Düşer aklıma her gece, sensiz geçen o yollar,
Gözlerimde bir hüzün, kalbimde derin yaralar.
Sana gelmek isterim, ama hep kapanır yollar,
Hasretinle yanarım, geceler boyu suskunum.
Gittiğin o gün hala içimde bir yara gibi,
İçimde bir deniz var sanki, dalgalar sürekli kabarıp duruyor. Yüzey sakin gibi görünse de, derinlerde kaynayan bir fırtına var. Duygularım, düşüncelerim birbirine karışıyor, hislerim çatışıyor. Kendi içimde sürekli bir savaş veriyorum. Bu savaş ne tam anlamıyla tanımlanabilir ne de kontrol altına alınabilir. Zihnim, düşüncelerle dolup taşan bir labirent gibi; her köşe başında yeni bir soru, her dönemeçte başka bir sorgulama bekliyor beni.
Geceleri, yalnız kaldığımda, içimdeki bu karmaşa daha da belirginleşiyor. Karanlık sessiz olsa da zihnimdeki gürültü dinmek bilmiyor. Uyku bir türlü gelmiyor, çünkü düşüncelerim bir an olsun durmak istemiyor. Zihnim, sanki kendi varlığını her an yeniden keşfetmek zorundaymış gibi acele ediyor. Bir yandan geçmişin gölgeleriyle boğuşuyorum, bir yandan geleceğin belirsizlikleriyle yüzleşiyorum. Her anı, her düşünce, içimdeki karmaşıklığın bir yansıması gibi.
Bu karmaşayı anlamlandırmaya çalışıyorum bazen, bir düzen arıyorum. Ama bu arayış, beni daha da derinlere sürüklüyor. İçimdeki sesler susturulamıyor, bastırılamıyor. Her biri kendi gerçeğini haykırıyor. Sessizliğin içinde yankılanan bu sesler, iç dünyamı adeta bir savaş alanına çeviriyor. Kalbim, patlamak üzere olan bir yanardağın lavları gibi çırpınıyor. Ne tam anlamıyla huzur bulabiliyorum ne de bu karmaşadan kaçabiliyorum. Ama belki de bu karmaşıklık, benim en büyük gerçeğim.
Gözlerin bir deniz, dalgalı ve derin,
Her bakışında kaybolurum serin serin.
Adın yankılanır kalbimin en derin yerinde,
Sevdiğim, seninle olmak, hayalimin en güzel sahnesinde.
Saçların rüzgârda savrulan ipek,
Onun yokluğunda bile varlığını hissediyorum; her an, her düşünce ona dönüyor. Gözlerimi kapattığımda, yüzü zihnime bir resim gibi kazınıyor. O kibar, zarif duruşu, etrafına yaydığı sakinlik, içimde bir huzur dalgası yaratıyor. Yokluğunda bile bu huzuru yanımda taşıyorum, sanki onunla dolmuşum gibi.
Onun zarafeti, sadece dış görünüşünden gelmiyor. Her hareketinde, her sözünde, ruhunun derinliklerinde yatan o incelik hissediliyor. Gözlerinde bir bilgelik var, sanki dünyayı defalarca görmüş ve her seferinde yeniden anlamış gibi. Her baktığımda, içimde bir şeyleri harekete geçiren, beni daha derin düşüncelere daldıran bir ifade var o gözlerde. Bu gözler, hem güven veriyor hem de içimi titretiyor.
Güzelliği yalnızca fiziksel değil; onun iç dünyasında, ruhunda yatan bir ışıltı var. Sözleri, tıpkı bir melodi gibi kulağımda yankılanıyor; her bir kelimesi birer şiir gibi aklımda kalıyor. Zihnime işlediği izler, silinmez; sanki her düşüncemin köşesinde onun bir parçası var. O kadar içten ve gerçek ki, onun yanında olduğumda, kendimi tamamen anlaşılmış ve kabul edilmiş hissediyorum.
Bir gülüşün vardı, güneşi kıskandıran,
Gözlerin derin, bir deniz, insanı kaybettiren,
Her sözcüğün, kalbimde yankılanan,
Sevdiğim, senle hayat bambaşka, bambaşka bir resim çizen.
Her sabah, hüzün yerine bir gülümsemeyle uyanmayı ister insan. Yeni bir güne başlamak… Sanki daha önce hiçbir acı yaşanmamış, hiçbir hayal kırıklığı biriktirilmemiş gibi. Dün, üzerine kapanan bir kitabın sayfalarında kalmış; bugünün sabahı ise tertemiz bir sayfa. Ve insan, o sayfayı mutlulukla, umutla doldurmak ister. Her doğan güneşle birlikte yeniden doğmak, geçmişin gamını ve kederini hatırlamadan adım atmak ister hayata.
Hep iyi şeyler olsun istiyoruz. Belki biraz naif bir beklenti bu ama insan, kötülüğün ağırlığını taşımaktan yoruluyor. Gördüğü, duyduğu olumsuzlukları kendine konduramıyor. Dünyanın siyah beyaz bir resme dönüştüğü, gerçeğin ateşle su gibi çarpıtıldığı bu çağda bile, içimizde bir yerlerde iyiliğe olan inanç sönmüyor. Zor olsa da, kaotik bir dünyada birine, belki birilerine koşulsuzca güvenmeyi diliyor insan. Çünkü ne kadar “Kimseye güvenmem,” dese de, derinlerde bir yerlerde, her insan bir omuz arar. Kendi yükünü paylaşabileceği bir omuz… Sözlerine tutunabileceği, elleriyle bir yarasına merhem olabileceği birine güvenmek ister.
Ama ne kadar güvenmek istesek de, bu karanlık dünyada güven, bir hayal kadar kırılgan. Yine de bu hayali bırakmak istemiyoruz. Çünkü belki de bizi ayakta tutan tek şey bu: bir gün, bir yerde, o koşulsuz güveni bulma umudu.
Her şey kötüye gidiyordu. Zaman, üzerime çöken karanlık bir gökyüzü gibi ağırdı; ne kadar koşsam da kaçamadığım bir yağmurun altında, yalnız başıma yürüyordum. Ama sen... Sen o anlarda bile, farkında olmadan iyileşiyordun. Yaralarından ışık sızıyordu ve ben, o ışığın nasıl bir mucize olduğunu izlemekle yetiniyordum.
Sen iyiye gidiyordun. Her şeyin yıkıldığı, parçalandığı bir dünyada sen kendi dünyanı yeniden kuruyordun. Belki bir gülüş, belki bir umut... Her neyse, içinde bir şey yeşeriyordu. Ve ben bunu sadece uzaktan izleyebiliyordum. Seslenmek istiyordum, “Dur!” demek. “Beni burada bırakma,” diye haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Çünkü bu iyileşme, benim mücadele ettiğim kaosun içinde bir anlam ifade etmiyordu. Sen iyiye giderken her şeyin kötüye gitmesinin senin için bir önemi yoktu. Ve asıl acı olan, bunu hiçbir zaman bilmeyecek olmandı.
Evet, sen asla bilmeyeceksin. İçimde taşıdığım bu kasveti, senin yükseldiğin yerde bıraktığım o parçalanmış beni… Senin umuda yürüdüğün yollar, benim sessiz çığlıklarımla doluydu ama sen onları duyamadın. Belki de duymamalıydın. Çünkü senin kurtuluşun, benim yükümü anlamamanla mümkündü. Bunu hep biliyordum.
Camın ardında hızla geçen arabalar, uzaklarda kaybolan sesler... Dışarıda dünya telaşla dönüyor, insanlar bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Ama bu mekanın içinde zaman duruyor sanki. Oturduğu yerde, hafif bir gülümsemeyle dışarıyı izleyesinde bir sakinlik var. Kahvenin sıcak buğusu yüzüne yansıyor, her yudumda geçmişe dair hatıraları soluyor gibi. Şalının canlı renkleri, sanki ruhunun içindeki neşeyi dışarı vuruyor; oysa gözlerinde derin bir düşünce, hayatın ona kattığı her anın izini taşıyor.
Onu izlerken, sanki hayat bir anlığına duruyor. Bu kadar doğal, bu kadar sade bir an nasıl bu kadar büyüleyici olabilir? O an, her şey yerli yerinde. Dışarıdaki kaos, içerideki dinginliğe karışıyor ve o gülümseme, bütün karmaşayı silip atıyor. İçimde bir sıcaklık beliriyor, onunla oturup uzun uzun konuşma isteği, belki de sadece sessizce yanında oturup anın tadını çıkarma arzusu...
Kahvenin sıcaklığı avuçlarına dolarken, sanki dünyanın tüm soğukluğunu dışarıda bırakıyor. Gözlerinin ardında saklı bir dünyası var, belki de en çok o dünyayı merak ediyorum. Acaba neler geçti aklından? Hangi düşleri, hangi özlemleri var o gülümseyişin ardında? Bir an, onunla bu sakinliği paylaşmanın huzurunu hissetmek istiyorum. Belki de hayatın en anlamlı anları böyle, sade ve içten... Tam o anda, gözlerinin derinliklerinde saklı, bir hikayenin başlangıcını görüyorum.
Mutluluk, bazen en sessiz köşelerde, en beklenmedik anların içinde gizlenir. Hayatın telaşlı koşturmacasında kaybolurken, bir anda, bir gülümsemenin huzurunda yeniden keşfedilir. Çoğu zaman büyük olaylar veya çarpıcı anlar değildir mutluluğu getiren. Bazen sadece bir an durup, çevredeki her şeyi unutmak, derin bir nefes almak yeter.
Günler peş peşe gelir geçer, ama gerçek mutluluk öyle bir anda kendini gösterir ki, dünyadaki her şey anlamını yitirir. Bir bakış, bir dokunuş, sıcak bir kahve kokusu, esen hafif bir rüzgar… Hepsi içimizdeki karmaşayı dindiren küçük ama güçlü anlardır. Çünkü mutluluk, dışarıda arandığında değil, içimizde bulduğumuzda en derin haline kavuşur.
Sık sık mutluluğun peşine düşeriz, onu uzaklarda, elde edilemez bir yerde ararız. Ancak Mutluluk, hayatın en sıradan anlarında saklanır. Yorgun bir günün ardından, bir dostla paylaşılan sessizlikte ya da gün batımına dalıp gitmekte gizlidir. Sadelik, huzur ve varlığın kendisi, mutluluğun dokusunu oluşturur.
Geçmiş, hatıraların içinde sararmış yapraklar gibi dururken, zaman zaman içimizde bir sızı bırakır. Her bir an, bir hikâyenin parçası, kimi zaman mutluluğun doruğunda, kimi zaman da acının en derininde saklanır. Gözlerimi kapattığımda, geriye dönüp baktığımda o anılara yeniden dokunmak isterim, ama ne zaman elim uzansa, bir hayal kırıklığının keskin soğuğu ile karşılar beni.
Bir zamanlar kalbimin ritmiyle atan şehirlerin sokaklarında, neşe dolu kahkahalar, umut dolu bakışlar vardı. Şimdi ise o sesler, yankısını kaybetmiş birer hüzün ezgisi gibi. Geçmişin buğusunda kaybolan hatıralar, bir avuç suya dönüşüyor; her hatırladıkça parmaklarımın arasından kayıp giden, bir daha tutamayacağım bir avuç su…
Hayal kırıklıkları ise, zamanın hiç iyileştiremediği yaralar gibi, içime işliyor. Beklediğim, umduğum, kendimi adadığım ne varsa, hepsi birer sisin ardında kayboldu. Bazen bir dostun sessizliği, bazen bir sevdanın bitişi, bazen de hayallerin gerçeklerle çarpıştığı o acımasız an... Her biri içime kazınmış izler bırakarak geçip gitti, ama ruhumda açtıkları yaralar hâlâ kanıyor.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!