zincire vurulmuş dünya, sorgusuz
avuçlarında pervasız beşer
ve tarihin aynasında
çarpık ideoloji...
soğuk taştan abideler gibi dikilmiş
çağrışımsız iklimlerin mateminde
acı bir anı saklar ince kesik siren sesleri
ahşap rutubetli asma katlarda...
kimsesiz çocukluğun resmidir duvardaki,
motor yağlarının kirlettiği ellerin izidir...
her vakit umutsuzdur bakışlar
saplandığı zaman gerçekler gerçeklere
hırçınlaşıyorum...
arıyorum kırkı, kırk bebekte
hissediyorum annesizliği
verilmemiş emziklerde...
bütün sesler bende
ne vakit duvarlara çarpmadık ki kafamızı
alacakaranlıklara gömdük geceleri...
görmeliydiniz ruhumuzun çizdiği resmi...
bu, bir yokoluş bilmecesidir biliriz,
yuttum gençliğimi günbegün
bir kızıl sokak ortasında
buldum diğer yarısını yüzümün
masum kimsesiz kaldırımlarda
sen bilinmezlik ummanında
iki kötü gece ve sen vardın...
ya sen de olmasaydın...?
karanlıktı, fena kokuyordu ölüm
ve ölmek, kavuşmak kadar ivedi,
korkuyorum uyandır beni
zahirim ol, ellerinde boğulsun ölüm...
görmek istemezdin dağılmış yüzümü,
kan rengi saçlarımı
dizüstü çöktüğüm odamda,
nemli duvarlara bakışımı...
ne sen, ne de bizler yazdık,
bazen yalnızlığın titrek sesi
bazen bir sazın kopuk teli
cırtlak sesiyim...
varlığın çözer boğazımdaki düğümü...
bazen büyümeye hevesli bir tomurcuk
kalabalık sokaklarda yalnız ve biçare
soyut bir dünyadaymış gibiyim
yürüye yürüye kendi kabuğuma dönüyorum
geceler uzun soğuk ve sessiz, üşüyorum
çaresizlik bağının üzümleri
sönük avizeler gibi gözlerimde...
kıyıya tek tük vuran sarhoş balıklar kin kusuyor,
zıpkınlarında ateşler yanan petrol yüklü tankerlere
karşıda alabora olmuş bir teknenin
kıpraşır deniz üstünde kırmızı feneri
ekmeğiyle oynamışlar
köprü üstünde oltacıların
merhaba hüseyin bey şiirlerinizi begeniyle okudum.bir kısmını yüreğinize sağlık harika şiirler. sevgilerimle.yüreğiniz aydınlık olsun..