Ahmet Karaoğlu Şiirleri - Şair Ahmet Kar ...

Ahmet Karaoğlu

Çarşı işlerinden dönen dairemiz personellerinden Nizamettin, gülmekten ıslanan gözlerini silerek anlatmaya başladı;
Halk otobüsü ile işe gelirken; duraktan ayrılmak üzere olan otobüs şoförü, yan aynadan otobüse yetişmeye çalışan yaşlı kadını görür,
(Bu yaşlı kadın; Nizamettin’in de çok iyi tanıdığı sevimli, nur yüzlü, kısa boylu yine malum ‘Muko Halamdı’.) tekrar aracını durdurup, düğmeye basarak ön kapıyı açar, yetişmek için çaba gösteren yaşlı kadına birazda kapıya doğru eğilerek;
-Buyur abla der.
Yaşlı kadın(Muko Hala):
-Yoncalığa gidirmisen.

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Ses sanatçılarının beyaz perde için, film yaptıklarının moda olduğu yıllardı. Erzurum Göl sinemasında günlerdir seyirci rekorunun kırıldığı ve ses sanatçısı Ferdi Tayfur’un baş rolünü oynadığı ‘Derbeder’ adlı filmine, günler sonra nihayet girebilmiştik. Sinemanın yaklaşık dört yüz kişilik salonu tıklım, tıklım doluydu. Büyük bir sessizlik ve dikkatle film izleniyordu. Ara, ara hıçkırıklar da duyula biliniyordu. Çiftlik ağasının kızına sevdalanan sanatçı, ağa tarafından küçümsenir ve eziyet edilirdi. Zengin şehirliye sevdiğinin verileceğini duyan sanatçı, kendini dağıtır. Çöllere düşer. Tam çöllerin ortasında iken, Ferdi Tayfur; Filme konu olan ‘Derbeder’ adlı şarkısına asıldığında, çıt çıkmayan sinemada; bellikli sevdalı, birazda alkollü olan dadaşım, koltuğundan doğrulur. Güçlü bir nara ile:”Ulaaannn… Seveni, sevene vermeyenin… İ…i…i Demesiyle hıçkırık ve sessizliğin yerine birden gülümsemeler oluşmuştu.

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Ameliyattan dün çıkmıştı Mevlüt Amca. Babamın amcası kızı olan, Ş.halanın beyi idi. Saygın, uyumlu, sessiz, uzunca ve zayıftı. O sabah kendilerini ziyaret edip, iki kat alttaki daireme inerek, yoğun mesaime başlamıştım. Arada; Mevlüt Amcayı ziyaret etmek isteyen yakınlarını uğradıklarında, odasına gönderiyordum. Akşama kadar, ziyaret için gönderdiğim; Ş.Hala, M. Hala ve kızı H’ i hatırlıyorum. Hastamız Mevlüt Amcanın aksine, onların her biri çok kiloluydular.
Mesaim bitince tekrar ziyareti için, serviste yatmış olduğu hususi odasının kapısına vurup, içeri girdiğimde; onlar refakatçi için konulan çekyata ve hasta karyolasına karşılıklı oturmuşlar; börek, dolma yiyip, elektrikli semaverden de çay içiyorlardı. Yemek içmekten ter, kan içersindeydiler. Hastane kurallarına uygun olmadığını belirttim. Birde Mevlüt Amcanın nerede? Olduğunu sorunca; o zayıf ve uzun buyu ile duvara doğru itilerek sıkıştırılan Mevlüt Amca, bana zayıf bir sesle; “buradayım, burada” diye ancak seslenebildi. Erzurum

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Onunla ilkokul dördüncü sınıfı aynı sırada okumuştum. Evleri okulumuzun yolu üzerinde idi. Kapılarının önünden geçeceğim zaman sanki ikimiz içinde saatler karşılaşabileceğimize ayarlanmışçasına buluşup, okula giderdik. Sınıfta ise, derste pek gözümüz olmazdı. Okul saati dışında o demir atölyesine gittiği için yalnızca pazar günleri eski belediye binasının yıkılan arsasında buluşup, en çok sevdiğimiz oyunu,’çın çın’ oynardık. Toprakta üst üste dizilen madeni paraları, elimizdeki parayla sırasıyla vurarak çevrileni kazanma oyunuydu. Ellerimizde hep çamur olurdu. Ama onun elleri çamurdan başka ayrıca siyah isli ve çatlaklarla doluydu. Ellerinin çatlak ve isli oluşunu zamanla fark edip, sorup öğrenmiştim. Onun annesi öldükten sonra henüz bir yaşlarında iken babası tekrar evlenmiş, çok küçüklüğünden beri de babasının sanayide bulunan demir atölyesinde çalışmak zorunda kalmıştı. O sene dördüncü sınıfı ikimizde geçememiştik. Ertesi yıl onun iki yaş küçüğü diğer anneden olan kardeşi, bizi tekrarladığımız dördüncü sınıfta yakaladı. Seneyi beraber okumaya başlamıştık. Onun yine hafta içersi okul saatleri dışında babasının demir atölyesine gidip çalıştığından; elleri kirli, çatlak ve yüzü hiç gülmezdi. Diğer anneden olan iki yaş küçük kardeşinin eli ayağı temiz ve düzgün bir şekilde okula devam ediyordu. Zaten kardeş olduklarını pek bilen yoktu. Arada sohbetleştiğimizde; çok küçük yaşta annesini kaybettikten sonra yeniden evlenen babası, ilgi ve şefkatini tamamen azaltarak kesmiş, yaz, kış demir atölyesinde sürekli çalıştırmıştı. Diğer anneden olan çocuklarla babası daha fazla alakadar olup, tamamen ayrımcı bir tutum gösteriyormuş. Babamın mevcut olan maddi imkânın vermiş olduğu ve beynime yerleşmiş rahatlatıcı hayal avuntusu yanı sıra; yedi kardeş, aile büyükleri, köyden gelen yatılı misafirler ve kışın ancak ısıtılabilinen oturma odasındaki sevgi saygının olduğu ama hissedilemeyen bir ortamda yaşadım. Kalabalık bir aile içersinde fark edilebilsen de kayıt dışı kalabilme ihtimali ile bütün olumsuzluklara açık ve suça yönelebilme potansiyeli ihtimalleri içersinde tesadüfen ve kazasızca atlatılan çocukluk dönemimin sonrası; lisedeki bazı arkadaşlarımın sayesinde düşe kalka liseyi bitirip, askerden sonra memuriyete başlamıştım. Eskisi gibi olmayıp, işimi ve hayatı artık önemsiyordum. Arada karşılaştığım o arkadaşımın yaşamında hiç değişişlik olmadığı gibi; her gördüğümde daha dertli, bezgin daha gönlü kırık ve acılıydı.
Babasının ona karşı ilgisizliği, ezici tutumu, diğer kardeşlerinden yapmış olduğu ayrımcılığı ve atölyenin kiri, pisi onu biraz daha hayattan küstürmüştü. Babasının tutumundan dolayı her ne kadar eziklik yaşadığını, gönlünün kırıldığını ve baba şefkatini hiç görmediğini söylemesine rağmen, babasına karşı kin ve nefret ifadesini hiçbir zaman ondan duymadım. Artık elli yaşını aşmıştı. Ne evi vardı ne çoluk çocuğu, nede düzenli yaşamı. O seneler babası da Hakkın rahmetine kavuşmuştu. Bu seferde, babasının ölümü ile bambaşka yalnızlık, düzensiz ve acılı bir yaşamı meydana getirmişti.
Bir gün yine ekseri yaptığı gibi; yoğunluluğu olan ana caddenin kaldırım taşına oturup, iki elini dizlerinin arasına alarak, dalgın ve don bir vaziyette durduğunu gördüğümde hemen yanına yanaşıp, ilgilenmek istemiştim. Yerinden kalkamayacak kadar alkollü idi. Ne hikmetse; hep akşama doğru aynı caddenin aynı kaldırım taşına bir kaç günde bir gelirdi. Üvey annesinden alamadığı sevgiyi, babanın göstermediği şefkati kaldırım taşında bulacakmışçasına kaldırım taşına oturup, oturup vaktini geçirip binlerce insan selinin gözü önünde hiç fark edilmez bir şekilde tekrar gözden kaybolur giderdi. Babasının ölümünden sonra şimdi daha çok ilgiye ve en azından konuşabileceği birilerine ihtiyacı vardı. Özellikle o sıralar sürekli ilgilenip, takip etmeye çalışıyordum. Yakınlık gösterip ilgilenmemden memnun olduğunu ve mutlu olduğunu belirtirdi. Hatta bir daha alkol almayacağını, kendini toparlamaya çalışacağına söz vermişti. Aynı evde yıllarca şefkat ve sevgiden yoksun dışlanmış ve ezilmişliğin acısı yanında ayakta kalıp yaşamaya çalışmak ve mutsuzda olsa var olma mücadelesine karşın; vermiş olduğu söze gerçekten inanmıştım. İnanmak istiyordum. Son iki üç haftadır yine akşama doğru bu sefer; alkol almadan aynı yerdeki aynı kaldırım taşına gelip, oturup vaktini tamamlayıp, giderdi. Artık en azından şimdilik alkollü olmadığını son haftalarda görüyor, umutlanıp, seviniyordum. Bakışları düzelmeye, konuşması anlaşılır ve yüzünün rengi yerine gelmeye başlamıştı. Yaşı elliyi geçmiş olsa da; evlilik yapıp, şayet çocuğu olacak olursa onu sevip, koklayacağını, çektikleri acıları ona vereceği sevgi ve şefkatle unutmaya çalışacağından bile bahsetmeye başlamıştı.
Çok eskiden beri onu tanıdığım için; bir gün muhakkak bütün sıkıntı acı ve üzüntüleri aşacağına inanıp, umutlanıyordum. Şimdileri şükürler olsun artık onun yaşamındaki farklılığı görebiliyordum.
Birkaç gündür caddede o kaldırım taşındaki yerine gelmiyordu. Son zamanlarda yaşamındaki düzelmenin bana vermiş olduğu rahatlıktan mı bilemem; kendisine hem inanmış, hem de rahat hareket edebilmesini düşündüğümden, takip etmek istememiştim. Aradan iki gün daha geçince; kalmış olduğu mezbelelik, yıkık, ev bile denmeyecek yere gittiğimde kapısının kapalı olduğunu gördüm. Az ileride bulunan mahalle bakkalına sorduğumda; Belediye tarafından sahipsizler mezarlığına kaldırıldığı söyleyince, beni soğuk bir ter bastı. Dizlerimin bağının çözüldüğünü fark ettim. “Erzurum

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Genelde sevilen biriydi. Epey olmuştu, emekliliği geçeli. Bir süre daha çalışma niyetindeydi. Biraz rahat yapıda oluşu, birde dairenin sorumlusu olması nedeni ile ekseri mesai bitmeden, iş yerinden erken ayrılırdı. Ogün yine, kalkıp gideceği saatler gelmişti. Ondan daha yaşlı, zayıf, kalın gözlüklü, kasketli; pencereden gelen güneşten zaman, zaman uyuklayıp, uyanan ağabeysi de yanındaki gömme kanepeye gömülmüş, kalkıp gidecekleri anı bekliyordu. Aybaşına hele vardı. Ogün harçlığı galiba yine eksikti. Ağabeysi trenle kasabaya dönecek, kendisi de yine akşam bir şeyler atıştırıp eve gidecekti. Yoğunluluğu olan bir daire olmasına rağmen; o anda tanıdığı boş ver, ona göre işe yarayabilecek henüz biri gelmemişti. Saatler ilerliyordu. Parmaklarını birbirine geçirip, kollarının üzerine yüklenmiş, makam koltuğuna çöküp, çareler düşünüyordu. Güneşin ışığından uyuyup, uyanan ağabeyi; masanın üzerinde çevirmeli telefonun yanındaki yeni çıkmış ‘tuşlu telefonu’ bir ara müdür kardeşine göstererek; “Anbu telefonlardan acep piyasada var mi? ” Diye sorar. Müdür koltuğunda biraz düzelip, Ağabeysine “He var, ne yapacaksan? ”der.
Ağabeysi;
”Fiyatı neyedir, acep, Bende alsaydım”
Müdür;
“On lira ver senede alim” demesiyle;
Ağabeysi, çıkarıp ‘on lirayı’ ona verir vermez; tuşlu yeni telefonu kablosundan koparıp, bir poşete koyar, Ağabeysine vererek; “Al, haydi gâh gidah”der. Mesaiyi bitirir ve giderler.

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu


Canım gurban dağına daşına Baharına güzüne gışına Hele tandırda bişen aşına Sevdaliyam sene can ERZURUM
Köyümde goyun guzi melesin Biner ohşaram atın yelesin Seni sevmezse gudikler yesin Keyfim sevdamsan hem de HUZURUM
Bacalar yıhılirdi goşmahtan Acıhır aş içerdik yamahdan Çoh zor uyanırdıh uyumahdan Her gün hal vaziyet bele DURUM
Yazın tozuna gışın buzuna Bahane eden gaçar boşuna Geri gelenin gider hoşuna Sevmekse seni olsun GUSURUM
Çay demli kete mis kartol közde Evde çocuh mi genç mi var sözde Gapıda ki dana daha gözde Köyümnen sene sevdam ERZURUM

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Bakma yaşıma ver bir silah emret
O kurşunlar bana gelsin ŞEHİDİM
Sen var ol ki yaşasın aziz Millet
Bir değil bin can vermene şahidim

Nice kahramanlar senin yolunda

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu


Sıcak bir ramazan günü çarşıya gezmeye çıkardığı torunu;nenesine,"nene bene dondurma al" diye tutturur. Nenesi;"param yoh oğul''diyip, bahane etse de, dondurmayı almak zorunda kalır.Sıcaktan eline ve külaha eriyerek akan dondurmayı bir taraftan da torunu yalar.Nenesi"oğul ellerin hep bulaşdırdın,ele dondurma yiyilir mi heç"?der, biraz da çekiştirerek torununun elinden külahı alır,yalamaya başlar ve yarısını götürür.O sıra yanlarından geçen bir bey "abla ne edisen ele ramazan,ramazan dondurma yiyilir mi? orocun gaçar"der, dondurmayı yalamaktan memnun görünen nene "E.ne oldu ki,ağzıma alır,almaz hep erirdi zaten."

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

Dertler benimle kaldı atamıyorum
Bazen olurum kör bazen de kötürüm
Anladım sonunda bu benim kaderim
Ziyan olan gençlik değil ömür oldu

Bari bir gün gülmüş olsaydım

Devamını Oku
Ahmet Karaoğlu

İçimdesin desen desen
Aklımda sen gönlümde sen
Başka bir şey düşünemem
Ah yok mu birde he desen

Yanıp küle dönen odum

Devamını Oku