“Dehşet”, “facia” sözleri girmişti hayatına. Kendi istemeden, beklemeden. Beklemediği için de olayın dehşetini fark etmişti.
Kendi odamda oturup yazı yazıyordum. Kapının önünde göründü. Kaşı çatılmış, gözleri yuvalarından dışarı fırlamıştı.
- Eluca hala, Aynur halanın televiziyonunda bir kadın çocuğunu öldürdü. Sonra da toprağa gömdü.
- Kaç yaşındaymış ki, çocuk? Elimi yazıdan çektim. Aynı zamanda çölde fırtınaya düşüp de yönünü kaybetmiş insanlar gibi olayın etkisinden durumu değişmiş ufaklığın dünyasında yakınlık yaratmak için, bu olaya bir de büyüklerin renk katması gerektiğini düşündüğümden konuşmaya başladım.
- Küçücük, minnacık bir çocuğu... Konuşa konuşa gözlerini kıstı. Küçük ellerini birbirine yaklaştırdı. Lafını bitrdikten sonraysa elleri birbirine yapıştı. Bu kez konuşmaya kapı ağzında duran annesi mudahele etti:
- Her hâlde çocuk, annesinin sözünü dinlememiş, annesi de o yüzden sinirlenerek çocuğunu öldürmüş...
Hiç durmadan yağan yağmur, elbisemi iyice ıslatmıştı.
- Abla, azacık acele et, diye ekmek satıcısına seslendim.
Yaz serininin de kendine has üşütmesi varmış!
Az sonra balkona çıkıp yağmuru izlemeye koyuldum. Onun böyle art arda yağmasında yere ğöğe sığmayan inatçılık ve aydınlık birleşmişti.
İnsan iradesiyle üst üste düşer!
Kendi onurunu çigneten de, onu çigneyen de, her ikisi de aynı ölçüde suçlu.
Suçlunun suçlu üzerindeki zaferi imkânsız bir şey.Zafer onurun varlığında saklıdır.
Dertle tanışsam da ölmüyorum. Çünkü, ölüm derdin zaferidir.
Derdi diriltmek için degil, öldürmek için yaşamalıyız.
İnsan gibi yaşamayanlar kendi içlerinden çalıyorlar.
Bizim gerçek ihtiyaçlarımız aslında pek de fazla degil. Fakat, bu fazla olmayana o denli fazla ihtiyaç ekleniyor ki, sonuçta ihtiyaçlarımızın kölesine dönüşüyoruz.
Aslında insanın bir gerçek ihtiyacı var: İnsan olmak.
Bu insan olmakla ihtiyaçlar azalıyor; ekler dökülüyor, gerçekler sistemleşiyor.
Gitdim mutfakta kaynayan elbiselere bakmaya, elimi kaldırdığımda baktım ki, kalem elimde gelmişim mutfağa.
Elbise karıştıran tahtayı götürürken mutfakta kullanmadığım kalemim, elimden kayıp kovaya düştü. Tutup çıkardım oradan kalemimi. Mürekkep aktı beyaz elbiselerimin üzerine.
Cansızları kendisi kurgulayan düşüncesiyle amelini denkleştiremeyince karalama olur yarattığı.
Hiç kimse insanlığa yaptığı karalamayı sergilemez kesinlikle...
Gelecekten korkmuyorum. Zira onu ben yönetiyorum.
Bu gün, zifiri karanlık! Geçmişte kaldırılmış sorunlar, fırsat vermiyor ki, aydınlansın bugünün üzeri!
Bir görevim var bu gün: Bu günün bu gün oldugunu kendine anlatmalıyım!
Arkamdan taş attılar,
Farkına varamadım!
Taşın farkına varamadan büyüdüm.
Bir gün sinirlenip daha büyügünü attılar,
Daha büyügünü.
O zaman artık ben de büyüktüm!
(İzhar)
I
Adamlar birbirilerini aşağılıyorlar.
Aşağılamayı çok iyi başarıyorlar.
Aşağılanmış birisi aşağılamayı da başarır.
Aşağılanmasa aşağılayamaz.
“Hiç fark etmedim nasıl yazdıgımı.” diyorsun.Yazdığını düşünüyor ve yaşadığını kağıtlarla paylaşıyorsun.
Yazmak, bir zaman sorunu, yazıda anlatılanlarsa hayat!
Zaman, hayatı baki kılan, ölümünse zamanın karşıtı.
İki insan birbirini seviyorsa, bunlar mantıkla birler. Burda 1+1= 2 denklemi kanıtlanmıyor. Bu denklem doğru kabul edilirse o zaman “sevgili” sözü inkâr ediliyor.
10 Murat Günü, Yağış Ayı,
23 - cü il
10.11.01
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!