Krizlere kurban edilen yoksullar ve yoks ...

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Krizlere kurban edilen yoksullar ve yoksulluktan kurtulma adına verilen kurbanlar. (Düz Yazı)

Krizlere kurban edilen yoksullar ve yoksulluktan kurtulma adına verilen kurbanlar.

Günlük olaylara dar açıdan baktığımızda haklı gibi görünen ve bizi yanıltan olaylara bir de
tarihsel süreç içinde bakmaya çalışalım. Neden her olayda hep yoksullar, hep yabancı uyruklular,
hep rengi kara olanlar suçlanıyor. Neden kadınlar, neden çocuklar, kısacası neden hep zayıf olanlar
kurban seçiliyor, kurban ediliyor?
Dünya o kadar geniş, olaylar o kadar karmaşık ki; yanlış ile doğru arasında ayırım yapmak kolay
değil. Hele bütün gün geçim derdi ile çırpınan bireyin eve geldiğinde dinlenmek ve ailesinin diğer
fertleri ile ilişkileri, aile sorunları ile de önemli bir zamana ihtiyacı olduğunu göz önüne aldığımızda
olayların, gösterilen yüzünden fazlasını görmesini beklemek, haksızlık olur sanıyorum.
Normal olarak toplum hayatını organize eden koca bir devlet, devletin çeşitli kademelerinde seçilmiş veya atanmış işin ehli sanılan elemanlar… Buna karşı her şey kötü gidiyorsa, alnımıza yazılan o kötü kader… Bir de TV de izlenen pembe tablolardan sonra bu kötü gidişatın sorumlusu
tümüyle bireyin kendinde gibi görünüyor… Bunalımlar ondan sonra başlıyor…
Biraz irdeleyelim, olaylara bir de geriye dönerek, bir bütünlük içinde bakalım…
Devlet toplumların bir arada yaşama koşullarını yerine getirmek için yapılan bir örgütlenmedir.
Bu yapılanmanın da zayıf yönleri vardır. Bu zayıf yanlar her ne zaman istismar edilmişse o zaman
güçlü devlet kelimesi bol bol kullanılmaya başlanmıştır. Bizde ise artık besmele gibi ağızdan eksik olmamaktadır.
Konuya bütün ekonomik talimatlar, askeri talimatlar dışardan gelen heyetler tarafından ülkemizde icra heyeti işlevi gören yöneticilere dayatıldığı için uluslar arası ilişkilerden başlayarak girelim.
Ülkemiz 1950’den bu yana ABD yardım alarak ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmaktadır. 1958 de
IMF ile tanışmış ve o tarihten bu yana tam 17 stand-by anlaşması yapmıştır. O tarihten bu yana 2000
yılında tam olarak bu anlaşmaya uymuştur.
Kapitalizmin karekteri gereği (artı değer sömürüsünden kaynaklanan karekter) krizleri kaçınılmazdır. Ülke ekonomisi ne kadar güçlü olursa olsun bu krizler den kurtuluş yoktur. Onun için
güçlü olan ülkeler bu krizleri hafif atlatabilmek için zayıf ülkelere daha fazla yüklenirler. Bunu en
sağlam gerekçesi de borçlandırma politikasıdır.
İşte dünya kapitalizmi IMF yi alacaklı olduğu ülkeleri, kendi tercihleri doğrultusunda, programlamak için görevlendirmiştir.
Pırıltılı laflarla en zor koşullar dayatılmıştır. Elbette hiç kimse çıkar sağlayacağı birine kötü
hedefler göstermez.
IMF’nin Türkiye için de hedefi borçlarını ödeyebilir konuma çekmek olmuştur. Kendine kafa tutacak birini yaratacak değil ya…
Bunu için yapılanlar:
1. Özelleştirmelerin yapılması. 2. Devletin ekonomiden çekilmesi 3. Ekonominin serbestleşerek dışa açılması…vs.. Bu kadarı bile halkın ortak malı olan devlet varlıklarını ve üretim
araçlarının elinden alınarak yerli ve yabancı şahıslara veya şirketlere yok pahasına devredilmesi…
devreye rüşvet mekanizması da girince, parıltılı sözler ve yalanlarla milyonların ve gelecek üç dört
kuşağın da hem borç altına sokulması, hem iş alanlarının kapatılması (Büyük iş alanlarını alan yabancı şirketler, daha verimli, iş gücü daha ucuz olan, başka ülkelerdeki fabrikaların lehine verimsiz
olanları kapatarak, az işçi ile rekabet gücünü artırma politikası… merkezileşmenin ana politikası)
sonucu işsizliğin daha fazla artması yoksul halkı olumsuz yönde daha çok etkilemektedir.
Küreselleşme denilen, ve büyük bir nimet gibi beyinlere işlenmeye çalışılan bu merkezileşme
politikası, yine güçlü dünya kapitalizmi tarafından borçlu ülkelere dayattığı, Borsa kanalı ile sosyal sigorta fonlarından yararlanmak, sağlığa yapılan yatırımı azaltıp borçlara aktarmak, sağlığı paralı hale
getirmek, eğitimi özelleştirmek… vs.. gibi bütün plan ve programları borçları tahsil etme üzerine
yapılmaktadır. Kendi krizlerini hafifletmek için, Tarımda sübvansiyonları kaldırmak, dünya piyasasında rekabet gücü olan tarım ürünlerine kota koymak gibi dayatmaları da borçlu ülke olarak
veya rüşvetler, başka çıkar sağlama yolları ile kabul ettirilmektedir.
Söz konusu olan anlaşmalarda ülkenin borçları sürdürebilmesi imkanından başka bir düşünceleri yoktur. Bu nedenle ülke gelecek için alt yapı yatırımlarına bütçede para kalmamaktadır.
Uluslar arası kapitalistler ve yerli ortaklarının çıkarlarına göre yapılan bütün bütçeler doymak
bilmeyen bu çıkar çevreleri lehine her krizde halka biraz daha yüklenerek, hayatı onlara yaşanmaz hale getirmektedirler.
Bu gün ülkemizde; ödenen vergilerin %21 banka kesimine gitmektedir

Bütçe giderlerinin %65’i tüketim maddelerine eklenen dolaylı vergilerle toplanmaktadır ki, bu
da haksızlıktır. Zengin ve yoksul aynı vergiyi ödemektedir. Vasıtalı vergiler, tüketim maddeleri fiyatının iki- üç katı oranlarını bile geçmektedir.
Milli gelirden %55 pay alan yüksek gelir gurupları, vergilerin sadece %20 sini öder
Vergilerin %15’ini ise küçük esnaf öder
Vergilerin %65’ini ise milli gelirin %19’ unu alan emekçiler öder.

Bu bilgiler ise resmi kayıtlara göredir. Yani bu çarpıklık asgariye indirilmiştir kuşkusuz…

Politikacılar gerçekle ilgilenmez. Onların işi iktidarlarını korumaktır. Bunun için her yol mübahtır.
Her gün radyo ve TV ekranlarında bu gerçekler söylense, iktidarlarını koruyabilirler mi?
Yalanlarının en başında eşitlik, adalet, hukuk, doğruluk dürüstlükten bahsederler. Çünkü onlarda
Bulunmayan işte bunlardır. Halkı istedikleri gibi yönlendirebilmeleri için yalana ihtiyaçları vardır.
Yalan onlar için altından bile değerlidir.
Sadece yalan mı? Her ekonomik krizde bu krizlerden zarar gören, bunalan ve demokratik tepkisini gösteren, toplumlar suçlanmıştır. Ya kominizmle, ya bölücülükle… terörle. Vs…
1970 lerde o dönemin gençlik liderleri kurban seçildi. Bu gün asanlar, silahlı baskınlarla yataklarında kıyıma uğrayanlar, kıstırılıp öldürülenler hep bu haksız gidişata karşı iktidarları
uyarmaktan başka hiçbir şey yapmadılar. Tepki dünya emperyalist sistemine ve yerli ortaklarına karşı
ve kitle gösterileri şeklinde oldu. Onlar insafsızla katledildiler. Ama onlara karşı örgütlenen sermaye
guruplarının, fabrikalarda grev kırıcı milisleri gibi polisin yanında yedek güç olarak beslenen, anti-
emperyalist eylemlerde hep genliğin karşısına silahla çıkan, milliyetçi yaftası ile kitleleri aldatan güruhlar el üstünde tutuldu. Devletin her türlü pis işlerinde kullanıldılar ve hala kullanılmaktalar.
Halkın bağrından çıkan, kendini halkına adayan gençler bu güzelim bahar aylarında halkından öldürülerek koparıldılar. Sebep basit, iktidarlarını sürdürebilmek, yalanlarını gizleyebilmek için
kitlelere korku salmak. Ama onları korkutamadılar. Kendileri onlardan çok korktular. Tam tersine
sosyal muhalefet çığ gibi büyüdü. İşçilerle gençler meydanlarda buluştu. Bu ülke yüz binlere ulaşan
grevlerle tanıştı. Sermaye ve işçi sınıfı arsındaki paylaşımda işçiler paylarını bir ölçüde artırdı. Öğrenciler daha fazla eğitim hakkına ve özerliğe sahip olmaya başladı. Patronlar bu gidişattan rahatsız oldular. Emperyalist mihrakların sözcüleri büyük otellerde toplantılar yapıp, yerli kapitalistleri ve devletin başındakileri uyardılar, ‘’ Biz diktatörlükle yönetilen Afrika ülkelerinde daha çok para kazanıyoruz. Burada yok demokrasi, yok işçi hakkı, yok sosyal haklar derken karlarımız kuşa dönüyor. Siz şu şu… … tedbirleri alın ülkeye sermaye aksın’’ dediler.. ardından 24 ocak kararları alındı onların istediği şekilde sosyal tepkiler onların uygulanmasına fırsat vermedi. Ardından 12 Eylül darbesi geldi…
Demokrasiye dair ne varsa kaldırıldı… İnsan kıyımları başladı.. Örgütler dağıtıldı.
Bu gün hala o yaralar onarılamadı. 80 öncesi darbenin mazereti olarak gösterilen, eylemlerin, cina-
yetlerin çoğu darbe ortamı yaratmak için tezgahlandığı ortaya çıktı… Bu suçları yüklemeye çalıştıkları sendikacılar, dernekler, sosyalistler, koministler, demokratlar çok acılar çekti. Onlardan bir özür bile dilenmedi. Suçlular pişkin pişkin sırıtarak kabullendiler suçlarını. İşte bizim ülkemizde, insana verilen, daha doğrusu verilmeyen değer. Kapitalizmin karları için, kıyılan insanlar…
Bu gün yine aynı şekilde sürekli bir kapitalist kriz kitleleri her gün biraz yoksullaştırıp sıkıştırıyor.
İşsizlik ve yoksulluktan sıkışanlar büyük şehirlerin varoşlarına yerleşip, iş bulma geçinme derdine
binbir zorlukla yüz yüze geliyor. Gelemeyen kendi yerleşim alanlarında kitlesel muhalefetin, insan gibi yaşamanın yollarını arıyor. Bunlara çözüm araması gerekenler, hemen yalan makinesini çalıştırıyorlar. Ne bölücülükleri kalıyor, ne teröristlikleri. Ülkeyi Dünya emperyalist sisteminin
Oyuncağı haline getirenler, onların bir askeri bölüğü gibi emir ve komitaya uygun şekilde icraatta
Bulunanlar birden bire milliyetçi kesiliyorlar. Yok ülke bölünmez… Sanki ne istiyorsunuz diyen
Olmuş … onlar da sınır çizmişler… Ekonomik çözümlere güçleri yetmeyince korku ve baskı ile
Susturmaya, korkutmaya çalışıyorlar
Önce yetkililerin vatandaşlarına vatandaşlık haklarını gözeterek gitmesi gerekir. Devlet olarak
onlara güven vermesi gerekir. Hiç kimse kendisinin de önce birey, bir vatandaş olduğunu unutmaması,
geçici görevle, halka hizmet için oraya seçildiğini hatırlaması gerekir. Kendisi ile her bireyin eşit
haklara sahip olduğunu hatırlaması gerekir. Susturmak, bastırmak, suçlamak, korkutmak, güç kullanmak yollarıyla, yoksulluk önlenemez, yoksulluk önlenmeden de sosyal muhalefet durdurulamaz.
Yılların mücadelesi ve dünyadaki olaylar gösteriyor ki, suçlu şu veya bu iktidar değil, şu veya
bu kişiler de değil, suçlu sistemin ta kendisi suçlu kapitalizm, suçlu emperyalizm. Bu
sisteme karşı, birlik ve bütünlük içinde örgütlü olarak siyasi partilerimizde, kapitalizmin tek altarnatifi
sosyalizmi kurmak için mücadele etmeden kurtuluş mümkün değildir. Birlikte davranmanın örnekleri
Güney Afrika ülkelerinde görülmekte ve söylendiği gibi tek kutuplu dünyada ABD’ye karşı kafa
tutulamaz değil. Bal gibi tutulabilmekte. Irak’ta ilk silah patlayana kadar halk korktu. Ama bu gün o korkuyu yendi hala ABD orada otaritesini sağlayamadı. Yeter ki karşı gelecek güçler bulunsun.
Hiç kimse kendi çıkarları uğruna yalan söyleyenlerin yalanlarına aldanıp yüzyıllardır ortak yaşadığı kardeşlerini suçlama ve ezme kampanyasına ortak olmasın. Oyunlara gelmeyelim.
Bu güne kadar kendi halkını kaç defa acımadan kıyan kapitalizmin sözcülerine aldanmayalım.
Yalanla süslenmiş oyunları bozalım. Birlik ve beraberlik içinde yaşamanın temelini atalım.
Dünyada bizim gibi nice çok kültürlü devlet var. Onları örnek alalım.

Mehmet Halil

Not: Kızılcık sayı:26 dan; İzzettin Önder, Harold Pinter'in Nobel konuşmasından ve Aslan Başer Kafaoğlunun yazılarından yararlanılmıştır.

----------------------------------------

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 9.4.2006 19:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Kamil At
    Kamil At

    Kapitalzmin tek alternatifi bellidir. Ve o olmadan kurtuluş mümkün değildir...
    Mehmet Halil'in düz yazıları BİLGİLENDİRİCİ ve bağımsız.
    Başarılar

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Mehmet Halil