Yürüyordum,
Sana ve rüzgâra verecek şeyim kalmamıştı
Terledim, ceketimi attım sokağın ortasına
Gömleğimin kollarını katladım,
Deli bir rüzgâr esti
Çıldırdım…
..
açlık,
yoksulluk,
haksızlık,
işsizlik,
yüzsüslük....
almış başını gidiyor,
başım dönüyor
..
Seherde güler mi? Gülleri salsam
Hasret yüreğini yakar Hacer’in.
Sarsam yarasını merhemin olsam
Gözyaşı durmadan akar Hacer’in.
Hafif baygınlaşır, arttıkça derdi
Yarını bu günden fazla severdi
..
Günler yaklaştı, git diyorlar
Gülümü görmeden gidemem ki!
Kalbimdeki yarayı bilmiyorlar,
Yabancı kremleri süremem ki!
Kimi yalan söyler,kimi dedikoducu,
Ben yalnızım, yalnız bir yolcu,
..
Vatan sevgisiyle coşar yüreği,
Şahlanır cephede benim askerim.
Asırlardır sürer hep bu süreği,
Her daim ilklerde benim askerim.
Yürekte hasreti merhem dindirmez!
Yoksulluk, sefalet onu sindirmez!
..
Fırsatı bulanlar yandaş korudu
İşsizlik, yoksulluk aldı yürüdü
Sonucunda çok değerler çürüdü
Çürümeye çare bulmamız gerek.
İşsizdir, çatal bilekli gençler
Onun dileğini gör kimler dinler
..
Kanmıyor bu gönül resimlerinle,
Öyle özledimki seni,
Yılda bir kez olsa bile,
Yar bu gönül arzular seni.
Sanmaki unuttum seni,
Dilim hep zikreder seni,
..
Yoksulluk ormanında,
El yordamıyla
Yiyecek arayan
İnsanlar geçiyordu;
Uykusuz kara gözlerinden.
Şaşkın
..
Çekiliş var dediler
Bedavadan herkes bakacak, bahtına
Ücret ödemeden, ter dökmeden
Harçsız, pulsuz, vergisiz
Yok mu bu çekilişe iştirak eden
Girdim sıraya, heyecanla bekledim…
Sıra şimdi sende dediler
..
ASLI GÜLDÜR GÜLÜN
Gül olanın aslı güldür
Âşk okusam ayanına
Asillerin nesli baldır
Meşk dokusam kovanına
..
tutulmak üzere
dağın ardına çekilen
güneşten geliyoruz
soluyor renkler
soğuyor evren
bar tutan yalnızlığa asılı saatler
..
Seni hiç incitmedim
Gözyaşı dötürmedim
Yoksulluk çektirmedim
Bırakıp neden gittin?
Yalnızlığı kovmuştuk
Acıları yenmiştik
..
Çaresizliktir
Umutsuzluğa açılan bunca kapılar
işsizlikle açlık çaresizliktir
Korkuya sığınmış bunca korkaklar
Tükettiğin Hayat çaresizliktir
..
Siz yoksulluk nedir bilir misiniz?
Okul harçlığı biriktirmek için
Kahvelerde sabahlarken
Üç sandalye yatağım,
Ayakkabılar yastığımdı
Hiç böyle uyudunuz mu?
Bir sabah vakti üşüyen ellerinizi
..
Sadece yıldızlardan değil, hafif bir kımıltıyla uzanıp dokunabileceğim bütün varlıklardan daha yakın görünüyor mehtap. Öyle kışkırtıcı bir yüzü var ki bakışlarımı onun tılsımlı bilinmezliğinden alıp suni ışıklar saçan bilgisayar ekranına çeviremiyorum bir türlü. Etrafı gümüşten sicimlerle halelenmiş incecik ay, şeffaf bir ayna gibi gök kubbede asılı kalmış. Biri ona yanlışlıkla haddinden uzun baksa yeryüzüne düşüp milyonlarca parçaya ayrılacak, yüreklere kıymık gibi batacak sanki. Yazarak düşünmek, çatlak duygularımın izlerini belli edecek taşları yerinden oynatmak istemediğim için muhtelif bahaneler icat ettikten sonra çaresiz masanın başına geçiyorum.
Arada volta attığım odanın penceresine yaklaşıp dev sokak lambalarının aydınlattığı çöp yığınına bakıyorum. Biliyorum biraz sonra o cılız bacaklarını ağırlaştıran yalpalayışıyla gelecek. Önce kâğıt yığınından şişeleri ayıklayacak. Birer birer ters çevirip son damlalarıyla halleşirken homurdanacak. Sonra yeşil, mavi, beyaz camlar misketler gibi şıngır şıngır yokuştan aşağıya yuvarlanacak. Eğer hırka, çorap türü çaput bulursa onları itinayla katlayacak. Keyfi olursa rüzgârda titreşen poşetlerin dibine çöküp bir izmarit yakar. Gece hava tarçınlı cevizli anne kurabiyesi kokuyor. Çiçeğe durmuş eriklerin pembe yapraklarını uçuran ılık bir meltem esiyor Boğaz’dan. Belki daha uzun kalır. O gelmediğinde kimsenin meraklandığını sanmıyorum. Ötekine yabancılaşmanın çürüterek yalnızlaştırdığını kavrayabilseler belki onlar da kaygılanır ama bilmiyorlar işte. Kimsesizliğin yanık tülü öylesine uçucu ki, adamın beyaz çiğ ışığın altında parlayan kızıl sakalları bile bakışlara değmiyor. “Yoksulluğun prensi”, her akşam karnını doyurmak için ava çıkan kızgın martılar gibi çöp dağının üzerine tünüyor. Bense onu başka bir gezegende yaşıyormuş gibi uzaktan izliyorum. Bütün yaptığım bu. Bazen düşünüyorum da bir gece onunla “okyanusun” zifiri sularına dalıp, çocukluğumuzdan kalan eski bir hatırayı arar gibi kimbilir hangi omuzlara dokunan ceketlerden kopmuş kırık düğmelerin, eprimiş bir mendilin, eşini arayan yırtık bir terliğin, en kıymetli sayfalarını kaybetmiş defterlerin peşine düşsek. Birbirimizi kalp gözüyle anlar mıydık? Sanmıyorum. Bunun için ikimiz de epey yaşlıyız artık.
Kelimeler yuvanızdır!
Böylesine onur kırıcı, alçaltıcı, kimi zaman insanı yaşadığından utandıran “yoksulluğun” edebiyatı olur mu hiç. Ben beceremem herhalde ama oluyor. Üstelik eğer onu yapan, yazının bayağılaştıran tuzaklarına düşmeden insanın karanlığını iyi ifade edebiliyorsa hakiki bir iz bırakıyor. Acı, felaket, yoksulluk gibi bıçağı kendine batıran keskin duyguları, insanlık hallerini anlatmak biraz tehlikelidir. Sadece tenezzül etmediklerinden, kendilerini o dünyanın “hiçliğine” ait hissedemediklerinden değil, biraz da o “tuzağa” düşmekten ürktükleri için kaçınır yazarlar “yoksulluk edebiyatından”. Aslında neyi anlatırsanız anlatın seçtiğiniz kelimeler, hayatı omuriliğinden tutup sallayan dil, hakiki yuvanızdır! O duruş edebiyatın sizdeki karşılığını da belirler haliyle. Hikâyenizin gerçek veya kurgulanmış olması neticeyi değiştirmez. Okuyanı hikâyenin gerçekliğine inandırıp kuytuda kalmış duyguların manasıyla çoğaltabiliyorsanız ona dokunmuşsunuz demektir.
..
Kaymakama arz eyledim halimi
Dilekçeme red yazmışlar ey vah ey
Bakmadı yüzüme tutmaz elimi
Komisyona yad yazmışlar ey vah ey
Yoksulluk fonu var yoksul giremez
Umut eder amma fayda göremez
..
her karanlık gecemidir.
kedilerin gözbebekleri mi büyür içinde gecelerin
senin bana bakışların, o göz bebeklerin
gecelerin içinde mi saklıdır.
yakut yeşillerinden uzak kalışlarım böyle
senin saklandığın yerde midir.
..
Anadoluda kırsalda
Dağ köylerinde yaşardı,
Hepsinin yolları taşlı,
Hepsinin gözleri yaşlıydı.
Kimilerinin ayağında lastik ayakkabı,
Kimilerinin ayakları çıplaktı.
Bayramdan bayrama yeni elbise giyer,
..
Mutluluk; her seferinde inip bindiğinizbir ‘iskelenin’ değil, «Sevdiklerinizle»
hayata yelken açtığınız «YOLCULUĞUN» adıdır!
Bilirim sevmezler benim memleketimde güleni, bir çırpıda hücreye kapatırlar “insanın” tebessümlerini…
İnşaat bu denli uzundu
Altyapı ruhsatı uğraştırdı
..
Genç ve güzelsin elbet sevilmeyi düşlersin
Dilin badem kaşın yay, kirpiklerin ok kızım
Yazdan tedbir almazsan sonra nasıl kışlarsın
Naçiz nasihatımı gel kafana sok kızım
Bu sevimli çağında eş koşarlar da ay'a
Unuturlar sonradan riya bilmezler gûya
..