Tutun onu, derhal bağlayın onu!
Sonra cehenneme sallayın onu!
Sonra, boyu yetmiş arşın olan bir zincirde yollayın onu!
Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu.
Yoksulu doyurmaya özendirmiyordu.
Bugün onun için burada bir sıcak dost yoktur.
Yıkananların atık sularından başka yemek de yoktur
..
aynada yemek yedim
bir kaşık bana
bir kaşık ona
her lokma bir asırdı
alnımdaki kırışıklıklarda
ben doydum o doymadı
bitmedi çilelerim
..
Cennetimsin Benim
Küçük Dünyamın Büyük İnsanı
Dünyamın Büyülü insanı
içimin Büyülü Feneri
bazen gerçek misin
bazen şüpheye düşüyorum
bazen ben gerçek miyim
..
Enaz Güneş kadar sıcak olduğunu sanıyordum
Meğer buzul kadar soğukmuşsun bilemedim
Kara inat hepten beyaz olduğunu sanıyordum
Kara bahtım kadar karaymışsın bilemedim
Abu zemzem kadar kutsal olduğunu sanıyordum
..
Avşar yörük için sabah erken olur. Avşar yörük kızının erkeği için gün, yıldızlar gökyüzünden kayıp olmasıyla başlar. Güneşin doğması beklenmez. Zaten keçiler, kuzucuklar melemeye, horozlar ötmeye, köpekler havlamaya, sığırlar böğürmeye, eşekler anırmaya, atlar kişnemeye başlar. Zamanı gelince erken yatmak erken kalkmak gerekir. Bu nedenle sağılan sütler yayıklanarak yağları alındıktan sonra kazanlarda akşamdan kaynatılır, yoğurtlar çalınır, çökelekler basılır peynirler kesilir. Yatma zamanı gelince de yaylada çadırda iseniz, kızıl kilimler çıkartılıp üzerine keçi dersinden işlenmiş postlar serilir. Koyun yününden yorganlarla yatılır. Keçi postları kışın sıcak yazın serin tutar. Avşar sabah kalktığında aile içinde görev taksimi yapar, gözlemeler, gartmerler içine de peynir yumurta gibi nevaleler bohçalanarak azzık yapılır,, Bağa, bostana, tarlaya, sürüyü sağmaya gidecek olan, azığını alarak ata veya eşeğe binerek yola koyulur, çobanın azığı kesinlikle unutulmaz, unutulduğu zaman çoban ceza olarak o gün bir keçi veya koyunu keserek kendine azık yapar..
Eşeklerle eli bakraçlı sürüyü sağmaya giden genç kızlar. Sürülerin yanına varınca, gençlerle keçi ve koyunlar arsında bir koşturmaca bir boğuşma başlar, yakaladıklarını kadınların yanına getiren gençler bir eşeğe biner gibi keçi veya koyunu bacakları arsına sıkıştırarak kızların keçileri daha rahat sağmasına yardımcı olurlar. Bu kovalamaca da çıngırak sesleri sanki için için ağlar, bazen ıslık olur bazen nara; beklide yurtların acılarını, sevdalarını anlatır. O ses bazılarının yüreğini dağlar, bazılarının gönlünü coşturur Bazıları için ayrı ayrı anlamı vardır. Çıngırak seslerinin. Çıngırağı kayıp olduğu için ağlayan çok çona çoban bilinir, bir sevdadır o Avşar için...
Alaca karanlık olunca çöker sessizlik ortalığa, sessizliği bozar koyunların yayılmaya gidişi. Ama yinede sesizdir koyunların yürüyüşü usul, usul süzüle, süzüle yürür koyunlar, arada bir karabaş veya güdük havlar salar korkuyu dağlara. Elbet canavarlarda boş durmaz bekler; fırsatını bulursa altmış koyunu bir anda sıkar, sıkarda geçer sürüyü talan eder.. Ama yamandır çoban köpekleri; vermeyince canını, vermez koyunu..
Bütün hayvanlar gece uykusuna yatmışken, hatta tavukların tüneyip derin uykuya dalmasının ardından, tilkinin kendisini bile alıp götürmesine bile uyanmazken, koyunlar o karanlıkta ala görebiliyor.Hatta otun zehirlisini zehirsizini, temizini, tazesini bile net olarak seçebiliyor. Mevla'nın bahşettiği bu yeteneğe sahip bu hayvanlar etiyle sütüyle derisiyle yünüyle insanlığa hizmet etmekteler. Yayılırken bile otun tamamını yemez, yarısını bırakıp geçer, diğer hayvanlara da pay bırakır..
..
Sabahın ilk ışıklarında serçeler,
Evin penceresine geldiler.
Her biri bir ağızdan,
Cik cik diye seslendiler.
Belli ki açtılar hepsi,
Bizden yemek istediler.
Çocuklar yemek verdiler,
..
Ey Brütüs! ..Sen bize bir ''dostuna güvenme'' dersin
Aradan yüzyıllar geçsede kulağımızda küpedir verdiğin dersin
Telefon icat edilmezden önce yersiz güven geç düşen bir jeton
Mahvettin Sezarı,kirlettin yemek yediğin yeri şaşırırdı Platon..
..
“Her şey” düzelsin öyle geleceğim dedi
ee, herşey düzgün işte!
-ülke harika yönetiliyor
-köpeklere(!) günde üç öğün yemek veriliyor
-güneş geceleri doğup, gündüzleri batıyor
..
Yaklaş samimiyetle otlan afiyetle
Farketmez tadı tuzu ister otla ister etle
Yıkıldığın insan derdi var oda yaşar külfetle
Aynaya bak kal kalabildiğince hamiyetle...
Ne evinde yemek pişir ne de lokantaya git dolan
..
Eski bir kulübe bir aileye mesken olur, orada aş olur orada yere serilirdi yataklar, güneşin doğuşunu da batışını da çok iyi bilirdi aile toprakla doğup toprakla yaşanırdı bu diyarda, daha henüz sigaranın ne olduğunu bilmeyen çocuk ellerindeki ziftin acı tadıyla tanışır yediği yemek dahi zehir tadını alırdı, ellere sinen tütün kokusu aylarca yıkamakla dahi tam çıkmazdı keza koku çıkmadan tekrar eller tütün tutar işlerdi.
Daha henüz alfabenin a harfini bilmeyen çocuk tütünün harflerini ezberlemişti, bebeklik devresini atlatan her çocuk mutlaka tütüne bulanır kâh yaprak dizmeye kâh tütünü yerden toplamaya yardım ederdi büyükler ise baharda yapılan fidan ekiminden sonra fidelerin tarlaya aktarılması için karık çekip fideleri diker daha sonra çapalanan tütün yaz boyunca defalarca yaprak yaprak toplanıp ipe dizildikten sonra kurutulurdu, tarlada tütün toplama işi bitince kasabada yaşanan evlere dönülürdü.
Acıydı tütün zahmetliydi daha henüz toplanmış tütün satılmadan yeni yılda ekilecek tütünün hazırlıkları başlardı tütünü toplanan tarla ilk yağmurlardan sonra evin erkeği atla sürer ve bu iş kış boyunca birkaç defa tekrarlanırdı henüz traktör zirai araçlar gelişmiş değil birçok iş insan gücüyle yapılırdı bir yandan toplanıp kurutulan tütün balyalanıp satışa hazır hale getirilirdi.
Artık kış iyiden iyiye kendini hissettirmiştir tütünde başka geliri olmayan aile yazın hazırladığı zahire ile yaşamını sürdürür kısıtlı bütçesiyle zaruri ihtiyaçlarını karşılardı linyit kömürüyle tanışmayan çok aile vardı ısınmak için dağa oduna gidilir, evlerde gaz lambaları yakılır ve onun ışığıyla oturulurdu, geceler ve sohbetler uzundu, okula giden çocuklar gaz lambasının ışığıyla ders çalışır genç kızlar kurdukları yuva hayalini yine gaz lambasının ışığında yaptıkları çeyiz ile süsler gergef gergef alın teri dökerler, delikanlılar askerliği iple çeker adeta askerden sonra kuracakları hayatın hesaplarını yaparlardı kimi babasıyla birlikte toprakla yoğrulur kimi bir meslek edinmek için çalışırdı henüz birçok evde radyo dahi yoktu geceleri sinemalar dolar taşar çocuklar sokaklarda çeşitli oyunlar oynar eğlenmenin yolları aranırdı.
Tütünü almak için uzmanlar dolaşır ürünü sınıflandırırdı piyasanın açılması heyecanla beleyen üretici alın terinin emeğinin karşılığını alıp almadığını bilmeden verilen fiyatlarla tüccarlar ve tekel kurumu arasında tercihini yapıp tütününü satıp parasını aldığında o gün sanki yeniden başlardı hayat belki rutin bir yaşamdı ama yapılacak başka bir şey yoktu acıydı tütün elleri tütün kokuyordu.
..
Akşama bir saat var
Bahçelerde meyveler var
Mandalina portakal
Elma armut üzüm bol
Gökyüzü berrak
Deniz ılık
Güneş var
..
Dost hayata renk, yaralarıma merhem,
Dostsuz bir hayat ebedi olsa istemem.
Bunca açlık, sefalet, zulüm varken insanlık var diyemem,
İnsanlığın olmadığı yeryüzünde insan olmak istemem.
Ne yetim hakkı, ne bir kul hakkı asla istemem
..
Karışma kirletme pis bırakacaksan
Yemek yeyip suyu içip kaplarını atacaksan
Hele hele senden önceki durumlara hasret bırakacaksa
Öl o zaman arkandan kötü söz bırakacaksan...
..
Avşarlar ve Avşar Yörükler için sabah erken olur. Avşar kızının erkeği için gün, yıldızlar gökyüzünden kayıp olmasıyla başlar. Güneşin doğması beklenmez. Zaten keçiler, kuzucuklar melemeye, horozlar ötmeye, köpekler havlamaya, sığırlar böğürmeye, eşekler anırmaya, atlar kişnemeye başlar. Zamanı gelince erken yatmak erken kalkmak gerekir. Bu nedenle sağılan sütler yayıklanarak yağları alındıktan sonra kazanlarda akşamdan kaynatılır, yoğurtlar çalınır, çökelekler basılır peynirler kesilir. Yatma zamanı gelince de yaylada çadırda iseniz, kızıl kilimler çıkartılıp üzerine keçi dersinden işlenmiş postlar serilir. Koyun yününden yorganlarla yatılır. Keçi postları kışın sıcak yazın serin tutar. Avşar sabah kalktığında aile içinde görev taksimi yapar, gözlemeler, gartmerler içine de peynir yumurta gibi nevaleler bohçalanarak azzık yapılır,, Bağa, bostana, tarlaya, sürüyü sağmaya gidecek olan, azığını alarak ata veya eşeğe binerek yola koyulur, çobanın azığı kesinlikle unutulmaz, unutulduğu zaman çoban ceza olarak o gün bir keçi veya koyunu keserek kendine azık yapar..
Eşeklerle eli bakraçlı sürüyü sağmaya giden genç kızlar. Sürülerin yanına varınca, gençlerle keçi ve koyunlar arsında bir koşturmaca bir boğuşma başlar, yakaladıklarını kadınların yanına getiren gençler bir eşeğe biner gibi keçi veya koyunu bacakları arsına sıkıştırarak kızların keçileri daha rahat sağmasına yardımcı olurlar. Bu kovalamaca da çıngırak sesleri sanki için için ağlar, bazen ıslık olur bazen nara; beklide yurtların acılarını, sevdalarını anlatır. O ses bazılarının yüreğini dağlar, bazılarının gönlünü coşturur Bazıları için ayrı ayrı anlamı vardır. Çıngırak seslerinin. Çıngırağı kayıp olduğu için ağlayan çok çona çoban bilinir, bir sevdadır o Avşar için…
Alaca karanlık olunca çöker sessizlik ortalığa, sessizliği bozar koyunların yayılmaya gidişi. Ama yinede sesizdir koyunların yürüyüşü usul, usul süzüle, süzüle yürür koyunlar, arada bir karabaş veya güdük havlar salar korkuyu dağlara. Elbet canavarlarda boş durmaz bekler; fırsatını bulursa altmış koyunu bir anda sıkar, sıkarda geçer sürüyü talan eder.. Ama yamandır çoban köpekleri; vermeyince canını, vermez koyunu..
Bütün hayvanlar gece uykusuna yatmışken, hatta tavukların tüneyip derin uykuya dalmasının ardından, tilkinin kendisini bile alıp götürmesine bile uyanmazken, koyunlar o karanlıkta ala görebiliyor.Hatta otun zehirlisini zehirsizini, temizini, tazesini bile net olarak seçebiliyor. Mevla’nın bahşettiği bu yeteneğe sahip bu hayvanlar etiyle sütüyle derisiyle yünüyle insanlığa hizmet etmekteler. Yayılırken bile otun tamamını yemez, yarısını bırakıp geçer, diğer hayvanlara da pay bırakır..
..
İşte deniz;
Kuşadası burası.
Müzik, yemek, eğlence...
Güneş şimdi bitti denizde.
Ama,
Sen yoksun.
..
yarım litre mideyi
24 saat doyuramıyoruz
ne yersek oyuz
homini gırtlak
bizde yemek ihtiyaçtan ziyade
abartılı milli alışkanlık
..
Hani mutfağa girip de yemek yapmak istersiniz ya
Bütün malzemeler tamamdir
Yapmaya koyulursunuz
Çeşitler, miktar, ocağın sicaklik ayarı, hepsi tamam
Her şey yolunda gidiyor diye düşünürsünüz
Tarife tekrar bir göz atarsınız acaba hata varmı diye
Yok canım çok güzel yemek olacak dersiniz hani
..
Paşa, Alman komşunun sinirli köpeklerine kızıp uzun uzun havlıyor. Saldırmak sakin mizacına pek uygun değil ama becerebilse ikisini birden paramparça etmek ister, biliyorum. Hırıltılarını dinlerken vahşetinin farkında olan bir varlığın –hayvan bile olsa- kendisini dizginleyebildiğini hissedebiliyorum. Arkadaşım mutfakta yemek hazırlıyor. Verandadaki yaşlı bademin altında oturup camın arkasında hareket eden gölgesini izliyorum. Şiddeti sevmem ama yemek yaparken o zevkli uğraşın tabiatıyla hiç örtüşmeyen ‘sapıkça’ düşüncelere kapılırım bazen. Özellikle o şehvetli, kesici aletleri kullanırken. O sırada onun aklından geçenleri de merak ediyorum.
Biber ağacının minik pembe toplu çiçekleriyle toprağa sarkan tüyümsü dalları, denizden esen rüzgârla hafifçe salınıyor. Uzaktan cılız bir fener ışığı gibi görünen köy evlerinden bostanlara yayılan köpek ulumalarını da işitebiliyorum. Hayatın o kadar da sevecen olmadığını hatırlatmak ister gibi acıyla bağırıyorlar. Sürekli seyahat eden Amerikalı, dünya aniden durmuş gibi hamağa uzanmış donuk bakışlarıyla parlak dolunayı seyrediyor. Onu esir alan duygu parçacıklarını da görebilmek istiyorum. O sırada hepimizin içindeki o karanlık dehlizleri düşünüyorum. Sessiz ormanın insanı yalnızlaştıran koyuluğu geceyi büsbütün ağırlaştırmış sanki. Belki yanıma aldığım o çarpıcı romanın ürkütücü etkisinden kurtulamadığım için hep o huzursuz ressamı düşünüyorum. Juan Pablo Castel’i...
Aynı zamanda fizikçiydi...
..
Bambaşka
İçinde sadece senin olduğun bir dünyadayım.
Gözlerim kör oldu,
Çünkü sadece seni görüyorum.
Kimseyi duymuyorum,
Çünkü sadece seni dinliyorum.
Yemek yemiyorum,
..
Hayat acıdır acı, yaşamasını bilmeyene,
Olup bitene bakıp da, gözyaşını silmeyene,
Hak, hakikat her zaman apaçık dururken
İnkâr edip de, doğru yola gelmeyene…
Fazla dalma, daima gelene, gidene,
Dinledikçe, senin gönlünü zehir edene,
..