Yolcu Şiiri - Abdullah İnaler

Abdullah İnaler
57

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Yolcu

sabah
geçen sabah ki gibi
hiçbir ayrıcalığı yok sanki dünden
herkes kalkmış işine gidiyor
benimse hiç acelem yok

giyindi dostlarım
bense hala büzülmüş
yatıyorum yatağımda
ve uykuya akıyor gözlerim
önce ahmet geliyor yanıma
öpüyor beni sıcak
sonra Talat, sonra memed
acımsı bakışlar hissediyorum yüzümde
ağlamaklı oluyor gözlerim
''haydi güle güle''
''haydi güle güle'' diyorlar
''gidince yazarsın bize.''
kapının gürültüsüyle birlikte
ayak sesleri alıp götürüyor onları
ve yavaş yavaş yitiriyor,
tozlu merdivenlerdeki gürültü kendini

kentimi, insanlarını ve dostlarımı
ne zaman görürüm, artık bilemiyorum
çünkü bu kentten artık gidiyorum
önümde dopdolu bir valiz, içimde bir eziklik
bir de tarifsiz bir sevinç,
gidip te dönmeyen arkadaşlarıma kavuşma sevinci
belki dönerim
öyle ya..
belki dönemem bunu biliyorum
belki kentimin sokaklarını son kez çiğniyorum
ama umut bu ya
peynir ekmek gibi tükenmez
geleceğim, geleceğiz
sevdiklerim, sevdiklerimiz ve kavgamız için
geleceğiz sevgilim
Biliyor musun sevgilim
zamanı durdurmak
nokta koymak geliyor içimden
seninle olmak için sonsuza değin

saat. 08.15
biliyorum
şu anda yürüyorsun bensiz
ve beni görmüyorsun son bir kez
bir zaman akım seyrediyorum ardından seni
üzerinde hala o üç senelik yeşil palto
saçlarını sarmış siyah bir atkı
boynun öne düşmüş
üşüyor musun ne
yürüyüşünse bir cenaze
bense tabuttaki ölü
götürüyorsun beni, umutların yitik
İçinde sonsuz bir hüzünle
eskişehir askeri cezaevine

yavaş yavaş akşam kızıllığında
kızıllığa bulanmış dağların ardında
kaybolmaya başladığı gibi güneşin
sen de...
caddelerde çoğalmaya başlayan
Öğrenci arkadaşlarının, işçi kardeşlerinin
arasına karışıp kayboluyorsun
ve artık göremiyorum seni
kalbimin derinliklerine dalıp gidiyorsun
.
ve gitmek
zamanı geliyor artık bu kent'ten
otobüs çalışıyor
şöför bağırıyor kalın sesiyle
''yolcular tamam mı? ''
''tamam'' diyor, muavin külhan bir sesle
kımıldıyoruz yavaştan
ve dönmeye başlıyor tekerlekler

koltukların yarısı boş
önüm boş, yanım boş
orta yaşlı bir kadın sağ ön tarafta
yanında ufacık sevecen bakışlı bir çocuk
oturuyor sessizce
bir de çok görkemli bir kadın
kuşkusuz burjuva
oturuyor ardımda, hem de kasıla kasıla
iki de güzel kız arkalarda
yüzlerini zor görüyorum geriye baktıkça
çatışıyor bazen bakışlarımız
ama
hemen kaçıyor birbirinden
bu yasak çatışmalarımız

büyükçe güzel olanı
pencere dibinde oturuyor
ara sıra kaçak bakışlarla
okuduğum gazeteye bakıyor
ben de ona bakıyorum
bakarken de utanıyorum
o güzel genç bir kız
bense
cezaevine giden suçlu bir suçsuz
yineliyorum bakışlarımı ona
elinde ki küçük bir kitaba
''bekir yıldız'dan bir öykü''
bu dünyadan bir atlı geçti

kuşkusuz o da bizden
çünkü ayni bakıyor bakışlarımız
o da hissediyor benim onunla olduğumu
gidip konuşmak istemi geliyor
onunla bir şeyler
kadın erkek ilişkilerinden uzak..
kısaca bir şeyler anlatmak istiyorum
kavgamızı, davamızı anlatmak istiyorum
ve seni ne değin sevdiğimi
seni anlatmak istiyorum
seni anlatmak
ama utanıyorum
iyice pencerenin dibine sokulup
İyice sana sarılıyorum
ve seni yaşlı gözlerle
bıraktığım ağacı anımsıyorum
gözyaşlarımızla yeşerecek
o umut, o özgürlük
o mutluluk ağacını.

otobüs gidiyor..
yeşiller içinde yatan tarihi bir kente doğru
uludağ'ın bembeyaz olmuş zirvesi
maviliklerde kaybolup gidiyor
geri dönüp o kıza bakmak geliyor içimden
ve bakıyorum
o da bakıyor
arkadaki boyalı burjuva bakışlarda ortak oluyor
tedirgin oluyorum bu bakışlardan
ve çeviriyorum bakışlarımı sana
......

gözlerin gün batımı
yağmur mu yağıyor ne

emin ol sevdiceğim
seninle dolu olduğum günlerde bile
hiç seninle olmamıştım böyle
hiç dolmamıştım seninle, sonsuz sevgiyle
her şeyde seni görmek
otobüsün içinde uçuşan notalar da seni hissetmek
duygusallıkta olsa,
o kadar tatlı bir şey ki
tarifsiz anlatamam.

doğayı ve zamanı yırtıyor hızımız
bir ışık hızıyla bursa'ya giriyoruz
ve başlıyoruz
bu yemyeşil beldeyi
yeşili, çekirgeyi seyretmeye
bursa deyince belki usa
yeşilliği, şeftalisi, bıçakları
yatırları gelir ama...
Benim usum her nedense
çok uzak bunlara
yeşil yeşil Bursa ipeklisi gelir
kapalı ceza evi gelir
nazım gelir usuma
Ve nazımın yitirdiği seneler gelir
çektiği eziyetler, işkenceler gelir
yazdığı en güzel dizeler gelir
halkı için,
vatanı için, tüm sevdikleri için
ve masmavi gözleri gelir
her nedense benim
bunlar gelir usuma

otobüs duruyor, insanlar iniyor
bursa garajı insan kaynıyor
otobüs geliyor, otobüs duruyor
insanlar iniyor, köylüsü, kentlisi
işçisi esnafı
genç kız iniyor
ve sen de benimlesin
ellerin ellerimde
geziniyor ayaklarımız garajda
bir sürü insanlar
bir sürü dükkanlar arasında
birden..
bir gürültü kopuyor kapalı çarşıda
cıvıl cıvıl ilk okul öğrencileri
ve de yanlarında öğretmenleri
dolduruyorlar vitrin önlerini
bozuyorlar görkemli görünümlerini
eski yırtık giysileriyle
bilmem hangi köyün çocukları

ve güzel bir kadın öğretmen incecik tatlı sesiyle
çocuklara sıraya girmesini söylüyor
ve bir soru yöneltiyor
''çocuklar bursa'nın neyi meşhur? ''
ama bu soruyu bir kaç çocuk duyuyor
diğerleri itişip, kakışıp oynaşıyor
''a..'' diyor biri
bir havluyu gösterip..
'pempe panter..pempe panter'
hepsi o yana bakıyor...
sonra afacan cıvıl cıvıl bir çocuk
bilmişlik heyecanıyla çar çabuk
''şeftali öğretmenim.''
''camileri öğretmenim.''
''aferin'' diyor öğretmen büyük bir gururla
övünücü bakışlarla süzüyor bizi
ve tekrar bir soru yöneltiyor çocuklara
''başka'' diyor, ''başka neyi meşhur?''
çocuklarda ses yok
bakıyorlar suskun bakışlar öğretmene
düşünüyorlar içlerinden
acaba başka neyi meşhur, neyi meşhur?
''çocuklar'' diyor öğretmen
''unuttunuz herhalde'',,
bursa'nın garajı meşhur.''.
''peki'' diyor bu kez
'biz buradan neler satın alırız?''
yine çocuklardan ses yok.
bakıyorlar öğretmene sorucu bakışlarla
bu kez ben bağırıyorum içimden.....
yırtılırcasına gırtlağım.
''hiç bir şey satın alamayız öğretmenim''
''hiç bir şey satın alamayız.
biz işçi, köylü, memur çocuklarıyız
hiç bir şey satın alamayız
hiç bir şey...hiç bir şey.''

''hah'' diyorsun sen
''hah....
bak işte bizim çocukta orda''
ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde
sıkıyorum avuçlarını büyük bir istemle
ve bakıyorum esmer çilli çocuğumuza
çilleri ayni senin çillerin
bakışları ayni benim bakışlarım
bakıyor mutluluk, özgürlük saçan bakışlarıyla
Mutluluktan kızıla çalan gözlerimize
sıkı sımsıkı tutmuş elinden
kızıl saçlı güzel bir kızın
sımsıkı sarılmış kaçmasın diye
birlikte bakıyorlar,
onlar için yaratacağımız
özgür mutlu günlere

saat on bir
herkes yerini aldı
otobüs kalkıyor..
cama yaslanmış oturuyorum
ve bursadaki sevgiliye el sallıyorum
Ne değin ıslak yerler
Ne değin yağmur gözler
Ne değin nemli çiller
Ve gökyüzü patlıyor
Gözbebeklerimde...

gidiyor...
otobüs gidiyor
yolcular gidiyor
ve biz gidiyoruz....
dört duvar arasına
parmaklıklar ardına doğru

yanımda
yani yan koltukta
yepyeni bir yolcu
Saçları sakalları kırlaşmış
elli beş altmış yaşlarında
sevecen görünümlü bir baba
elimdeki gazeteye bakmaya çalışıyor
kuşkusuz yazıları seçemiyor
ve anlıyorum onu okumak istiyor.
Belki bende çekiniyor
Uzatıyorum ona gazeteyi
''Buyur baba okumak ister miydin?''
Alıyor elimde gazeteyi
Daldırıyor bakışlarını sayfalara
Ve mırıldanmaya başlıyor

yol ve zaman
hızla kayıp gidiyor altımızdan
uludağ'ın karlı tepeleri
bizi seyrediyor uzaktan bembeyaz bir bakışla
sonsuz sevgimizden bahsediyor
türküler söylüyor üzerindeki kümülüsler
özgürlük ve mutluluk dolu
yarının türkülerini...
genç kız yine arkalarda
Yineliyor o sevecen bakışlarını
elindeki kitaptan zorla da olsa bana
bense utanıyorum ona bakmaya
oysa
o değin arıyorum ki o bakışları gözlerimde
oysa o değin özlem duyuyorum ki
o bakışlara
onda gördüğüm özlemime
ve sonsuz sevgime

karlı tepeleri aşıyoruz
yağmurlu yüklü bulutları altında
ve yol kenarındaki köylerimizi seyrediyoruz
yirminci yüzyılın Türkiyesinde kendimizden utanarak
son model bir 302
bir at arabasının yanından şimşek gibi geçiyor
tekerleklerinden fırlayan çamurlar
gaz'te gaz'te diye bağıran
eski yamalı giysiler içindeki
çocuklar üstüne desenler çiziyor
koşuyor çocuklar yolda
yırtık pabuçlar çamur içinde
ve gazeteler uçuşuyor havada
çocuklar koşuyor ardından
kavuşuyorlar birbirlerine
Yeni yeşermeğe başlamış bir ağaç dibinde
amurlar içinde.......
Ah..diyorum kendi kendime
niçin köylerimiz hala
bir taş, bir toprak yığını hala
bu memleketin gerçek sahipleri
niçin böyle yaşar
niçin yaşar her şeyden yoksun
niçin en çok ezilir
niçin bu çocuklar gaz'te gaz'te diye bağırır
niçin...? Niçin..?
ben anladım ama
ah.. birde sen anlayabilsen sevdiceğim.
bir de sen anlayabilsen

genç kız yine bakıyor
çünkü ona artık niye baktığımı biliyor
ve bakıyoruz ayni yöne
köylerimize, köylülerimize
fabrikalarımıza, işçilerimize
ve içinde ezilerek, sömürülerek yaşadığımız ülkemize
fabrikada, maden ocağında, pamuk tarlalarında
el eleyiz artık..
sen ve ben sevdiceğim
bakıyoruz ayni yöne, bitimsiz bir sevgiyle

bir yolcu daha var diyor
artık bizim emekçi muavin
çünkü o da bizimle..
kara yollarında çalışan bir işçi,
sessizce biniyor otobüse
unutmuşlar onu bu çamur yolda
nereye gideceğini bilmiyor sanki
kuşkusuz bir yol arıyor
çıkışsız bir labirentin içinde
ama artık oda bu otobüste
genç kız gel diyor ona
sen de gel diyorsun sevdiğim bizimle
Ben de gel emekçim diyorum.
İhtiyar baba.
''Yürü be evlat'' diyor
''Gel artık, ol bizimle''

işçi yorgun
işçi yitik
anası ağlamış gün boyu
çamur yollarda çalışmaktan
gözlerinin altı çökmüş açlıktan
elleri, suratı kupkuru
artık bitmek üzere
yıllar yılı bel bağladığı umudu
bir parça ekmek ve sıcacık bir ev
ve çeviriyor başını tanrıdan
artık kırgın ona
artık kırgın ve öfkeli bu düzene

ama
umut bu ya
bir damlacık kalmış içinde
bizi böyle el ele görünce
yüzünde beliriyor bir gülümseme
gelip oturuyor tedirgin bakışlarla
en arkadaki yırtık bir koltuğa

''merhaba arkadaşım'' diyor, genç kız
hoş geldin gel otur ön sıraya
Utanıyor çekiniyor
Esmer gün yanığı tenli arkadaş
Yırtılmış papuçlarıyla
Çamurlarıyla yürüyor ön sıraya
Buluyor gerçek nasırlı eller yerini
''Merhaba arkadaş'' diyorum
sen de sevdiceğim
''Merhaba yoldaş'' diyorsun
''merhaba evlat'' diyor ak saçlı baba
''merhaba kardeş'' diyor çocuklu kadın
hoş geldin aramıza
sayılıp değerinin olduğu dünyamıza
otur diyorum arkadaş, rahat otur sıkılmadan
çamurlu toprağınla, açlığınla
gel otur soluk renginle
yırtık giysilerinle gel otur
çoluk çocuğunu, tüm köyünü getir
bak biz gidiyoruz
doldukça doluyor otobüs
gittikçe doluyor..
ve gidiyor açık artık yolumuz.

otobüs gidiyor
benim ineceğim kente doğru
ben ineceğim ama
o boyalı gözlü, tombul yüzlü
burjuva kadında inecek
sen devam edeceksin sevdiğim
o arkadaki genç kızda
işçisi, köylüsü hepsi devam edecek
artık bu otobüs geri dönmeyecek
ve o burjuva kadın yalnız kalacak
eriyip gidecek kaybolacak

geldik artık sevdiğim, iniyorum ben
iniyorum, çünkü bu yolun kurbanıyım
biliyorsun
bir şeyler yitirmeden elde etmek çok zor
siz yürüyün arkadaşlarım
özgürlük mutluluk yolunda
şimdi ben içerdeki
arkadaşlarımın yanına gidiyorum
yani parmaklıklar ardında
o çoğaldığımız yere.
ama bir gün gelecek
orayada sığmayacağız
öyle bir çoğalacağız ki...
o parmaklıkları,
o faşist italyan yasalarını
parça parça edeceğiz
parça parça arkadaşım.

23

biliyorum
biliyorum sevdiceğim
özgürlüğün son günü bugün
seni sevdiğime ne denli eminsem
tutuklanacağıma
parmaklıklar ardına düşeceğimi
o denli eminim

işte bak gidiyorum
hem de kendi ayaklarımla
yanımda ne bir polis
ne de eli silahlı bir asker var
ne ellerimde zincir, ne ayaklarımda pranga
öyle ya kaçmak yok kavgamızdan
yürüyorum..
Yürüyorum Eskişehir'in buzlu sokaklarında
özgürlüğün son yudumcuklarını kokluyorum
eğiliyorum köprünün üzerinde
seyrediyorum gürül gürül akan
çamur kokan porsuk çayını
bir de güzel akıyor ki
Bir de güzel....

otobüs gidiyor
otobüsler gidiyor
bir daha, bir daha ardından
ve kalbim onların yanında
sen de sevdiceğim
içimde, ruhumda
öyle bir yer tutmuşsun ki
hiç silinmeyecek
sabıka defterindeki adım gibi...

Off....
kollarım öyle ağrıyor ki
nerden doldurdum bu valizi böyle
nerden doldurdum bilmem.
ne varsa dünden
sanki içerden hiç çıkmayacağım.
nerden doldurdum..
öyle ya suçum büyük..
öyle ya çok büyük suç işledim
sığar mı valilere
Adam mı öldürdüm.
hayır
kaçakçılık mı, dolandırıcılık mı yaptım
hayır..
Öyleyse ne yaptım..
Ne mi yaptım..
Uyandım arkadaşım uyandım
Çok değil sadece hakkımı istedim,
Emeğimin hakkını istedim.
Adaletsizliğin, eşitsizliğin bitmesini istedim
değişsin bu adaletten
yoksun düzen dedim

hava kuru mu kuru...
soğuk mu soğuk...
terliyorum.
bakıyorum kar mı yağıyor ne
beyazlıklar uçuşuyor havada
bir de, bir güzel koku geliyor burnumun ucuna
kar kokusu mu. .kadın kokusu mu..
ama anladım. açlık kokusu bu.
oh be nihayet açlığımla baş başayım..
birden o kokuyla, açılığımla
atıyorum kendimi porsuk kıyısında bir lokantaya.,
bir porsiyon kuru fasulye, bir porsiyon pilavla
tulumba tatlısıyla yok ediyorum onu..
parça parça ediyorum açlığımı,
dişlerimin arasında ezim ezim eziyorum,
bir daha karşımız çıkmasın diye
her gün binlerce yoksulu öldürmesin diye..

çıkmak istemiyorum
oturuyorum bir sigara içimi cam kenarında,
porsuk sessizce akıyor, ben ona bakıyorum
kim bilir ne sevdalar
böyle sessizce akıp gitti yaşamdan
bir sıkıntı basıyor, sığmaz oluyorum kendime
dışardayım
Ve yürüyorum
bir dolmuş kornası, kalkan bir el
pikaptan gelen bir ses
''dağlarına bahar gelmiş memleketimin''
artık iyice yaklaştığımı hissediyorum
nemli duvarlara
gürültüsünü hissediyorum
demir parmaklıkların
ve son demleri özgürlüğümün.
ve ben gidiyorum..

Abdullah İnaler
Kayıt Tarihi : 15.1.2017 22:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Ocak 1975 yılında 3000 astsubay kendilerine karşı yapılan adaletsizlikler karşısında bir ve iki gün mesaiye gitmeyip uçakları uçurmadılar. Bu hak ve adalet mücadelesi sonunda, askeri makamlarca suçlandı. Askeri mahkemece bir sene ceza alıp hapis yattı. Bazı arkadaşları da ordudan ihraç edildi. Bu şiirimsi hikaye askeri mahkemeye giderken otobüsteki yolculuğumdaki düşüncelerimin hayalle gerçeğin ürünü. 25.Şübat 1975 Eskişehir. Ask. Ceza ve tutukevi

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Abdullah İnaler