1/:
Mart çimmelerinde ayaz artığıyız biz...
Tenimiz dağlıydı narla. Aşkımızı dağlayan sabahların hürmetineydi devinim. Ayazıydık Sibirin, ateşi ekvatorun... Ve yazgımız, bidayetten arta kalan yarım yavukluların nisandaki çiçek gözleri. Şimdi aşk zamanıydı. Kaderi mavi olan delikanlıların nişan gecesi ayrıyeten. Dedik ya dağlıydı bilcümle ten. Bir Nepal rahibinin peşindeydik ilk seyyahlar olarak. Ve turuncu bir ehram gibiydi düşlediğimiz geometrik yapılar kat be kat. Bir aşk ve ışk hanesindeydik sayın ki ol zamanda biz. Hepimiz ilk kez doğuruyorduk yüreğimizi. Orta çağda bir barda olacak olanlarsa çok gerideydi daha. Sabretmek gerek... Sabrederiz çaresiz...
2/:
Mart çimmelerinde ayaz artığıyız biz...
Dört bir yanda hodbinlik. Bin bir yanda harami artıklarıyla çevriliyiz. Çevremizi saransa siyahlığın şanından epik destanlardı kanlı yaş ile. Her bir şey ol zamanda kalbimizin içindeydi daha. Ve uç veriyordu zamansız uğraş ve cesaret. Harmonik hışırtılar halindeydiler. Ve habire çıkıyorlardı seddin ardından Goglar. Binlerce orfe peşlerinde ayan beyandı. Gariptir. Hepsi de 'r' sesine vurgu yapıyordu. Ve peltek bir lehçede konuşuyorlardı aşka dair diyeceklerini. Yüzleri yoktu ki bunların. Vicdanları olsun. Ya da yok muydu ibliste izan?
1/:
Önceleri pek korkuyordu dervişan...
Çarşaf çarşaf açılıyordu gece. Ve yıldızlar gerdekte. Seyyarelerde doğum sancısı. Usul ve ince. Her şey bir denizde idi bidayette. Denizse kap kara bir yatağın içinde. Ya insanlık? Hak getire.
2/:
Önceler pek korkuyordu dervişan....
Zil ve tef sesi karmada birbirine. Bizce bir kaos. Ya da kozmosun anası ağrı çekmede. Tellallar doğacak kızı haber vermede. Dedik ya. Belki de zılgıt çalarak kurban vermedeydi uluslar. Doğrusu ya önceleri hiç korkmuyordu dervişan. Sonra gelenlerin bahtları dürük bükük. Ve gözleri bozarıyordu galaktik dızmanların. Sabit bir loş aydınlıkta meleşiyordu kuzular. Bozonlar salkım saçak. Nötronlar sarhoştu. Nötrinolar bir hoş... Zil ve tef senfonileriyle birlikteydi savaş hazırlıkları. Ya da saklamıyorlardı hard porno içeren gülüşlerini paralı lejyonerler. Ve kaba şakalaşmalarını duyuyordu içerdekiler.
1/:
Anımsa ey gül kurusu Kezziban...
Sıyırıp kendimizi aşkın karargahında
Kabaralı kılıfından bir silah gibi.
Şiirin mefailünlü gezegeninde bulduktu...
Gül kurusu dizeler sıralayıp kirpiklerimize
1/:
Bakmayın bana utanırım gözü ela güzeller,
Konmayın boynu bükük ve yeni kırpık çayırlarıma,
Yani siz, burnu gül kurusu üveyikler sabah erkenden.
Çünkü burası ateşlerle halayların yurdu Filisttir,
Kilisttir ceylan-ı İbrahimlere il olan bozkır.
1/:
İşte öyle bir zamandı,
Hayalime bindiğim vakit...
Yani akşamdı.
Bin bir gecenin bir evveliydi.
Üzerinden güneş geçen topraklar da batıyordu,
1/:
Ey Mahmut oğlu Yozgatlı Ahmet...
Hafize’den doğma bir öğle güneşinde.
***
Zamanın gölgesi düştü yitik bir anıma
Bir yalan girdabına çelindi kolum.
(Bu bap 'Kırkına ayak basan anne kraliçeyi' tekellüm eder.)
1/:
En karanlık ve ağırdı bu gece zavallı ay.
Birer yaşlı savaşçıyı andıran bulutlar sağırdı.
Ah hırçın kız, ah çılgın Khudar...
1/:
İstisnasız her sabah
Bir küçük karabaş köpek
Yolda beni çevirecek
'Hav hav! ' diyecek
Acıktığını hissettirecek.
1/:
Evvel zamanın birinde
Zaman şiir içinde
Şiir kalbur içinde
Cirit oynarmış şair
Bir şiir ülkesinde.
1/:
Şiir tayfasının beyninde patlıyordu ilk kafiyeler...
Ama aynı zamanda hazar zamanındaydı atlas. Yine de kaderdi karındaşımız. Ve kaza yazıcılarının beyniydi bizi bağlayan. Nara ve barışçıl sevdalara. Belki de yaşamımızdı çarpıp patlayan. Kozmik vizyonumuzda o enerjik duvarlar. Suskundu hala ilk kafiyeler. Vezin kararsız bir simurg kuşu. Kendini tanzime koyulmuştu dostumuz şiir. Kumla karışık et parçaları yıldız çengellerinde. Babil asma bahçelerinin serinliği nerede? Ya da galaktik ışık seralarının camına yansıyan suret de kimin? Oysa oralara daha önce araf görevlileri yapışıyordu. Biz peşlerine yayan yapıldak... Bin bir umutla... Rüzgarda dalga dalgaydı çöl ve kum ve kefiyeler...
2/:
Şiir tayfasının beyninde patlıyordu ilk kafiyeler...
Fes tepelerinde kırmızı süsler gibiyik. Bu sırada aşk zamanının kampanası uğul uğul kulaklarımızda. Ufukta yarının kızıl dili... Eli kanlı bir gelecek miydi bizi bekleyen yoksa? Kendi kanalında gelişiyordu ilk tarihçe. Ve artık sevdaların her bir rengi pantone. Bu cenahta yaşayan panspermik çiftçiler kan ter içinde. Ve işleri başından aşkın. Yani ışığın hasatı. Zaman ekim zamanı hatta. Her anı değerlendirmek gerek. Sarışın Satan'ların oturdukları alan ise kırmızı ateş balçığı... Ya denizler nerdeler?
Üstadı şahsen tanımamakla beraber memleketlisi (Sorgun) olmam hasebiyle ismen bilirim. Benim de Ahmet Yozgat adında bir eski arkadaşım var. Şiirle de ilgilenmez. Bu sayfayı görünce sandım ki O... Sonra şiirlere ve şiir sayısına baktım da aman Ya Rabbi... Bir ömre sığmaz bunlar hem de bu kalitede, ...
Birkaç şiirini okur okumaz anladım ki sıradan olmayan, farklı, orijinal bir şairle karşıkarşıyayım. Şairin üretkenliği karşısında hayretimi de ifade etmeden geçemem. Kendisini okumaya ve takibe değer buluyorum.