Akşamın geç saatlerinde kapıları aralıksız üst üste vuruldu, yumruklandı. Açılan kapıdan komşuları Mor Avedis girdi. Çok heyecanlı ve o kadar da telaşlı olduğu karanlığa rağmen hal ve hareketlerinden apaçık beli oluyordu. Oturur oturmaz kurduğu ilk cümleler heyecanın sebebine ve o denli haklılığına açıklık da getirmişti. Çok hastaymış, günlerdir ölüm ve ölüme dair çok kötü rüyalar görüyormuş. Eceli, her an yanı başında hissediyormuş. Bu yüzden dışarıdaki çocuk ve akrabalarını son bir kere daha görmek arzusuyla, onları çok acil köye davet eden bir mektup yazmış. Gece gece bu ani ziyaretinin sebebi de bu mektubu tez elden kasabadaki Kuyumcuya götürecek kimsesi olmamasından kaynaklanıyormuş.
Yavuz efendi, konuyu anlayınca; “Komşusunun bunu dert etmemesini” söyleyerek mektubu kasabaya götürmek için sabah namazında iki çocuğunu yola koyacağına dair söz verince Mor Avedis Efendi, derin bir oh çekti ve biraz sakinleşti. Geldiği gibi aynı heyecanla Süryanice dualar ederek tekrar gecenin karanlığında sokakta yavaş yavaş ilerledi ve gitgide karanlıkta silueti de kayboldu…
***
Sıra Dayağı
Yeni bir yüzyılın başlangıcında, İl merkezimizin en güzel ve popüler İlköğretim okulunda göreve başlıyorum. Sınıf öğretmeni normu dolu olduğu için, okulun seçmeli olan bilgisayar derslerine giriyorum.
Birinci sınıfları bilgisayar laboratuarına götürdüğümde öğrencilerin çoğunun iyi derece de okuma yazma bildiklerini görünce bayağı şaşırıyorum. Hele maviş bir kız öğrencinin Bilgisayardaki denetim masasını karıştırdığı görünce gözlerime inanamıyorum. Kendi kendime, “İşte bir bilgisayar kurdu daha.” Yanına yaklaşıyor. Uyarmak için hafifçe kulağından tutuyorum.
Ölüm oruçları boyunca konu ile ilgili çok mesaj ve haber paylaştım. Bu konuda yazı yazmamı isteyenler de oldu.
Bu istekleri kuşkusuz sipariş üzeri yazı yazmadığımı bilmemelerinden kaynaklanıyordu. Birde ilhamım gelmeyince bir türlü yazamıyorum işte.
Ölüm oruçlarına son veren İftar Ezanı’nın İmralı’dan okunması üzerine herkes orucunu açarken, konu da artık benim için kapandı diye düşündüm. Ama ilhamım beni Özgürlük Meydanı’nda yakaladı. O kadar yoğun bir şekilde benliğimi sardı ki önümü göremez oldum. Özgürlük meydanın o geniş trafiğe kapalı alanında bile birkaç kişiyle çarpıştım.
TAŞ ATMA KURSU
Gece boyunca kıvrandım durdum. Bu yüzden olacak ki sabah erkenden kalktım. Kendimi için için kaynayan korkunç gök gürlemelerine rağmen tek yağmur damlası bırakmayan bulutlar gibi hissediyorum. Boğulacak gibiyim. İşte ayda bir böyle gelgitlerim olur. Bu durumlarda başımı alıp hep uzaklara gitmişimdir. Bugün de bu ihtiyacı çok fazla hissediyorum. Ama nerdeyse bölgenin dört tarafında bir kargaşa var . Şehir giriş çıkışları ya kapalı ya da sıkı kontrol altında. Nereye gideceğime bir türlü karar veremiyorum en iyisi yolda karar vermek.
Dışarı çıkıyorum. Sokaklar ıssız ve sakin, ortalıkta sadece çöpçüler ve köpekler var. Kızıltepe uyanmamış henüz. Arabayı çalıştırdıktan sonra biraz ısınsın diye bekliyorum. Birden sileceklerin arasına sıkıştırılmış kâğıda gözüm ilişiyor. Anlaşılan polisler yine bana ceza yazmışlar. Bu adamlarla bir türlü yıldızım barışmadı gitti. Bana ceza kesmekten sanki zevk alıyorlar. Daha geçen gün postacı 150 YTL ceza makbuzunu bana tebliğ ettirdi. Bu gidişle arabayı versem dahi trafik cezalarını kapatmaya yetmeyecek. İnip sileceklerin arasında ki kâğıtları alıyorum. Üç sayfa A4 kâğıdı. Ceza kâğıtlarına benzemiyor.
Eylül ayının sonlarına doğru gelindikçe evimizdeki heyecan da o oranda artıyordu. Zira ailemizin son (Allah bilir) bir üyesi daha dünyaya merhaba diyecekti. Bunu öğrenen bazı arkadaşlarımız tebessüm ederken bazıları da “Ne gerek vardı? İşte dünya tatlısı bir kızın ve iki oğlun var. Daha ne diye başına dert alıyorsun? Dördüncüsü fazla” diyerek bir sürü ekonomik nasihatler vermeden de edemiyorlardı.
Olsun, her çocukla beraber evde yeni bir pencere açılır, yeni umutlar yeşerir, yeni bir sevgi ve şefkat rüzgârı esmeye başlar. Allah’ın yardımını da insan daha bir yakında hisseder. Cennetten gelen en güzel hediye, bu hediye ile beraber tüm evi bir neşe ve huzur kaplar. Allah’ın rahmet ve bereketi o evi bir gökkuşağı gibi kaplar kucaklar. Şimdiden bile bunu hissediyoruz…
Bakın isim için bile herkesi bir heyecan sarmış durumda. En güzel kız ve erkek isimleri araştırılıyor. Zira cinsiyetini öğrenmek istemedik, sürpriz olsun istedik. Ben kız olsun istiyorum eşim erkek. İkimizde dua ediyoruz isteklerimiz için. Ama ben daha şanslı görünüyorum. 3.Erkek geleceğine 2.Kız gelmesi daha uygun. En azından bir şeyleri paylaşmaları için, kızımın bir kız kardeşi olması, kızım açısından da güzel bir şey olacaktır. Dualarımızda ki bu sebeplerin de dikkate alınacağı umudundayız. Hata buna o kadar inanıyorum ki:
Türbanlı
Yoğun kış muhalefeti ile uçağımız rötar yapınca bize de, adı bekleme salonu olan havalimanın ikinci katındaki salonda beklemek düşüyor. Boş banklara göz gezdiriyorum. Hemen hepsi dolu. Yerimden kalktığıma pişman oluyorum. Nihayet, sağ ucunda yaşlı ve sakallı bir dedenin, sol ucunda türbanlı bir genç kızın oturduğu bankın boş olan orta kısmına sıvışarak oturuyorum. Oturmasına oturuyorum da yüzüm utangaçlıktan kıpkırmızı kesilirken, terlemeye başlıyorum. Bu halim hemen benim doğululuğumu ele veriyor. Oturduğuma bin pişman oluyorum. Ama başka oturacak boş yer de yok. Salonun dev LCD Televizyonundan haberleri izleyerek kendimi toparlamaya çalışıyorum. 222A adı altında insanlar toplanmış, Anıtkabir'e yürüyorlar…
Uğur’un İhalesi
Uçaktan/Google Eart’tan Mezopotamya topraklarına baktığınızda, Fırat ve Dicle’nin bölgenin atardamarları gibi her tarafa hayat verdiğini göreceksiniz. Bölgenin sol göğsünü temsil edercesine Mardin şehri kabartı olarak görülmektedir. Sol göğsünün hemen altında bölgenin kalbi atmaktadır, Kızıltepe.
Kızıltepe; Bağlı olduğu Mardin ili dâhil olmak üzere Nüfusu ve ekilebilir verimli topraklarıyla Türkiye illerinin birçoğundan büyüktür. Çalışkan, Zeki ve o oranda da inatçı insanlarıyla Mezopotamya’nın kalbi olmayı hak etmiştir. Bölgenin hatta Ortadoğu’nun kalbi hep burada atmıştır. Dünya’ya hâkim olmak isteyenlerin Ortadoğu’ya, Ortadoğu’ya; hâkim olmak isteyenlerin Mezopotamya’ya hâkim olmaları gerekmektedir. Bu hâkimiyet mücadelesi sonucu buralar tarih boyunca savaş sahnesi olmuştur.
Kız çocuğu, merdivenleri ikişer ikişer atlayarak zemin kattaki mini markette indi. Her sabah olduğu gibi gene gazete başlıklarına önce bir göz attı. Bir köşe yazarın yazdıkları dikkatini çekmiş olacak ki o gazeteyi de ekmek sepetine koydu. Ödeme için kasiyere yanaştı. Paranın üstünü iade eden kasiyer küçüğün aldığı gazeteye görünce:
-Senin baban o gazeteyi okumaz ki! Onun gazetesi daha gelmedi.
Çocuk cevap vermeden indiği basamakları hızlı adımlarla tekrar çıkmaya başladı. Ekmekleri mutfağa bırakırken, heyecanla babasının yanına, oturma odasına geçti. Gazeteyi babasına uzattı. Babası kızının kendisine hiç okumadığı bir gazeteyi uzatmasına bir anlam veremedi. Ama kız köşe yazısı başlığını babasına gösterince baba konuyu kavradığı gibi yazıyı da hemen okumaya başladı.“Kürt siyasetinin Zergan sorunu” adam yazıyı bir solukta okudu. Ardından bir daha okudu ve derin düşüncelere daldı, neredeyse dakikalarca hareketsiz kaldı. Kızı hala ayaktaydı. Kafasını gazeteden kaldıran baba kızına baktı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!