İnsan kendi kendine hâkim olmayı başara bilen yaratıktır. Kendine hâkim olan kendi yolunu kesinleştirendir.
“Tam özgürlük” diye tabir edilen kavramı kabullenemiyorum. Özgürlük zaten tamlık, tümlük anlamına geliyor. Eğer, özgürlük tam değilse, bu artık esaret ve tutsaklıktır.
Kendine hâkim olamadan özgürlüğe ulaşmaya, gerçek zincirleri kırıp tutsak olmaktan kurtulmak mümkün değildir.
Özgürlüğün tutsaklık adlı düşmanı var.
Özgürlüğü tutsaklıkla ölçmek, onu katletmektir. Zira ölçüye sığmayan tamlardır.
Ölçüye sıganlarsa ufaklaşanlardır. İnsan kendi kendine hâkim olmayı başaran kimsedir. Bu nedenle de o, hiç kimseye ihtiyaç duymaz. Zira kendine hâkim olanın başkalarına karşı hâkimlik kurma iddiası olmuyor.
Toplum diye bir bekçimiz var, aklımıza hâkim olan.
Toplum diye bir bastonumuz var, adımlarımıza yön veren.
Toplum adında terazimiz var, emelimizi ölçen.
Bu “varlıklar” içinde biz yokuz, yalnız biz adda suçlular var: Toplum örtüsüne bürünüp ışık arayan.
İki adamdan her birinin bir ideali var. Onlar ideallerini birleştiriyorlar.
İdealler müspettir ve onlar eşitlenebiliyor.
Müspet birler eşitlendiği için bir olurlar ve bu birlik güçlerini iyice pekiştiriyor.
Ve inkâr götürmez matematiksel gerçekler kendisini bir kez daha kanıtlıyor.
Bir artı bir her zaman ikiye eşit degildir.(1+1=?) Bir aslanın kafesine bir tavşanı bırakırsan kısa bir sure sonra aslanı yine yalnız göreceksin.(1+1=1
Ters düşmeye bakar mısınız: Doğa ilimlerinin gerçek diye nitelendirilen matematiğini kimi zaman doğadaki olaylara uygulayamıyoruz.
10 Murat Günü, Yağış Ayı,
23 -cü il
Yolu kestirmeden gitmek, gittiği yere çabuk ulaşmak isteyen – Ben!
Yetişmiş, yuvarlak, siyah zeytin tanesini yuvarlaya yuvarlaya sağa – sola çarpıtarak şakrak ötüşleriyle çevreyi ihtizaza getiren ala serçe.
Dünya hâline uygun, mor renkli gözleri ışıl ışıl yanan, pusuya yatıp avına saldırmayı bekleyen kedi.
Ben kediyle serçenin arasına girdim, oldum namert.
Kedi de zaten yüz yüze degil, namertçesine öldürecekti serçeyi.
Ben yürüdüm, kedi sıçradı, hopladı, serçe uçtu...
(felsefi – bedii miniatür)
I
Adamlar içlerinde ikilemi gezdirdikleri sürece, soğuk savaşlar bitmeyecek. Hep insanların ikileminden başlıyor savaşlar.
Ve bir de herkesin kendi içinde başlıyor savaş!
Edilen laflar, gıybetler önce konuşanın peşinde olur, daha sonra giden şahsın arkasında.
Düşünüyorum: Keşke gitmeseydi...
Peki gitmeseydi neler olurdu?
Giden de susmakla kâmil görünümünde. İçinde oldugu yerin havası bu hâle sokuyor onu. İnsan, dert yanmak için birisini arıyor: Hiç görmedim kendim gibisin.!
Ne mutlu ki insanlar hâlâ sevebiliyorlar. Ne mutlu ki, bu güzel duyguyu kaybetmemişler. Kafaları bugün, ekmek kavgasına; kendilerinin ve etraflarının bir sürü problemlerine karıştığı anda sevebiliyorlarsa, demek ki, sevgime zamanlarını kaybetmemişler.
O aksam telefon açtım, bu garip sehrin yıldızlarını sayarak. Kalbim öyle bir çarpıyordu ki, kendi kendime: “Keşke ahizeyi götürse! ” diyordum. Eğer, götürmeseydi o kız yine papagan gibi tekrarlayacaktı: Aradığınız numaraya şu an ulaşılamıyor. Onun sesini sona kadar dinlemek hiçbir zaman hoşuma gitmiyordu zaten.
Ama, bu kez ses geldi:
- Sen misin?
- Benim, benim dedim aceleyle – Ne zaman geliyorsun?
- Biliyor musun, burda kalmamı istiyorlar. Kalayım mı?
Uykum ayakta hâlâ, nöbet tutuyor, hasretle bekliyor kiprikler yorulup kavuşsun diye. Onlar hırsız kediler gibi iki büklüm olup bekliyorlar karşımda, süzülüp girsinler sahibi uyumuş gözlerime diye. Fakat, kipriklerim hâlâ uyanıklar gözlerime sadık oldukları için.
Bu günün mutluluğu uykumu sadece kipriklerimden değil, odamın, penceremin ve sevincime gölge düşüren herşeyi dahası evimin dış kapısından bile uzaklaştırdı. Benim mutluluğuma gölge düşürecek ne varsa hepsini kapı arkasında bıraktı.
Bugün aldığım ödül dünyanın en kıymetli ödülü emeğimin karşılığını veren en büyük değerdi Her yazarın ve şairin yazısı, öyküsü yayınlandığında ona yayınevi veya yayın kurulu bellibir miktar para verir. Bu yayın işinin hukuksal işlemleridir. Ne kadar veriyorlar? İşte bu, herhangi bir gazetenin veya derginin tayin kurulunun kendi işidir. Daha yüksek ödül, Nobel ödülüdür ki, o da dünya çapında kalemi güçlü, ideali sıradan olmayan yazarlara veriliyor. Fakat, bana verilen bu ödülse sanırım, şimdiye kadar hiçbir yazara verilmemişti ve birilerine verilecegini de zannetmiyorum. O ödülü almak için yazar ve okur dünyası bir araya gelmek zorundadır. Yazarın yaşayarak yazdığı dünyada okur, eseri okuduktan sonra yaşamak zorundadır.
Lafı daha fazla uzatmak istemiyorum. Zaten yeterince bilgi verdim. İş yerime, çalıştığım kütüphaneye Türkiye’den gelmiş ve yazdıklarımı okuduktan sonra dost olduğum Tayfun Bey gelmişti. Kendi tabiriyle söyleyecek olursak benim yazdıklarımı okuyup çıldırdıktan sonra gelmişti. İlk kez ondan duymuştum okur hayretini: “Dur bakalım! Senin yazını okudum ve etime diken battı! ” Söylediklerini gerçekten de yaşadığını, yani hakikaten de çıldırdığını hissetmemek mümkün değil. Akşam okudugu “Karalama” felsefî – bedii miniatürümden öyle bir etkilenmişti ki, sözler ağzından çıkarken sanki kovalamaca oynuyorlardı. Gözleri dışarı fırlamıştı. Biraz da göz çerçevesinin etrafında duran kipriklerine teşekkür etsin. Onlar olmasaydı, kesinlikle gözleri kökünden dışarı fırlayacaktı
Tüm gününün o yazıyla geçtiğini, hâlâ o yazının etkisinden kurtulamadığını anlatıp bitirdikten sonra:
Ə vvə l qız gə ldi, sonra oğlan.
Ə vvə l qız getdi, sonra oğlan.
Gah belə , gah da elə . Nə fə rqi? Biri gə lə ndə , o biri gə lirdi. Biri gedə ndə o biri də gedirdi. Adamların bir- birinin addımını izlə mə sinə uşağlığımızda bu cür tə qiblə rə siçan - pişik oyunu deyirdik.Oyunun ə sas mə dsə di kiminsə kimi isə yandırması və qalib çıxması idi. Sonradan də rk etdim ki, bu oyun böyüklə r arasında olanda EŞQ deyirlə r.
Gə lib getmə lə r, gedib gə lmə lə r o vaxta qə də r davam edir ki, bir - birlə rinə çatırlar.
Sonra bə rabə r ged - gə llə r olur.
Sonra böyük, kiçik işarə si düşür addımların arasına.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!