Ey suz-i dil, firakınla yak beni
Diler isen cahimine at beni
Endamının tutsağıdır bu hakir
Al götür de pazarlarda sat beni
Suz-i dil: gönül ateşi, gönüle düşen kor. Türk müziğinde bir makam
Bilmem hatırlar mısın dostum
Yıllar öncesinde bir gün,
Yaşlı ve yorgun şehrin
Bir sabahçı kahvesinde
Buluşmuştuk seninle.
Bir dağın yamacındayım
Düşüyorum uçurumdan
Etrafım ölüm ve kan
İnsanlık bu mu?
Bu sen misin, ey insan!
Bahar akşamlarında yıldızlar düşer
Kızıl saçlarının üstüne
Sen taç giymiş bir gül,
Ben, güle aşık bir bülbül...
Uçsuz kıyıları yalarken deniz
Terketti sahilleri ümitsizce insanlar
Çöktü yorgun dallara bir haşmetli sonbahar
Gir kalbime ey hüzün paylaşalım bu demi
Bu mevsime yakışmaz hiç bir şey senin kadar
Sonbahar bir vedadır, hüzündür, hıçkırıktır
Dipdiri elleri vardı bir zamanlar
Hayat doluydu gözleri
Düşünürdü bütün insanlar gibi
Geçmişi ve gelecek günleri
Mektuplar yazardı sevdiklerine
Çek ey insan kirli ellerini rüyalarımdan
Bir melek saflığı var şimdi ruhumda
Mor yıldızlar dökülmeden semanın avuçlarından
Ve kana boyamadan gözlerin her yeri
Çekil git buradan!
Başlar var; düşünür derin derin
Başlar var; tiryakisi kederin
Saatler durur; vurur beyinlerde tiktaklar
Başlar var şimdi altında neşterin
(17/04/1976)
Bir yorgun adamdır o...
Dinler sessizliği ıslak sokaklarda
Yağmurlar yağar üstüne
Güneşler doğar...
Bir yorgun adamdır o...
Dinler sessizliği ıslak sokaklarda
Kurumuş toprak üstünde çiçekler
Ne bekliyorsa yaz yağmurlarından
Biz de aynı şeyi beklemekteyiz
Geçmiş zamanların anılarından...
Gözlerimizde yorgun denizlerin dinginliği
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!