Dede Efendi Şiirleri - Şair Dede Efendi

Dede Efendi

Gözlerin ışıl, ışıldı
Ama ben ihaneti gördüm onlarda.
Kalbime sapladığın soğuk,
Delen bakışlarınla
Hainliğine hain ürkütücü,
Kaşların gibi zifir bir gecede

Devamını Oku
Dede Efendi

Piyango
Her zamanki gibi akşam saat 20.00 de eve geldi. Geliş saatini şaşırdığı, senede iki defa olurdu; ikramiye aldığı günler. O da evden izin almak kaydıyla. Arkadaşlarıyla imece şeklinde felekten bir gece çalarlardı. Hepsi maaşları ay sonuna kadar yetiremediklerinden ucuz bir lokanta bulup, hep aynı yere giderlerdi. Lokantanın müşterileri dar gelirli işçi, memur ve küçük esnaflardan oluşuyordu. Kapıyı anahtarıyla açtı. Ceketini kapının yanındaki askıya asarken, kilitte bir anahtarın dönme sesini ve arkasından kapının açılıp kapadığını duyan hanım koşturarak adama terliklerini verdi ve “hoş geldin bey günün nasıl geçti. Önce yemeğe mi oturalım yoksa biraz sırtını mı ovdurursun,” dedi. Adam içinden” garanti bir şey isteyecek beni tavlama numaralarına başladığına göre” diye düşünürken dışından “Yok hanım yemeğe oturalım, sende akşama kadar yoruluyorsun. Çocuklar nerde niye gözükmüyorlar? Garanti bir kabahat işlemişlerdir gene; sende beni yumuşatmaya mı çalışıyorsun? ” Diyerek hücuma geçti.
Yirmi senelik evlilik hayatı onlara şimdi on beş yaşında bir kız ve on sekiz ya-şında olan bir erkek çocuk vermişti. Kız lise ikide, oğlan da ikinci defa Üniversiteye hazırla-nıyordu. Dershane parası çıkışmadığından sınav dergilerinden ve gazetelerin, tiraj arttırmak için verdikleri eklerle idare ediyordu. Annesi de oğluna hak verip diğer talebelerin, on bin-lerce lira dershane parası ödeyerek; kazandıklarını söylüyordu. Adam bir şey söyleyemiyor, tevekkül ile boyun eğiyordu. Kadın kocasına büyük sevgi ve saygı duyuyor, ama ne çocukları, ne de kendini başından beri ezdirmiyordu. O yetersiz maaşla evi pek de güzel idare ediyordu. Kuaför ve makyaj gideri yok denecek kadar azdı. Paralı günlerden aldığı birikmişlerle; evin bir eksiğini kapatıyordu. Çocukların harçlığını ve eğitim giderlerini kısmamaya çalışıyorlardı, ama bir türlü çocukları memnun edemiyorlardı. Adam karısının ev idaresinden oldukça hoşnuttu. Ama bazen de iş yerinde ki stresinin eve gelince arttığını hissediyordu.
Kadın” aaa hiç öyle şey olur mu, bizim için koşturuyorsun, yorgunluğunu alalım da güler yüzle iki çift laflayalım istedim, zaten söyleyen gitti, ne halin varsa gör. Çocuklar hadi sofraya… Babanız geldi” diye içeriye seslendi. Adam söylediğine söyleyeceğine pişman olmuş, başı önde lavaboya geçmişti. İçinden de; (bu sefer tutturamadık ve 1-0 yenik durumda başladık akşama, bakalım beraberlik gelecek mi?) diye geçiriyordu. Sofrada çocuklar babala-rının hatırını aldıktan sonra, anneleri tarhana çorbası koymaya başladı tabaklara. Oğlan (gene mi çorba?) derken lafı yuttu, bu sene boş gezdiği gelmişti aklına. Kız, hazmı kolay ve kilo yapmadığını düşünerek; ses çıkarmadan üfleyerek ekmeksiz içiyordu. Adamcağız başka yemek yoktur kaygısıyla; çorbanın içine yarım ekmek doğradı. Kadın kocasına baktı ve “bu gün çok açsın herhalde, kıtlıktan çıkmış gibisin. Bulgur pilavını da ekmekle yersen şaşmam” diyerek ikinci yemeğin sinyalini verdi. Adam bu işi sevdi ve karısını pohpohlamak için “Bu kadar az parayla böyle leziz ve çeşitli yemekler yapmanın bir sırrı olmalı değil mi çocuklar? “ diyerek de müttefik aradı kendisine. Çocuklar hafta başında aldıkları haftalığın üçüncü gün bittiğini; babalarına nasıl söyleyeceklerini bulamamanın sıkıntısıyla, yarım ağızla destekle-diler. Kadın birden bire; ev sahibinin hanımının geldiğini ve bir aydır geciken kiranın bir an önce ödenmesini, sert bir dille rica ettiğini söyleyiverdi. Ev sahibesi ayrıca bu semtte; iki oda bir salon evlerin bu fiatın iki katına, o da bulunursa kiralandığını, beş yıllık kiracıları olma-salar, çoktan tahliye işlemlerine başlamış olacaklarını da; münasip bir lisanla sözlerinin arka-sına eklemişti. Bulgur pilavı adamın boğazına durmuş; aşağı gitmiyordu. Nefes alamadığın-dan, yüzü kızarmaya başlayınca; bir eliyle masaya vurup dikkatlerini çekmeye çalışıyor; öbür eliyle sırtını gösterip, vurun demeye getiriyordu. Hanım adamın sırtına üç-dört yumruk attık-tan sonra biraz rahatladı. Üstüne bir bardak da su içince; yeniden Dünya ya gelmiş gibi oldu. Şimdi, kapıdaki yumuşak karşılamanın sebebi anlaşılmıştı. Ne ucuz ev bulabiliyorlar, ne de geciken kirayı, ikramiyeden önce ödeyebileceklerine inanıyorlardı. İşe gitmek için iki vasıta, gelmek için keza iki vasıta ücretini de kiraya eklerse; maaşın yarısı böyle gidiyordu. Gazete-lerde icra-iflas haberlerini okuduktan sonra, kredi kartı almaktan korkmuş; iyi de yapmıştı. Mahallede ki bakkal, veresiye yazdıranlara birazcık pahalı verse de; ay sonunda ne verirsen fazla itiraz etmiyordu, ama aydan aya, hesap hiç düşmeden kabarıyordu sanki. Kasap peşin istediğinden değil beyaz etin daha sıhhatli olduğundan, beyaz ete dönüş yapmışlardı. Ayda bir yarım kilo kıyma alıp bol ekmek katıp köfte özlemini giderseler de; balık bile kara etin tadını unutturamıyordu. Giyim, kuşamı da pazardan hallettikleri halde; her ay açık veriyorlardı. Adam” Hadi az şekerli bir kahve yap da… Yok, yok, istersen çay demle de hep beraber içelim ve aile meclisi olarak bu durumumuzu konuşalım.” Dedi. Kız sofrayı toplayıp masayı silerken, annesi de çayın suyunu ocağa koyuyordu. Oğlan harçlıkları arttırma talebinin, bu akşamı kötü sonlandıracağını düşünerek ertelemeği yeğ tutmuştu. Aslında dershaneye de gitmediği için; biraz harçlık artırımı yapsalar; hiç de fena olmazdı. Ama kira gündemdeki ilk sırayı almış, diğer maddeler önemini kaybetmişti. Çaylarını içerken, adam ilk sözü aldı ve ekonomik yetersizliği kısaca özetledikten sonra; bu durumdan çıkmak için fikirler ve önerilerinizi bekliyorum dedi. Kadının dikiş makinesi alınırsa; terziliğini konuşturabileceğini ve aileye önemli katkıda bulunacağını, söylemesi üzerine; adam bunun olmayacak duaya amin demek olduğunu, dikiş makinesi alacak para olsa; kira sorunu olmayacağını söyledi. Bu sefer de kadın evlere temizliğe gidebileceğini, çalışmaktan utanmayacağını, bilakis mutlu olacağını söyleyince; başta adam olmak üzere çocuklar da itiraz ettiler. Evin işlerini kim yapacaktı? Pazara kim çıkacaktı? Yemeği kim yapacaktı? V.s. Aslında annelerinin yapacağı işten utanıyorlar; toplumda ki sosyal durumlarına uygun görmüyorlardı ve itirazlarının asıl nedeni buydu. Çocukların katkısı da harçlıklarıyla yetinmek; demek oluyordu. İkisinin de suratları biraz ekşimişti. Adam dua etmekten başka çaremiz kalmadı artık derken; kadın da “duayla maaş arttığı? Hiç görülmüş mü bey? İyiden iyiye saçmalamaya başladın. Kalk yat bari, dinlen, kendine gel” dedi. “Gelmeli hanım bu yılbaşı para gelmeli! Yoksa ne yaparız? ” dedi adam. Cevabı hazırdı kadının. “ Demek verdiğin siparişin naklini bekliyorsun bey.” Diye hafiften dalga geçiyordu kocası ile. Adam istihzayı sezinlemiş ama üstüne gitmemişti karısı-nın, bir tatsızlık daha çıksın istemiyordu, bunca tatsızlığa ek olarak. Elini pantolonunu cebine atarken de hepsine birden sordu.”yılbaşına kaç gün var? ” Bir ağızdan cevap verdiler iki gün var. Adam tekrar sordu ”yılbaşı çekilişinde büyük ikramiye ne kadar? ”
Oğlan cevap verdi “On beş milyon, ama şehirde bilet kalmadı herkes küçük yerlere gidiyor; bilet bulmak için. “
Adam elini cebinden çıkarıp “üçüncü ve son soru bu elimde gördüğünüz ne? Dedi. Çocuklar piyango bileti diye bağırırken; kadın histeri nöbetine tutulmuşçasına katıla, katıla gülmeye başladı. Gözünden yaşlar gelene kadar güldü. Gülmesi bittiğinde yorgunluktan divana uzandı. İçinden kim söylemişse iyi söylemiş; güleriz ağlanacak halimize diyordu. Adam fena bozul-makla birlikte; Peki karıcım ya çıkarsa o zamanda ben gülebilir miyim? Hem çıkmış gibi hayal kurmanın, iki gün umutla yaşamanın, iki gün boyunca bütün isteklerimizi sanal olarak yapmanın kime, ne zararı olur? ”

Devamını Oku
Dede Efendi

Hani hiç bir şey yokken canınız sıkılır,içinizden yataktan kalkıp işe veya okula gitmek gelmez.Yorganı kafanıza çekip karanlıklar içinde kaybolmak, dış dünya ile irtibatınızı kesmek istersiniz. Sanki kalksanız dünya üstünüze yıkılacakmış gibi gelir.Yüreğinizi bir mengeneye yerleştirmişler de habire sıkıyorlarmış gibi gelir.Dün geceki kabusu aklınıza bile getirmek istemezsiniz.Gözlerinizi yumduğunuzda kabus gözünüzün önünde tekrar canlanıverir. Giyinip sokağa çıkmak delice bir fikir gibi gelir.Bütün insanlar dün
gecenin şahidiymiş te,seni hatırlayacak ve senle dalga geçecekler gibi gelir. Bir yandan için acır,öte yandan kabus dolu gece zihninden çıkmaz,ne yapacağını şaşırırsın. Alkolün tesiri yavaş yavaş kaybolmakta ve bazı hatırlanmayanlar, birer birer ortaya çıkmaktadır. Allahtan diğer oyuncular yoktu da halimi görmediler diye düşünürsünüz. Aslında kendinizden utanıyor olmanız,mahcubiyet duygusunu gittikçe arttırmaktadır.Korkunun ecele faydası yok diye düşündükten sonra,kaktı tiyatroya gitmek üzere giyinmeye başladı. Saat 14. de evden çıktı ve bir taksiye atladı.Yolda geceki yemeği anımsadı.
Dün gece uzun süredir tanıştığı, aynı tiyatroda oyuncusu olduğu genç kızla yemeğe çıkmıştı.
Aşağı yukarı altı aydır maaş aldıkça felekten bir gün çalarlardı. Mutad hale getirdikleri bu yemeklerde başka oyuncu arkadaşları da olur, gece neşeli bir şekilde biterdi. Bu ay ki yemeği arkadaşlarına duyurmadan yapmak elzem olmuştu. Gerekirse onlarla bir gece daha yaparız diye düşünmüşler ve ne olur ne olmaz diye de her zamankinden başka bir yere gitmişlerdi. Orta yaşın sonlarında, beyazlaşmış ve tepesi açık adam tiyatroda rejisör ve dramaturg olarak, yaşı henüz otuza bile ulaşmamış, uygun vucutlu,beyaz tenli ve kızıl saçlı bayan da aynı tiyatroda oyuncu idi. Loş ışıklı ve müzikli, tül perdelerin üzerinde ki kalın vişne çürüğü perdeler, açık renk temiz masaların her birindeki çiçekler ve yanan şamdanlardan tavanda titreşen gölgeler, salona ağır bir hava ve müşteriye de biraz pahalı hissini vermekteydi. Şef garson onları piyanonun biraz açığında,kuytu bir masa ayırmış ve oranın garsonuna teslim ederken, müşterilere ihtimam göstermesini hatırlatmayı da unutmamıştı. Garson içkileri ve ordövr tabağını getirdikten sonra,başka emirleri varsa çatalla tabağın kenarına dokunun deyip uzaklaşmıştı.
Sıcaklar geldiğinde ikinci şarap şişeside açılmıştı. Adam havadan sudan konuşuyor bir türlü esas konuya giremiyordu:Genç bayan adamı ne kadar cesaretlendirmek istese de bir türlü adamın terleyen kızarmış yüzü normalleşip, ses tonu çatlaklığını kaybtmiyordu.Rejisör kendisine normal bir rol biçemiyor,ezildikçe eziliyordu.Önündeki sıcak tabağına dokunmamasına karşın; ikinci şarabı nerdeyse tek başına bitirmişti. Genç bayan adamın gözlerinin içine bakıyor, gülerek tatlı sözler söylüyordu. Rejisör bunları kadının normal hareketleri gibi yorumluyor, cesaret edip konuyu açanıyordu. Kısa bir zaman önce duygularını frenleyemediğini farketmişti. Kadına karşı hissettikleri bir yandan onu mutlu ediyor, bir yandan utancından,mahcubiyetinden içi eziliyor,kahroluyordu.Aralarındaki yaş farkı adamın genş kadının yaşıtlarına layık olacağının bilincinde olmasını hissettiriyordu. Genç kadının mutlu bir izdivaç yapması için elinden geleni yapardı Sevgi,sevdiğinin muylulğunu görmek değilmiydi. Delikanlılk çağında yaşadığı heyacanları bu kısa sürede yaşamak,ne büyük mutluluktu.Platonik aşkının bir karşılığı olmamasının bilincinde olarak, muhatabına açıklamak da bir namus borcuydu. Açıklamamak, kendine karşı
bir saygısızlık ve kişiliğini yaralayacak bir olgu olduğundan başka, genç kadına da iki yüzlü davranmış olacaktı. Alkol cesaretini geri vermişti. Kadına en sonunda şunları söyleyebilmek cüretini gösterdi.” Bakınız

Devamını Oku
Dede Efendi

To Be or Not To be

En karanlık geceler gebedir
En aydınlık sabahlara
Sabahı görebilmek
İşte bütün mesele

Devamını Oku
Dede Efendi

Uzun da sürse beraberlik,
Yolun sonuna geldik.
Cinselliğin dışında,
İletişim kurmalıydık.
Sevgiyi bölüşmeliydik,
Ortasından.

Devamını Oku
Dede Efendi

Altmışlı yaşlarda tepesi açılmış, halinden gün görmüş, hatta badireler atlatmış biri olgunluğunda görünen, bağımlı olduğu akülü arabasından kalkabilse 1,75 cm boyunda
, 75 kg cıvarında olduğu kolayca tahmin edilebilen, beyaz tenli adam kütüphanesinden kitap seçmekte zorlanıyordu. Aklını bir türlü takıldığı konudan kurtarıp, ne aradığını bilemiyordu.
Sonunda okumaktan vazgeçti; nasıl olsa kafasını kitaba veremeyecekti. Gözlerini kapatıp düşünmeye devam etmeyi yeğledi. Karısı öldüğünden beri bu zemin katta tek başına yaşamını sürdürüyordu. Bilgisayarı onun her şeyi idi ve dünya ile bağlantısını kestirmemişti. Okumak da başta gelen hobisiydi. İlkokuldan beri okuyorum ve okumayı çok seviyorum derken, düşüncelerinin arasında belli belirsiz bir kadın sülüeti seziliyordu sanki. Zaten kendine bile itiraf edemediği bu değil mi idi. Bir yandan bilinçaltım bana oyun ediyor diye düşünürken, öte yandan düşündükçe kandaki adrenalin miktarının arttığını hissediyordu. Saçmalık bu diye geçirdi aklından. Benim hakkım var mı? bu halde sadece kendine güldürürsün be adam dedi. Yazdığı sevi şiirlerinde o kadar içtenlikli idi ki: gerçekten aşık zannederdiniz. Duygularımda hiç eksilme olmamış demek diye düşündü. Fiziksel ne tür değişikliğe uğrarsak uğrayalım,
ruhumuz hep bizim aynamız, her gün gelişerek, ama hiç değişmeden hep biz kalıyor. Hislerim gerçek olmalı, yoksa şimdiye kadar kaybolmuş olurdu. Demek ki duygularım gerçek ve doğru. Hayal kadınla üç-dört ay önce tanışmış, şiirlerini yayınladığı siteden arkadaş olmuşlardı, daha sonra akşamları chat’leşmeye başladılar. Kameraları açıp birbirlerini gördüler. İlişkileri saygı çerçevesi içinde bir zaman devam etti. Kadın her gün evin içinde gibiydi ve hayatında yer almaya başlamıştı bile. Her konuyu sulandırmadan belli bir ciddiyet içinde tartışabiliyorlardı. Kadının her erkeğe hemen söyleyemeyeceği ama durdukça; içini kurt gibi kemiren acı dolu meseleleri vardı. Ak denizde evlenip iki çocuktan sonra boşandığı kocasını unutamıyordu. Daha doğrusu unutmak istemiyordu. Onun yerine koyacak kimse yoktu ve içinde boşluk hissedeceğini düşünüyordu çünkü.
Evlendiği zamanki duyguları tekrar canlandırmaktı onunki. Geçmiş hataları aklına bile getirmek istemiyordu. Duygu yoğunluğunun arttığı bir akşam ufak ta olsa, derinlerden çıkardıkları birer sırlarını verdiler birbirlerine. Ruhsal yaklaşım artmıştı. Onla her şeyi paylaşmak istiyordu. Bu karşı konulamaz bir istekti. Ama yinede onun her şeyi söylediğinden emin değildi. Tam olarak güvenemiyordu onun hislerine. Dostluklar tek yönlü bile olsalar, güven şart oluyordu, uzun sürmesi için beraberliklerin.
Hayatına o kadar girmişti ki; onsuz yalnızlık hissediyordu. Bunun sonu kötüye varmaması için bir şeyler yapmalıyım diye düşündü. Sahiplenme duygusunun önüne geçemiyordu. Arada bin km. varken yine de haber almadığı akşamlar, sanki kalbini bir mengenede sıkıştırıyorlarmış gibi duyumsuyordu. Bu duygu nereden kaynaklanıyor, yıpratıcı gücünü nereden alıyor diye düşünmeden duramıyordu. Chat’de görür görmez içi rahatlıyor, mutlu hissediyordu kendini. Bu ızdıraba bir son vermeliyim diye geçirdi kafasından. Onun hayatını sahiplemeye ve karışmaya ya da kıskanmaya ne hakkım var, ne de böyle bir isteğim var. Ama bilinç altım bunun tam aksini yaşatıyor bana Egomun farkındayım ve oyununa gelmeyeceğim. Şimdi sakince düşünmeli ve bundan sonra gideceğim yol haritasını çizmeliyim, dedi içinden. Hayatı boyunca presipleri ile yaşamış, başarılı ve mutlu bir hayat sürmek için elinden geleni yapmıştı. Şimdi yine aynı şeyleri yapmalı idi. Yavaş, yavaş aradaki mesafeyi arttırmalı, samimi can alıcı hitap tarzından vazgeçmeli ve çok önemli problemler dışında ilgilenir gözükmemeliyim. Şiirlerimi ona okutmamalıyım. Gençlik aşkıma benzetmemeliyim: Mesafeli dostluğumuz devam etmeli, ne de olsa paylaştığımız konular var,bir şiir geçmişimiz var, ruhsal yakınlaşmamız var.Bütün bunları göz ardı edebilir miyim? ya da niye diye sorarsa ne cevap verirsin dostuna diye, kendisiyle konuşup, beyin jimnastiği yapıyordu. Birden telefonun ziliyle düşüncelerinden uzaklaşıp, telefona doğru yürüdü. Ahizeyi kaldırdığında tanıdık bir ses okşadı kulağını. Ilık ılık bir şeylerin aktığını hissetti içinde.

Devamını Oku
Dede Efendi

Eskiyen yeni yillara bakarak
Yaşanmamış yıllarıma sayarak
Kırk yıl daha ömür eklese felek
karlar yağmış saçlarıma kanarak

kırk yılda da yine seni severim

Devamını Oku
Dede Efendi

Dünyanın gölgesine yatmıştı Ay o gece
Gecenin öbür yarısı hakimdi şehre
Tek tük kör ışıklar sokak lambalarında
Meşum gölgeler loş sokaklarda
Köşe başlarında bir iki malum satıcı
Ağır bir sis çökmüş şehrin ciğerlerine

Devamını Oku
Dede Efendi

“Bölük rahat! On dakika istirahat molası…”
“Sağ ol…” Bütün bölük bir ağızdan bağırdıktan sonra; denize düşen yılana sarılır misali: Bir elimizle cebimizden kahrolası sigara paketini çıkarırken, öbür elimizle de bir saattir güneş altında, pişen kellelere benzeyen başımızı havalandırmak için, keplerimizi çıkarıp; zaten birkaç tane olan, ağaç altlarını kapma telaşı içinde acele ediyorduk. Sigarayı şimdiye kadar ağzına koymayanlar bile: Nasıl olsa beleş diye asker sigarası tüttürüyorlardı. Onlar da içi boş ya da gevşek sarılı olduğundan iki veya üç nefes çekiminde bitiyordu. Ağaca yaslanıp, terini beyaz bir mendille sildikten sonra; sigarasından derin bir nefes çekip, dumanını burnundan üfledi. Ağaç altlarından fabrika bacası gibi dumanlar tütüyordu. Onun oturduğu ağaç altı da duman altı olmuştu ve dikkatli bakmayınca seçimi zor oluyordu. Askerde herkes birbirine benziyordu zaten… Baş traşları ve giydikleri elbisenin aynı olması, dikkatli bakmadıkça; ayırt etme güçlüğü çıkarıyordu. Gözleri yüksek dağlarda takılı kalmış, iki kaşı memnuniyetsizliğini ifade edercesine birbirine yaklaşmıştı. Sanki buraları tanıyor gibiydi. Ne eğitim yeri, ne yatakhaneler, ne yemekhaneler, ne alayın etrafındaki çitler, nöbetçiler, uzağındaki dağlar,
Ve ne de emir almak; onu hiç şaşırtmışa benzemiyordu. Emir tekrarı yaparken hiç birimizin sesi duyulmazken o ramazan davulu gibi patlıyordu. Tüfeği bir çocuğu sever gibi seviyor, bir çocuğun düşmesin diye elinden tutar gibi sıkı; ama incinirmiş gibi narin tutuyordu. Daha bir haftalık asker olduğumuz halde; geleli kaç gün, kaç saat, kaç dakika olduğunu ve ne kadar gün ve saat kaldığını, hesap edenlerle dalga geçer “Sizin askerliğiniz bitmez” derdi. Koğuşta bitişik ranzalarda yatmak, diğerlerine nazaran biraz olsun bana, samimi olabilme avantajı sağlamıştı ve ben de bu avantajdan sonuna kadar faydalanmaya kararlıydım.

Bir ay içinde oldukça samimiyeti ilerletmiştim. Aramızda sözle anlatılamayacak ciddi bir sıcaklık doğmuştu. O sormayınca ben konuşmuyordum. O da anlatmak istedikçe anlatıyordu. Birbirimizin sınırlarını örtülü bir saygıyla koruyorduk. Hiçbir şey için birbirimizi zorlamayacağımız anlaşılınca; birbirimize karşı duyduğumuz güven hissi arttıkça, aramızdaki mesafe de gittikçe yakınlaşmıştı. Akşamları ranzasında uzun oturup Sigarasından derin bir nefes çektikten sonra dumanı dışarı üflerken çıkardığı püf sesi sanki diyalogun başlaması için yaptığı bir çağrı gibiydi. Bölük çavuşlarının gözü onun üzerindeydi. Yaşına saygı duymala-rına karşın sanki bir yanlışını kolluyor gibiydiler. Onlar göstermeden, rahatlıkla her şeyi yapması çavuşlara karşı gizli bir üstünlük sağlamıştı bölükte. Sözle ifade edilmeyen ama gözlerden okunan bir üstünlük. Çavuşlar da bölüğe karşı bu gizli üstünlüğü yok etmek zorunda hissediyorlardı kendilerini. Devre kaybı olarak kimi üniversiteden kendisi ayrılmış, kimi devrin ara dönem hükümeti tarafından eğitimine son verdirilmiş yetmiş sekiz kişiydik.
O beş yaş kadar bizden büyüktü. Yastığını başucundaki duvara yaslayıp sırtını dayadıktan sonra; haki çoraplı ayaklarını kaldırıp, dizden bükülmüş olarak yatağın üzerine koydu. Göğüs cebinden çıkardığı sigarasını, sağ pantolon cebinden çıkardığı çakmağı çakarak yaktı. Dumanı üflerken başını da duvardaki yastığa dayamak için kendini duvara doğru geri çekti. Sessizliği:

Devamını Oku
Dede Efendi

Sen vardın ya içimde
Dertler teğet geçerdi
Karga sekmez kuş ötmez,
Bir garip görünmezdi gözüme Dünya
Yalnızlıklar yalnız yaşanır
Kimsesizler rıhtımında güya

Devamını Oku