işte, nasırlı bir dünya yük çocukluğum
yaylı çitlerle çevrili kuru toprak bahçemiz
karabiber ağacından dökülen yaprakların kesif yapışkanlığı
tırmandıkça dikleşen ve yangın kalan sorular
sorular: varoşun bir türlü sönmeyen şose yokuşu
ı.
“tanrım” diyorum içimden
“biz hep böyle benim içimden mi konuşacağız”
ben aklıevvelimdir, bakmayın kusuruma
kim bilir
kaç hüzün çürüttüm geceler boyu
bütün köprülerini yaktım
duyulmuşların ve duyulmamış olanların
her yağmur yağdığında
her ağladığında bir bebek
izmir gözlerin içre,
gözlerin yüzüme asılmış
senesiz bir çocuk takvimi;
aylarım yitik, haftalarım biçare.
adım, bir kızılın ağzında
ayıplı bir türküdür şimdi,
saçağa asılı
bir kağıt fener salınıyor boşlukta
sapsarı salınıyor, kararıyor sapsarı
ışık hışırdıyor, zaman hışırdar mı
nemli yapraklara yapışık sözcükleri
çiğniyorum bir safra gibi dilimin küspesinde
mülkiyeti bana ait olmayan
aşk acılarını onarırım.
başka adamların hasretleri tüter
iştahla öptüğüm,
iyileştirdiğim kadınların dudaklarında.
nokta değil, kılçıklı bir virgülüm
daha sabahın bile uyanmadığı
ismi altı buçuk,
kendi gece yarısı karanlıklarda
yola koyulurduk.
kağıt hışırtısı saçardı kulpsuz böcekler,
kederli ve bıkkın bir köpek suratı
bir foça anısı
i.
benim bu şehirde telefonum çalmaz,
yokluğum bembeyaz bir gölgedir
i.
göğün memelerine yapışmıştı
yarım kanat bir yarasa yavrusu,
ışıl ışıl emiyordu
güneşin kahverengi ışıklarını.
uyurum,
bir masalın yıldızları dökülür göz kapaklarıma
bir çocuk ağaçsız bir bahçede
gölgesiyle oynar,
bölük pörçük kelimeler büyütür.
şimşekler simsiyah çakar alnındaki çatlağa
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!