YEMEK ŞİİRLERİ

YEMEK ŞİİRLERİ

Vehbiye Yersel

Leblebici Hacı Kemo
 
 Sokak kapımız bir girişe açılıyordu,o girişin sağ tarafında asıl evimizn giriş kapısı vardı, tam karşıdaki merdivenlerden de ablamın gelini olduğu akraba bir ailenin evine çıkılıyordu.o merdiven ve ayvan denilen evin girişi bizim evin tapusunda kayıtlıydı, 0nlara meş'a yani yürüme hakkı verilmişti, evler birbirine bağlıydı,pencere,yüklük,damdan dama bir mahalleyi sokağa çıkmadan dolaşabilirdik. herhalde bu evler sonradan bazı ara kapılar kapatılarak müstakil ev haline getirilmiş 
 
 Ben her zaman ki gibi sokak kapısının eşiğine oturmuş etrafı seyrediyordum.Etraf dediğim bir- iki metre genişliğinde daracık sokak,işte bu sokaktan çarşıya giden gelen insanlar, hayvanlarıyla büyük çarşıya sebze meyva getiren köylüer,gezmeğe gidenler,alışverişten dönenler,... Hep kapımızın önünden geçmek zorunda idiler. En kısa ve doğru yol buydu. 
 Her an hammal,yüklü hayvan,çoluk çocuk,trafiği vardı. Ben de trafik memuru idim sanki... 
 Beni herkes kapıda görüyordu. Artık biliyorlardı kimin kızıyım. Kaybolsam mutlaka getiren olurdu aynı yere. 
 Mahallemizde bir leblebici vardı,Dükkanları da Emir Hamamının Bakkallar çarşısındaki kapısının bitişiğinde idi.. Emir hamamının bir de Ana caddede girişi vardı.Mardin”in en güzel hamamı Emir hamamıdır 
 Bu leblebici Hacı Kemo nun kızları benimle yaşıt, belki de daha büyük olabilirlerdi.Okula gitmiyorlardı.Zaten okumadılar,babaları 0nları çırak gibi çalıştırıyordu.O sıralarda,daha evvelce de bahsetmiştim,yüzüm de şark çıbanı vardı,yüzüme konmasın diye sinekleri kovalıyorum, ağrılarım var,belki de ağrılarımı unutmak için sokakta oturuyordum.can sıkıntısından. Halen böyleyim 
 Katiyyen kapalı yerde kalamam. Sesim söylemesi ayıp güzeldi,sokak kapısında otururken, bazen şarkı söylerdim. Bazen ağlardım,hatta hiç unutmam,Yaşlı bir yakınımız vardı komşuydu evler zaten birbirini görüyordu,hatta dolapların arka duvarı yıkılsa ara kapı olurdu.sokaktan gidip gelmeğe gerek kalmazdı.Bu akrabamız olan teyze yeter loleny kulaklarımız gitti.sus 
 biraz derdi,dinleyen kim? 
 
 Evimiz üç katlıydı,kuyu birinci katta olduğu için o kattaki mutfakta çamaşırhanemiz vardı.kuyunun bitişiğinde,tam köşeye kocaman bir topraktan yapılmış küp gömülmüştü.geniş ağızlı,özel yapılıyordu,çömlekçilerde satılırdı,bizim orada zahireler küplere konurdu.30 -40-hatta 50 kğ. bulgur alabilecek büyüklükte küplerimiz vardı.üstlerine de temiz bir tahta kapak yaptırılırdı.onun altına umumiyetle beyaz bir örtükonurdu. kilerlerimiz çok düzenliydi.oralarda,akrep çok olduğu için,dikkatli olmamız gerekiyordu.fare de olurdu evlerde.bu bahsettiğim 1946-1950 yılları.tam 2.cihan savaşından yeni çıkılmış.kıtlık,yokluk,pislik hepimizi etkilemişti 
 ekmek kartla satılıyordu.ama ekmek demeğe bin şahit isterdi.karışık unlardan. yapılırdı.millet ebegümeci,semizotu,ekşi bir ot vardı,bunları toplar ekmeklerine katık yaparlardı.veya un çorbası yapılırdı.sonra ismini yemek kitaplarında düğün çorbası olarak gördüm.ben 0na ve mercimek çorbasına CANKURTARAN ADINI takmıştım.İzmirdeyiz.yıl 1982. eşim Limontepe köyüne verilmişti.erkenden gittiği için evle pek ilgilenemiyordu.kahvaltıdan sonra çocuklar okula giderdi. 
 ben öğleye ne yemek hazırlayayım diye düşünmezdim. mercimek çorbası hazırlardım. sıcak çorba çocuklarımızın da hoşuna giderdi Anne yemeğe ne var,dediklerinde Cankurtaran.cevabını alırlardı. sonra yavaş yavaş çeşit yapmaya başladım .nerden nereye.çocukluğuma devam edeyim kaldığım yerden. 
 birinci katta kuyu olduğu için çamaşırlar orada yıkanırdı. ‘ Merken’ denilen yere gömülü küpün içinde bir gün önceden kül ıslatılırdı. küllü suyun bulunduğu yerde baca tertibatı vardı,sarı topraktan yapılmış odun yakmağa uygun ocaklar vardı.çamaşır kazanı kararmasın diye dışı kalınca bir kül tabakası ile sıvanırdı,ocakta odun yakılırdı,odunları kısaltmaya gerek yoktu,yandıkça ocağa doğru sokulurdu,bir sürü,odun ateşi birikirdi,çamaşır yıkayan çamaşırcımız bir leğen,annem de karşısında oturur ikinci leğen de 0nun önünde 
 Zevkle,sohbet ede ede 4 -5 ağızda çamaşırları hallederlerdi.Kalan ateş mevsim kışsa mangala alınırdı,yazsa suyla söndürülür,kenarda kuruması için bekletilirdi.Kuruyunca kömürlükteki yerini alırdı. 
 Ütüye ateş gerektiğinde bu sönmüş kömürü kullanırdık.İnanın o günleri arıyorum,O kadüar zevkliydi ki çamaşır yıkamak.Şimdi makine yıkıyor,kurutuyor.bizler makine o işi yaparken,lüzumsuz işlerle uğraşıp zaman öldürüyoruz.Ayrıca bazı lekeler çitilemeden çıkmıyor.. 
 Şimdi ise her lekeye deterjan uygulanıyor.bazıları vücudumuzda allerji yapıyor, kaşıntı yapıyor,kaşınıp duruyoruz.zeytinyağından imal edilmiş sabunla yıkanmış çamaşırlar sağlığımıza hiç bir zaman zarar vermezdi. 
 Annem terzilik yaptığı için çamaşır yıkamaya zaman harcayamıyordu,Onun için mahalleden tanıdığımız Emine Hanım Allah Rahmet etsin. Tam 20 yıl bize çamaşır yıkadı.yine annemle birlikte çamaşır yıkarlarken, devamlı ben sokak kapısının eşiğinde otururdum ya. O günde kapının önünden gelip geçenleri seyre daldım.okula henüz gitmiyordum.5- 6 yaşlarındaydım, 
 Bugün olmuş gibi hatırlıyorum. Komşu aynı zamanda akraba olan Esma teyze bana bir ad takmıştı.Loleny süryani bir ailenin benim sonradan aynı sınıfta okuduğum Viyolet adında çok güzel, kızlarıydı. 
 Herhalde mecazi anlamda.bana bu ismi takmıştı.Çünkü yüzümdeki yaralar beni çirkinleştirmişti.Bana neden bu ismi verdiğini anlıyordum. ama o zamanlar büyüklere karşı saygımız vardı. ne derlerse karşı gelemezdik. sineye çekerdik.şimdi ki aklım olsa,çatır çatır, cevap verirdim.bütün olanlar beyinde yer ediyor,isteseniz de silemezsiniz.aynı kadın,nasıl olduysa bilemiyorum,avluda namaz kılıyordum. avlumuz ikinci katta olduğu için gören yoktu.,meğer aynı teyze,müstehzi bir şekilde,bir ata sözü ile, namazı isteklerim olsun diye kıldığımı ima etti.ben o zamanlar 14-15 yaşlarındaydım.o günden sonra,kabahat gibi,ibadeti de gizli yapmayı öğrendim.millet ne derse desin ben bildiğimi okuyordum. 
 Güzel çirkin demeden, kendime güveniyordum,güzel olmak umurumda değildi. 
 . Kimseyi takmıyordum.sinekler yüzüme konmasın diye 0nlarla savaşıyordum.bana laf atanlarla mücadele ediyordum.bana göre kimseye zararım yoktu.Leblebici Kemo nun kızları geçerken hep bana laf atarlardı,alay ederlerdi benimle.yüzümde yara var diye. 
 Bir gün dur dedim kendi kendime,iki kardeş hep beraber gidip geldikleri için bir şey yapamıyordum 0nlara,ikisi beni döverler diye.Ama sırtlarında, nohut,leblebi,çekirdek v.s torbaları taşırlarken,fırsat bu fırsat diyerek saçlarını yolardım.Meğer başlarında yara varmış çekince saçları ellerimde kalıyordu.Bu kızlar beni anne babalarına şikayet etmişler.Hiç unutmam o günü..Rahmetli annem çamaşırcımız Emine teyzeyle çamaşır yıkıyorlardı.Kapının önünde bir gürültü duyuyorlar ama ikisi de sokağa çıkacak durumda olmadıkları için,dinlemekle yetiniyorlar.ben zaten ayaklarım üzerinde durabiliyordum.o yaşta bile mantıklı cevap verir hakkımı savunurdum.babamın evinde sultan bendim. kapı eşiği benim tahtımdı. kim bana karışabilirdi.kimsenin hakkı yoktu,zaman geçmezdi dört duvar arasında… 
 
 O yıllarda zenginlerin evinde bile radyo yoktu.bazı meraklılarda gramofon vardı.o taş plakları dinlemek ne güzeldi.evlerde radyo,telefon yoktu.sokakta canlı yayınları seyretmekten başka bir eğlence yoktu,haliyle sokaklar da tehlikelerle doluydu. kendi evinin önünde olsan bile adı sokaktır neticede.sana küfreden de olacak sen de karşılık vereceksin.işte leblebici hacı Kemo ince yapılı bir adamdı,iş önlüğü üzerinde sanki haydut kesilmiştim de adam durmadan bana bağırıyordu.aslında iki kızına gücüm yetmiyordu.onlar daha büyüktü yaşça.ben tektim.benden büyükler okulda oldukları için korumam yoktu. o zaman okullar tam gündü.Adam bağırdıkça ben 
 de 0na cevap yetiştiriyorum.kızların bana böyle dedi, şöyle dediler diye,kızlarımın başında saç bırakmadın. Eşkiya mısın nesin? 
 Onlar da benimle alay ediyorlar yüzüne bakın nasıl yara dolu diye. 
 zaten senin kızların keldi.niye başlarını örtüyorlar.kel oldukları için dedim. 
 Adam bana son olarak,pes dedi, 
 
 Kızım sen varsın ya kız kardeşlerinin de bahtlarını bağlayacaksın. Sizi alan olmayacak dedi ve çekip gitti. Eşkiya mısın nesin sen? 
 Kızlarımın başında saç bırakmadın. 
 Kel olanın başında saç olur mu dedim.Bu son ihtarım kızlarıma bir daha dokunma..ŞÖYLE BİR BAKTIM,Benim yüzümdeki yaralardan 0nlara ne,? niçin beni aşağılıyorlar ve zaten senin kızların keldi. 
 Bana ne,ben suçlu değilim ki dedim ve içeri girdim. Sanki büyük bir zafer kazanmıştım.Annem sabırsızlıkla bekliyor kiminle kavga ettiğimi ama kavgaya karışmak istemediği, bir de çamaşır yıkadığı için sokağa çıkacak durumda olmadığı için beklemiş. 
 Anneme,Hacı Kemo bana bağırıyordu.ben de 0na cevap verdim.Sen ne zaman uslanacaksın.Biraz içerde otur.kapıya çıkma.dediyse de ben dinlemiyordum ki 
 Kapıda oturmaya devam ediyordum. 
 Bir gün yine kapıdayım,bizim eve bitişik evin girişinde fakir bir aile oturuyordu.köylü bir aile. Ama kadın çok iyi bir insandı.eşeğe kilim yüklemiş kapımızın önünden geçerken,ben 0nu uzaktan takip ederek gittiği yere kadar gittim. O zamanlar Mardin” de evlerde su yok. Kilimleri yıkamak için Firdevs bahçesine gidecekmiş.Tabii ben nereye gideceğini bilmiyorum. Peşine takıldım.2 km.lik bir yoldu.yürüdüm o kadar yolu. Kadın beni görmesin diye yakınında yürümüyordum. 
 
 Firdevs” e ulaşınca yaklaştım.kapı kapanırsa dışarda kalırım diye düşündüm herhalde.Kadın beni daha görmeden,o evin sahibi hanım İffet hanımın kızını niye getirdin dedi.? 
 Nerde deyiverdi beni hala görmemişti nasıl geldin ,annenin haberi var mı? 
 Yok dedim,seni gördüm,sen yürüdün ben de seni takip ettim. 
 Yapacak bir şey yoktu. Annemler beni araya dursun. Ben akşama kadar orada kalmak zorundaydım. Telefon yok. Gelen giden yok. 
 Kilimler yıkandı kurudu. 
 Benim karnımı da doyurdular. Eve döndük 
 Ama ben kendi evime gidemiyorum. Korktum bana kızacaklardı. Kadın beni bebeklerle kandırdı Bana plastik bebek verdi .elimden tuttu. Anneme teslim etti 
 Emin yerde olduğumu anlattı. İşte ben kabına sığmayan bir insandım ,yerimde duramıyordum. şimdi de değişen bir şey yok.millet yürürken ben koşuyorum. Hareketsiz, işsiz duramıyorum. 
 14.02 2009 Mountain View Kaliforniya
 
 Vehbiye Yersel
..

Devamını Oku
Kazim Öztürk 2

Mutluluğun resmini çizebilir misin?
Hesabı yapılır mı onun?
Düğümü var mı, çözebilir misin?
Mutluluk, sözle kalbe akış mı?
Veya gözle bir bakış mı?
Sahi bana anlatın ne olur?
Mutluluk; Dersiniz?
..

Devamını Oku
Ali Dilki

Fazla gelişmemiş lehçesi dili
Vallahi bu kadın ölü gömücü
Paraya gelince titriyor eli
Vallahi bu kadın ölü gömücü

Yemek bırakmadı terekte rafta
Bizi aç bıraktı yine bu hafta
..

Devamını Oku
Cem Cem

yaprak sarıya mecbur,
havalar ılık,
su dolap dışı,
balkon kapıları sıkı sıkı kapalı,
kaynamayan ikindi çayı,
erken yemek, geç kalma sıkıntısı..

..

Devamını Oku
Şenol Mersin

Öksüz bıraktın beni odamda!
Hani gelecektin her güneş batışında,
Oysaki ben seni beklemekten yorulmuyorum,
Bir çiçeğin susuz kalışı gibi boynum bükük,
Öksüz bıraktın beni!

Öksüz bıraktın beni yokluğunla,
..

Devamını Oku
Ediz Tevfik

Senden hiç piano dinlemedim,
Oysa ellerini her gördüğümde
Kulaklarımda canlanır
Büyük bestekarların sonatları.

Bana hiç şiir okumadın,
Halbuki sen konuşurken
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

ANNEM


Çocuk yaşlarda Rize’den İzmit’e gelmiş. Babasının en büyük kızı. İki erkek kardeşi var. Biz hep öyle deriz. Aslında üç. Biri bir trafik kazasında ölmüş. Çocukluğumda bana en iyi bayram parası veren çok sevdiğim dayım o Adı Mehmet. Elektrikçi. Bir elektrik şirketinde çalışıyormuş. Ben dört yaşındaydım öldüğünde. Annem ağlaya ağlaya bir hal oldu. Her namaz sonunda ağlaması sürekli bir anlık haline gelmişti.
Babam ona kızardı bu ağlamaları yüzünden. Namazlarını yalnız kıldığı için kızgın mermer üstünde namaz kıldığını gördüğünü söylerdi rüyasında.
Dedem İzmit’e bağlı Döngel köyüne yerleşmişti. Oranın camisinde İmam -Hatiplik yapmıştı. Annemin deyişine göre rençperdik yapmaktan, tarlaya gitmek, çapa yapmak, mısır ekmek, ot biçmek, hayvan otlatmak, inek sağmak, ineğin altını almaktan yemek yapmayı öğrenemediğini hep anlatır durur.
12 yaşında geldiği bu köyden Yuvacık’ın uzak bir bölgesi olan Arapoğlu mahallesine at üstünde gelin gittiğini anlatır. Babamı evlenmeden önce hiç görmemiş. Gençliğinde bir sevgilisi varmış. Uzaktan uzağa sevdalık edermiş. Karşılıklı türkü çağırılarmış. Ama nasılsa onunla evlenememesi. Uzun süre onu unutamamış. Babamı da sevememiş uzun süre. Belki de aynı süreyi kastediyor. Tabii doğru iki sevgi bir gönülde olmaz.
..

Devamını Oku
Osman Demircan

Yine gün bitiminde akşam sofrası
Bu kaçıncı gözümü doyurma çabası
Kaç masum ağacın gövdesindeyim
Abur cubur meyvelerı yemekteyim

Açlıktan ölmek istiyorum bu akşam
Rafa kaldırıyorum yemek kitaplarını
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Bizim çocukluğumuzda elektrik yoktu,
Gaz lambası ışığında ders çalışırdık.
Köy yerinde birlikte yapılacak iş çoktu,
Erkenden kalkar tarlaya gidip doluşurduk.

Babamız iş bölümü yapardı yemek yerken,
Sabah ezanıyla tarlaya varırdık erken.
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Benim çocukluğumda eski düğünler bir başka olurdu.Köy yerinde düğün var dendi mi? Millet sel gibi akın akın düğünde heleşenlik görmeye koşardı.Dedikoducu karılar laf ebeliği yapmak için dokuz obayı gezer,obadan obaya ulak gibi söz taşırlardı.Mahalledeki kadınlar ile avrat takımı fıstanı giyer,ayağında şal donu ile başında dastar süslenir püslenir sanki görücüye çıkan kızlar gibi düğün yerine varıp otururdu.Gelinlik çağına gelen genç kızlar ile bıllaları da gözlerine sürme çeker,ellerine kına yakıp iki saat ayna karşısında yanaklarına al süreceğiz diye uğraşırken,anaları oradan bağırır; ’’Hadi gız çabuk olun geç kalacağız ‘’demesine kulak asmadan hala süsleneceğiz diye ölür geçerlerdi.Bazısı da anasına kızar; ’’Tamam ana be! Geliyoz işde.Ne çengireyip duryon? ’’diye analarını burunlarlardı.Genellikle ana kız arasında bu geri söylemeler yüzünden hır gür çıkar kavga olurdu.
Yeni yetme deli oğlanların da bıllalarından geri kalan tarafı olmazdı.Onların saçlarını ıslayıp buzağı yalamış gibi yapmaları,dikleşen saçlarını eliyle bastırıp iki saat uğraşmaları insanı çileden çıkarırdı.Onların bu hallerini geriden izlesen güle güle ölür geçerdin.
Orta yaş gurubu erkeklerin süslenip püslenmeleri ise daha başka olurdu.Başlarına bir Beşkazanın yedi köşeli şapkası,ayaklarında çakşır,bellerinde bir şal kuşak,içine Osman Usta kaması sokulur ayaklarında körüklü Söke çizmesi gacırt gacırt yürürken hallerini bir göreceksin gülerken çatlarsın valla.İhtiyar gartalozları hiç sormayın zaten.Onların havası daha başkadır.Başlarında yine Beşkaza şapkası,sırtlarında dolma tüfekleri,bıyıklarının uçlarını çam akmasıyla sivriltip yukarı doğru koç boynuzu gibi burarken, süründükleri kara kedi misi elli metre ilerden siğgin teke gibi kokardı.
Tabi ki bu düğünlerde yapılan süslenme boşuna değildi.Herkes kendini göstermek için çaba sarfeder,evlenecek kız ile oğlanlar düğünde birbirlerini görüp beğenirlerdi.Oğlan anaları da bu düğünlerde oğluna kız beğenir daha sonra istemeye gidilirdi.Eğer söz kesilirse ardından nişan ile düğün yapılır, gençler evlendirilirdi.Kız verilmezse bazen kızı oğlan kaçırır sonra düğün yapardı.Pusat alınır,düğün hazırlıklarına pazartesi başlanır,davullu-zurnalı-delbekli bir hafta düğün olurdu.Cumadan yük verme,cumartesi kız tarafında kına gecesi,erkek tarafında Arap Hasan oyunu oynanır,güreşler yapılırdı.Pazar gelin alma,pazartesi de gezeleme yapılırdı.
Şimdiki düğünler düğün mü? Bir akşam balo yapıp,orkestra eşliğinde dans ederek yapılan düğünün tadı tuzu olmuyor.Eski düğünler balo gibi bir akşam değil bir hafta sürerdi.Gençler atı eşeği çektiği gibi dağa odun etmeye giderlerdi.Kadınlar yufka açar,saç böreği,hamurlu ekmek yapar,yapılan yufkalardan makarna kıyarlardı.Koca karılar ekmek pişireceğiz diye ocakla saç başında ellerinde döndereç domates gibi kızarırlar,yaprak misali gevrerlerdi.Genç kadınlar sabaha kadar donma dökeceğiz,yaprak saracağız diye ölür geçerlerdi.Bir yandan gelenlere sinilerle yemek verilirken,bir yandan da bulaşıklar yıkanır,düğün telaşından bir o yana bir bu yana koşturmaktan insanların tabanı şişerdi.Davul zurna eşliğinde gelen misafirlerin okuları alınır buyur edilip bir yere oturtulup yemek verilirdi.Hele köy ağası gelince göreceksin şamatayı.Ta karşıda iken silahlar atılır.Düğün sahiplerince ağa karşılanır.Baş köşeye oturtulup izzet ikramda bulunulur,gönlü hoş edilmeye çalışılırdı.Davul zurna ve silah sesleri birbirine karışır,davulcular ağadan bahşiş alacağız diye artık çalgı çalarak hünerlerini gösterirdi.
Akşam olunca şenlik şölen başlar,sipsili sazlı oyun havaları,öbür tarafta davul zurna eşliğinde aheste aheste Muğla Zeybeği yada Fethiye Teke zortlatması oyunu oynanırken,koskoca heriflerin oyunlarını seyretmeye doyamazsın vallahi.Meydana kocaman bir ateş yakılır.Burada yapılan güreşler ile oynanan Arap Hasan oyununu seyretmeye cümle alem gelirdi.Bir erkeğin beline yastık bağlayıp takma sakal takılarak bir elbise giydirilir,elinde kül torbası ile konukların üzerine kül seperdi.Bir erkeğe kadın fistanı giydirilip kadın yapılır.Bir kişinin de yüzü yağlı kara ile boyanarak damat yapılır.Arap Hasan bu kızı kaçırmak için uğraşırken, iki kişiden çul örtülerek yapılan deve onlara saldırır,dede de Arap Hasanın gözüne kül atarak kızının kaçırılmasını önlemeye çalışırdı.Sonuçta kızı Arap Hasan kaçırır ve evlenirler.Bu şekilde Arap Hasan oyunları oynanırdı.Bizler de onlara bakacağız diye ağaçlara çıkar tavuklar gibi tüneşirdik.
Kına gecesi; kız evinde yapılır,delbekler eşliğinde söylenen kına türküleri ile oynanır sonra geline kına yakılırdı.Biz de bazen geline bakacağız diye kadınların arasına karışır,koca karılardan değnek yememek için anamızın eteğine dolanır,gizlice ordan sıvışıp kaçarken bazen çukur düşer sopayı yerdik.Bazen bizi kovalayan karılara kızar taş alama ordan kovalardık.
..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplumlar: kişisel inanmalı ve kişisel keyfiyetlerle belirmeli oluşmalara, oldukça kapalıdır. Ve öznel keyfiliğe oldukça sınırlamalar getiren bir üretim ilişkileşmeler alanıdır. Oysa halk ve öznel yaşamlarınız da inançlaşmaya çok açık ve çok uygundur. İnançlar, kişiler inanmalı ve kişiler keyfiyetli oluşmalardır. İnançlar, kişileri olduğunca serbestleştiren, yalınlaştıran ve kişisel duyum içerenliğine değin indiren belirme alanlarıdırlar.

Serbestlikleri, toplumsal özgürlük sayma yanılgısı; okumuş, okumamış herkeste ve cahil olanlarda büyük oranda vardır. Hatta sınırlanmayı, kurallarla belirlenmeyi (anarşizmi) , özgürlüğe aykırı sayan yüzeysel düşünmeler çokça vardır. Hâlbuki toplumun bir üretim zorunluluğu varken sosyal yaşamın, kendi alan girişmeleri ile keyfi oluşma sosyal yaşam özgürleşmesi vardır. Cehalet densizliğiyle, bunları ayıramazlar.

Bir kere serbest, gelişi güzel, kafanıza göre davranır olmayı sınırlama, doğanın kendisinde vardır. Söz gelimi uçmak iştiyakı ile serbestçe kendinizi bir uçurumdan aşağı atmanın içinizdeki hevesçi belirmesi vardır. Ve yine bir apartman katından uçma coşkusuna kapılışla aşağı atlama eğiliminiz sizde, güçlü bir şekilde belirirdir. Ama uçamayacak olmanız ve atlamanın sonunda ölümün olması; sizin bu serbest oluşan fikirlerinizi ve keyfilikle oluşacak eylemlerinizi, gerçekleştirmenizi, hem sınırlandırır, hem de engeller olacaktır. Bu bir amaçlı ya da amaçsız olsun, kendilik otokontrollü olan otomatikman bir sınırlanmalı girişmedir.

Yine üzerinde 30 000 voltluk bir gerilim olan tele dokunmayı, özgürlüğünüz adına, hiçbir engel ve sınırlanmayı tanımama adına dahi olsa, kendiliğinden dokunamayacağınızı ve bir sınırlama ile karşı karşıya olduğunuzu, pek ala düşünmüş olmanız lazımdır. Yine bir ormanda gezinti yapmayı, sırf canınız istedi diye bu isteğinizi keyfice ve özgürce gerçekleştiremeyeceğinizi bilirsiniz. Bu da her istediğinizi yapamaz oluşunuzun kendi kendine bir sınırlanmasıdır. Yine özgürlükle ve canınız istediği için ve sırf sınırlanmadan komşunuzun kafasına taşı indirmeyi düşünebilirsiniz. Ama sizin de kafanıza taş inme riskinden dolayı bu isteğinizi, içinize atıp, gemlemek, sınırlamak zorundasınızdır. Nasıl eylemlerimiz (girişmelerimiz, kendimizden ötürü ise, eylemlerimizin (girişmelerimizin) sınırlanması da, yine kendimizden ötürüdür.
..

Devamını Oku
İsa Yazıcı

İnsan ve hayvanlarda
Yiyecekleri çiğnemeye yarayan,
Oynayabilen çene.
Altaş çene oynamak;
Yemek, içmek;
Rüşvet almak, yemek.
Damaklardan altta olanı.
..

Devamını Oku
Işık German Ersoy

* Felsefe-Doktrin * Dünyada ve Antoloji.Com da ilk kez *

Vahşi hayvanlar
Önce
Sürüyü değil
Başlarındaki
Çobanları
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

OLAYLARI ÜSTÜNE

Gezi eylemleri ayakta sessiz duruş şeklinde devam ediyor. Ülke büyük bir zarara uğradı. Zararlar milyarlarla ifade ediliyor. Brezilya, Yunanistan, İspanya daha bir sürü Avrupa ülkesinde bir sürü gösteriler var kimsenin gıkı çıkmıyor. Bizdeki olaylar ayyuka çıkarılarak ülke geriletilmek isteniyor.
Daire bitti bitecek. Elektrik şirketi bin dereden bin su getiriyor. Yetkili elektrikçi elemanlara yemek yedirmekten bahsediyor. Rüşvetin adı yemek. Aynı şirket 3 hafta fatura ödemeyi geciktir elektriği kesiyor ve açma kapama ücreti alıyor. Bu bir zulüm. Olan var olmayan var, insanoğlu bu unutabiliyor. Ne olacak bu milletin hali. Aynısını ona özenenden belediye şirketi de yapıyor. Allah versin. Vurun abalıya. Halkın içinden çıkan fakir tabakaların iktidara getirdiği hükümet böylece onun ensesinde boza pişiriyor.
İşte bu zulümlerin dağladığı yüreklerde çıkan ahlar birleşiyor birleşiyor gezi parkı olayları gibi. İşte bunu bilmiyor bizi idare edenler. Dehası da var; geçenlerde Tarihçi İlber Ortaylı yazdı. Demokrat parti o İnönü’nün karşı çıktığı vatan caddesinin yapımında bir sürü tarihi eser ve yola bir zararı olmadığı halde çevredeki cami ve mescitlerin yıkıldığını yazdı. Allah’ın mescitlerini Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder diyor Kuran. Ayetin manasının mefhumu muhalifi –yani karşı anlamı- ise onu yıkanların durumunu çok vahim olacağı, küfürle değil amma en azından zulümle adlandırılacağını az akıllı olanlar bile anlar. Bu dönemde de buna benzer eğilimlerin olduğu bazılarının ise yerlerinin değiştirildiği bunun da pek zorunlu nedenlerinin olmadığını söylersek ne dediğimiz çok iyi anlaşılacaktır.
Ayrıca hükumetin kendisini devirmek için elinden geleni esirgemeyen koç ve doğan ailelerini ihalelerde kayırdığı (POAŞ ve TÜPRAŞ) aynı özelleştirmelerle işini kaybedenlerin o zaman kazanılmış haklarına karşılık 4 c tabir edilen zalim çalıştırma sistemine tabi tutulduklarını düşünürsek çelişkinin ne büyük olduğu zalimin yardımcısı durumuna düşen bit yönetimin kendisini destekleyen tabakanın ezilmesine yol açması hiç de adil bir yönetim tarzı sayılamaz.
İşte bütün bu biriken sessiz yığınların gizli ahı yöneticileri yakan bir ateş olup etrafa sıçramaktadır. Hani nerde sessiz yığınların sesi olan yönetim. Sessiz ve kimsesizlerin sığınağı olmak yerine onları daha fazla inleten bir kırbaç bir işkence aleti olmaktadır.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

KADINLAR ERKEKLER VE İLETİŞİM

Bu kadınlar ne yapıyor? Bütün gün evdeler. Çalışan kadınlar ve çalışmayan kadınlar. Hepsi de ev kadınlığı ana görevlerini yerine getirmeye memur. Hatta kocalarını memnun etmeye, çocukları doğurmaya amade, onları büyütmeye adanmış anıt kişiler.
Evin direği o. Evi çekip çeviren o. Kocayı idare eden o. Çocukları idare eden o. Yemekleri yapan, bulaşıkları yıkayan, evi temizleyen hepsi hepsi o. Her şey onda başlıyor, onda bitiyor. Kocayı işe gönderecek, sabah çorbasını ya da kahvaltısını hazırlayacak, çalışıyorsa kendi de işe hazırlanacak, çocuğu kreşe götürecek ya da okula bırakacak ve sonra alacak olan o. Hatta onun derslerini kendine dert edinecek, okul durumunu, eğitimini, arkadaşlarını, ilişkilerini idare edecek olan hep O.
Borçları o düşünüyor, alacakları kocası takip ediyor, Pazar derdi Onda, alışveriş tasası Onun. Her şey her şey O. İşte bu O’nun belki de yüzde yüz haklı olduğu bakış açısı.
Gece gündüz çalışıyor, evi çekip çeviriyor, bin bir türlü endişe içinde yaşıyor. Ona göre koca bencil, koca bağnaz, koca onun hatırını sormayan, onu anlamayan bir. Varsa yoksa dışardaki hayat. Eve yorgun argın geliyor, üstünü başını çıkarıyor, pek güzel olmayan pijamalarını giyiyor, terliklerini giyiyor, yemek istiyor, sonra kahve.
Yemek te beğenmiyor, kahve de bahane buluyor. Sonra oturup TV seyrediyor kafasına göre. Burada eşiyle çatışıyor. O maç seyretmek istiyor yahut belgesel, karısı dizi yahut magazin seyretme peşinde. Bir galip geliyor, öbürü yol değiştiriyor. Erkek galip gelmişse kadın ya uyuyor ya komşuya gitmek istiyor. Kadın galipse erkek ya bilgisayar adapte oluyor yahut o da karısıyla birlikte onun sevdiği program ve dizileri seyrediyor.
..

Devamını Oku
Fatma Saylak

seni özlemek başka bir şey anladım
yağmurunda ıslanmak
baharında mis kokan çiçeklerini koklamak
ağaçlarından taze meyvelerini yemek
senin gibi bir dostumun olamayacağını anladım.

seninle yaşamak başkaymış anladım
..

Devamını Oku
Ahmet Sargın

Sorgun Yazarlar Şairler Derneği Kongresi

Hafta sonu cumartesi günü Sorgun’daydık. Sorgun’un “Kültür Çınarı “ SOYAŞAD’ın genel kurul toplantısı vardı. Bu güzel kongreye Yozgat Şairler ve Yazarlar Derneği olarak ben, Ruhi Bakır ve Ekrem Gürer hoca ve Selim Nemli abiyle birlikte katıldık. 10 yıl önce bir grup fedakâr arkadaşımızın gayretiyle kurulmuş olan SOYAŞAD’ın olağan genel kurulu toplantısı vardı.

Toplantı öncesi konuklara nefis bir yemek ikramında bulunuldu. Yemek ve çay muhabbetinde Yozgat’ta yapılan kültür sanat çalışmaları değerlendirildi ve Yozgat kültürüne olan katkısı konuşuldu. Şair ve yazar derneklerinin Yozgat kültürüne kattığı önemli çabanın devam etmesi gerektiği vurgulandı. Oluşan genel kanaat seviyeli, etkin ve daha organizeli programlarla kalitenin yükseltilmesi düşüncesiydi.

Sorgun Yazarlar Şairler ve Ozanlar Derneği bu manada ciddi çalışmalara imza atmış, Araştırmacı Yazar Durali Doğan’ın gayret ve çabalarıyla bugünlere gelmiş başarılı bir ekipdi. En önemlisi de bu arkadaşlarımızın uyumlu bir ekiple yoluna devam ediyor olmasıydı.
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Kara sitilleri örüp gererler,
Yörüğün çadırı kıldan olur.
Oğlaklar gelip ağıla girerler,
Keçinin yattığı yer daldan olur.

Yörüğün halini insanlar görsün,
Dağlarda özgürce yaşıyor dersin.
..

Devamını Oku
Serkan Karabulut

Tarifi zor yapılması zahmetli bir yemek gibi aşk
Yaparken doyarsan yiyene afiyet olmaz lezzet
Bazen aç kalmalı yada bir kaşıkta paylaşmalı

Kolay bulunmuyor böylesi sevgiyle yüklü aşk
Bulundu mu sanıyorsun ki işte her şey tamam
Kabullenmeli aşkı ama alışkanlığa dönüştürmemeli
..

Devamını Oku
Hüseyin Erkan

sizin bildiğiniz insanlardan
değilim ben
fakiri de hakir görmem
zayıfı da ezemem
kızgın güneşin bağrında
boncuk boncuk alın teri
dökerken çalışanlar
..

Devamını Oku