vali’de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamış. TRT’nin Çorum muhabiri böyle bir haber vermediğini söylemektedir. Haberi yayan poliste ortaya çıkarılmamış. (13)
Bu kasıtlı haber üzerine Çorum Halkının çoğunluğu Milönü’ne yığılmış, Milönü halkı ise korku sonucu kendi güvenliklerin için barikat kurmaya çalışmışlardır. Çorum’un tüm semt ve mahallelerinde silah sesleri, alevler yükselmektedir. Mahallelerde “İmdat... İmdat...” çığlıkları yürekleri parçalıyordu. O günün haberleri iç açıcı değildi. İskilip yolu üzerinde Yazı Mahallesinin çıkışında bir kadın 7 kişinin elleri bağlı olarak silahla öldürülmüş bulunur. SSK Hastanesinin morgunda 7 ceset bulunmaktadır. Ölü sayısı 17’ye çıkmış. Kimliği tespit edilenler: İsmail SOLMAZ, Veli SOLMAZ, Hasan BAĞZIK, Rıza CANDAN, Ahmet DOĞAN, Şükrü YALÇIN, Mehmet YILMAZ, Mehmet ŞAHİNCİ, Mustafa YILDIRIM, Aziz GÜNDOĞDU, Ali PAÇACI...
Tanık BEKTAŞ: Beni evden alarak zorla Çukurörenli Karabebek adlı birinin evine götürdüler. 74 yaşında olduğumu, hacca gittiğimi, ibadetli bir müslüman olduğumu, 17 nüfuslu bir ailenin büyüğü olduğumu söyledim. Dinlemediler, gözlerimi bağlayarak küfürlerle tekmelemeye başladılar. İçlerinden biri müdahale ederek beni bıraktılar. Daha sonda torunum Bekir beni aramaya çıkmış. Onu da yakalayarak gözlerini, ellerini bağlamışlar, dayaktan geçirmişler, işkence etmişlerdi.
Faşistlerin Kadına Saygısı: Kartal ailesi Alevidir. O gün kapılarını sıkı sıkıya kapatmış, korku içinde dışarıdan gelen sesleri dinlemektedirler. Çok geçmeden kapıları çalınır, camları kırılır ve “Dışarı çık, öldüreceğiz sizi” diye bağırırlar. Kapı kırılmak üzereyken, Satılmış KARTAL kapıyı açar, elleri sopalı, silahlı bir grup içeri dalar. Kargaşadan Satılmış KARTAL kendisini dışarı atarak bitişikteki apartmana gizlenmeye çalışır, Ama karısı Gökçen KARTAL’ı yerlerde sürükleyerek dışarı çıkarırlar. Gökçen KARTAL, orta yaşlı bir ev hanımıdır. Dövüle dövüle bir eve götürürler. Orada külotunu çıkararak sokakta sallamaya başlarlar. Sonra el ve ayaklarını urganla bağlayarak ev sahibi Süleyman ÜREYEN’le birlikte götürülür, işkence edilerek öldürürler. (14)
Saldırı ve sarkıntılık nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen bir kadın başından geçenleri şöyle anlatıyordu:
“İki çocuğum ve komşu kadınla birlikte bir bodruma saklanmıştık. 25-30 kişilik bir grup bizi bodrumda buldular. ‘bunlarda s...min kızılbaşları’ diyerek bizi dövmeye dışarı çıkardılar. Zincirlerle ve sopalarla durmadan edep yerlerimize, memelerimize, vuruyorlardı. Yanan evimizin yanına getirdiler. Benimle beraber olan komşu kadın külotuna saklamış olduğu 17 bin lirayı belki bizi bırakırlar diye adamlara verdi. Yine bırakmadılar. Silahların dipçikleriyle vurarak bizi bir adamın evine teslim ettiler. Gecenin on ikisine kadar orada kaldık. Yüzü maskeli bir adam Ben kadınları almaya geldim’ diyerek bizi evden aldı. Komşu kadın ve yanımda iki küçük çocuğumla bizi bir bağ evine götürdüler. Orada bizi çırılçıplak soydular. ‘Sizi çırılçıplak heryerde gezdireceğiz’ dediklerinde korkudan altımıza ettik. Ancak bizi bırakmadılar. Çocukları bağ evinde bırakıp, bizi (iki kadın) başka bir yere götürdüler. Dört kişi nöbet tutar gibi değişerek geldiler... Ben bayılmışım. Onlarla durmadan kendimin Sünni olduğumu söyleyerek yalvarıyordum. Bırakmadılar. Ekmek filan yiyecek bir şey vermediler. Karşımızda bir bidona su koydular, çocuklar ağlıyor ve su istedi. ‘Kızılbaşları zaten susuz öldürüyorlar’ diyerek çocuğa bile su vermediler. Ertesi gün ikinci zamanı olmuştu. Bir ıslık sesi duyduk. Bunun üzerine yanımızdakiler kaçıp gittiler. Biz de oradan yürüyerek ayrıldık. Askerler teslim olduk...” (15)
Polis Panzeri Ölüm Kusuyor: Polis panzeri ve arkasındaki üç sivil araba ile Çorum’da operasyona girişirler. Panzer, mahalleden geçerken hedef gözetmeden ateş açar, Hatun DURSUN isimli hamile bir kadın kafasından aldığı iki kurşun yarasıyla yaşamını yitirir. Öğretmen Hüseyin ÖZDEMİR ağır yaralanır. ÖZDEMİR, saldırıyı şöyle anlatır.
“Ben saldırı günü arkadaşlarla birlikte Milönü’nde kahvede oturuyorduk. Birden bir panzer sesi duyduk, dışarı çıktık. Halk dışarıda toplanmıştı. Panzer hedef gözetmeksizin halkın üzerine ateş ediyordu. Halktan da panzere taş atmaya başladı. Mahallede bir süre dolaşarak panik yaratmaya çalıştı. Benim de içinde bulunduğum kalabalığa doğru ateş ederek gelmeye başladı. Nasıl ki, tank savaşta karşı tarafı tararsa, panzer de öyle ateş ediyordu. Baktım panzerin altında kalacağız, arkadaşlar kendimizi yol dışına atın diye bağırdım. Kendimi, yolun kenarında bulunan 1.5 metrelik bir çukura atarak çiğnenmekten kurtuldum. Bir müddet sonra arkadaşlar beni sağlık ocağına, oradan Çorum devlet hastanesine götürdüler.” (16)
Tıp öğrencisi Süleyman ATLAS’da panzerde atılan kurşunla omuzundan yaralanır. Panzerdeki polisler yaralı öğrenciyi alıp SSK Hastanesine götürmek isterler, ancak orada bulunan kadınlar “Aman çocuğu vermeyin, Bunlar SSK’ya götürüp orada öldürecekler” diye bağırırlar. Polisler kararlı ve zorla yaralı Süleyman ATLAS’ı panzere alarak SSK Hastanesine götürürler. Bir gün sonra Süleyman ATLAS’ın işkenceyle öldürülmüş cesedi babasına teslim edilir.
Katliam ve Köylüler: Kızılkaya Köyü Alevidir. Çorum katliamının acılı haberini radyoda duyarlar. Çorum’dan gelen komşularından öğrenirler. Çorum’da yakınları bulunmaktadır. Yakınlarının durumunu öğrenmek için Çorum’a gidenlerin yolu kesilir, rehin alınırlar. Bir daha da haber alınamaz. Köyün her evinde ağıt ve gözyaşları dinmiyor. Ama kayıplarını arayamıyorlardı. Çünkü yollar faşistlerin işgalindedir. Jandarmaya başvururlar. Köylülerin yanına 10 kadar jandarma verilir, tarlalarda ölülerini aramaya çıkarlar. Karşılaştıkları durum şöyle:
“Mercimek tarlasına geldiklerinde tüyler ürpertici bir durumla karşılaşırlar. Paçacı’lara (Ali PAÇACI) ait traktör yarı yanmış vaziyette orada bulunmaktadır. Traktörün tekerleklerinden bir kısmı yanmış, yakıt deposu patlamış, arka göbek toprağa oturmuştur. Traktör ve toprak arasında yarı yanmış durumda baba Ali PAÇACI’nın cesediyle karşılaşırlar. Cesedin bir çok yerinde kesici aletlerle meydana gelmiş yaralar mevcuttur. Özellikle boyun arka kısmında bulunan, boyuna yarı yarıya indirilmiş bir darbe kafayı öne düşürmüştür. Oğlu Veysel’inde işkence edilerek öldürülmüş cesedi bulunur.
Arpa tarlası içinde başka bir ceset daha bulunur. Çorum’un birinci olayından beri kayıp olan Yoğunpelit Köyü’nden Musa KİREÇLİ’nin her tarafına kurt düşmüş ve kokuşmuş cesedi bulunur.
Yaydığı köprüsü civarında şoför Ali GÜNDOĞDU ile tarla sahibi Rıza AYVAZ’ın kolları kesilmiş, kafa derisi yüzülmüş cesetleri ile; Salman adlı bir kişinin başı kesilerek öldürülmüş cesedi; Ali TEKEL’in bacanağı Selman ESER’in kafası kesilmiş, ayaklarından asılmış cesedini bulunlar...” (15)
Tanık Abbas AŞAN: Olay günü karayollarından maaşımı aldım, köyüme dönüyordum. İkizler Benzinliği yanında bir grup beni yakaladı. Sopalarla dövdüler, üzerimdeki 9 kin lirayı aldılar. Beni bağladılar. Kömür deposu yanında üstü açık mandıra olarak yapıldığını bildiğim yere götürdüler. Oraya vardığımda çeşitli yerlerinden yaralı, dayak yemiş 6-7 kişi daha vardı. Onları da bağlamışlardı. Bunlardan daha sonra ölün Hüseyin ŞİRİN’le beni sırt sırta bağladılar. İkimizede tekrar vurmaya başladılar. Biz kendimizden geçmiş durumda yerde yatıyoruz. Tanımadığım bir kaç kişiyi nöbetçi bırakıp gittiler. Geceyi öğlece geçirdik. Sırtımda bağlı Hüseyin ŞİRİN’in öldüğünü anladım. Çünkü hiç hareket etmiyordu. Tahminen gece yarısı ölen Hüseyin’i sırtımdan çözdüler. Tekrar alimi ayağımı bağladılar. Hüseyin’i de “Bu ölmüş atalım ekinlerin içine” diye alıp götürdüler. Sabah olmuştu gün ağırmıştı. Caniler beni ve yaşar ÖLMEZ’i ikizlerin benzinliğinin altındaki asfalta götürdüler. Orada ikimizi yatırarak tabancayla ateş ettiler. Beni kafamdan, Yaşan ÖLMEZ’i kolundan vurdular. Öldü zennederek bırakıp gittiler. Tanımadığım bir kaç kişi gelip bizi bekçilere gösterdiler. Onlar polis çağırdı, hastaneye götürüldük. (18)
Sivillerin Şovu: Çorum’da faşistler insan avının peşindeler. Apartman çatılarında uzun menzilli silahlarla solcu-Alevilerin evlerini tarıyorlardı. Sokak ve mahallelerde solcu ve Alevilere ev ve işyerleri yakılıyordu. Ev ve sokaklarda insanları toplayarak esir kamplarında işkence ediliyordu. Telefon, su şebekeleri kesik. Kimi polisler resmi elbise ve silahlarıyla faşist grupla birlikte halka ateş ediyorlardı. Onlarca ölü, yüz binlerce yaralı. İkiye bölünmüş Çorum...
Böyle bir ortamda İçişleri Bakanı Mustafa GÜRCÜGİL, Jandarma Genel Komutanı Sedat CELASUN, Emniyet Genel Müdürü İsmail DOKUZOĞLU helikoplerle Çorum’a gelirler. Kent üzerinde bir kaç dönüşten sonra vali, Emniyet Müdürü ve askeri yetkililerle görüşür, aynı helikopterle Ankara’ya dönerler. İçişleri Bakanı mustafa Gürcügil, dinlemek üzere Antalya’ya giderler. Antalya’da basına şu ilginç açıklamayı yapar:
“Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasi gayeli ve siyasi gayeli ve siyasi hedefli olan sol gruptur..(19)
Süleyman DEMİREL (Başbakan) : “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse, devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor. Günlerdir bu meseleyle uğraşıyoruz... Bu hadiselerin arkasında CHP var..(20)
Bülent ECEVİT: “....olayı sağ militanların başlattığı bilindiği halde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsünü vermeye çalışmaktadır. Hükümetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadadır...”(21)
Siyasiler, Malatya, K.Maraş, Sivas, katliamı gibi, Çorum katliamınıda kapatmaya çalışıyorlardı. Çorum katliamını başlatan faşist örgütler, katliamı planlayan ve destek veren perde arkası güç ve örgütler ortaya çıkarılmamıştır. Alevi-Sünni; sağ-sol çatışmasıyla kılıflayarak dosya kapatılmıştır.
Çorum Katliamının Bilançosu: 57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanmıştır.
KAYNAK:
) Cüneyt Arcayürek: Darbeler ve Gizli Servisler, Sf: 221
) Çorum Gazetesi: 23.07.1980
) Sadık Eral, Anadolu’da Alevi katliamı, Sf: 88
) Sadık Eral, a.e.g. Sf:94
) Cumhuriyet Gazetesi, 02.06.1980
) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1986)
) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 103-105
) Cumhuriyet Gazetesi, 08.06.1980
) Hürriyet Gazetesi, 05.06.1980
) Aydınlık Gazetesi, 09.07.1980
) Çorum Gazetesi, 24.07.1980
) Çorum Gazetesi, 26.07.1980
) Sadık Eral, a.eg. Sf: 129
) Nokta Dergisi, Sayı: 22 (08.06.1980)
) Sadık Eral. a.e.g. Sf: 159
) Çorum Gazetesi, 31.07.1980
) Sadık Eral, a.e.g. Sf: 151, Aydınlık Gazetesi, 08.07.1980
) Çorum Gazetesi, 30.07.1980
) Cumhuriyet Gazetesi, 14.07.1980
) Cumhuriyet Gazetesi, 11.07.1980
) Milliyet Gazetesi, 11.07.1980
WWW.PSAKD.ORG
1
M
A
Y
I
S
A
TAKSİM'E
Ç
A
Ğ
R
I
MARAŞ KATLİAMI (24 ARALIK 1978)
Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.
Çiçek Sineması Olayı:
Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.
Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.
20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.
Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.
Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.
Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.
Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:
Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.
23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.
Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.
Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.
Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.
Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.
Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.
Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.
22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.
Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.
Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.
Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.
Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.
Kentte yangınlar sürüp, sokaklarda cesetler kokuşurken, faşistler ise 'Yaşasın Başbuğ Türkeş' propagandalarıyla sokaklarda dolaşıyorlardı.
Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.
Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.
İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.
Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.
DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:
“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...
“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...
“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...
“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.
“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.
“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.
“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.
“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.
“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.
Yaşayanların Ağzından Katliam
Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.
Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”
Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”
Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”
Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,
”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.
BASINDA KATLİAM
Hürriyet(26.12.1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.
“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”
Cumhuriyet: (25.12.1978)
“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.
“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.
”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.
“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”
Aydınlık (16.01.1979)
“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.
“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”
Davanın Sonucu ve Yargılanmalar
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:
804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu
WWW.PSAKD.ORG
1
M
A
Y
I
S
A
TAKSİM'E
Ç
A
Ğ
R
I
MARAŞ KATLİAMI (24 ARALIK 1978)
Maraş Katliamı iki solcunun öldürülmesiyle başladı. Katliam 23 ve 24 Aralık 1978'de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci 8 ay öncesine kadar gitmektedir.
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in çeşitli dönemlerdeki konuşmaları ve MHP'nin Maraş'taki etkinlikleri katliama örnek delillerdir. Katliamdan bir hafta önce, Alevilerin ve solcuların çoğunluk olarak yaşadıkları semt ve mahallelerde görevli olduklarını ifade eden bazı kişilerin 'tuhaf' bir nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek evleri dolaşarak, evlerde kaç kişinin yaşadığı gibi sorular sorarak ve evlere yeni numaralar vereceklerini söyleyerek kapıları kırmızı boya ile işaretlemişlerdir. Bazı belgelerde ise PTT görevlileri olduklarını söyleyen kişiler, mektupların kaybolmasını engellemek için bir çalışma yaptıklarını söylemek suretiyle kapılara boyayla işaretler koymuşlardır. Bu işaretlemelerin amacı, Alevi ve Solcu evlerini belirlemek ve kendi yandaşlarına zarar vermemektir.
Çiçek Sineması Olayı:
Ülkücü Gençlik Derneği tarafından getirilen 'Güneş Ne zaman Doğacak' adlı film 16 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'nda gösterime sokulur. 19 Aralık Günü 20.00 seansının sonuna doğru tesiri az bir patlayıcının patlamasıyla bir tahrik başlar. Salonda film sırasında sık sık 'Müslüman Türkiye' 'Milliyetçi Türkiye' “Koministler Moskova'ya”, 'Başbuğ Türkeş' gibi sloganlar atılır. Filmi izleyenler arasında bulunan bir grup Ülkü Ocağı mensubu, 'Bunu solcular attı' yollu söylemleriyle diğer izleyicileri de tahrik etmek suretiyle PTT ve CHP binalarına slaganlar atarak yönelmiş ve saldırılarda bulunmuşlardır.
Polisin olaya el koyarak, olayın ülkücüler tarafından gerçekleştirildiğini ispatlaması sonucu bazı kişiler gözaltına alınır. Patlamanın arkasındaki kişinin Ökkeş Kenger olduğu anlaşılır.
20 Aralık'ta akşam saatlerinde 'Alevi ve Solcuların çoğunlukla gittiği Yeni Mahalle'de bulunan Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılır ve iki kişi yaralanır. Sonraki akşam bir başka patlamada sağ görüşlü Güngör Gençay adlı birisinin evine atılır. Aynı akşam (21 Aralık 1978) Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu okuldan evlerine giderken silahlı saldırıya uğrarlar. Solcu olarak bilinen öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde yaşamını yitirirken Mustafa Yüzbaşıoğlu'da hastaneye götürülmesine rağmen kurtarılamaz. 'solcu' öğretmenlerin cenazeleri önce Maraş Lisesi önünde, ardından da beşbin kişinin katıldığı kortej halinde Ulu Cami'ye doğru yola çıkar. Bu arada faşist ve sağcı gruplar cenaze törenine saldırmak için geceden çevre il, ilçe ve köylerden adam getirmek için 'Koministler, Aleviler Cuma namazında camileri bombalayacaklar, Müslüman kardeşlerimizi katledecekler. Bunun hazırlığını yapıyorlar. Müslüman kardeşlerimizi katliamdan korumak için toplanalım ” yollu çağrı propagandalarda bulunurlar. Öte yandan Maraş Müftüsü de resmi araçlarla kenti dolaşarak Sünni halkı kışkırtmıştır.
Devlet Hastanesi Başhekimi'nin, Cumhuriyet Savcısı'nın zorlamasına rağmen cenazeleri Cuma namazının bitimine denk getirmesi, işlemleri geciktirmesi başka bir soru işaretidir.
Cenaze kortejinin camiye doğru giderken polis ve askerler pankartlara kadar her şeyi toplarlar. Cenazeler camiye yaklaştığında toplanan saldırganlar 'Komünistler Moskova'ya, Katil İktidar' sloganlarıyla saldırıya geçerler. Üzerlerinde bulunan taş, sopa, kiremit parçaları ve patlayıcı maddelerle korteje saldırmalarının ardından polisin grupların arasından çekilmesi ve jandarmanın yetersiz olmasıyla cenaze korteji dağılır ve cenazeler sahipsiz kalır. Cenazeler askerler tarafından Devlet Hastanesi morguna kaldırılır.
Gruplar halinde kent içine yayılarak Aleviler’in yoğun olarak bulunduğu mahallelere saldıran faşistler önlerine çıkanları dövmeye, ev ve işyerlerini tahrip etmeye başlamışlardır. DİSK, TÖB-DER, Pol-DER, CHP, TİKP, Tekstil Sendikası ve Sağlık Müdürlüğü binaları yıkılıp yakılır, av tüfeği satan dükkanları talan ederek silahları alırlar. Sokak aralarındaki çatışmalarda üç saldırgan hayatını kaybeder. Geç saatlere kadar süren çatışmalar, askerler tarafından denetim altına alınır. Bu arada 100'e yakın işyeri tahrip edilmiştir, yıkılmıştır.
Alevi ve Solculara Yönelik Toplu Katliamlar:
Faşist gruplar, cenaze töreninden sonra nasıl bir saldırı planı hazırlayacaklarını ve saldırı için kullanacakları sopa, demir çubukları, kazma, kürek, benzin ve gaz gibi malzemeleri temin ederek belli evlerde saklamaya hazırlanıyorlardı.
23 Aralık günü yapılması planlanan saldırıda halkın da yer alması için camilerde ve belediye hoparlöründen, 'Dünkü olaylarda komünist ve Aleviler tarafından şehit edilen üç din kardeşimizin cenazesi kalkacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, son görevlerini yapsınlar' yönlü çağrılar ve duyurular yapılmaya başlanır.
Aleviler’in yaşadığı mahallelerde otomatik silahlarla saldırılar başlarken, bir yandan da işaretlenen evlere benzinli gazlı, yanıcı maddeler atılmaya başlanır. Ardından evlere girilerek kadın, çocuk demeden linç, tecavüz ve işkenceler başlar.
Polisin ve askerlerin bir haftadır başlayan ve son günlerde yoğunlaşan hazırlıklara yeterince önlem almamaları veya genel geçer önlemler alarak hareket etmesi saldırganların kentte istedikleri gibi hareket ederek Maraş'ı ele geçirmelerine neden olur.
Katliamı gerçekleştirenler, kadınlara tecavüz ederler, hamile kadınların karınlarını deşerler, kundaktaki çocukları bağazlarlar, kurşun sıktılar, öldürdükleri kadınlara tecavüz ederler, kadınların memelerini keserler. Çocukları gözlerinden şişlerler, insanları baltalarla saldırıp öldürürler.
Saldırganların 'Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, ”kadınlarımızı katlediyorlar, Camileri ateşe veriyorlar' biçimindeki propagandaları yüzünden daha önce tarafsız kalan birçok Sünni kökenli vatandaşlarımız da olaylara katılmaya başlamışlardır. Bu saldırılarda İsadivanlı ve Durak Mahallelerinde bulunan cami imamları da propaganda ve saldırılarda yer alırlar. Mahalle muhtarı olaylara katılmayanları zorlayarak silah, patlayıcı ve yanıcı maddeler toplar. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat ve silahlar taşır mahallelere. Saldırganlar işaretli evlerin yanında YSE binası, Sağlık Ocağı, çarşı Karakolu ve Sağlık Müdürlüğünü, işgal edip yakarlar.
Bir çok mahallede, sokakta, evde, polisler hiçbir şeye karışmazken, askerler son anda saldırıya uğrayanları kurtarmaya çalışırlar.
Askerlerin ellerinden sığınanları alıp kurşuna dizen saldırganlar, Sağlık Ocağından, Devlet hastanesine getirilenleri kurşuna dizmeye, öldürmeye başlarlar.
22 Aralık'ta faşistler tarafından başlatılan katliam beş gün sürmüştür. Devletin tüm kurumları, yetkilileri ve güvenlik güçleri durumu kontrol edememişlerdir.
Kent dışına kaçışlar çoktan başlamıştı. Öte yandan aileleri, yakınları, çocukları Maraş'ta olanlar da kente girmeye çalışıyorlardı. Katliamda rahat hareket edenler MHP'li taraftarlardı. Katliamın ganimetini de onlar topluyordu.
Meydanları kontrol etmeyi başaran saldırganlar 'Kahrolsun Komünistler, Müslüman Türkiye, Din elden gidiyor, Vali istifa, İçişleri Bakanı'nın kellesini isityoruz' sloganları her yanı kaplamıştı. Askerlerin tüm önlem ve kuşatmalarına rağmen faşistler Hükümet konağında bulunan ve oraya sığınanları katletmek istiyorlardı.
Olayları, katliamı yakından izleyen ve faşistlerin kellesini istedikleri İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ise, katliamın, solcuların tahrik etmesi sonucu çıktığını söylemekteydi. Özaydınlı bu sırada bir de Türkeş'i ziyaret ederek, alınacak önlemleri konuşuyordu. Olaylar Türkeş'in tam da istediği gibi gelişiyordu zaten... Türkeş 'Ülkücüler güvenlik güçlerinin yardımcılarıdır” derken, hükümette ülkücüleri bu gözle görüyor ve koruyorlardı. Öte yandan askerlerin olayları önleme çabalarına yanıt olarak 'komünist asker' sloganları bile atıyorlardı. Öyleki jandarma Alay Komutanlığı'nı bombalama eylemi bile gerçekleştirmeye çalışmışlardı.
Sağlık Bakanı Mete Tan, Türkoğlu İlçesi yakınında ülkücüler tarafından durdurulur, taş ve silahla beraberindeki konvoya saldırılarda bulunulur. Güvenlik güçleriyle saldırganlar arasında pazarlıklar yapılır. Bakan, ancak bu pazarlıktan sonra Maraş'a girebilir.
Aynı biçimde Topçam ve Karabıyıklı köyü yakınlarında Adalet Bakanı Mehmet Can, Milli Eğitim Bakanı Necdet Uğur ve Devlet Bakanı Salih Yıldız'ın da önü kesilir, silahlı ve taşlı saldırılara uğrarlar.Güvenlik güçlerinin müdahalesi saldırıyı engeller, ancak, Bakanlar Maraş'a korku içinde girebilmişlerdir.
Kentte yangınlar sürüp, sokaklarda cesetler kokuşurken, faşistler ise 'Yaşasın Başbuğ Türkeş' propagandalarıyla sokaklarda dolaşıyorlardı.
Maraş'a gelmenin ötesinde ancak Hükümet Binası'ndan çıkamayan Bakanlar ve Milletvekilleri bir ortak bildiri hazırlayarak barış çağrısında bulunurlar. Olayların bitmesi ve kayıpların daha da büyümemesi yönünde ifadelere yer verilen bildiride, “Şerefli Türk Ordusu'na ve Güvenlik Kuvvetlerine yardımcı olunuz, evlerinizde istirahat ediniz” deniyordu. Ayrıca Milletvekilleri olayların tamamen durması için Maraş Müftüsü'nünde konuşmasını istemelerine rağmen Müftüye ulaşmaları mümkün olmaz.
Maraş Katliamı'nı gerçekleştirenler çatışmaları çevre köylere de taşırıyorlar. Köylüleri 'Maraş'taki solcular, koministler, Aleviler birleşerek camileri bombalıyorlar, mahallelerde Sünni müslümanların evlerini tahrip ediyor ve yakıyorlar. Kadınlara-kızlara tecavüz ediyorlar. Alevi köylerinden silahlı militanlarını Maraş'a getiriyorlar. Biz de Maraş'a giriş yollarını kontrol edelim. Bir bölümümüz de Maraş'ta direnen kardeşlerimizin yardımına gidelim' biçiminde kışkırtmalarla çevre Sünni köyler de olayların içine çekilmişlerdir. Bunun sonucunda çevre yolların giriş ve çıkışlarını kontrol altına alanlar da yolcuları sorgulamaya, Alevi olanlara işkence yapmaya, bazılarını da öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.
İmamların Rölü ve Kini: 22 Aralık günü Cuma namazında Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız'ın söyledikleri olayın dincilerle, faşist ülkücülerin nasıl bir araya geldiklerini ve ortak hedeflerini nasıl örtüştürdüklerini göstermektedir. Kara İmam, Cuma vaazında 'Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır' diyor. Halkı tahrik etmeye çalışan diğer faşist ve dinciler ise, 'Allah için Alevileri, gavurları vurun, evlerini yakın. Solcuları öldürün. Polis ve asker durdurursa dönün onları da vurun' diyorlardı.
Maraş'ta bu tahrik ve propagandalar, tertipler katliam, yakma yıkmalar, 25 Aralık gecesi ancak durdurulabilir. Olaylarda 111 kişi ölmüş, binin üzerinde insan yaralanmıştır. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edilmiştir. Olayların ardından Alevi nüfusunu, yüzde 80'inin Maraş'ı terk ettiği istatistiklere geçmese de biliniyor.
DEVLETE GİZLİ BİR RAPOR
İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Maraş Katliamı’nın gün ışığına çıkartılması için özel bir ekibi görevlendirir Özel ekip ayrıntılı raporunu İçişleri Bakanı’na sunar. Ancak raporun içeriği gizli tutulur. Gündem Dergisi, bu raporu elde etmiş, bazı bölümlerini yayınlamıştır. Raporun yayınlanan bölümü şöyle:
“18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye “Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını” emretmiştir. Atılacak dinamit için Başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir, aynı gün birinci başkan Leblebici Ankara’ya hareket eder...
“15 gün öncesinden itibaren, gelecek program olarak “Zeynel ile Veysel” filminin parçası gösterilmişken ve ayrıca yedek olarak sırada iki film daha bulunurken, Adana Maraş ÜGD Şubesi’ne gelen iki şahsın getirdiği bu film (‘Güneş Ne Zaman Doğacak’) , 16 Aralık’ta aniden gösterime sokulmuştur...
“Patlama sesinden sonra ilk kaçan Salman Ilıksoy’un peşine düşülür. 40 metre sonra yakalanır ve çarşı karakoluna götürülür. Bu sırada patlama olayını ve bombayı atanı gördüğünü ve tanıdığını ifade eden Cuma Avcı isimli şahıs da karakola getirilir... Salman Ilıksoy, polis memuru Mahir Güney ve polis memuru Hasan Aydın, ‘Bombayı atanı tanırım’ diyen Cuma Avcı’nın karşısına çıkarılır. Cuma Avcı ortada bulunan polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek, tanıdığını bildirir. Emniyet Müdür Yardımcısı Hüsnü Işıklı’nın ikazı üzerine ikinci kez polis memuru Hasan Aydın’ı göstererek tanıdığını bildirir. Teşhise katılan dışarı çıkartılır. Konu için zabıt tutulmaz. Bu arada tanık Cuma Avcı’ya, ‘o polis memuru idi. Suçlu o değil. Bombayı atanlar parkalı olur. Onlar uzun bot giyerler, sakallıdırlar, bıyıklarına dikkat ettin mi? ’ gibi şeyler söylenir. Sonra Salman Ilıksoy yine amir odasına teşhis için alınır. Ve tabii Cuma Avcı bombayı atan şahsı ısrarla tanır ve teşhis eder. Son olarak, Emniyet Müdürü Kamuran Korkmaz’ın emriyle aynı karakolun bir başka odasına geçilerek, dosyada bulunan teşhis zaptı düzenlenir...
“Olaylardan önce, Ankara İli Bahçelievler, Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik İşletmesi’nde Fabrika Stok Kontrol Müdür Muavini olan Hayri Kuşçu, Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Terekli...isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir.
“19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ili otellerinde kalan kişilerin günlük kayıtlardaki isim listesine göre (..) aynı isme sahip kimi kişilerden, meslekleri bir seferinde terzi, bir seferinde çiftçi gibi değişik kayıtlar alınmıştır. Bunun dışında raporda, o günlerde herkesin dikkatini çeken Milli Piyangocularla ilgili ilginç bilgiler vardı. ‘Adıyaman ilinden gelerek Çelik Palas Oteli’nde 19-20 Aralık 1978 günlerinde yatan ve kendilerini Milli Piyangocu olarak tanınan 26 değişik isimli şahısların Milli Piyango İdaresinden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları ve ekinde bulunan belgelerden, ne sabit ne de seyyar bayii olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan 013 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerinde çekiliş yapıldığı anlaşılmıştır. Kahramanmaraş ilinde de yeteri kadar Milli Piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olmayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bu kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır.
“Milli Piyangocuların Kahramanmaraş’a doluştuğu bu günlerde bazı evler ve işyerleri üç hilal çizilerek, bazıları ise üzerlerine çarpı konularak işaretleniyor, şehirde çeşitli yerlerde solcular, Aleviler ve hükümet aleyhine slogan yazılıyordu.
“22 Aralık 1978 günü Maraş’ta olaylar patlak verdiğinde iki ayrı telefon görüşmesi daha yapılmıştır.
“İskenderun Demir-Çelik İşletmesi’nde çalışan Alaattin Eryaman isimli şahıs, Kahramanmaraş İli 3050 numaradaki şahıs ile konuşurken, 3050 numaradaki kişinin, ‘Benzinlikte toplandık, mahallelere saldırdık’ dediği öğrenilmiştir.
“Adana ilinden bir şahıs, Malatya Özel Doğu Kliniği Doktoru Muhittin Turgut’u telefonla aramıştır. Yapılan bu telefon konuşması sırasında, Adana’daki şahıs, ‘Kahramanmaraş’tan oraya yaralılar gelecek, dikkatli olun’ demiştir. Muhittin Turgut, ‘Orasını bana bırakın. Malatya olaylarında bir açık verdim mi ki bunda vereyim. Malatya olaylarında ne şekilde çalıştığımı siz de bilirsiniz’ karşılığını vermiştir”
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.
Yaşayanların Ağzından Katliam
Meryem Polat: “Beş çocuğum, damadım ve kızımın nişanlısı vardı. Evimiz, mahallenin en ucundaydı. Ortalardaki bir eve gittik. Sabahtan başlayıp ikindiye kadar bütün evleri yaktılar. Bir çocuk kazanda yakıldı. Bizim evin de yandığını duydum, çocuklarla gittik, baktık yanıyordu. O sırada bağıra bağıra 100 kadar kişinin geldiğini gördük. Hemen yanan evin bodrumuna sığındık. Her şeyi tekrar talan ettiler. Biz bodrumda suyun içindeydik; üstümüz tahtaydı. Tahtalar yanıyor, üstümüze düşüyordu. Evim kül oldu. Bodrumda sekiz kişiydik, orada olduğumuzu anlamadılar, çıkıp gittiler. Askerler gelip bizi Ticaret Lisesi’ne götürdüler.
Kamil Berk: '23.12.1978 günü, geceden beri bir şeylerin olacağının kuşku ve korkusunu yaşıyorduk. Ama yine de, devlet var diye biraz güveniyorduk. Ne bilelim ki,... sabahın ilk saatleriydi, güneş doğmak üzereydi. Mahallenin sokaklarında sopalı, silahlı, baltalı büyük bir grup bağırarak yürüyorlardı. Mağaralı Deresi’ni geçerek Ahmet Tabak’ın motorunu yaktılar. Sonra Ahır ‘Dağı’na doğru gittiler. ‘Allahını, peygamberini seven, eli balta, silah, sopa tutan yürüsün, Alevileri öldürelim, komünistleri içimizden temizleyelim’ çağrısıyla ve bağırmalarıyla mahalle içinde saldırıya geçtiler. Bu sırada askerler geldi, saldırganları aşağı doğru indirdiler. Öğleden sonra yeniden geldiler. Benzin şişeleri vardı. Alevilerin evlerine saldırdılar, evlerin penceresinden benzin şişelerini içeri attılar; arkasından gazlı bezleri ateşleyerek içeri attılar. Evleri ateşe verdiler. ‘Maraş size mezar olur, vatan olmaz; Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP‘ diye bağırıyorlardı. Ellerindeki uzun menzilli silahlarla evlerimize ateş etmeye başladılar. Korkudan kaçıp kurtulmak isteyenlere arkadan ateş edip öldürüyorlardı. Bu sırada evden çıkmakta olan Cemal Bayır ve Ali Ün’e silahla ateş ettiler ve öldürdüler. Biz de Molla Tabak’ın evine sığındık. Bu eve de ateş ettiler. Merdiven başında içeri girmeye çalışan Fatma Baz ile Zeynep Aydoğdu’yu kurşunla öldürdüler. Fatma Baz’ın kucağındaki 6 aylık oğlu Yılmaz da kurşunla öldürüldü. Molla Tabak’ın evine çok insan sığınmıştı. Dışarıdan yağmur gibi kurşun geliyordu. Evin camları, kapıları delik deşik olmuştu. Bizler içerde birbirimize sarılarak hem ağlıyor, hem korunmaya çalışıyorduk. Askerler geldi, hepimizi kışlaya götürdüler. Evlerimiz, eşyalarımız hem yağmalandı, hem yakıldı”
Yeter İşbilir: ”Ali Rıza İşbilir kaynım olur. Dumlupınar Mahallesi Neyzen Sokakta oturmaktayız. Ali Rıza İşbilir’in polis memuru olan kardeşi Hacı Veli’yle yeni evliyiz. Kaynım Ali Rıza’nın evinde kalıyorduk. 23.12.1978 cumartesi günü öğleden sonra tahminen saat 15.00 sıralarında ellerinde balta, sopa, tahta, av tüfeği bulunan saldırganlar, oturduğumuz evin önüne geldiler. ‘İşte sarı öğretmen Ali Rıza İşbilir’in evi’diye bağırdılar. Dışarıdan evi kurşun yağmuruna tuttular. Bir kısmı dama çıkarak bacaları yıkmaya başladı. Sonra oturduğumuz evin kapısını, duvarlarını, kazma ve baltayla kırarak, sökerek içeriye girdiler. Ben, odada bulunan elbise dolabının içine girdim, saklandım. saldırganlardan bazıları ellerindeki tahta ile dolaba vurmaya başladılar. ‘Aman ben varım’ diye bağırarak ve ağlayarak dışarı çıktım. Tahta ile bana vurmak isterken, elimi önüne siper ettim. Elim ve kolum ağır yaralandı. Bir ara fırsat bulup dışarıya doğru kaçarken, merdivenlerde kaynım öğretmen Ali Rıza İşbilir’in karısı Ayşe’nin ve kızı Sebahat’ın orada yerde yattıklarını, üzerlerinde televizyon, biriket, taş, tahta parçalarının bulunduğunu, her taraflarının kan olduğunu görüp üzerlerine düştüm. Sonra kendime geldim ve kalktım, aşağıya doğru kaçmaya başladım. Arkadan tüfekle ateş ettiler, omuzumdan yaralandım. Sokakta birkaç evin kapısını dövdüm, hiçbiri içeri almadı. Arkamdan koşarak beni yakaladılar, evdeki ölülerin yanına götürdüler. ‘Türk müsün, gavur musun? ’ diye sorguya çektiler. Yaralarımdan kan akıyordu. Ben de ‘Türküm, buraya yeni gelin geldim’ dedim. Birisi, ‘Bırakalım, bu Türkmüş’ dedi. bazıları da ‘Elimize geçmişken öldürelim’ diyordu. Üzerimdeki bilezik, küpe ve altınlarımı aldılar. Sonra beni aşağı indirerek caddeye doğru götürdüler. cadde üzerinde Ali Rıza İşbilir’in oğlu Mehmet’i sopa ve kalaslarla dövüyorlardı. Bir saldırgan, Mehmet İşbilir’e ‘Bu senin neyin oluyor? ’ diye sordu. O da, ‘Benim amcamın karısıdır, yeni gelin geldi. Onu öldürmeyin’ dedi. Beni oradan alarak bir düğün evine götürdüler. Sonra babamın evinin yakınına götürüp bıraktılar. Kaynım öğretmen Ali Rıza, karısı Ayşe, kızı Sebahat, oğlu Mehmet ve eşim Hacı Veli İşbilir’i öldürdüler. Evlerini, eşyalarını da yaktılar.”
Maviş Toklu: “24.12.1978 Pazar günü, saat 10.00 sıralarında mahallemizin Muhtarı Mehmet Yemşen ile Fevzi Görkem’ın başında bulunduğu saldırgan bir grup, ‘Allah Allah, Koministlerin kökünü kazıyacağız, büyük-küçük demeyin, komünistlerin kafasını ezin’ diye bağırıyorlardı. Muhtarın elinde silah ve bayrak vardı. Diğerlerinin elinde silah, patlayıcı madde, gaz, benzin, sopa gibi saldırı malzemeleri vardı. Evime hücum ettiler, kapıyı kırarak içeri girdiler. Odada oturan kocamı (Kalender) alıp bahçeye çıkardılar. Ben de arkalarından koşarak çıktım. Muhtara, ‘Aman etmeyin eylemeyin, kocamı öldürmeyin, çoluk çocuğumu meydanda koymayın’ diye çok yalvardım. Muhtar bana dönerek, ‘Çocuklarını götür, Karaoğlan beslesin, kocanı Karaoğlan’ın yoluna kurban kesiyorum’ dedi. ‘Karaoğlan kim? ’ diye sorduğumda, ‘ECEVİT’ diye cevap verdi. Kocamı, gözlerimin önünde işkence ederek öldürdüler. Öldürülürken kocama sarıldım, üstüm başım hep kan oldu. ‘Aman muhtar etme eyleme, sen ne ediyorsun? ’ dediğimde ‘Pişirdik pişirdik, koministler gelsinler, hep yesinler’ dedi. Saldırganlar, bu defa yakınımızda oturan kardeşim Hüseyin Toklu’yu götürmek için evinin etrafını sardılar ve kardeşimi içerden çıkardılar. Yine muhtara yalvardım yakardım. ‘Kocamı öldürdün, bari kardeşimi öldürme’ diye yalvarıyordum. Muhtar ise, ‘Hüseyin’i de Karaoğlan yoluna kurban ediyorum. Biz Karaoğlan yoluna bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gelmiş’ dedi ve kardeşim Hüseyin’i işkence ederek öldürdüler.
“Sonra, karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen çok yaşlı Cennet Çimen’in evine gittiler. Bu kadını, ‘Gel nene, gel nene’ diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ile Nuri Boğa tornavida ile Cennet kadının (80 yaşında) gözlerini oydular, sonra silah sıkarak öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler. Daha sonra hem bizim evi, hem diğer evlerin tümünü yaktılar. Fevzi Görkem, ‘Yürü, hadi seni kurtarayım’ diyerek beni alıp götürdü. Bir süre yürüdük, aniden kalbim sıkıştı, yürüyemedim. beni bırakıp gitti. Biraz dinlendikten sonra evime döndüm. Evimin her tarafı alev, kül ve kan... Azıcık dinlendim, askerlere haber vermek ve sığınmak için çıktım. Yolda Mustafa Göktaş, bir elini İbrahim Usta’nın boynuna sarmış, diğer elinde de tabanca tutuyordu. İbrahim Usta’ya, ‘Senin kanını evime akıtmayayım’ diyordu. Götürdü, saldırgan topluluğun içine itti, topluluk İbrahim Usta’yı dövmeye başladı, sonra da onu öldürdüler. Ben de kör-topal sürünerek askerlere sığındım...”
Asker tanıklardan Yüzbaşı Timur Şen “Kahramanmaraş 3. Tabur 8.Bölük Komutanı olduğunu; 22.12.1978 günü cereyan eden cenaze töreni olayları sonrasında, General Boğuşlu’nun başkanlığında yapılan toplantıda, Yörükselim mahallesinde oturan Alevilere karşı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesine karar verildiğini; kendisinin de 3. Tabur 8. Bölük ile beraber 23.12.1978 günü 04.30-05.00 civarında Jandarma Komutanlığı (Şehit Çuhadar Ali Caddesi’nin doğuya uzanan kısmı-Işık Caddesi-Pınarbaşı Caddesi) tertibat alındığını; Uğrak Pastanesinin bulunduğu köşedeki yola (Uzunoluk Caddesi-Işık Caddesi) , şehirden gelip Askeri Gazino’ya çıkan yola (Enstitü Caddesi) , Vilayet Konağı’na çıkan yola (Pınarbaşı Caddesi) ve bunlardan özellikle Uzunoluk Caddesi’nin Işık Caddesi ile kesiştiği Uğrak Pastanesi’nin bulunduğu köşeye askerleri yerleştirdiğini; her birinin başına 3 takım komutanı görevlendirdiğini, kendisinin de elindeki telsizle Uğrak Pastanesi’nin önünde yer aldığını; saat 07.00 sıralarında gün yeni ışımaya başlarken Belediye hoparlöründen, ‘Dünkü olaylarda şehit edilen 2 din kardeşimizin bugün cenazesi kaldırılacaktır. Bütün din kardeşlerimiz buna katılsınlar, din kardeşlerimiz son görevinizi yapın’ şeklinde ve genel mahiyeti itibarıyla sağ görüşlü kişileri toplamayı amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arkasından da anonsu yapan dernek veya partinin isminin söylendiğini; bu anonsların 08.00’e kadar devam ettiğini; durumu telsizle Tabur Komutanı’na bildirerek anonsların önlenmesini istediğini, Tabur Komutanı’nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini; bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inmeye başladığını,
“Saat 09.00 civarında Uzunoluk Caddesi’nden yukarıya tertibat aldığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan, ‘Kahrolsun komünistler, Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayacağız, hesap soracağız’ diye bağıran, yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen 15.000 kişi civarında bir topluluğun gelmekte olduğunu; Uğrak Pastanesi’nin köşesinde 15 askeri” bir Takım Komutanı ve kendisinin beklemekte olduklarını, grubun hareketlerini devamlı olarak Tabur Komutanı’na rapor ettiğini; yolun ortasına bir makineli tüfek yerleştirerek beklemeye başladığını; grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru giderek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalarını, aksi halde ateş açacağını söylediğini; grubun bu ihtar üzerine durduğunu; ellerindeki sopaları devamlı salladıklarını; hepsi ile muhatap olamayacağını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyleyince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişinin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisine doğru ilerleyerek, ‘Söyle, biziz’ dediklerini; bu 3 kişiyi bir gün önceki cenaze töreni olayları sırasında Ulucami önündeki sağ grubun en ön saflarında görmüş olduğunu ve tahrik edici davranışlarda bulunduklarını fark ettiğini; bu 3 kişiden birisinin olaylardan sonra yakalandığında teşhis ederek hakkında ifade verdiğini ve isminin Şaban Denizdolduran olduğunu, bu 3 kişiye bulunduğu yerden geçemeyeceklerini, bu hususta emir aldığını, geçmeye çalıştıkları takdirde makineli tüfekle ateş ettireceğini ve ne pahasına olursa olsun buradan geçirtemeyeceğini söylediğini; bu 3 kişinin kalabalık gruba dönerek geçemeyeceklerini söylemesi üzerine grubun içinde dalgalanmalar olduğunu, kimisinin geriye döndüğünü, kimisinin tekrar kendilerine doğru yürümeye başladıklarını, bu gruptan bir kısmının, ‘Bizim Orduyla işimiz yok, bırakın bizi yukarıya geçelim’ dediklerini; kendisiyle konuşan 3 kişinin ise topluluğa dönüp, ‘Yörükselim Mahallesinde arkadaşlarımız şehit ediliyor, gidelim’ diyerek grubu tahrik etmeye çalıştıklarını; ancak topluluğun kendisine karşı tecavüzkar hareketi olmadığı gibi, kendisini de geçmeye çalışmadıklarını; bu arada şehir içinde muhtelif yerlerden, özellikle Yörükselim Mahallesinden yoğun şekilde makineli tüfek sesleri geldiğini, saat 09.00-09.30 sıralarında yine Belediye hoparlörlerinden Valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edildiğini, bunun üzerine kendisinin hem bu üç kişiye hem de gruptakilere dağılmalarını, evlerine gitmelerini tekrar söylediğini; gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin kişi civarında bir topluluğun hava kararana kadar sokakta kalmaya devam ettiğini; topluluğun liderlerine çocukları niçin aralarına aldıklarını, ateş etmesi halde, doğacak panikten ezilip ölebileceklerini söylediğinde ‘Onlar davalarına inanan kişiler, bu yaşta davalarına hizmet ediyorlar’ diye cevap verdiklerini,
”Sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra Yörükselim Mahallesin’in bulunduğu tarafa doğru koşarak gelen 4-5 kişiyi yakaladığını; bunlardan birinin üzerinde ucu kıvrık keskin orak şeklinde kesici bir alet (tahra) , iki üç dinamit lokumu, bol miktarda tüfek fişeği, dinamit kapsülü ve pantolon kemerine sokulmuş şişe içinde benzin bulunduğunu; yakaladığı bu şahısları çok yakındaki Merkez Polis Karakolu’na gönderdiğini; grubun saat 21.00 sıralarında tamamen dağıldığını”ifade ediyor.
BASINDA KATLİAM
Hürriyet(26.12.1978)
“Girilen evlerden ve enkaz altından cesetler çıkarılıyor. Cesetlerin kokmaması için çevre illerden buz istendi. Cuma gününden bu yana örgütlenmiş saldırgan toplulukların yarattığı dehşet ve terör...Ölü sayısı 98, yakılan-yıkılan enkaz altında cesetler bulunduğu, askeri birlikler, girilmeyen Yörükselim Mahallesi’ne giderek kontrol altına aldı. Çamlık tarafında bir topluluk askerlerin üstüne ateş açtı.
“Mağaralı Mahallesi’nde kokmaya başlayan 16 ceset bulundu. Otopsilerin Belediye Mezbahasında yapıldığı öğrenildi. 2500 kişilik seyyar mutfak Ankara’dan getirildi.
“Saldırganlara dinamit lokumu ve silah dağıtıldı. Adını açıklamayı sakıncalı bulan bir yetkili, ‘Maraş Müftüsü’nün resmi araçlarla kenti dolaştığını ve halkı kışkırtıcı konuşmalar yaptığını, olayların bundan sonra başladığını’ öne sürdü”
Cumhuriyet: (25.12.1978)
“24.12.1978 sabahı saat 10.15 sıralarında sağcı gruplar, sokağa çıkma yasağına karşın kentin sokaklarında birikmişler; bin kişilik bir grup Vilayete yürümeye başlamışlardır. Topluluğun dağılmasını isteyen jandarmalara saldırınca aralarında çatışma çıkmış, jandarmalar havaya ateş etmek zorunda kalmışlardır. Ve beş bin mermi yakılmıştır. Sağcıların ellerinde Amerikan yapımı M.1. piyade tüfeklerinin bulunduğu, Vilayete yakın bazı binaları ateşe vermişlerdir.
“Yakınlarını kayıp eden çok sayıda yurttaş, vilayet önüne gelerek ‘Biz bu şehirden gitmek istiyoruz. Bize yardım edin, asker değil, şehri terk için araç istiyoruz’ diye bağırıyorlardı.
”YSE Bölge Müdürlüğü’nün binası, sağcı saldırganlarca işgal edilmiştir. Orada silah dağıtıldığını, Yörükselim, Yeni Mahalle ve Sakarya Mahallesi’nde iki günden beri mahsur kalan kişileri kurtarmaya giden polislerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açılmıştır.
“Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.”
Aydınlık (16.01.1979)
“Evimize saldırmışlardı, kaçtık. Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk. Bize, ‘Biraz sonra geleceğim’ diyerek dışarı çıktı. O sırada telefon çaldı, telefonu açtım. telefona çıkan şahıs, ‘Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu. Kendisine ‘Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu’ söyledim. ‘Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük’ dedi.’Elimize geçen kominist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz. Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi. Burada pek gözükmemesi için gönderdim. Herhalde eve gelir. Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Aleviyi çevirdiler. Durum iyi. Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hiçbir Alevi komünist sağ bırakmayacağız. Sizin orada durum nasıl? ’ dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.
“Hemen Vilayeti aradım. çıkan komutana, ‘15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler’ dedim. Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim. Bizi kurtarmaları için yardım istedim. 15 dakika kadar sonra zil çaldı. İçeri Mahmut Kuşat girdi. Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü. ‘Ağabey Komünist Alevilerin seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın’ dedi. Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk”
Davanın Sonucu ve Yargılanmalar
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesi’nin gerekçeli kararı şöyledir:
804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse; 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı. Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu
WWW.PSAKD.ORG
1
M
A
Y
I
S
A
TAKSİM'E
Ç
A
Ğ
R
I
ALEVİ: Aleviliği dünya gündeminden ayırmadan yaşayan 'insanı kamil'dir.
ALEVİLİK: Alevilik bir yoldur. Varlığın birliğidir.Dil, din, ırk farkı gözetmeden insana sevgi ve saygıdır. Doğanın güzelliğine ve doğurganlığına inançtır. Alevilik; Hıristiyanlık ve İslamiyetten önce, kökleri kendisine giden, binlerce yıllık geçmişi olan, sözü, özü ve sazı ile kendini ifade eden kadim bir yoldur.
Seyit Rıza
İslamiyetle örtüşmeyen,yapılan şeylerin ibadet kavramıyla ilgisi olmayan camiye alternatif gösterilen cem evlerinin islamiyetle bir alkası bulunmayan.. Mezhep hatta dinmiş gibi empoze edilen dayanağı olmayan inanış..
Eğer Hz. Ali'yi ve Ehli Beyt'i sevmekse alevilik; Hepimiz Aleviyiz.
vaktiyle (peygamberimizin-sav- vefatından hemen sonra) bir yahudinin oyunuyla bölünmüş, münafık dalaveresiyle ikiye ayrılmış,zaman içinde dinden diyanetten iyice uzaklaşmış,kendilerince alternatif inanç ve ibadet modelleri bulup uygulamış bir grup...
son günlerde çok alevi kelimesi duyuyorum gerek tv olsun gerek gazete olsun ulusal medyada...bu iyiye dalalet değildir...
kürtlerle çok uğraştılar ve ortaya sanki kürtler bizden değilmiş gibi herşeyimiz farklıymışda onlarında hakkı varmış gibi bir hava estirdiler sonra ne olacağı zaten malum...şimdide aynı taktiği aleviler için yapıyorlar burada kürtler üzerinde etnik bölücülük yapıyorlar alevileri üzerindede dinsel bölücülük yapmaya başlayacaklar burada herkese düşen görev her zaman birlik ve beraberliği savunmak ve fevri davranmamaktır...aleviler ve alevilik bizim özvatanımız olan anadolunun ayrılmaz bir parçasıdır...rahat durdukları sürece onlardanda bizdendir hepimiz biriz..
ısrarla alevilerin ateist olduğunu savunan alevi olduğunu iddia eden biriyle tanışmıştım.kanaatim o ki alevileri çevresine kasıtlı olarak yanlış tanıtıyor.bazıları hakikaten art niyetli olarak 'Alevi 'kelimesine sığınıyor.bence gerçek aleviler kendini daha fazla izah edebilmelidir..
Ben bir aleviyim mesela beyaz tenliyim iki gözüm ve iki kulagim var.Dilim var ve konusabilirim.Senden tek farkim Allaha senin gitmediyin bir yoldan gidiyorum.
ve..digerlerinin dedigi gibide sapik düsüncelere sahip degiliz.islam dininin tüm ahlak yapisi bizdede mevcudtur. tek farkimiz. ebu bekiri, ömeri,osmani muaviyeyi ve yezidi sevmeyiz bunun icinde birbucuk ton sebebibmiz vardir..
Alevilik, tarihi itibariyle dinden(islamiyet) dogdugu sanilan ama aslinda siyasi bir dava olmakla birlikte, günümüzde artik bir toplumun kimligi ve kültürü olmustur, merkezi 'insan' olan....Hu canlar!
Necip Fazıl KISAKÜREK üstad 'EĞER ALEVİLİK; Hz. ALİ' Yİ SEVMEKSE, YERYÜZÜNDEKİ EN BÜYÜK ALEVİ BENİM' diyerek; Alevi ler üzerinden oynanan oyunu ne güzelde sergilemiş orta yerde. Ama O' na en büyük düşmanda, o kullanılan Alevi vatandaşlarımız. Anlamamak ve analiz edememek ne kadar kötü......
ALEVİ bence kardeşliği dostluğu birlik ve beraberligi çagrıştırıyor ve bunun arkasında bulunan canlara çamur atılabilio yani bilmedikleri bazı şeyleri kendi aralarında konuşuyorlar ve bi degişik gözüyle bakıyorlar hepimiz insanız hepimiz bu vatan içinde yaşıyorsak birlik ve beraberliğimizi bozmamak lazım.....
bi arkadaşımız öle bi konuşmuşki bütün sünniler yobazmış Hz.ALi yi sevmiyomuşuz gibi şeler sölemiş...sadece o arakadaşın cahilliğine ve bilgisizliğine vuruyorum.bide onlarla nası kardeşş olalım demiş.! ! ! bakın her mezhebin yobazı vardır.sünnilikte olduğu gibi.ama belli bi sayıdaki yobaz yüzünden bütün sünnileri zan altında bırakacak şekilde konuşmamalıdır...zamanında alevilere yapılanların hepsini biliyorum vede yapanları müslüman olarak görmüyorum.İSLAM barış dinidir..mezhep nolursa olsun...ben sünniyim ama alevileri daa dorusu btün insanları severim..İSLAM ırk din dil gibi şeleri ayırt edenleri kabul etmez ztn.Sünnilik muaviye taratarlığı değildir.bu zmana kadar hiç bi sünninin böle bişe dediğine vede HZ ALi yi sevmediğine şahit olmadım.camilerde HZ ali anlatılmıyomu sanıyosunuz? ? ?
Alevilik nedir? ALLAH,HZ.MUHAMMED(s.a.v) ,HZ.ALİ(r.a) sevgisi olan ve bunlardan sonra ehli beyt e itimat eden kişilerdir...fakat alevilerdede inanç farklılığı vardır..benim bazı arkadaşlarım Hz. Ali ye malesef peygamber demektedir...bazı alevi arkadaşlarım ise bunu reddeip HZ.MUHAMMED i peygamber kabul eder ve ondan sonra HZ.ALi yi sever...gerçek alevilikte budur ztn isteyen araştırsın.
Son olarak şunu sölemek istiyorum.sünniler Hz.Muhammed(s.a.v.) den sonra 4 halifeyi eşit sever ve ayırmaz.çünkü onlar ayrılmaz ayrılamaz...her zman birlikte olan,İslam için beraber mücadele eden,4 üde her zman Hz.Muhammed(s.a.v.) in yanında olan bu mübarek insanlar nasıl ayrılır nası kötülenir! ! ! ! alevilerin Hz.Ali(r.a.) aşkı tabiki başka ama Hz.Ebubekir(r.a) ki Peygamberimizin en yakın dostu...bütün hayatını servetini İslam için harcamış ve ömürü boyunca Peygamber(s.a.v) imizin yanından bi an olsun ayrılmamış...Hz.Ömer(r.a) ki adaletin timsali...Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: 'Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; 'Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin' dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130) . Bunun içindir ki İbn Mes'ud;
'Onun hicreti bir zaferdi' (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153) demektedir.
Hz Ömer(r.a) İslamı yaymak için elinden geleni yapmış ve Peygamber(s.a.v) ın yanından bi an olsun ayrılmamış ve Onu korumak için elinden geleni yapmıştır....
Resulullah (s.a.v) müslümanları ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a) 'ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan, a.g.e., I, 256) .
Peygamberin kızı Rukayye'nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.v) Hz. Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştu: 'Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları Osman'la evlendirirdim' ve yine Hz. Osman'a 'Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim' demişti (Üsdül-Gâbe, aynı yer) .
Ve son halife Hz.Ali(r.a) ...Üstün cesareti veAllah ın Arslanı ünvanıyla bilinir.Hz. Ali'nin cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür. Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: 'Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir.' (el-Bakara, 2/274) .
demek istediğim şu ki hepsi bambaşka güzellikte,biribrini tamamlayan bir bütündür ve ayrılamazlar...Hz Ali diğer 3 yoldaşının İslamın en öenmli 3 kişisinin kötülenmesi ni istermi acaba? ? ?
Bunu anlamak isteyenler araştırsın İslam tarihini.Hepsi birbirini övüp birbirini kollayıp koruyup İslam için mücadele etmişlerdir.Sakın unutmayın.Allah kimseyi yoldan çıkarmasın...
aleviler bence çok iyi insanlardır her tür insanı çok seviyorlar aralarında büyüdüm diyebilirim
yalnız bizim dinimizi yaşadıgımız gibi yaşamıyorlar
yada yaşamak istemiyorlar kim bilir
hz ali öldürüldüğü zaman son nefesinde bile namazı bırakmayın demişti ama alevi kardeşlerimiz sırf namazda öldürüldüğü için namaz kılmıyorla aslında tam tersi kılmaları gerekirken..
ve hz ALİ yi bir müslüman değilde bir hırıstiyan öldürmüştür..
ve aleviler bizim dine saygı duyuyorlar peygamber efendimizede öyle yalnız aleviler hz ALİ yi daha üstün görüyorlar çok yalnış
hazreti beygamberimiz MUHAMMED S.V.S TÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZİ cehennemden kurtaracak bir peygamberdir biz müslümanlar her peygamberi aynı derecede çok severiz ama bizler HZ MUHAMMEDİN S.V.S ÜMMETİYİZ ve çok şükür MÜSLÜMANIZ..
SELAM VE DUA İLE
alevilik kardeşligi barışı andırıyor.öfkeden önce saprı anlatıyor.
kerbalayı anlatıyor ALEVİLİK ALİ andırıyor. her şeyden önce sevgiyi andırıyor.........
alevi
anadoludaki islam gelmeden önce de hristiyanlığı tam olarak benimseyememiş, eski türk ve anadolu inançlarının izlerini de silip atmayan islamın farklı yorumlanıs tarzıdır. alevilikle sünnilik kesin cizgilerle birbirinden cok farklıdır.
yanlısım olabilir. ben böyle düsünüyorum. maillerinizi bekliyorum eleştrileriniz için.
Kimden: MEHDİ Sahib-i zaman... (Bay, 34)
Kime: Grup: ALEVİ Uyan...MEHDİ Geldi...
Tarih: 18.8.2007 14:24 (GMT +2:00)
Konu: ALEVİ Kimdir! ..
Alevi,esk.Ar. 'Hazret-i Ali'nin soyundan olan demektir...Bu tıpkı Bekri,Faruki ve Emevi gibi vesselam...'
*Aleviler bilmesede büyük çoğunluğu hz.Ali'nin çocuklarıdır...Mesela Pir Sultan yemenden gelmiş katılmıştır bu ulu kervana... *
*Alevilerle Sünniler arasında ki en belirgin fark! .. Sünnilerde başa geleni halk seçer...Alevilerde ise başa gelecek olanı Hak seçer vesselam...*
*Size hem iyi hem kötü haberim var...İyi haber Mehdi kıyam etti zuhurunu bekliyor...Kötü habere gelince O Alevilerin içinden çıktı ve kıyam etti...Bu tıpkı Said Nursi'nin Kürtlerin içinden çıkması ve kıyam etmesi gibi vesselam... *
Zikr-i Hakikatimizdir...
______________________
Baki Gerçekler Demine Hu Dost Allah Eyvallah...
Gerçeğe Hu Mü'mine Ya Ali Ya Mehdi Sahib-i zaman...
Alevi demek Hazreti Aliyi seven demektir. Bu anlamda herkes alevi olmalıdır. Ben de aleviyim(ki suniyim) . Ben alevi köyünde görev yapıyorum.Hiç önyargım yok. İnsanlardan tek isteğim bir şey hakkında konuşmadan onun özünü araştırın. Umarım herkes bir gün önyargısız olur..
merak ettiğim kültür..
araştırdıkça şaşırdığım kültür..
biz aleviyiz ALLAH-MUHAMMET-ALİ diyenlerdeniz yobazın tuttuğu orucu tutsak yobazın kıldığı namazı kılsak yobazın verdiği zekatı alsak zaten aleviyiz demeyiz kardeşler
bi de kardeşmişiz sivasta marasta gazide ümraniyede çorumda kanımı içmek için sırada bekleyen insanlarla nasıl kardeş olurum ben...
hadi oradan
hadi oradan....
(sözüm bütün sunnileri kapsamıo tabiii gerici yobazlar)
vay be ben aleviyim megersem bilmediğim ne kadar cok sey varmıs
ama sadece sunu söyleyim o kusbeyinli bilimsel bakıslı arkadas aleviliği carpıtmak için elinden geleni yapmıstır
kendisini alevi die tanımlamıs o alevi deildir arkadaslar
sadece provakatör o kadar
ALEVİLİK KELİME OLARAK HZ.MUHAMMEDİN SOYUNDAN GELENLERE DENIR.
AMA ALEVI DEMEK BUTUN INSANLARI SEVEN DIN,DİL,RENK OLARAK AYIRMAYAN,VATANINI,VE DEVLETINI SEVEN GEREKIRSE BAYRAK İCİN CAN VEREBILECEK NAMUSLU DÜRÜST YALANSIZ DUNYA MALINA TAPMAYAN ALLAH HZ.MUHAMMED, HZ.ALİ AŞKIYLA YANAN GERÇEK GÜZELLİGİN GÖNÜL GÜZELLİGİ OLDUGUNU BİLEN GÖNÜL DOSTU OLAN HERKES ALEVIDIR. AYRICA ALEVI DEMEK BÜTÜN ALLAH TARAFINDAN İNMİŞ DİN VE KITABLARI KABUL EDEN ONLARA SAYGIYLA YAKLASAN AYDIN DEMOKRAT İLERİ GÖRÜSLÜ MEDENİ KADINIYLA ERKEGIYLE ESİTLİGE İNANAN HELAL YİYEN GENEL AHLAK KURALLARINA RİAYET EDEN SAYGISINI SEVGISINI GÖSTEREN YOLU HZ. ALİ YE VARAN
ELİNE, DİLİNE, BELİNE SAHIP OLABILECEK IRADEDE OLAN
AŞKI MUHABBET VE DEM OLAN İNANCI YÜREGİNDE OLAN İNSANI YARADANDAN DOLAYI SEVEN HERKES ALEVİDİR.
Alevilerin inandigi ALI ile Islamiyeteki ALI ayni degil ISA da MUSA da ALI idi
Alevilik noktası Türkiye halkı için önemini korurken Türkiye halkının bir kısmı İslam emperyalizminin kucağında ne arıyor?
İslam din adına bir Arap emperyalizmi peşinde iken buna alet olan sözde aydınlarmıza ne demeli?
Salon sosyalistleri, masa başı aydınları halkımzın deve çobanlarının kirli emellerine alet edilmesine nasıl da goz yumuyor. Evet bu içler acısı duruma karşı en ufak bir kıpırdama yerine kendileri bile insanlık düşmanı bu çağdışı kültür veya inancın basit bir aleti olmayı gönüllüce kabul eden sözde ilerici parti ve kuruluş yanlısı kuru kalabalık yapma dışında bir yeteneği olmayan salon devrmcilerine bin yazık! ! ! ! !
Gerçek nedir?
1- ALEVILIK GERICILIK DEGILDIR; GERICILIGIN SEMBOLU OLAN ISLAMIN ICINDE OLAMAZ.
2- ALEVILIK ZATEN ISLAMDAN COK COK ONCE VARDI. NUVELERI ESKI ZERDUST VE YAHUDI DINLERI ILE BAGLANTILIDIR.
3- ALEVILIK TAMAMIYLA MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARININ DEVAMIDIR.
Islam dini icine sokulma cabalari Aleviligin en buyuk dusmani bir caba olarak gorulebilinir.
Sayin arkadaslar; Alevilik gelinen noktada artik kendine sahip cikmalidir. Osmanli Turk takiminin onu Islamin icine sokma faaliyetlerine karsi cikmalidir.
Alevilerin cahil kesimlerinin kandirilmalarina karsi cikmanin zamani gelmistir.
Biz Aleviler olarak kendi kimligimize sahip cikmali, halkimizin dunyanin en geri ideolojisine suruklenmesine karsi cesaretli adimlar atmaliyiz.
Islam denilen halk dusmani ideolojiye karsi amansiz bir mucadele baslatmaliyiz.
Alevilik ileriye gitmeli, geriye degil!
Islam demek barbarlik demektir. Col ve deveden baska bir sey tanimayan, demokrasi ve kultur dusmani musluman cahilliginin disina cikmak artik kacinilmaz bir gorev olarak onumuzde durmaktadir.
Akkoyunlu hukumdarliginin Dersim istilasi ile yayilan sii islamdan korunmak icin ALEVILER ALI yi bir maske olarak kullanmislardir.
Ornegin ALEVILER kurana inanmamakla birlikte cenazelerinde kuran okutmalari da bir maskedir.Islamiyetle ALI ile ISA arasindaki benzerlik dusundurucudur.Alevilikteki Mistik inanclarin anlamlarini anlayabilmek yani SIR ri anlayabilmek 40 lar cemindeki SIR da yatar.40 lar cemindeki Her sozde bir anlam vardir.
Aleviler kendilerini ne turk ne kurt ne de Musluman olarak gorur Yalnizca ALEVI olduklarini idda ederler. Alevi inanc ve Gelenekleri Eski Israil Ogularina Dayanir Bakiniz Kitabi Mukades Bible
Muslumanligin BES (5) sarti vardir.zekat vermenin disinda biz Aleviler Muslumanligin bes sartindan hic birini yerine getirmiyoruz ve bundan dolayi da bizler zaten muslumanligin disindayiz.Ne bizim kendimizi zorluyarak kendimizi muslumanliga dahil etmemiz gerekir, nede muslumanlar bizi buna mecbur (onlar insani herseye mecbur edebilirler) edebilirler.Bizler ne kadar Muslumanliktan uzak olursak ALLAH`a ve INSANLIGA o kadar yakin oluruz,bu da bizim varligimizin esas gerekcesi olmali.
Müslümanlıkta namaz var. Alevilikte niyaz ve cem. Müslümanlıkta, Allah gökte aranır. Aleviler muminin kalbinde… yani insanda arar. Alevilikte, “insan eksik bir tanrı,Tanrı ise mükemmel bir insandır”. İyiliğide kötülüğüde yapan insandır. “Ne ararsan sen senden ara” sözü boşuna söylenmemiştir. Müslümanlıkta ölünce cennet ve cehennem vardır. Alevilikte cennet ve cehennem bu dünyadadır. Bunu merhum Ozan Mahzuni Şerif şu dizesiyle tanımlar: 'gidip gelmeyen bir yer yok yık benim için” der. Müslümanlıkta öldükten sonra diriliş vardır. Alevilikte, kişi sağlığında yaptığı hizmet oranında öldükten sonra, insanlar arasında anılır, manevi bazda yaşatılır. Pir Sultan’lar, Eba Müslüm’ler, Nesimi’ler, Seyid Rıza’lar ve daha dünmüş gibi aramızdan ayrılan Ozan Mahzuni Şerif’ler gibi… Ayrıca Alevilikte, musaiplik ve eline, beline, diline sahip olma düstürü vardır. Birde günümüzde modern toplumlarda yargılama aşamasında baş vurulan Juri’nin yerini Alevilerde daha geniş halk mahkemeleri mevcuttur cemlerde. Orda verilen en ağır ceza, toplum içinde toplumla ilişkisi kesilir. Kişi yaşarken ölü sayılır halkın nazarında
Alevilerin atalari Mezopotamya bölgesinde yaşıyorlardı. Tek dinleri Zerdüşlük’tü. Toprak, hava, su ve ateşi kutsuyorlardı. Daha sonraları Zerdüşlük’ten esinlenerek Aleviliği benimsediler.
Alevilik, birçok dinin iyi yönlerini almış kendi felsefesinde yoğurmuş, ona kendince bir biçim vermiş. Çağın şartlarına göre kendini yenilemiş, kardeşliği, hoşgörüyü, insancılığı ön pilana almış bir yaşam biçimidir. Günümüzde ise: Yoksulluğun, ezilmişliğin, zülmün, soygunculuğun olmadığı, eşit paylaşımın olduğu, herkesin kardeşçesine yaşadığı, tabiatın tahrip edilmediği bir dünya yaratma mücadelesidir Alevilik.
640 yılında İslam orduları komşu ülkelere sefere başladılar. Ya İslamlığı kabul edecektin, ya da şimdi olduğu gibi göç edecektin. İslamlığı kabul etmeyen 300 bin suçsuz insan kılıçtan geçirilerek öldürüldü..
Müslümanlığı kabul etmeyen Aleviler göç etmek zorunda kalmışlar. Bu gün Alevi köylerin %90’nı verimsiz, yol geçmez dağ yamaçlarındadır. Gerçek nedeni ise: düzeni yönlendirenler, onlara yaşama hakkı tanımadıklarıdır. İbadet ederlerken bile, biri görür diye köyün dışına nöbetçi dikerlerdı cemlerinde… ulaşım adresim
PATİ[email protected]
HARAMİ[email protected]
bence alevilerin bazıları iyidi severim ama bazıları. bence cok bos. cunku kurmuslar cem evi diye aptalca bir yer yalandan yere kadın - erkek birarada ibadet ettiklerini sanıyolar. hz ali yi peygamberimizden ustun goren mahluklar bile var.
öncelikle 'türkçü'ye yanıt olarak diyebilirim ki 'konuşmayı biliyorsan konuş, örnek alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar'. öyle hakaret etmekle olmuyor bu işler. eğerki adam gibi bir müslüman olsaydın zaten herkesin inancına saygı duymayı bilirdin.
ayrıca bir ayrımada vurgu yapamak istiyorum. alevilik bir inanış biçimidir. türklük veya kürtlük ise kanbağı ile gelen bir etnik konudur. alevilerin türkmü, kürtmü, arapmı, olduğunu tartışmak bence bu yüzden anlamsız bir konu. müslümaklık gibi. etnik ve dini kimlikleri birbirinden ayırmak gerekir.
neyse konumuz başka, aleviliği tanımlamak gerçekten zor birşey. her kes kendisine göre bir anlam yüklemiş ve ona inanıyor. işin güzel tarafıda bu zaten. benim aleviliği öğrendiğim kişi bana aleviliği anlatırken 'yüreğine ve beynine sığmayan hiçbir şeyi kabul etmezsin bu inançta' diye anlatmıştı. bu yüzden aleviliğin tanımı bireyden bireye değişebilir.
ama kesin olan bazı şeyler var. alevilik Ali'den gelmektedir. şiiler ile bağlantısıda bu yüzdendir. ama anadoludaki aleviler, şiilerden çok farklı bir gelişim süreci yaşamıştırlar. genel olarak Atatürke ve onun ilkelerine gönülden bağlıdırlar. Sola yatkınlıkları ise dışlanmışlıklarından gelir. eğer bizim o çok 'zeki' ve 'inançlı' sunni kardeşlerimiz alevileri bu kadar dışlamasalardı, k.maraş, çorum ve sivas katliamları gibi katliamları Kuyucu mustafa ve yavuz sultan dan beri devam ettirmeselerdi, 80 darbesi sonrası Türklük-Sunnilik diye bu kadar diretmeselerdi, bu dışlanmışlık ortadan kalkar ve birbirine daha fazla entegre olmuş iki topluluk ortaya çıkardı.
bu yüzden aleviler toplumun dışlanmış kesimini oluşturan kişilerdir.
dini boyutuyla değerlendirirsek, aleviler elbetteki müslümanlığın bir parçasıdır. ibadetleri, oruçları ve inaçlarında sunnilerle aynı amacı taşırlar. iki grupta aynı tanrıya inanırlar ve ona ibadet ederler. muhammedi ve kuranı kabul ederler. kökeni itibarı ile namazda kılarlardı. 'dı' diyorum çünkü yeni kuşaklar bunu pek yaşatmıyorlar. ama örneğin benim dedem evinde 5 vakit namazını kılardı. camiye gitmemesinin nedeni ise Ali'den kaynaklı değil ancak onu öldüren insanların düşünce sistemlerinin bugün bile devam etmesinden kaynaklıydı. bir gün camide hoca vaaz verirken aleviler sünnet olmaz deyince benim dedemde açıp göstererek, alevilerinde muslüman olduğunu anlataya çalışmış ve bu olaydan sonrada birdaha camiye gitmemişti. ayrıca bugün çevremde 40 yaşını geçen birçok alevi kuranı arapça öğrenmek için çeşitli kurslara gitmeye başladılar. yani lafın kısası alevilerde müslümanlığın bir parçası ve onlarında farz ve sunnet kavramları sunnilerden çokta farklı değil.
tarihsel olarakta Muaviye ve Ali arasında yüzük olayından sonra ayrışan iki grup yezidin, Alinin oğulları Hasan ve Hüseyini kerbelada öldürmesi üzerine keskinleşmiş ve bu güne kadarda gelmiştir. bu güne kadar elbetteki o grup aynı kalmamış ve yaşadıkları coğrafyaya göre değişime uğraışlardır. bu yüzden hataydaki arap alevileri ve irandaki fars kökenli şiiler mülümanlığa ve kurana daha sıkı bağlanmışken anadoludaki türk ve kürt alevileri daha batılı bir gelişme yaşamış, modernizme ayak uydurmuş ve bu yüzdende dini bağlarını zayıflatmışlardır.
son olarak ise bence kimsenin başkasının inacı üzerinden yorumlar yapması ve onu inancına göre yargılaması tam bir saçmalıktır. aleviliğe hakaret eden sunni kardeşlerimiz, müslümanlıktaki, allahla kul arasına girilmeyeceği ilkesini unutarak bence kendi inançlarını ayaklar altına alıyorlar. bu sözüm aynı şekilde davranan aleviler içinde geçerlidir. bağnazlığı bence kimsenin inancı onaylama, ancak saygı ve sevgi sanırım her iki tarafın inancında önemli yeri olan bir kurumdur.