Ne kadar çoksak o kadar azız; ne kadar azsak o kadar hiçe yakınız...
Hiç olduğumuz zaman mı önemsiyoruz birilerini? Ya da çok olduğumuz zaman mı görmüyoruz diğerlerini?
Kriterlerimiz ne önemsemek adına?
Sevgilide aradığımız ne? Neden en yoğun duygularla başlayan ilişkiler bir çay içimlik zamanlara sığdırılıyor?
Canımızı en çok acıtan neden en tutkunu olduğumuz?
SAHNE 1
ÇAY BAHÇESİ
Hülya: Kıl oluyorum abi ya böyle entel takılan cahil insanlara… Hani her konuda her şeyi bilirler ya… bak sana ne anlatıcam, “yok böyle bir şey” diyeceksin. Dün akşam televizyon izliyorum abi, sunucu mankenlerden birine Türkiye’nin başkentini sordu.
Hakan: Yok böyle bir şey!
Rüzgar esti öylesine
Bilemem ki makamını
Düştü gönlüme bir tını
Sensizliğin kuytusunda
Al canımı deyip de ben
Kesin bir akşam üstü ölürüm ben.
Söylenmiş ve söylenmemiş tüm cümlelerin intiharım olur.
Kesin bir akşam üstü ölürüm ben.
Can kırıklarım parçalar amansız yüreğimi.
Söylenmemiş kelimelerim cebimde, küserim aşka yeniden.
İçim acıyarak, ağlayarak...
Birinci Bölüm
Çocuk gözüyle bakılıyordu köyde ona hala. Köy kahvesine girmesine izin veriliyor fakat akşam üzeri altı olunca kahveden çıkarılıyordu. Benimsediğini sandığı durum dokunmaya başlamıştı Ömer’e. Ne de olsa on beş yaşındaydı artık ve kocaman adam olduğunu düşünüyordu. Yine böyle bir akşamüstü oynadıkları okeyin tamamlanmasına izin verilmemişti Ömer ve arkadaşlarının. Hakan ve Tümer evlerine gitmeleri gerektiğini söyleyerek ayrılmışlardı Ömer ve Murat’ın yanından. Akşam karanlığında iki arkadaş ne yapabileceklerini, nereye gidebileceklerini düşünerek yürümeye başlamışlardı köyün toprak yolunda. İlkbahar gelmişti köye. Havalar ısınmaya başlamış, ayva ağaçları şimdiden çiçeklerini açmıştı. Kışa nazaran yapılabilecek birçok şey vardı ama yine de sıradan bir köy yeriydi işte… Akşam olunca hayat durur, herkes evlerine çekilirdi. Hava karardıktan sonra kahveden başka gidilebilecek başka yer yoktu. Yürümekten yorulan iki arkadaş ertesi gün buluşmaya karar vererek evlerinin yolunu tuttular.
Gürbüz bir çocuktu Ömer. Girişken, lider ruhlu bir yapıya sahipti. Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde oynayacakları oyun hakkında veya yapabilecekleri başka şeyler konusunda herkes fikrini söyler fakat Ömer’in istediği olurdu her zaman. Kavgacı, önüne geleni döven, serseri ruhlu birisi değildi ama akranları hatta yaşça kendinden büyük olan çocuklar bile korkarlardı ondan. Bir kere kızmaya görsün Ömer; kaşlarını bir çatar, dişlerini, yumruklarını farkında olmaksızın öyle bir sıkardı ki, Ömer’i bu haliyle bile görmek istemezdi arkadaşları.
Murat, tüm çocuklar arasında en sevdiği arkadaşıydı Ömer’in. Okula birlikte giderler, okul dışındaki öğleden sonraki zamanın tümünü birlikte geçirirlerdi. Okula başladıkları ilk günden beri böyleydi bu.
1
Serindi hava. Rüzgar serindi…
Denizden gelen yel önce yüzüne vuruyordu Mustafa’nın, sonra saçlarını okşayıp geçip gidiyordu. Uzaktan geçen gemileri izliyordu denizin dinginliğinde, her birinde değişik ülkelere çıkıyordu yolu. Daha bir alıktı akşamın tedirginliğinde balıklar; bazen suyun yüzüne çıkıyor, bazen bir martının gagasından seyrediyorlardı dünyayı… ölüme meydan okuyan hep kazanmıyordu.
Bir saate kalmaz batar güneş.
Kişinin kaderidir, doğduğu an çizilir yolu...
Göz görmez, gönül hisetmez, dil söylemez...
Yalnızlıksa yolculuğun adı;
Yol'un ederini yürüyenden başkası bilmez...
intiharım ol; içimdeki acım,
kurtuluşa fermanım
uçurum ol düştüğüm
düş ol öldüğüm...
azrail ol ve biç ömrümü ikiye
Şehre gelişinin ilk haftasında bulmuştu işini. Gece kulübünde garsonluk…
Yapmak zorunda olduğu bir işti bu. Yaşamak için çalışmak zorundaydı. Şehrin merkezinde, çok da gösterişli olmayan sıradan bir yerde çalışıyordu…
Otuzbeş yaşındaydı; hızla geçmekte olan ömrünün ilk yarısını tüketmişti bile… şehir şehir gezmişti hayatı boyunca. Hiçbir şehirde uzun süre yaşamamış, sebebini tam olarak kendisinin de bilmediği, birilerinden ya da bir şeylerden kaçmıştı hep. Onbeş yıl öncesine kadar hiç önemsemediği zaman şimdi bir belirsizlik olarak duruyordu karşısında ve tüm ihtişamıyla korkutuyordu bu genç adamı… bugünlerde daha sık düşünür olmuştu ölümü.
Uzun boylu ve esmerdi. Kilosu ve geniş omuzlarıyla heybetli bir görünüşe sahipti. Kısa kesilmiş saçlarını çatık kaşları tamamlıyor, kömür karası gözleriyle her durumda farklı bakıyordu hayata. Kimi zaman buğulu, kimi zaman tedirgin; kimi zaman korkak, bazen kaçak… hangi ruh halini yansıtırsa yansıtsın gözleri, o derin bakışlardan etkilenmemek pek de mümkün değildi. Sol yanağındaki derin yara izi müdahale etmek zorunda olduğu bir kavganın anısı olarak kalmıştı onda. Yine de bir nebze olsun bir şey kaybetmemişti yakışıklılığından.
Dile düşeli pişmanlık
Fayda eder mi gayrı
Ben özlem dolu vuslata
Geçmiş Bor'un pazarı
Yıllara mı yazık, yollara mı?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!