Kavak yelleri
Arnavut kaldırımlarında gezerdi
Sarmaş dolaş sokaklar
Çılgın kuytular öpücüklere boğulurdu
Gözler sarhoş olurdu gökkuşağı altında
Narasını atardı şimşekler
Solmuş yeşillikler saklanır tenhaların arasında
Ezilmiş solmuş çimenlerde sarı yapraklar
Şelaleden düşer eski bir şehir güz kokusu
Güvem eriklerinin mayhoş tadı
Unutulmuş güz yaprakları arasında saklanır
Gün eşitlenince
Son yaklaşır
Rüzgârlar kırılır
Güneş hüzünleri ısırır
Eylül boynunu büker
Ağaçlar üzülür
GÜZ YAPRAĞIM
Beklerdim dalgaların üzerinde sesini
Bir sonbahar günü hüznünde gözlerinin rengini
Yürürken içimdeki yalnız yolcuyla beraber
Özlerdim ellerindeki iki kelimeyi
HOŞCA KAL
Martılar bir başka uçuyor bu gün
Çığlıkları kayalara vuruyor
Deniz kabarmış griye dönmüş
Bademler çırılçıplak
Can babanın misafiri var bu akşam
Hava ayaz
Suya uzanmış kuru dallarında
Söğüt ağacında bir serçe üşüyor
Eğri büğrü çocukluğumun sokağında
Geceye konfeti yağmuru başlıyor
Akşam güneşi denizi yalıyor ufukta kırmızı
Yüksek topuklu eski bakireler deniz kıyısında
Martılar yine dünden kalmış şoparlar
Şarkı söyleyip karşılıyorlar gemileri gevrekle
Denizi köpürtüyor kızların etekleri
Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Deva tellal pire berber iken
Ülkenin birinde keloğlanlar yaşarmış
Keloğlanlar tarikatlara taparlarmış
Her an ölüm
Her an bir tehlike
Acı ihanet yalan dolan
Yaşamak nasıl ödül bu
Seller yangınlar depremler
Allah’tanmış
Keşke burnum Kaf dağına değseydi
Arkama da koskocaman bir tanrıyı da alsaydım
Ne masallar anlatırdım size
Ceplerimden taşardı yeşil banknotlar
Tabi ki de yalardım hepsini zenginliğimin
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!