Bir kuşun çarparken kanatları gökyüzüne
Yani kral albatros üşengeçliğinden sıkılıp
Sen sadece izliyorsun olanları
Deniz korumaya çalışıyor nelere sahipse
Bulutlar başka bulutların üzerinden geçiyor
Sanki savaşıyorlar gibi bazen
Ölüm hem kesin hem de yakın
Ey insanlar!
İntihar halatlarını kesin kandilleri yakın
Arkanıza alın yükselen ayı
Ve kutlayın şenlik ateşlerinizle gümüşten beni
Yedi denizin en yalnızı
Bak!
Bu köprü gibi omuzların sarsılmaması
Sütun gibi boynun eğilmemesi
Çizgi gibi yüzün buruşmaması
Yumuşak demirim tuzlu suya çarptı diye çıkan pastandır
Pas ki içime göstermez, kiriş gibi eklemlerimi devindirmez
Kozmik yargısı durduruyor ölümü bir dişini alıp
Avını korumaya karar vermiş
Palangaları dünyanın, çekip alıyor önce
Lezzetini umursamaksızın zaferin büyükçe
Aydınlanan hava yırtılıyor sonra
Nereden geldiği duyulmayan kükremeyle
Sen hüznün kara tahtına oturmuş kara sürmeli kara efendi
Ben tahtın oturtulduğu yerde boğulmuş sürmesiz kara
Bu bana ilk dokunuşun
Ellerin sıcak, kuru, tuttum
İşte yüreğinin davetiyesi, sonsuz alan içinde sonsuz kumdan çöl atlası
Kadınlarla erkekler dans etmiş rüzgarın sesine
Yitirecek zaman yok, çek halatları
Güneş arkandan vurduğunda görülmesin ne yaptığın
En kara turuncular saklasın seni
Hatta öyle bir zamanda çek ki Güneş, nerede, anlaşılmasın
Bir çocuğun gözlerinden bak örneğin
Al tonları ayırt edecek kadar kurnaz olma
Al, bunları sana topladım, Ürek! Kan dolu.
İçinden sevdiklerini seçeceksin eksi beş kez
Sonra acı ile sessizliği alıp eritmelisin saçlarına
Akış tırnaklarına süregelirken batmalı ay
Haberin varmış gibi yaparak konuş
Dudakların her durduğunda
Meme emmeyi bırakmamış ol arkanı döndüğünde
Göreceğin ölümün değil, işlenmemiş soluktur
Bu dışı necef, içi sülüğen dizgeni ben istemedim
Yüreğin yanardöner, vermilyon ve soğuktur
Yönseyişin bir, öne; iki, yere doğruyken
Eğildiğinde kara mı kızmalı
Bezekar o cihandar çenara hafiz berg-i diraht iken
Dal koptuğunda ele mi kızmalı
İtiraf-ı teharrub hunu hala evrenge bi kazf iken
Kuş korktuğunda sese mi kızmalı
Layemutta habaddar binihaye var bilse sefih beşer
Kralın Nüfuzu
Ne demek istediğini anlıyor gibiyim Uzay. O kadar fazla haklısın ki daha önce hiç kimse bu kadar haklı olmamıştı. Öz eleştiri sırası bana geldi anlaşılan. Döküntü, çok severim kullanmasını. Anlattıkları güzeldir çünkü. Bir zamanların en gözde düşlerinin baş karakteri olurlar. Öyle dert yanmaya da gerek yoktur, zaten güzelliğini gören çoktan ölmüştür döküntünün. Sana ise nostaljik bir hava verir o, öyle kabullenmeye dünden hazırsındır, öyle anlamak bilmezsindir. Nereden bakarsak bakalım birilerinin yaşamına bir noktada hep değer, hep unutulmaz bir etkisi olur döküntünün. Geçmişle geleceğin arasındaki bağ kurma yeteneği olan tek varlıktır döküntü. Ayakta kalmanın güzellemesiyse hiç değil, bu içi küfür dolu gerçekler. O, elleri en öpülesi kadınların terleri incir kokan çocuklarının özenle kesip biçtiği ahşaplardan yapıldı, içinde binbir aşkı konuk etti, gür sesi oğlanların bağırışmalarını yankılandırdı boyaları, "Bunun için yıpranırım işte!" diye solmaya başlayarak. Sonra bir çocuk geldi. Elinde bir dal uzunca, ortasından üç tane daha küçük dal çıkmış, birazcık uzayıp kopmuş. Çocuk dalı evin ortasına diktiği anda bir ağaç bitivermiş altından, arkasını bir kez dönüp eve yine bakınca binlerce yıl geçmiş, ağaç da ev de döküntü olmuş. İşte ben o çocuğum, elimde ağacımdan asam. Oysa yıllar önce sokağından geçip yüzümü bile çevirmediğim tarafta kaldı. O tarafın gömüldüğü koca karanlık yüzümün yarısı oldu ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım değiştiremedim birinden birini, birbirlerini yemelerini. İşlerin böyle yürümesi gerektiğini kim zırvalıyor öyle? Hem belimdeki vuran bu ağırlık da ne?
Düzenlerden Uyduların Hakanı
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!