Murat Demirci Şiirleri - Şair Murat Demirci

Murat Demirci

Yaşım almış başını gidiyor ben direniyorum, hiç büyümedim aslında, gözümü korkutuyordu benden önce büyüyenler, çocuk kalmak işime geliyordu, en çok 28 yaşımda uçurtma uçurdum, bütün yaz rüzgar kovladım, dolaşmadığım gezmediğim tepe kalmadı. Birde birini severken onun yardımını istemedim, hatta bilmese daha iyi olurdu. En çok bildiklerinde canım yandı, bilmedikleri zamanlarda sesiz sakin, huzur içinde seviyordum. Hiç kimseye benzemeye çalışmadım, ben böyle iyiydim, herkes sadece kendi çocuklarını seviyordu, ben bütün çocuklar için canımı veriyordum. Çiçekçilikte yaptım, kurşunda attım, oruçta tutum birkaç tane, bir kaç kez namaz kıldım, çokça günah işledim, bana sorarsan hepsi helaldi. Yalan söyledim, hem de öyle üstü kapalı sudan sabundan yalanlar değil, gözünün içine baka baka, yalanın en daniskası hem de. Sözde hürdüm, demokrasiyle yönetiliyordu ülkem, oysa doğduğum günden beri, seyahat özgülüğüm hep sınırlıydı, şöyle bir aylık bir Küba seyahatini hak ediyordum, buz gibi bir Moskova akşamında Kızılmeydan’dan geçmek, Sidney’de şuursuzca bir kadınla öpüşmek, Paris kafelerinde şiir döktürmek, sonra mesela birkaç dil bilmek, sonra hiç olmazsa bir enstrüman çalmak, sonra saçlarım keşke hiç dökülmeseydi…
Ben hep sen yokken yaşadım seni, varlığın Filistin askısıydı, ne zaman gelip sokulsan sol göğsüme, kendimi küçücük bir hücrede hissetim, penceresi bile yoktu, sen sarı bir lambaydın, düğmesi kapının dışında olan, etrafında sinekler uçuşuyordu, ben sana diyordum “onları uzak tut kendinden sinek işte” duymuyordun. Senin geleneklerin vardı, törelerin vardı yazılı metinde olmayan, senin yasaların benim cezamdı nerde ve nasıl karşılaşırsak karşılaşalım. Hep aynı suçtan yargılanıyordum, artık ceza indirimim de yoktu…
Dünyada sadece sen ve ben kalmalıydık, bir üçüncü kişi bile fazlaydı, ancak işte o zaman duyguların matematiksel çözümleri olması gerekmediğini anlata bilirdim, üstelik elma yedirmek zorunda da değildin, nasıl olsa hava anamız o işi halletmişti… Ben seninle çok modern bir toplumda, büyük bulvarlarda, uçsuz bucaksız bahçeli yalılarda yapamazdım, zaten hiç biri yoktu. Ben seni en ilkel şartlarda nasıl mutlu edebileceğimi biliyordum, sen daha üşüdüm bile demeden ateşi yakmak, acıkmana 10 saniye kala sofranı donatmak, sonra derin bir akşam serinliğinde denizi seyrederken saçarlını taramayı seviyordum, hiç taramamıştım oysa ama seviyordum. Ben senin gözlerini seviyorum, gözlerinin içindeki sessizliği, ondandı sana bakarken konuşmak işime gelmiyordur, cümlelerin arasında gözlerini kaybetmekten korkuyordum…
Ben En çok bir gece sabaha karşı apar topar uyandırılan adamları kıskandım, son 15 gündür kapı ağzında hazır tutulan çantanın unutulduğu hastane koşuşturmaları. Sonra arabanın arka koltuğuna sığmayan karnı burnunda sen, elim ayağım dolaşır bunları düşlerken. Gecedir oysa caddeler belki bomboş ve yol bitmek tükenmek bilmez, bir yandan elinden tutarken, bir yandan alnından öpmelerim, sonra hep o soru dudaklarından dökülen “gelemdik mi daha” ansızın bir hastane girişi, sedyemi yoksa tekerlekli sandalyeyle mi taşırlar sancısı tutmuş kadınları. Bahçede dolaşıp huzur içinde sigara içen öteki babalar. Alıp götürüyorlar seni arkana dönüp bakıyormusun, yanındamıyım hâlâ, iki tarafı da içeri açılan bir kapıdan giriyorsun, kapı yüzüme kapanıyor. Kalbim artık sol göğümsün altında değil, kalbim seninle gitti ya durursa, ya bir daha atmazsa. Kendimi bir sandalyeye bırakıyorum. Bekleme salonlarında kocaman bir monütör olurmuş ve içerde sancılar içerisindeki kadınların adları akarmış ekranın altından, sonra doğumlar bildirilirmiş, oğlu olanlar mavi, kızı olanlar pembe mi yazılırmış ne. Sonra iki yana açılan kapıdan şişman bir hemşire, her nedense doğum hemşirelerini hiç güzeldir diye düşünmedim, adı üstünde doğum şişman bir şeydi belki ondan. Sonra anne adımı okunurdu acaba yoksa baba mı “Murat Demirci” yerimden fırlıyorum “buyurun benim”
-Gözünüz aydın bir kızınız oldu, annede çok iyi…
Dizlerimin bağı çözülüyor dökülüyorum yere…

Devamını Oku
Murat Demirci

Şimdi seksen beş yaşında olacaksın anasını satayım ama öyle sağlıklı ki, ne şeker, ne tansiyon ne kolesterol, yani anlıycan domuz gibi olacan. Ege de bir köye yerleşmişsin, emekli olalı 32 sene olmuş, hatunun beş sene önce bırakıp gitmiş seni bir başına, sesiz sedasız ölmüş can yoldaşın, uyumuş ve uyanmayı vermiş işte. Birde kızın varmış anadım mı, iktisat filan okumuş, sonra yerleşmiş bir bankaya, evlenmiş meslekten biriyle, damat iyi çocuk helal süt emmiş falan filan ama oldum olası sevememişsin, nasıl seversin ki, canının bir parçasını koparım almış senden eşşeoğlusu. O seni sevecek, sevmesine de, dünyada en çok sevdiği kadını sana borçlu, öyle ki ne zaman karşılaşsanız, gözünde tanrısal bir büyü oluşuyor. Saygıda kusur sıfır, babacım diye parçalanıyor, velhasıl sen sevmiyorsun işte.
Şöyle 50 hanelik bir köy olmalı, ne camisi ne kilisesi olacak, şimdi zırt pırt ezan sesi, çan sesi çekemezsin. Harika bir bahçen olacak, marul kıvırcık, maydanozların yeşilin en güzeli. Kıpkırmızı domateslerin olacak, yerli yersiz çıkartıp çakını şöyle dörde böleceksin, birazcık tuz serpeceksin, yiyeceksin. Fidan yetiştireceksin mesela, öyle ki binlerce fidanın olacak, sabahları kalkıp, harika bir kahvaltı, sonra güzel bir yürüyüş, öğlene kadar fidan sulayacaksın, evin okula yakın olacak, her teneffüs cıvıl cıvıl çocuk sesleri çınlayacak kulaklarında, bazen yaklaşıp bahçe duvarına onarlı izleyeceksin, oğlan çocukları ha bire kavga edecek, küffürün bini bin para, sen “oğlum yapmayın etmeyin, sizi arkadaşsınız küfredilir mi öyle” diyeceksin. “yahu dede sende gördün o gol müydü ” diyecek. Arada kalmamak için sıvışacaksın. Köyde başı ağrıyan, kıçı ağrıyan herkes sana akıl danışmaya gelecek, bildiğini paylaşacaksın, bilmediğinde olmadı alıp kasabadaki Devlet Hastanesine götüreceksin, yol boyu sana bıcır bıcır hikayeler anlatacak, yok gelini bilmem şöyle hayırsızmış, oğlan sütü bozuk çıkmış, dertlendikçe dertlenecek, dinlemiyceksin, dinliyormuş gibi yapacan ama dinlemiyceksin. Çaresini bulamadığın hiçbir derdi beyninde barındırmıycan ki, şöyle bir müddet daha yaşayasın. O anlatacak yol boyu, sen yıllar öncesine gideceksin, karının “hamileyim” değdi o güne, çocuklar gibi sevindiğin ağladığın, sonra hatununu bir başka sevmeye başladığın o yıllara. Gülümseyeceksin kendi kendine.
Karşı komşun Merve hanım olacak, atıyorum kocası yemene gitmişte dönmemişlerden, bütün gün sana askıntı olacak “Sana bi can şenliği lazım ihtiyar inatçılığı bırak” filan ama umursamıycaksın. Senin başka sevdaların olacak, senin kendine özgü kişisel aşkların yetecek sana. Mesela kızının patikleri hala duruyor olacak, sonracıma yemek yedirirken annesinin yakasına taktı o her neyse, çorapları bile duruyor olacak, minik ayak kapları. Çıkartıp sereceksin koltukların üstüne, geçeceksin karşısına seyredeceksin. “ah meleğim” diyeceksin…
Ah bir tanem, nasılda tütecek burnunda, şöyle koskocaman sarılıp “babacım seni çok özledim” dediği günlerin hepsi birden gelecek gözlerinin önünden, bütün mezuniyet törenlerini, bütün okul önü beklemelerini anımsayacaksın. Akşamları msn sohbetleri edeceksin kızınla “ah be babacım nasıl özeniyorum sana bilemezsin” diyecek “neden beni ziraat fakültesine göndermedin ki, bende senin gibi toprakla uğraşsaydım, çok yoruluyorum be baba” sende diyeceksin ki o zaman zırt pırt aşık olurdun, boş vaktin çok olurdu ve bir sürü ipe sapa gelmez dertler edinirdin kendine, bak şimdi kocanı bile zor buldun.
Öteden ağrı torunun gelecek koşarak, çığlık atacak “Dedecimmm ne zaman geliyor musun annem beni sana getirmiyor çok özledim” Akşamları kitap okuyacaksın, Nazım şiirlerini bilmem kaç bininci defa yeniden şöyle tadına vara vara, ilk defa okuyormuş gibi, oysa bir çoğu ezberinde olacak, gün içerisinde fidan sularken, saman sarsını sahneye koyacaksın kafanın içinde “saçarlı saman sarısı kirpikleri mavi” … haber bültenlerine bakacaksın ve spiker cümlesini tamamlamadan küfredeceksin ama ne polis bilecek bunu nede Savcı. Yaz akşamlarında kapı önüne atacaksın sandalyeni, bir iki kedin olacak, etrafında dolanacaklar mırıldanarak, çam kokusu çekeceksin içine, etrafında ardıçlar olacak, selviler buram buram, akşam sefaları açacak mesela, rengarenk. Oturup kızına mektuplar yazacaksın ama göndermeyeceksin, sen öldükten sonra okuyacak onları. Sen öldükten sonra daha çok değerli olacak ona bıraktığın satırlar. Öyle çok acıklı şeyler filan yazmayacaksın, neşeli içten ve sevgi dolu şeyler olmalı ki, kızın ne zaman okusa gülümsesin. Çok fazla hasretini çektiğinden söz etmemek lazım, “Babamı ihmal ettim” diye düşünmesin. Çocuk yetiştirmekten söz edeceksin, aile olmanın erdemlerinden bahsedeceksin, sinemalardan, tiyatrodan, resim sanatından falan filan. Öfkenin niçin baldan daha tatlı olduğunu anlatacaksın, öfkelenmeyi ihmal etme meleğim diyeceksin ki, hep içine atmasın. Sonracıma arada bir dostların çalacak kapını, oturup birlikte söyleşeceksiniz, çay demleyeceksin zıkkımın kökünü içesicelere ve onların hastalıklarını umursamayacaksın. Havalar azcık soğudu mu romatizmaları beynine vuran bu senden daha genç ama senden çok daha yaşlı ihtiyarlara teslim olmayacaksın. Kimi hafta sonarlı kızın gelecek hem de hiç haber filan vermeden, pat diye duracak kapı önünde arabası, sen büyük bir coşkuyla koşacaksın, bir yandan kızını kucaklayacaksın, bir yandan torununu saracaksın bağrına, ak pak sakalların olacak mesela ve torunun çekiştirip duracak sakallarını “dedeciiğmm acıomuuu” acıyor demeyeceksin hiçbir zaman. Onlara harika yemekler yapacaksın, etli sebzeli güveçler akşamları, sırf ayıp olmasın diye “damat nerde” diyeceksin” ah be baba biliyorsun oda çok çalışıyor, çoktandır annesine gidememişti, o o tarafa gitti bende dedim “Babama gideceğim” üstelemeyeceksin sormaksa sordun işte.
Kızınla akşam yürüyüşlerine çıkacaksın, torunun önünde koşturup duracak, ona bakacaksın ve hatunun gelecek aklına “keşke görseydi” diye geçireceksin içinden ama seslendirmeyeceksin, kızı üzmenin alemi yok şimdi.

Devamını Oku
Murat Demirci

İyi ki gecenin kulağı yok, iyi ki gece hep böyle kör, dilsiz olduğu söylenebilir mi? Saate bakıyorsun 02.00 pencerenin pervazına kollarını serip, göğsünü dayıyorsun, suratına tadına doyulmaz bir serinlik çarpıyor, nefesini tutup kuş sesi arıyorsun, kuşlar bile derin uykuda, yinede caddeden arada bir otomobiller geçiyor. Kapıyı dolaşacak kadar vaktin yok, pencereden atlayıp bahçenin en karanlık köşesine yürüyorsun, belli ki kendini seyredeceksin gecenin bu vaktinde, selvilerin dibinden gecerken bir kıpırtı geliyor, bakıyorsun, inat ettin el feneri yakmayacaksın da nasıl, küçük bir kirpi yavrusu, demek ki yalnız değilmişsin. Kendini kirpiye benzetiyorsun, “görünürlerde dikenlerimden başka hiç bir şeyim yok mu acaba, ondan mı böyle hep uzaktayım, ondan mı hep karşıdasın sen”…
Senin için bütün gece dumanlı hava sahası ve kaybedecek çok şeyin olduğunu bildiğin halde, bir türlü vazgeçemiyorsun sigara içmekten, kaybedeceklerin dedin de, sahi en çok canını sıkan söylediklerin midir, söylemediklerin mi, bunun cevabını en iyi bilen sensin, söylediklerin ağrıyan bir dişin çekilmesi gibidir, senden çıkıp gittiği için ağrısı olmaz, asıl söyleyemediklerindir yüreğinde ödem oluşturan, hiçbir antibiyotiğin temizleyemediği söyleyemediklerin. Her mezar bir hazinemdir aslında yoksa bu sadece sana özgü bir cezamı, senin yattığın yer düpe düz hazine olacak, söylemeden alıp götürdüğün kelimelerinle çürümek fena koyuyordu adama.
Susma hakkını bu kadar uzun süre kullanan başka biri varmıydı en azından yalan da olsa arada bir söyleyebilmek mesela, kendine acıyorsun, yalan söyleyecek birisi bile yoktu hayatında. Kadınlar çiçektir derler ya, mutlaka öyledir ama açılımını yapan kimsenin olmadığı bir dünyada, tutup kendi çiçeklerini adlandırıyorsun, onları büyütüp açmaları için gerekli olanları sıralıyorsun yıldızların altında. Bir çiçeği ne kadar kuytuluğa dikersen dik, o mutlaka güneşi görebileceği yere kadar uzar, bunu defalarca gördün biliyorsun, iyi de ya kadınlar, hangi koca bütün gün topladığı güneş ışınlarıyla dönüyor evlerine ve kaç kadın besleniyor bu ısıyla…
-Hoş geldin…
-Hoş bulduk…
Adam olması gerektiğinden çok daha yorgun üstelik haklı sebepleri de olsun, ayakkaplarını çıkartıyor, terliklerini tanımayacak kadar bitkin değil, ceketini asıyor salona geçiyor, televizyonun kumandası elinin alışkanlığı…

Devamını Oku
Murat Demirci

Karşıma çıkan bütün köşe başlarında sana rastladığım anlarım oluyor, bütün otobüs duraklarında sensin, büyük alışveriş merkezlerinin önlerinde rastlıyorum sana, daracık sokaklardan çıkıp, ana caddelere atıyorum kendimi, her köşe boşın da sensin, üşümüş, sinirli, gergin, hani hiç yoktan kavga çıkaracaksın da seni kızdıracak hiçbir yeteneğimin olmaması benim şansım. Görmüyorsun beni ve üst geçitlerden inenlerin arsında bakındığın ben miyim? Omzuna dokunuyorum usulca, ansızın dönüp bakıyorsun “hangi cehennemdeydin” cevap vermiyorum “görmüyor musun dondum” burnun kıpkırmızı olmuş, paltomun yakasını her iki yana açıp, yanağına dokunuyorum, başını göğsüme yaslıyorsun, paltomun yakasını örtüyorum, göğsümde soluyorsun, nefesin kalın kazağımın ilmiklerinden tenime süzülüyor. Öylece etrafıma bakınıyorum, hiç kimse tarafından tanınmasam, hiç kimse dönüp bakmasa, öylece kalsan göğsümde ve artık üşümesen, yada göğsümde öylece kalacak kadar üşüsen, ısınırsan başını kaldırıp “gidelim” dersin diye korkuyorum…
-Bir sigara ver bana…
“Sen sigara içmezsin ki” demem gerekir demiyorum, paltomun cebinden çıkartıyorum paketi uzatıyorum “yak da ver” yakıyorum uzanıp alıyorsun, parmak uçları açık eldivenlerin, uzun ince parmakların arsında sigara yürüyoruz, sana baktığımı görmenden hiç hoşlanmıyorum, bakmasam ama nasıl?
-iki nefeste başımı döndürüyor, bütün gün içiyorsunuz size nende bir şey olmuyor?
Buna vericek bir cevabım var mı? “Kafamı dinlemek istiyorum” diyorsun, hiç arayanım soranım olmasa, hiç kimse ölmese mesela ve hiç kimseye “başın sağ olsun” demek zorunda kalmasam, hiç kimse evlenmese, hatta sen bile ve her hangi bir Pazar günü, bütün planlarımı o saçma sapan düğünlerden birine ayırmasam. Akşamları işten çıktığımda kendimi sokaklara vursam, ayak sütü bir yerlerde kokereç filan atıştırsam, bira içsem bir yerlerde ve hiç kimse yalnızlığımı fırsat bilip eşşeoğlu eşekler gibi bakmasa…
Sokağın köşesinde park halinde dörtlüleri açık bekleyen araba, sileceğe iliştirilmiş bir ceza makbuzu, alıp cebime atıyorum “benim yüzümden yazmışlar ben öderim” derken gülümsüyorsun, bu iyiye işaret. Kapıyı açıyorum biniyorsun, kabanın uçlarıyla dizlerini sarıyorsun sıkıca, direksiyona geçiyorum “araba sıcakmış bu iyi geldi” gidiyoruz gözlerini kapatmışsın, yaslanmışsın geriye, yüzünde öfke yavaş yavaş yerini bir huzura terk ediyor, şehir merkezinden bir an önce uzaklaşma gayreti, bildiğim bütün kestirme yolar aklımda uçuşuyor, seni bir an önce bu kalabalıklardan çekip almalıyım, boynun sol omzunun üstüne düşüyor, uyuyorsun çocuk gibi.

Devamını Oku
Murat Demirci

Benim en iyi dostlarım sizlersiniz
İlerde yine iyi dostlarım olacak
Onlar sizlerin çocuklarıdır sizler değilsiniz
Şunda hepimiz hemfikiriz
Ben ortaya edebi şaheserler çıkarmış filan değilim
Fakat kurduğum her cümle bir izdir ve kalacak geride

Devamını Oku
Murat Demirci

'Velinimetim' der patrona
Bütün düğmelerini kapatır
Vardiyada şefle karşılaştığında
Bazen de işçileri gammazlar
Patronun
'Aferin oğlum' demesin duymak için

Devamını Oku
Murat Demirci

Adana’ya hiç gitmedim
Ama Çukurova’da insanlar nasıl pamuk toplar bilirim
Diyarbakır’ı gözüm kapalı gezerim
Silvan’a askere giderken şöyle bir geçmiştim
Kitaplardan tanıdım güzel ülkemi
Kitaplarda elektrikli sandalye

Devamını Oku
Murat Demirci

Yasaklardan
Baskılardan
Zulümlerden söz etme bana
Ben işte onlarla iç içe büyüdüm
Türkçe’min otuzuncu harfiyim
Kimse bilmez

Devamını Oku
Murat Demirci

'Beni rahat bıraksalar' derim hep
Tek başıma odam da
Ne acıkmak isterim nede uyumak
Seni düşünmek sadece seni ölümüne
Çekilsin isterim başımdan herkes
Senin için delirsem

Devamını Oku
Murat Demirci

Çok sonra fark edilir yokluğum
Kapımda meraklı komşularımın ayak sesleri
Kimisi zile basar
Kimisi pencerelerden bakar
Nihayet kırılır kapım balyozla
Tahta somyada kıpırtısız yatarım

Devamını Oku