O gidene şanlar olsun,
Uçuyor yedi renkli kelebekler
Kirpiklerimden öpüyor bir saka kuşu,
Yürek kanadıkça kavak kabuğu pınarlardan,
Çuhalar yeşeriyor ılık iklimimde..
Saptınız mı Sisam’dan Ahikerya’ya?
Ben sapmadım, sapabilecekken;
Sanki oradan koparken,
Dingin bir ruhum,
Gül kokan evim olacaktı.
Sanki sapınca… Saros rüzgarı!
Sarı beyaz sabahlardan başka
Hayatın yok benden alacağı
Gölgesi uzun kavak yaprağına
Benzetmek yetmez
Müntehir gülleri
Akşam akşam ne de aksi
Sonrası zulümdü işte dostum,
Yağmurun sessizliğinden nasibini almamış,
Sonrası gidişti işte.. sersefil,öylesine...
Sonrasını... diyeyim mi sana dostum?
Sır kalsın aramızda ama! ....
Diyemiyeceğim işte...acı olan bu ya...
Bir çiçeğe benzediğini neden söylemediler?
Goncan, tacın ve kokunla
Kentin en çorak caddesinde
Yargılarken âşıklar aşklarını
Bir orkide olduğunu söylemeliydiler…
Ten olmadan tin,
tin olmadan ten,
olmazmış,
tin ve ten
tinten
ten ve tin
'' Nasılsın örümcek? '' diye
Sormuştum bir canlıya bir ara,
Örümcekti amenna,
Dedi ki: '' baş ve göğsüm kaynamış, yapışırım sana ''
'' Ben -keliserim- '' dedi, zehrim çengelli,
Zelzeleden birkaç gün sonraydı… Artçılar peşpeşe oluyor, buruk ve yalnız hayatını beşik gibi sallamaya devam ediyordu…
Yalova’nın kızılcık ve kestaneleri solmuş, eylülün bu en tekinsiz günlerinde hayatını çekilmez kılmıştı. Armutlu yarımadasının bu inci gibi parlayan coğrafyası, Samanlı dağlarının gölgesinde bir sığıntı gibi duruyordu…Çınarcık’tan Gökçedere’ye; Kılıçköy’den Taşköprü’ye,Kirazlı’nın yeşil, mavi göğüne kadar heryer ama her yer tedirgindi bugünlerde… Bu kadim Frig kenti tarihinin en karamsar günlerini yaşıyordu…
Bu köyün yeşil örtüsü âdeta sarıya boyanmış, üşüyen bedenini örtüyordu… Kıvrım kıvrım saçlarıyla yatağında uyurken Hitit prenseslerini andırıyordu. Eylül’ün bu serin öğle sonrasında yatağında Kayser’in Leylası gibi uyuyordu, Rüyasında un helvasını görmüştü… Tadı bu dünyada tattığı hiçbir yiyeceğe benzemiyordu. Damağında ilk kez hissettiği bu olağanüstü tat ile bildiği hiçbir helva, bu denli yenilesi değildi. Bildiği hiçbir tropikal tatlı, hiçbir Osmanlı şerbeti, hiçbir lokuma benzemiyordu…
Hiçbir rahat-ul hulkum böylesi değildi. Ne helva-ı hakani ne irmik helvası, ne pekmezli, ne krokanlı ne damla sakızlı, ne sabuni, ne kandil helvası… Hiçbiri ama hiçbiri değildi…
Şimdi dinle ve kulaklarında kalan son sesimin üstüne bir çizgi çek…. Kırmızıya boya hallerimi.. Seni üstü kırmızıyla çizili bir cümleden koparıp nasihat edesim var…
Bir Cebrail gibi vahyin doruklarında konuşan, yazan bendim… Kulaklarına aşkı fısıldayan kendimi bildim… Ellerin bir çağdaş vakanın koynundayken gözlerinden bildim gidişinin haberini,yalana avukatlanmış gözlerinden…
Gözlerini; Saria’dan İbrahim’e Zemzem'i müjdeliyor diye sevmiştim oysa, çünkü sözlerim sadece sevdaya dairdi, viran bir ülkenin ceketsiz kalbinde …
Aldırma her dakika gördüğün seraplara,
Binalar yüksek, kaldırımlar dar, ağaçlar yok ama
Davet edilmek için geldim,
‘’Yurdum’’ diyeceğim, sevgili ormanlarına…
Yaz başında rüzgarlar



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!