uyuyor musunuz hala? ..
bir türlü doyamadığımız mütebessim yüzünü hatırlarken Ayşe ninemizin;
dudaklarından inci taneleri gibi dökülen bir “Alihoca” ninnisinin
halen kulaklarımızda çınlayan “balbaşı” kıvamındaki tınısını
dilimizin döndüğünce ve üflerken kulaklarınıza;
(candaş’ a, kandaş’ a, karındaş’ a selâm olsun!)
ah be Hasan
çaldılar ağzımıza bir parmak bal
sanırsın bağ bağışlamışlar
Ufuk mu kaldı annem, göz önümde engeller,
Her adım atışımda uğultular, “dön gel” ler...
Doğu yok, güney ateş, batmak üzere güneş:
Önümde, vicdanların asıldığı çengeller...
Yaşamak buysa eğer gururu ne etmeli?
(bir deli zaman boşluğunda zır deli bir an... / mekân mı? .. / viran be sultanım, viran! ..)
ayrılığın ortasına mim koydum,
ayrıl ayrılabilirsen...
çepeçevre doladım dikenli dillerimi;
hayratlarım sana adanmıştır sultanım,
‘’Ağlayın parmakları nur sularından kınalı kızlarım / Ağlasın Meraga göklerinden, Meraga' ya bakıp yıldızlarım! ../... ağla ey Tanrı dağlarından indirilmiş Tanrı’m! ..’’
Arif Nihat ASYA
radyodan nağmeler yükseliyordu,
‘’şarkılar seni söyler…’’ diyordu bir sanatçı…
‘’…bir tatlı huzur almaya…’’ gelmişti ‘’Kalamış’ tan’’…
Hayaller düşlere düştü
- akbabalar üşüştü! –
‘’Aman canan beni şad et,
Firakınla perişan et...’’
Bu can yollara düştü!
Yol bitmez, ömür biter,
aptallar gelir
sokulurlar koyağına bir şair zekâsının...
işte öylesi bir şairin
imgeler deryasında
ne feryatlar yükselir
ne övgüler ki arkasında rızasının
sıkıntılar had safhada / bedbînim, bezginim Hasan! .. / yıkılırım her defada / üzgünüm, üzgünüm Hasan! .. / mecnun gibi pür cefada / biçare, gezginim Hasan! ..
susmalıyım...
seni ben böyle sevdim:
ne elimde kılıç kalkan,
ne göğsümde çelik yelek;
çala kalem / yel yepelek…
avuçlarımda yüreğim;
serzeniş/
artık aynalara bakmayacağım,
...anlaşmayacağım resimdeki gözlerinle! ..
inat bu ya; alabildiğine yaşlanacağım!
altı üstü bir ‘’son nefes’’ değil mi? ..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!