Ne Hurman ne Ceyhan ne de Söğütlü
Sulamaz ovanı uyan Elbistan
Meramın anlatsam kalem kağıtlı
Yaran tazelenir dayan Elbistan
Ne kısmettir ne hikmettir çektiğin
Ne düşüm tükendi ne ben uyandım
Neden il edilmez kaza Elbistan
Kimler cevaz vermez yandım ha yandım
Düştü parti parti köze Elbistan
Düşümde gördüğüm gelmez elime
Ceyhan kaynar Akdeniz’e ulaşır
Benzer Kerbela’ya yazın Elbistan
Üç mevsimde kara bulut dolaşır
Gam-kasavet basar yüzün Elbistan
Kamı kasaveti kadere verdik
Muharrem ayının dolu dolu geçtiği Elbistan’da, Elbistan Belediyesi Kültür Ocağı olarak, kendimizi, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Elbistan şube başkanı Ali Rıza Cimikoğlu’na vakıf tarafından verilen iftar yemeğine davet ettirmemiz zor olmadı doğrusu…
Daveti aldığımız andan itibaren bizleri tatlı bir telaş sardı. İçimizden “Eli boş gitmek olmaz! ” diyenler oldu. Bunun üzerine, aramızda eli dolu gitmenin ölçüsünü tartışırken, telefon eden sayın Cimikoğlu’nun birşey getirmemizin uygun olmayacağı yönünde kanaat beyan etmesiyle işin bu veçhesi gündemimizden düştü.
Vakit tamam olduğunda (12.11.2013) iki arabaya binerek vardığımız Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nda bizi kapıda karşılayan –eski başkan– Ali Kaya Hocam tarafından iftarın yapılacağı salona alındık. Salon 5-600 kişinin aynı anda yemek yiyebileceği büyüklükte yapılmış olup, ihtiyaç halinde bu sayı iki katına çıkacak şekilde düzenlenmişti. Başkan Cimikoğlu tarafından saygıyla karşılandığımız salonda, programı rahatça takip edebilmemiz için, sahneye yandan bitişik masaya buyur edildik.
Hoş-beşi müteakip, mikrofon aracılığıyla iletişim sağlanan salonda sayın Cimikoğlu’nun yaptığı iftar konuşmasında şeref konuğu olarak anons edilmemizin ardından, söz Adıyaman’dan gelen Garip Buzkurt Dede’ye bırakılarak program başlamış oldu.
Alevilikte dua sözcüğü ile eş anlamlı olarak “gülbank” ve “tercüman” sözcükleri kullanılmaktadır. Alevilikte tüm dualar halkın anladığı anadilde yapılmaktadır. Doğal olarak bölgeden bölgeye değişiklikler olsa da, genelde tüm Alevi duaları “Bism-i şah”la (Şahımızın adıyla) başlamakta ve Hz. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye atfedilen sözler ile bitmektedir.
Garip Dede’nin sofraya otururken “Bism-i şah... Evvel Hak diyelim, kadîm Hak diyelim... Geldi Ali sofrası, yâ şah diyelim. Şah versin, biz yiyelim. Demine hû diyelim! ..” şeklinde yaptığı duadan/gülbanktan sonra, oruçlularla birlikte yaklaşık 500 kişinin bir araya geldiği sofrada biz de ikram edilen yemeklerden yedik.
Esen rüzgâr ile göğe savrulup
Başım taştan taşa çalayım da gör
Kerem gibi can evimden kavrulup
Ucu yanık nağme salayım da gör
Kader aklaşırdı çıksan kaşıkta
Ömer Hakan Özalp’le birlikte iki cilt halinde neşrettiğimiz Elbistan Ağıtları Her Göz Yaşı Aynı Renk adlı çalışmamızda yer alan, Elbistan’ın Akveren köyünden Süleyman Dal’a ait “Kerim ile Ali” başlıklı ağıtta bahsi geçen Ali’nin Osman Bey’in abisi olduğunu “Tombak’a bir ağıt düştü” başlıklı yazısıyla tanımıştım Osman Gökçe’yi.
“Türküleri dinlemeye ve anlamaya başladığım yaştan beri şiirle ilgilenirim. Anamın dörtlüklerini, babamın ağıtlarını defterime yazdığım zamandan beri de şiir derlerim kendimce. Bir ömür gibi uzun bir zaman dilimine yayılmış bir süreçte, sevdiğim ve beğendiğim şiirleri yazdım okul defterime. Böylece, hiçbir iddiası olmayan ve yalnızca yaşamımın çeşitli dilimlerinde okuduğum ve sevdiğim şiirleri içeren bir şiir seçkisi oluştu. Bu şiirleri sizlerle paylaşmak istedim. Olanak bulup okuyabilirseniz beğeneceğinizi umuyorum.” sözlerini (http://www.osmangokce.com) sitesinden okuduğum Osman Hocam’ın Berit’ten Beri isimli kitabını elime alarak bir çırpıda okuyuverdim.
İnsanı gönül sıcaklığıyla karşılayan, aradaki mesafelere inat memleketinden kopamayan, gurbette sılasını yaşayan, 70’ li yaşlara gelmesine rağmen gençlik yıllarının peşinde koşarken sesi rüzgara karışan, hayatın telaşesi içerisinde farkına varamadığı ayrıntıları, elimden tutarak gezdiren bir şairin samimiyeti beni adeta içerisine çekmişti.
“Gün batımı” isimli şiirinde;
Sonbahar yaprakları sarı sarı
Sallanır durur dalda
Elbistan Ağıtlarından (İkinci Cilt Sayfa 256) alınmıştır.
Kapıderede kalan Halil Çavuşun ağıdı
Askerliğini çavuş olarak yapan Halil (Doğan) teskeresini alarak köyüne dönmüştür. Askere giderken aklında olan, Mehmet (Bölükbaşı) Ağanın kızı gönlünde yer etmiş, sevgisi sevdaya dönüşmüştür. Halil yakışıklı, babayiğit, sevimli, iyi huylu bir Anadolu yiğididir. Fakirlikten başka bir suçu yoktur. Dünürcü salan Halil, kızı alır. Alır almasına da, istenilen başlık parası kendisine değil, ağaya yakışan miktardadır. O dönemde başlık parası, Azraile can borcundan sonra gelen ikinci mecburiyetti. Halil; istenilen başlık parasını kazanmak için gurbete çıkmaktan başka çaresinin olmadığını bilmektedir. Kendi emsali, arkadaşı ve aynı zamanda komşuları olan Kadir Kaya ile kafa kafaya verip bir durum değerlendirmesi yaparlar. O günlerde yapımına yeni başlanılan Kapıdere tren hattının inşaatında çalışmaya karar verirler. O günkü adı kumpanya olan bir şirkette işe başlarlar. Kapıdere-Kadılı istasyonu arasında bir tünel inşaatında çalışırken, tünelden hafriyat taşıyan vagon Kadiri belinden kıstırır (sıkıştırır) ve ağır yaralar. Doktor, hastane nerde.. o zamanlar, Kapıdere çevreye yolu yolağı olmayan bir dağ başıdır. Malatya araştırma hastanesine götürülecek değil ya, yaralanan Kadir, bir çadıra yatırılır. Yarası tuzlu yağ ve soğanla emlenir, kırıkları da sınıkçılıktan anlayan biri tarafından sarılır. Bu olumsuz şartlarda, ağır yaralı Kadir vefat eder. Kadirin cansız cesedi, Büyük Yapalaka getirmek mümkün olmadığı için Kapıderede bir mezarlığa gömülür.
Elbistan Ağıtlarından (Birinci Cilt, Sayfa 247) alınmıştır.
Kerim ile Alinin ağıdı
Ericek köyünden Resul Ömerin oğlu Ali ile Kerim Dolu yedikleri içtikleri ayrı giden, arkadaştan öte, iki sırdaş, iki dostturlar. O gün (02.01.1959) Kerim, Ericeke görmese duramadığı Alinin evine gelmiş, yenilmiş, içilmiş muhabbet edilmiştir. Kerim bir ara silahını çıkararak yağlar ve içinde kalan son mermiyi fark etmeyen Kerim, canı kadar çok sevdiği Aliyi vurur. Aldığı kurşun yarasıyla oracıkta vefat eden Aliyi gören Kerim panikler. Ne yapacağını bilemeyen Kerim, Malaçca köyünden olmasına rağmen Çardak köyüne (kasaba) doğru koşmaya başlar. Çünkü kardeşlerinin bir kısmı Çardakta ikamet etmektedir. Tombak köyüne geldiğinde arkasından gelen Ericekli köylülerden korunmak maksadıyla Tombakta bir eve sığınır. Sığındığı ev sahibi Kerimi içeri alır ve evin kapısını dışarıdan kilitler. Lakin bu sığınma Kerimi kurtaramaz. Kerimin sığındığı evin etrafını saran Ericekliler evin içerisinde yalnız olan Kerimi ateş altına alırlar. Yüz yüze gelindiğinde üç-beş adamın üstüne gelemeyeceği, gözünü daldan budaktan esirgemeyen Kerimi, galeyana gelen ve bir kısım hasetlerin de gayretiyle iradesizleşen kalabalık hiçbir canlının kendi cinsine reva görmeyeceği zulümlük ederek ölümüne sebep olur. Bu iki yiğidin aynı günde içler acısı şekilde ölümlerine, Akveren köyünden Halil oğlu Süleyman Dalın on bir yaşında yazdığı ağıt destan olur ve ederi yirmi beş kuruştan satılır. Süleyman Dal bakalım ne demiş:
Âşık olan daim içerden yanar
Külü, kara düşse kor eyler imiş
Her saat her dakka maşukun anar
Sesli söylemeye ar eyler imiş
Maşuk ne eylese âşık darılmaz
Aşk denilen tek kelime üç harfi
Ne ben yazdım ne sen yazdın unutma
İçerik muamma görünen zarfı
Ne ben bozdum ne sen bozdun unutma
Aşk insanı halden hale evirir
Teşekkürler
Gönüle has gönülden sözler begeniyle okudum üstad tebrikler gönül dolusu selamlar
Gönüle has gönülden sözler begeniyle okudum üstad tebrikler gönül dolusu selamlar