“ Gece yatakta, Önder hâlen basılacak romanının heyecanını yaşıyor, hiç tanımadığı insanların kitabını alıp, okuduklarını ve kendisini nasıl da tebrik ettiğini hayal ediyordu. İşin garip tarafı, bu romanı eşi hiç okumamıştı. Aslında kendisi okutmamıştı ona. Kırgınlığı vardı. Hiçbir yazısını artık okutmayacağına kendi kendine söz vermişti. “
Bu paragraf, site dostlarımdan Sevgili Mustafa Sakarya’ nın, yeni piyasaya çıkan, ilk hikaye kitabı olan “ Bir Yazarın Dramı “ ‘ndan bir bölümdü.
Sevgili Mustafa’ nın kitabının çıktığını öğrenmiş ve büyük bir sabırsızlıkla okumayı istiyordum. Kargo ile kitap bana geldiğinde; büyük bir heyecanla paketi açtım. En değer verdiğim şey, hayattaki ilklerdir. Benim olması veya olmaması, bu heyecanımı hiç etkilemez. Sonuçta, heyecanla başlanılan ve emek verilen ne olursa olsun, nazarımda pırlantadan daha değerlidir.
Yazlık sinemaları hatırladım anılarımda
Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ lı yıllarda
Tahta iskemle ve kuryemiş hepsi gırla
Ağlamaktan gözler şişmiş, bez ekran karşısında
Ne güzeldi o sinemalar, tarih oldular.
BABA SENİ UNUTMADIM.
Ben, şu anda kırk yaşındayım. Bugüne gelene kadar geçen zamanı bazen gözümün önüne getiririm. Çoğunlukla da o anılar, beni çocukluğumda başlatır gezintiye.
O günleri hatırladığımda, iki oda ve küçük bir mutfaktan ibaret olan küçük ama mutlu bir ailenin yaşadığı o lojman, tıpkı trenin vagonları gibi dizelenir gözlerimin önünde.
“ Günaydın! Sevgili dünyam, günaydın sevgili insanlar! , günaydın! Tabiat, börtü böcek, çiçekler, ağaçlar, kuşlar ve ismini hatırlayamadığım varlıklar. Hepinizin günü aydın oldun. İçiniz mutluluk dolsun.”
Belki de mutluluğun sırları bu sözlerin ve seslenişin altında olmalı. Hayata bakış açımız. Kendimizle olan barışımız. İnsanlarla olan iletişim yöntemleri. Hitap şekli. Yüzümüzdeki gülümseme.
Ben her zaman yaşantımda, pozitif düşüncenin bizi iyi yönde etkilediğini düşünen insanlardan biriyim. Bir topluluğun içine girdiğimde, önce selam veririm. Sonra, gözlerim çevremdeki insanları tarar. Onlar kendine yakın gözleri mutlaka bulur. Başka bir şey yapmama da gerek yoktur aslında. Yüzümden gülümsemeyi eksik etmemeye çalışırım.
UMUT
İçinde bir sıkıntı vardı. Bu sıkıntının sebebini bir türlü adlandıramıyordu. İçinden yükselen ve zirveye çıkan, onu şahlandıran bir sıkıntı.
İç sıkıntısının geçmesi için üzerine geçirdiği, ince yağmurluğu ve çok sevdiği kırmızı renkli ayakkabılarını geçirdi. Ayakları onu sahil yoluna attı. Hafiften,yağmur yağmaya başlamıştı.
Canım çok yanıyor Anne!
Canım çok yanıyor Anne! Sen, aşk acısı çektin mi.? Ben, şimdi o acıyı çekiyorum.
Bana, bebeğim diye seslenirdin. Gözlerimin içine sevgi ve şefkatle bakardın. Beni, senden başkasının daha çok sevmesine dayanamazdın. Ayağım tökezlenip de düşeceğim diye korkar, sıkıca tutardın elimi.
Senden gizlice balkona çıkar ve sokağı seyre dalardım. Sen, yanında kokumu hissedemeyince, yanında olmadığımı anlar, korkarak aramaya çıkardın beni evin içinde. Yanıma geldiğinde, yüzündeki korkuyu fark eder; suçlanır, yerin dibine girerdim.
Hatırlıyor musun? Parka gitmiştik, sana şaka yapmak istemiştim. Parkın en uzak köşesindeki ağacın arkasına saklanmıştım. Oradan seni seyrettim gizlice. Senin gözlerin, beni bulamadı bir an ve yüzün bembeyaz olmuştu. Saklandığım yerden çıktım. Yanına geldim ve seni kucakladım. O gün, seni üzdüğüm için kahroldum Anne. Kendime söz verdim. Seni bir daha korkutmayacaktım, şaka olsa bile.
Sen bana yüzlerce kez tembih ederdin oysa.. Trafik kurallarını öğretmiştin bana ilk sokağa çıktığımızda. Renkleri daha bilmez iken sarının, yeşilin, kırmızının trafikte ne anlama geldiğini öğrenmiştim.
Minicik bir yüreğim ben
Topların ateşinden geriye
Kalıntılarında kalan
Toz toprak içinde
Yaşam savaşı veren
Aciz insan şikâyet eder
Basit insan iftira eder
Cahil insan kavga eder
Akıllı insan idare eder
Bu yazıyı çok yerde, bir çok kez okudum. İçimden de ne kadar doğru diye geçirdim her seferinde.
Canım,
Sana hitap şeklim çoğu zaman değişir. Yirmi üç yıllık evliliğimizde, bazen canım, bazen hayatım dedim. Bence, sıfatların hiçbir önemi yok. Önemli olan, benim sana baktığımda, yüzümdeki gülümsemenin şeklidir.
Sana, bugüne kadar hiç mektup yazmadığımı fark ettim. Hiç yazmamıştım. İlk kez, sana bir mektup yazıyorum. Yazmadım, yazmak için ayrı yerlerde olmamız gerektiğini düşündüm sanıyorum.
Puslu bir gündü. Canım, havanın etkisiyle sıkkın bir şekilde, camdan dışarıyı seyrediyordum. Bulutlar kendi içinde birbiri ile bütünleşmiş ve şekiller oluşturmuştu. Arasından, dünyaya ışınlarıyla hayat veren güneş, cılız da olsa aydınlatmaya çalışır gibiydi.
Birden kendimi dışarıya atmak ve sokaklarda öylesine, avare ve amaçsız dolaşmak geçti. Her istediğini yapan biriydim ben. Yağmur yağacağını bile bile sokakta yürümek delilikti bazıları için. Ben de deliydim zaten. Deli olduğumu hiç inkar etmedim ki.
Kendimi hiçbir konuda kısıtlamamıştım bugüne kadar. Aklıma eseni yapardım her zaman. Çevremdekiler, ilk zamanlarda beni yadırgamış, sonra da o şekilde kabul etmişti. Bir kural vardı ve ben o kuralı bozuyordum. Bir kişi, topluma uymak zorundaydı. Toplum o kişiye değil. Ama umurumda bile değildi o kurallar zinciri.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!