Birkaç gün önce idi
Son olduğunu bilmediğim buluşmamızdan.
Evren'in çatısından sızıyordu damlalar.
Gök karakaşlarını çatmış burnundan solurken,
Siyah gözlerinden şimşekler çakıyordu.
Kafama düşen damlalar seni ıskalıyor gibiydi.
TREN GELİR HOŞ GELİR
O gün köyümüzün bir km batısından geçen tren yolu istasyonunda toplanmış, başkentten gelecek treni bekliyorduk. Kimler yoktu ki; Muhtar, köy ihtiyar heyeti, imam, öğretmen, ben
köy eşrafından bakkal, berber, davulcu ibram, zurnacı ökkeş, aktar ve meraklı otuza yakın köylü. Hatta bayrak açılıp, açılmayacağı muhtar ve öğretmen arasında uzun münakaşalara sebep olmuş ve sonunda öğretmenin dediği gibi, gereksiz olduğuna karar verilmişti. Güneşin
tepemizi yaktığı, yaz ortasından bir gündü. Başkentten gelenlere ciddi görünelim diye; muhtar hepimize ceket giydirmişti. Bu kurala öğretmen hariç hepimiz uyduğundan buram, buram terliyor, sanki güneşin altında eriyorduk. Muhtar terini silmek üzere kasketini çıkarıp, mendiliyle başını ovalarken istasyon şefi bize doğru seslendi:
- Muhtar efendi sizin tren on beş dakikalık yolda, makasçıyı makas değiştirmeye gönderdim.
Gece yarılıp ortasından
ay düşerken denize
Dün gece seni düşündüm yine
ayrıldığımız günü beni terk edişini
Gözlerim dolu, dolu seyrettim gidişini
Her gün ölmektense
Geçmiş yılları geri getiriyordu kafasının içinde. Baba mesleğine onüç yaşında,
okulu bıraktığında başlamıştı Okulda halim selim sessiz bir talebeydi. Öğretmenleri
onun bu uyumlu, sessiz halini severlerdi ama ders çalışmasını da istemeden, geri kal-
mazlardı, Köy okulunda okurken ne kadar rahattı. Beş sınıfı bir öğretmen okuturdu.
O yıllarda bırakın öğretmeni, okumuş adam bile zor bulunurdu ülkede. Okuma ve yaz-
mayı çoğunluğun yaptığı gibi dört yılda sökmüştü. Hepsi o kadadarcıktı. Beşinci sınıf-
Sil baştan
başlıyor hayat,
kırkına gelince.
Orda başlıyor gerçek yaşam.
Biraz düşününce/
yaşamak ne/ Ne zaman
Gözünü okuduğu kitaptan ayırmadan bol köpüklü kahvesinden höpürdeterek bir yudum aldı. Fincanı, aklına gelen bir şeyi not almak için masanın kağıtlarla kaplı olmayan bir tarafına yavaşça koyarak, kurşun kalemle not kağıtlarından birisine yazmaya başladı. Bu akşam ki yaş günü kutlamasını atlama. Yazdıktan sonra kağıtı ekranın alt köşesine yapıştırdı. Kahvesini dudaklarına götürürken de sağ eliyle kitabını tekrar açtı. Gününün çoğu saatleri bilgisayar karşısında geçerdi. Günde iki sabah iki saatte akşam olmak üzere dört saat okurdu. Yazma işine gelince yatmadığı geceler çok olurdu. Onla tanışalı beri korkuyor diye köpeğinden bile vazgeçmişti. Hayatına birden girmiş ve çıkmamıştı,iyi de yapmıştı. Evine kadın eli değdiği
belli olmuş, ev bekar evi dağınıklığından kurtulmuştu. Hayatına yepyeni bir heyecan girdiğinin farkındaydı.
Annesi öldüğünden beri bir kadın şefkati ve sevgisinden mahrumdu. Yurt dışında geçirdiği dokuz yılda bir kere evlenmiş ama ayrı kültürlerden olduklarından mı yoksa benmerkezci oluşundan mı, iki seneden fazla
Yürütememiş ve anlaşarak ayrıldıktan sonra çifte vatandaşlık hakkını da almıştı. Bundan iki yıl sonra kısa
dönem askerlik yaptığı ülkesine dönmek arzusu kaplamıştı yüreğini. Üç aylık sıkı bir çalışmadan sonra
O dilin uluslar arası tercümanlık diplomasıyla yurduna döndü. Çeviri işi epey zamanını alıyordu. Bu arada
Konser Biletleri R. Dede efendi
Bilmem klasik orkestra müziğini sever misiniz? Ne yalan söyleyeyim ben pek bayılmam. Kulağımız alışmamışta ondan. Biz halk olarak genellikle ya ağıt, gazel, türkü gibi içimizden, (yani avam yani halk tabakasının) yani bizim acılarımızı, yiğitliklerimizi, biraz da abartan, gözlerimizi sulandıran; ya da vay be biz neymişiz! Dedirten, ihtilal zamanları: Çoklukla çalan marşları ve kahramanlık türkülerini severiz. Yirminci asrın ilk ve ikinci çeyreğinde doğanlar daha iyi hatırlayacaklardır. Senfonik müziği ve operayı sevdirmek: devlet politikası olarak T.R.T. ye verilmişti ve radyo programlarında klasik batı müziği de bolca yer buldu. Bizim evde ne zaman sesi duyulsa: Annem hemen bize bağırmaya başlardı.”-Çocuklar ben size demedim mi? Kapatın şu gavur ölüsünü! Kafa şişirmekten başka bir işe yaradığı yok. “ Annem kendi açısından haklı idi. Onun zamanında radyo dinlemek bile kimi çevrelerde ayıp, kimi çevrelerde de günahtı. Bu yüzden klasik batı müziğiyle, pek içli dışlı olamadım dersem; pek de yalan söylemiş olmam. Ama bu anlatacaklarımın klasik müzik sevgisiyle uzaktan veya yakından hiç alakası yok.
Bizim hanımın yalancısıyım: Geçen kadınlar günün de bizim müdürün hanımı; hava ata, ata, gerdanını kıra, kıra, beyi ile gittikleri oda orkestrasının muhteşemliğinden, ön sıralarda vali bey ve eşine yakın oturup se-lamlaştıklarından, davetiyelerin bundan sonra da gelece-ğinden, aksi durumda bile böyle bir sanat şöleni için; paranın kıymetinden söz edilemeyeceğinden ve hatta gerekirse; kocası ile konuşup müdür muavinlerinin de; davet edilmesini sağlayacağından; o da olmazsa dairenin tahsisat ayırması için; kocasına baskı yapacağından, v.b. Şeyler söylemiş, de söylemiş... Biz üç muaviniz dairede, üçümüz de bir gün terfi alabilmek sevdası ile dıştan iyi geçinir gözüksek de; müdürün yanında yalnızken biraz laf kaçırıveririz ağzımızdan. Karım olmasa müdür olmak ta filan gözüm yok. Bir an önce emekli olup alacağım parayla bir bakkal dükkanı açıp, kalan günlerimi ele güne rezil olmadan geçirmek.
Karımın dilinden nasıl kurtulacağımı düşünüp duruyorum. Gelecek konsere para ile de olsa; yer bulmam gerek yoksa… Ultimatomunun altından kalkmanın yolunu bulamıyorum. Diğer iki muavin arkadaşlar da her ne kadar çaktırmamağa çalışsalar da, onların da karılarından benzer ultimatomlar aldıkları belli. Müdür beyden de; karısının bizimkilere hava attığı konularda; hiçbir yaklaşım görülmediği gibi: bir haftadır suratı turşu satıyor. Konser yaklaştıkça da her gece evde bir curcunadır kopuyor. Hanıma sorarsanız benden vurdumduymaz, benden sinameki bir koca daha yaratılmamış, 30 yıllık karısını o sonradan görme müdür karısının yanında; rezil eden bir adam daha bulunmazmış. Bu aşağılanmaya katlanmaktansa; alıp çocukları annesinin evine dönse daha iyi imiş. Boşanırsak çocukları vermezmiş. Daha neler, neler... Yalvar yakar oluyorum. Dinlemiyor bile. Bilet de bilet. Canım karıcığım diyorum, senin için canımı iste vereyim, ama bilet bulunmuyor. Biletler davetiye olarak hibe toplanmak üzere; şehrin tanınmış kişilerine dağıtılmış. Onların kim olduğunu bilmiyoruz. Onun için de davetiye bulamıyoruz. Ayrıca bayram nedeniyle şehrin konser seven, sevmeyen kişileri: Protokole yaranmak için davetiyeleri kapışmışlar, bulunmuyor. Biz de gelecek sefer gideriz. İki gözüm önüme aksın gideriz. Karım gene açtı ağzını, yumdu gözünü. Ağzına geleni saydı. Hani kendimi tanımasam; yuh ulan ne biçim adammışım diyeceğim. Allahtan! Çocuklar sabahçı olduklarından erken yattılar da; babaları hakkındaki fikirleri mutasyona uğramadı. Bu seferki konser bir çocuk hayır derneği yararına olduğundan, bilet fiyatları diye bir şey yok. Biletler de şehrin sözü geçen ileri gelenlerine dağıtılmış. Onlar da kıramayacaklarını bildikleri kimselere: Nerdeyse benim yarı maaşım fiyatına satıyorlar. Karım son sözünü çok açık ve çok acı bir biçimde söyledi: Ya bilet gelir, ya ben çocukları alır, anamın evine dönerim.
Ertesi gün, dairede diğer muavin arkadaşların ağızlarını yokluyorum. Onların da benden aşağı kalır halleri yok. Onlar da aynı durumda hatta, müdürün karısı el altından haber bile yollamış. Biletler hibe olduğundan onlara bir kolaylık yapamadım, ben onlara konseri anla-tırım. Kadına bak ortalığı ateşe veriyor. Film mi bu da anlatıyorsun? Sonradan görme… Benim karım inşallah duymamıştır… Alimallah ağzını yırtar; öyle müdür karısı filan dinlemez. Üç yardımcı kafa kafaya verdik karılarımızı (aslında kendimizi) kurtarmanın yollarını arıyoruz. Bilet bulsak alacak gücümüz yok. Bulamasak ailemiz yıkılacak. Boşa koyuyoruz dolmuyor, doluya koyuyoruz almıyor derler ya; tam o haldeyiz. Konsere bir gün kala bütün ümitler bitmiş durumda… Ayrıca bütün dairenin ağzına düştük. Halimizi görenin bir kahkaha atmadığı kalıyor. Birisi her şeyi anlatıyor memurlara… Onlar da eğleniyor bizimle. Çaycı üçümüze birden bir şey söyle-yecekmiş gibi baktı; sonra vaz geçti. Ben bir söyleyeceğin mi var? Şaban efendi deyince cevaben; yok beyim sadece çay, kahve, bir şey ister misiniz? Diye soracaktım dedi. Hadi bize az şekerli birer kahve getir dedim ve o gidince muavin arkadaşlara dönüp; bunun dilinin altında bir şeyler var. Sabahtan beri etrafımızda dönüyor. Ben kahveler gelince, onun ağzından baklayı almasını bilirim. Dedim.
Şaban kahvelerimizi verirken ben, e anlat bakalım Şaban. Bu gün dairede gündemdeki haber ne, ne konuşuluyor memurlar arasında? Deyince; Şaban önce ciddi, ciddi, yüzüme baktıktan sonra: Yok bi şey mavin bey, yarınki gonsere bilet bulunmuyomuş filan, eften, püf-ten şeyler. Ben bulunca da çok pahalı diyorlar. Aslında kimsesiz yavrulara hibe olacak; bu bilet paraları, insan yardım yaparken fiyat düşünür mü hiç? Dedi. Biz üçü-müz de şoke olduk. Ben hemen atladım. Şaban bey dedim ki; niyetim adamı yumuşatıp, bileti ucuza kapatmak. Yani sende konser bileti var ve satmak istiyorsun. Doğru mu anlamışım? Şaban: yok muavin bey yanlış anlamışsın. Deyince çok şaşırdım. Nerde yanlışım? Şaban efendi. Diye sordum. Valla ma’vin bey ben satmak istemiyom, satsam almak isteyen çok da… Zaten hepi topu altı bile-tim var. Yarın akşam salonun önünde; daha pahalı satarım diye düşünüyom. Dedi Şaban efendi. Adam piyasa kurallarını hem iyi biliyor, hem de tatbik ediyordu. Arz çoğalınca fiyatlar düşer, talep çoğalınca da fiyatlar çıkar. Biz alıcı gibi görünmeyince o da satıcı gibi görünmüyordu. Birden burnuma bir üç kağıt kokusu geldi. Şaban efendi
Kış bastırdı birden
Kötü, tütüyor bacam,
İnadına açık pencerem
Ardına kadar.
Odam duman, duman
Odam buzdan adam.
Yuvasından çıkarken rahvan adımlarla
burun deliklerinden salar öfkesini
demir at istim, istim
Sonsuzluğa açılmış eller
yolcuları uğurlar
Boşalmaya hazır gözlerin pınarlarından
Gülüm
Saat başlarında gelirdi otobüs
varoşlarda ki gecekondu mahallemize
Yağmurlu günlerinde Ankara’nın
yüzüne yapışırdı saçların
Islak ve ürkek yuvasından düşmüş




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!