Her acı yırtar gömleğini birgün. Ve o gün topraktan fışkıran su gibi içimizin dehlizlerindeki herşey günyüzüne çıkar. Acılar, öfkeler, hayalkırıklıkları, pişmanlıklar ve geçmişe dair ne varsa. Yıllarca ne biriktiyse içimde, kaldırdım önündeki tüm duvarları. Kah buruk bir tebessüm oldu dudaklarımda, kah uzaklara dalan bir çift göz. Ama en çok da payıma şiir düştü bu kavgadan. Şiirle yattım, şiirle kalktım. Aza tamah ettim ama şiirin azına tamah etmedim. Çok yandım, çok yanıldım ama hep kandım şiirin tatlı gülüşüne. Şair miyim asla. Ben içinde şi ...
Koca okyanuslar ağladın sen
Ağzının içinden
Kum ovalarına değin.
Bir İpekyolu idi gittiğin
Bedestenler, hanlar, kovuklar içinde.
Asi bir yılkının sağrısını okşayan
Sabahları hüzünle yıkadığın yüzün
Ürkütmezdi
Fesleğenlere ötüşen kuşları.
Nasırlı bir kalp
Feri sönmüş gözler
Giden gemilere bir yutkunuş bıraktın bende.
Herşeyin anlamını yitirdiğini düşündüren bir devirde, bu klişe söylemin aslında şiir için geçerli olmadığının sav’ıdır anlamı parçalamak. Derrida’nın logosantrik eleştirisinde olduğu gibi, anlamı merkezileştiren bir tutum, şiirin gerçek içselliğini ve karakterini bozmak olsa gerek.
Şiirin gösterdiği izdüşüm, bizi ister istemez bir anlam sorunsalına sokmaktadır. Alışılagelmiş anlam arayışı, birçok eserin yüzeyindeki kaymağı görmeye, muhteviyata dair herhangi bir meraka sürüklememektedir. Oysa şiirin kendi evreninde herşey görüldüğü kadar basit olmamalıdır. Aksine anlamın bilinçli parçalandığı birçok eser, kendi sözlüğünü yaratabilmiş şairlerin mutfaklarından çıkan lezzetli bir yapıya bürünür.
Şiir ve şair kendini ele vermek istemez. Çünkü poetik bilinç, anlamı inşa ederken parçalanmış anlamın paradoksunu da oluşturur. Bu da bir anlamda metafizikle birlikte, gündelik dilden sıyrılmakla mümkündür. İkili karşıtlıklar savından kurtularak her zaman üçüncü bir ihtimalin olabilmesi buradaki ütopik duruşu da sembolize eder. Şiir, ayakları yere basabilen bir meta olmaktan ziyade, yerçekimine karşı koyan bir duruşu sergilemelidir. “Anlam” kavramını bu noktada amaç olmaktan çıkarıp şiirin öz’ü ve dili ile iştigal olmak, şiirin de hakettiği yerde olmasını sağlayacaktır.
İlkbahar çiçeklerinin kokusunu, günlerin güzelliğini duymaz, görmezsiniz anneniz yoksa. Dizleri kanar hep çocukluğunuzun. Saçlarınızda hep bir el boşluğu vardır, okşanacak. Hiçbir dizde huzurlu uyuyamazsınız. Yaşlanır içinizdeki çocuk, anneniz yoksa. Şımarmaz, susar...
Yıllar geçer,
akrep ve yelkovanın telaşı ile..
Ardında kalan
avuçlar dolusu kül.
Bir kemanın tiz sesinde
boyun büker hayat.
Bir ozan ve bir ağaç.
Kelimelerin yatağında
Gece yorganının altında
Kimseler bilmeden sevişen
(Ben senin ağzınla sevişirdim, gecemden ter damlardı. Gündoğumuna değin senin nefesini solur, senin kalbinle yaşardım. Parmak uçlarıma dek hissettiğim senin ürkek yalnızlığındı.)
Yüreğin orta yerindeki
kadife gözlü ürperti:
Cehennem…
Onlar.
orada dururlarken
Çölün ortasında
Bahar avuntusu
Şair işidir.
Sıtmalı ve karanlık bir gece
Ne katar şairin gölgesine.
Us'unu döker bir eleğe
Deniz,
seni özlemenin sıvı halidir.
Bir şiir damlar üstüne,
lekesi kalbinde kalır,
sildikçe bulaşır bu sevda üstüne,
kokunda esrik bir cinas kalır.
Sabahları hüzünle yıkadığın yüzün
Ürkütmezdi
Fesleğenlere ötüşen kuşları.
Nasırlı bir kalp
Feri sönmüş gözler
Giden gemilere bir yutkunuş bıraktın bende.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!