Hazar, dalgalı ve pervasız bir deniz
Hani, nerede kaldı o öfkeniz?
Yıkılmadı mı yoksa ‘kızıl dünya’
Ki, kalın duvar gibidir perdeniz…
Zulmün teşhir vitrininde fikir talan oldu
Asrımızda sözün sermayesi yalan oldu
İnsanı dıştan içe, içten dışa fetheden
Tefekkür mimarının eseri nalan oldu..
Bir salon düşününüz,
Bir yürek olmanın vecdinde!
90 yılı,
Hafızasına taşımanın raksında!
Azimle sarıldın mı işine,
Nasıl dönermiş dişliler…
Zaman, bir mücerret kavram
Aklımda, fikrimde, ruhumda
Ne ben onsuz, ne o bensiz!
Raksındadır zamanın!
Uzanan, kısalan gölgelerim
“Su gibi akan”
Manyas,
Aman olur, YAS!
Sevdalarını,
Beyaz mendillerine AS!
Ey rüzgar;
Suyu çekilen toprağa, ES!
Gönle metanet, şuura sükunet dil olur
Canda ikamet, dokuda letafet dil olur
Dosta selam, meclise selam, bedene ilam;
Halde tesbihat, sohbete nezahet dil olur
Taş koyulur!
Taş üstüne taş koyulur
Girme namert fendine;
Yol üstüne taş koyulur
Bir kitap ki, bütün hitabı okuyucuya olacak! Bir kitap ki, bütün nağmeleri içinizde fırtınalar koparacak! Bir kitap ki, o her satırı sana yazılmış ecdadın Harput’tan Yemen’e, Sarıkamış’a, Çanakkale’ye uzanan ‘zor yılları’ olacak. Üzerinden bir asır geçse de, yakılmış ağıtlar ciğerleri pare pare edecek kasırgalar, hafakanlar koparacak!
Elimde, belki hergün binlerce evde hatıraları anılan, yâdedilen ecdadın romanı, bir gam kervanına beni katmış götürüyor. Zekeriya Bican kardeşimizin kendi ifadeleriyle 1970’li yıllarda bizatihi gazilerimizin nurdan damlalar halinde dökülerek billur kâseler haline içirilen söz nağmelerinden dinlemişler. O kadar çok etkilenmişler ki, son dört yılını gecenin ayazı demeden, gündüzün niyazına sükûtunu da katarak dört elle sarılmışlar, bu milletin ‘Azap günlerine’ Prof. Dr. Beşir Aşan Bey’in de ifade ettikleri gibi, “kırk yılı aşan bir zaman dilimi” cephenin gerisinde yokluklar, çileler ile örülmüş kâbus dolu bir hayat! Ölüm kusan cepheler, şefkat damarlarının nasıl çağladığına, ağlayan figan eden yüreklerle şahadet ediyor! Yollar, merhamet iskelelerine dönüvermiş!
Kitabın sayfalarını çevirdikçe kendimi, Harput’ta Azap Günlerinin korku yumağına hışkırıklar içerisinde sarılmış hissediyorum.
Sade bir roman mı? Hayır, hakikatin nurdan heykeller halinde karşınıza dikildiği bir dönemin kendisi! Yürek dolusu satırları, kırk katırın taşıyamayacağı ağırlıkta hatıralar kırmızı gül deseninde açıyor.
Şair sözünde, ‘hikmet’ vardır. Allah Resulünün makamlarında ıslanan seccadeler nasıl rayihalarla, ‘Gaza Meydanlarına’ taşacaktı! Fırat’ın kaynağında, ‘cennet kevseri’ olduğunu söylemekle yetinmeyeceğim. Allahüekber Dağlarının şehitlerle birlikte ‘şükür secdesinde’ olduğunu bir daha belirtmek isterim. O dağlar, sağanak halinde Fırat’ı emzirir!
“AzapGünlerinde Harput, Yemen, Sarıkamış” isimli tarihi roman okundukça; Harput’ta, Kayabaşında belki de bütün nağmelern inlediğini göreceksiniz! Dil inlermiş, zaman inlermiş, maksat inlermiş, sevda inlermiş, ocak inlermiş!
Soldurma,
Gülü kokla, soldurma
Halka tepeden bakıp,
Gönülleri soldurma! ..
Kötü söz, od yatağında taş olur
Haksızlık, milletin başındaki ur
İnsanı çileden çıkarır gurur
Hadis; 'Kimin hakkı varsa, gelsin alsın' der
Hak yiyen azap içinde boğulur.
Abi nasılsın beni unuttunuzmu yeni gördüm sizi selam ve saygılar
Bildiğim kadarıyla Elazığlı bir şairimiz.Gerçekten çok kaliteli.Şiirlerinde etkilenmemek mümkün değil.