anne…
gönlün en sevdiği
merhamet denizi
“gelir misin” deyince
şehirler aşıp koşandın
“yavrum” derken yayılırdı şefkatli sesin
Yusuf düşmüş bir kez gönlüme
düşmüş dağılmış
kristal bir kandil gibi önümde
hem de ayaklarımın dibinde
hesabı sorulacak bir aşkın
çamuru hala elimde
Görülmesin diye savaşın çirkin yüzü
Kısaldı, bitti bereketi güneşin
Ötemizde yeniden bir kızıl yangın
Boğulurken ufuklar umudumuz sensin çocuk
Denizin bir yanı güneş sarısı mutluluk
hayatla yorumlanamayan düşler görürdün
simsiyah yanan gecenin koynunda
tutuşur saçlarının beyaz yanı
“burası Muş’tur” söylerken dilin
'Aslında hepimiz dünya üzerinde şöyle ya da böyle bir yetim sayılırız.'
-zeynep-
“Ayn” olur boynum minicik ellerin serinliğinde…
Her gece sen, bombalarla boğuşurken düşünde,
Bir taşın ağırlığınca uyumadı daha bedenim.
Utanıyorum yüzündeki mahcubiyetten, utanıyorum
kamaşır tüm gözler sönünce aydınlığım
bu akşam buzdan bir prensesim
cenge dursun bütün debdebesiyle süvariler
ihtişamından yokluğumun erisin renkler
tan vakti kınalarına amansız bürünür
“Kızıma...”
suyun üstü buz
kırılır nilüferlerin beli
bir sandal çakılır ortasında
sanki dünyanın ortasında
gecenin uzun ve yumuşacık ipiyle
bir salıncak kurdum bahçemde
uzun boylu söğüt ağacına
sevgiyi sordum kızıla çalan yapraklara
uzun saçlı bir kız çocuğu pencerede
“Efendimize güllerle…”
SABAH
İncir kuşlarının selamıyla uyanır düşlerim
Her çiçeğin kokusu sendendir her kuşun sesi sen
Her yeni gün adınla başlar bilirim
"Kızıma...."
Ay bu kadar güzelken kızıma benziyordu
Çocuk öpüşleri sarınca parmaklarımı
Korkak bir geceye dönüşüyordum
Üfleyip bir tutam aydınlık gülüşle
Savurmalıyım en uzağa geceyi
g