Ölüm, bir son değildir; ebediyete açılan bir yelken gibi başlangıç, güneşi simgeleyen sıcaklık gibi, bir yeniden doğuştur...
Batının yararlı düzenini (çalışma sistemi, çalışma ahlâkı vs.) değil de zararlı sistemlerini (zîna, fâiz, alkol, uyuşturucu, bozuk aile yapısı v.b.) örnek alırsak, yâni yararlı olanı değil de zararlı olanına talip olursak, bu özentiyle felâket senaryomuzu kendi elimizle yazmışız demektir. Kendi sonunu hazırlayan toplumların en büyük, en belirgin ortak özelliği; kötü olana ilgi ve özenti duymasıdır. Zamanla bu ilgi ve özenti en müsait ilk vakitte fiiliyata dönüşür ve böylece felâket sirenleri çalmaya başlar.
Yaratılanı tefekkür eden onda Yaratan'ı görür. Tefekkür, sonsuza uzanan kurtuluş, ölü bedene can veren hayat; tefekkürsüzlük, aklın mezara gömülmesi, hayatın ölümden farksız olma durumu...
Bir anne kuşun, yuvayı muazzam matematiksel bir içgüdüyle inşâ etmesinden tutun, yumurtadan yeni çıkan yavrusuna olan anne şefkati, muntazam merhameti, yavru kuşun mîdesine uygun hafif yiyecek (kusmuk) ile yuvaya tutunmasını sağlaması, yavru kuş hayata gözlerini açarken onu desteklemesi gibi bir çok fiil ve unsur akıllara hayranlık uyandırıyor. Bunun gibi, yaratılan her canlı kendilerini tefekkür eden akıllara âdeta; 'Biz yüce sanatkârın eseriyiz' diye haykırıyor...
Yaratılan canlıyı düşünen cânı bulur, düşünmeyen ise bedenindeki can suyunu israf eder ve bir cansızlık içinde kıvranır durur...
Algılar, benliğimizle alâkalıdır. Neyi sevdiğimiz, en çok neyle uğraştığımız ve neye değer verdiğimiz gibi.. Bir terzi, bir insana bakarken üzerindeki kıyafetin biçimi dikkatini çekerken, bir berber ise ilgi odağı olarak saçları görür.. Lâkin bazı duygular böyle değildir. Mesela kibirli olanlar bir başkasındaki kibri göremezler. Çünkü kibir mânevi hastalıktır, kibirli olan ben kibirliyim demez. Kendisinin kibirli olduğunu kestiremediği için de karşısındaki kibirli bireyleri algılayamaz. Çünkü, kibir onun için çok alışılagelmiş ve sıradanlaşmıştır.
Görüneni herkes görür, mühim olan görünmeyeni görebilmektir; Hırsı, kıskançlığı, isyanı, kibiri, kini, gururu.
Duyguların sesini okuyabilen insanlar en ahlâklı insanlardır. Çünkü, kendi kötü duygularını kontrol altına alırlar.
Yorgunluğu ve darlığı yalan/fâni dünyâ olanın; âhiret kadar gerçek/ebedî rahatlığı ve genişliği vardır. Yeter ki, isyân etmesin ve imânını muhafaza etsin. Allâh her şeye kâdirdir...
Sonsuzluğu bulan sona bakmaz, çünkü ölmeden evvel ölümü tatmıştır. Ebediyete bir kulaç dahi atamayan, sonsuz âhireti bir damlacık dahi tefekkür edemeyen ve ölümden bahsetmekten korkanlar ise kendini bu dünyâya sanki hiç ölmeyecekcesine zincirlemiştir. Fakat ruhu o âciz bedeni terk ettiğinde, zincirlemiş olduğu boş cesedi ona fayda vermeyecektir. Çünkü ölmeyen ruh (can)'tur, ten değil !..
Ruhun aç olduktan sonra, karnın tok olsa neye yarar... Karnın tok olduktan sonra, ruhun aç olsa akla zarar...
Özgürlük; Kişinin, nefs esaretinden kurtulması, sırat-ı müstakime giden istikâmet yolunda nefsânî ve şeytânî engellerden arınarak serbestçe yürüyebilmesidir.
Düşünce(râbıta) ile ruh bütünleşiktir. Beyin neyi düşünürse ruh oraya gider. Bazen olmadığımız mekânda kendimizi ordaymış gibi hissetmemizin sebebi de budur. Ruh için mesâfe kavramı yoktur. Görmüş olduğumuz rüyalar da ruhun yolculuk ve serüvenlerinden ibârettir. Ruh rüyayla ilintili olduğu gibi, düşüncenin bilinç altına ittiklerini kişi, düşüncenin gücüyle rüyâsında görür...
Düşünce insana verilen en önemli güçtür. Şuur, bilinç ve beynin tüm mekanizmasını yönlendiren, insanın psikolojisini yöneten düşüncedir. Birçok defa birisini düşünürüz, sonra duyarız ki; o da o vakit bizi düşünmüş. Ya da telefonla tam birisini arayacakken bir bakmışız ki arayacağımız kişi tamda bu sırada bizi aramış. Hemen deriz ki; 'bende tam seni düşünüyordum, kalp kalbe karşıdır derler' diye, işte bu rastlantı değil düşüncenin muazzam gücüdür...
İbadetlerimizde düşüncelerimizi şuurun derinliğini huşuyla birleştirmeyi başarabilirsek, düşünce lütfunu faydalı kullanmış oluruz. Aksi takdirde bize verilen bu yüce ni'meti israf etmiş oluruz. Bize vâdedilen bu keremi, yaratılan ilâhi sanatlara bakarak harcamalı ve yaratılandan Yaradana, sanatlardan Sanatkâr-ı ilâhiye'ye ulaşmak için kullanmalıyız...
Bir hücreden orduları, bir tohumdan ormanları Yaratan, yokluktan varlıklar türeten sonsuz kudret sahibi Allâh, sen öldükten sonra ayrılan kemiklerini mi birleştiremeyecek ey ateist?! Nasıl ki, yaşam varsa ölüm de var; nasıl ki, ölüm varsa ahiret de var; ve nasıl ki, ahiret varsa mahşer(tekrar diriliş/hesap günü)'de var...
Bilmez misin, ananın karnında bir cenin iken kordondan beslenirdin, bütün rızkın sen hareket etmeden, hiç zahmet çekmeden seni doyururdu...
Nefes alsan; veremezsen ölürsün. Yemek yesen; tuvalet ihtiyacını gideremezsen ölürsün. Ne kadarda âcizsin farkında değilsin. Ah biraz anlasan, tefekkür etsen!...
Birilerinin sözü değil, hayallerinin sözüdür; umuda, kelepçe vurmanı engelleyen...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!