paytak paytak yürüyen penguenim,
üşüyen kalbine sular serperek gel artık,
kopuyor bir parçası daha buz dağının bak yine,
ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor,
hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla...,
hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler,
zaman allak bullak,
dönüyor başı; başı başı,
ve sarhoş tik taklar,
tik/tak/tak/tik/tik tak;
beceremiyor bir türlü yürümeyi düz bir çizgide,
elimden tut paytağım;
işte şimdi kandırdık yuvarlak topu,
minicik bir elma şekeri ile,
çift kutuplu bir gecede ve
buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık,
matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi,
haklısın; bırak artık o
oblomovun miskinliğini anlatan
romanı da okumayı…,
tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma,
fay hatları an gelir bir gün,
kutuplardan da geçer,
ah;
yasin sütleriyle büyümüş yiğitlerin bağrında yattığı
topraksın sen çanakkale’m… sen şehit kuzularına
yangın anaların yüreklerini gökyüzüne yıldız yıldız
savurdukları nurlu gecesin çanakkale’m ve sen tan
yerisin imanın, kandilsin küfrün karanlığını boğan
sana vurulmak istenen zincirleri kıran heybetin dostun
gönlünde şenlik, düşmana iliklerinde korku oldu, hem
peygamber sancağını dimdik tuttun sen çanakkale’m,
hem de sömürgeci vahşiler elinde inim inim inleyen,
beyni ve kalbi köleleştirilmiş zavallılara ilham oldun
çanakkale’m, adın yaşasın sonsuza dek, tarihin bütün
kutlu cihatlarıyla yan yana, geçilmesin kıyamete kadar
bütün mazlumların yurdu senin ruhunla dirilerek, sen
ibret ol kahreden sabrınla gözü dönmüşlere de, sen kızıl
goncası aşkımızsın, hiç solmayacak sen, çanakkale’m
bizim senede iki yılbaşımız var, siz bilmem bu konuda ne düşünüyorsunuz...
kitabımdan bir bölüm peki,
hz.muhammed efendimizin hicretinin
ardından geçmiş, bindörtyüz küsur yılın,
sene başı muharrem hilâlinden,
yirmibeş akşam geçmişken ve keza,
hz.isa peygamberin de,
buna beşyüz bilmem ne yıl ilaveli senesi,
kaç gün olacağı istikrarsız ayının,
yirmidördüncü günü,
günlerden cumaydı;
yine böyle kritik bir ikindi vakti ertesiydi
ve kentin o en uzlaşmasız meydanında duyduğum,
kâfûr kokulu sesinin geldiği yöne baktım…,
ki o an ölmenin hemen öncesiydi,
ah;
ve bir çocuk masumluğundaki bakışlarımdan geçiyordu;
sak/lan/baç çiçekleri körebesinin köşe kapmacasında,
uzun eşeğin üstünden ırmakta taş sektirişim,
elektronik beyin adı verilen bir kasabalı kuzu gibi;
çelik çomaktan bıkkınken,
ve micozun kırdığı biricik mavi bilyenin,
talihsizliğine içerlemiş,
ve dahası kanatlılar bilmecesindeki bıçak da,
yağmur erteleri oynan kader çizgisi oyununda
dar boğaza saplanmışken,
yine,
yap/boz/yap memleket haritasında
yerini bulamadığım uşak kayıpken,
bir insan anatomisindeki iç organların yeri bile,
gözü kapalı bulunabiliyordu hayatta sanki artık,
tekrar, tekrar ve tekrardan…,
ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum,
tuzlu kocaman gözlerimle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum,
yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında;
zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök;
matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
bir uçuk turunç güle benzer o yüzün,
yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün,
eğme öyle başını yetimce ve küskün,
bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün,
ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum,
tuzlu kocaman gözlerimle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum,
yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında;
zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök;
matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
bir dilek panayıra düştü,
belki de yine bir düştü…,
kaybolmuş bir çocuktum belki
kendi karanlık ormanımda
ve yağmur kokusu avuç içlerimde,
alnı buz gibi bir çocuk…,
ve bir kerametli ve ismiyle müsemma kalbi gördü,
o panayırda kaybolmuş çocuk ve,
gömüldü; yürek boşluğuna
uysal kalbinin kuş tüyleri…,
korku tünelindeki gürültü,
içinden hızla geçerken,
aralık kapılar bırakıyordu,
ve hep o; aralık kapılardan süzüldü
o/nun ol tecellisi,
her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi,
sak/lan/baç zamanı derdi;
- çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu,
yüzünde iki mürdüm eriği…,
elma yanağında yıldız izi…;
parıl parıl parıldıya koşardım ona,
panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi,
koşardım o, sahipsizlerin icapçısı hekime,
ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve
özlemek sandığı…,
en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle nakışlı
ve pamuklara sarılıp saklanmış kalsın,
kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve,
lavanta koksun her daim,
düşümüz…,
buluşuruz düşte bir yerde,
lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki,
kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu,
ve istediğimiz kadar çok sarılalım,
ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…,
eflatun ve sonsuz bir uykuda,
ah;
ki tutucu bir adamım ben çok doğru,
bir yol tuttu mu;
geriye çevrilmem öyle kolay kolay,
ama yalnız,
geri çevrilmenin muhabbete gitmek,
anlamına geldiğine inanırsam,
yön tanımaz olurum ve kararır gözlerim,
evet;
çizgisi orta yerde,
bağnazıyım gerçek hayatın…,
peki şimdi söyle güzel kardeşim,
tam olarak sen neredesin,
bak kaç ömürdür buradayım,
bu denizin karşısında…,
ve ne kadar zaman oldu,
yine hiçliğimle bekliyorum,
kıpırdamadan, eylemsiz seni…;
intiharı seçmiş bir balina kadar ölü,
kıyıya vurmuş ve cansız…,
denizdeyim…,
tam karşısında,
kıpırtısızlığını delecek ilk dalgayı yakalamak için,
gözlerimi kırpmadan bekliyorum…,
kafamı kaldırıp bir an göğe baksam,
yine orada kim olsa bilir,
o şımarık,
tembel ve inatçı bulut…,
sahi şu içi geçmiş dünyanın tepesindeki
bulutlar renk değişmez mi hiç,
hep o puslu gri,
/kaç gündür aralıksız yağan rahmetten/
ki bir iç ses daha evet,
sıkılmaz mı hiç bu inatçı bulut çakılı kalmaktan,
ve hep aynı hoşnutlukta…;
renklerden gri, gri, gri,
kaç fitten bana bakar sorsan,
/hey;
hep maviyi bekleyen,
/çekil aşağımdan;
ki deniz suyu,
köpük,
bulanık burnumun ucu…;
(Amman amman)
Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur üstüm yağmur
Gine gönlüm hoş idi
(amman amman)
Ben yandım seni bilmem
(amman amman) dağ ne kadar yüce olsa
Bir kenarı yol olur
Buna bayram günü derler
Dostla düşman bir olur
(amman amman)
Ben yandım seni bilmem
(Amman amman) sen bugün nadan ile gezdin
Merak oldu bana sen bugün nadan ile gezdin
Merak oldu bana çeşmi mestimden bile süzdüm
Merak oldu bana (amman amman amman amman)
Ben yandım seni bilmem
VIII
adını hecele süreyyanın,
ve kaç asırdır suskunsun sen mo/na/li/sa…,
ki sen anadolu gırtlaklı bir kayyumsun,
kimse senin gibi söyleyemezken,
öyle doğal gelir ki sana çağırmak adımı,
ve gırtlağından süzülen sesine
ömrümü feda etmek istemem de keza bana…,
sen;
elmacık kemiklerinden akan
eflatun ırmakların çakıl taşları ile,
üç taş oynayan…,
ihramı iç/inde mütemadî bir umrede,
yalınayak seyy/ah/sın,
ve
çocuk yürekli bir çukurova bozlağına
her veda edişimle çoğalan,
aşkın salyalarından tiksinmeyen
ben,
kalbinin ılık suyunda,
gurbet garipliğimi saklarken,
pişkin bir vefasızlıkla…,
buyurgan nefsimin,
yüreğine attığı tırnak izlerinin,
tahammülle bağışlayanısın…,
ah;
çektirdiğim arsız çilelerin çilekeşi,
ki sen gece yarısı uykundan uyanıp,
yumulu gözlerinle,
mısralarına heceler seçen sevdalısın…,
esirgeme benden de,
merhametle bakan gözlerini desem,
kederli nazarlarını önüne düşürürsün,
bahtı gibi kömür gözlüm,
ay ışığına yakılmış bir sonat gibi,
sarıl bana ey aşk,
sarıl ve yarama dokun…,
ki soğuk bir su içsem uzakta yâr üşür...,
ve
bir mektupsun o/ndan,
duadan ötesin...,
ah;
evet bir ah/sın sen,
yekûnu simmsiy/ah bir ah,
masumsun,
ve dervişinim...,
gözlerin bana derg/âh,
fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın,
garipliği değildir;
aşktan gayrısından soyunmak...,
garipliği;
kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını
garibanın,
buruk, münzevî ve tek...,
XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgâr sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
Korona mı yaptı, aşı mı yaptı
Milletin ayarı bozuldu kardaş,
Devran mı değişti, Beşer mi azdı
Adalet sarayı bozuldu kardaş.
.
Toplumu çok güzel kandırıyorlar
Milli değerlere saldırıyorlar
Cumhuriyete baş kaldırıyorlar
Siyaset kökünden bozuldu kardeş.
.
Der Vezir, yazımız dönüştü güze
Adalet kervanı çıkmıyor düze
Bu düzen Ulusu çökertti dize
Milli kültürümüz bozuldu kardaş...
-------OZAN ÇAKIROĞLU-------
8. İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine (yürekten) yönelerek O’na dua eder. Sonra (Allah) ona katından bir nimet verdiği (kurtulup rahata erdiği) zaman, evvelce O’na yalvarmış olduğunu (ve asıl kurtaranı) unutur da, O’nun yolundan (sapmak ve) saptırmak için (“bizi falancalar kurtardı” diyerek) Allah’a birtakım eşler koşar. (Resûlüm!) De ki: “Sen küfrünle biraz oyalanıp geçin. Çünkü sen artık ateş ehlindensin.” [bk. 10/12; 17/67]
(Bu tehlikeli davranıştan sakınmalı ve böyle davranışta bulunanları da uyarmalıdır.)
9. Yoksa o (sadece sıkıntıda iken dua eden kimse) hiç âhiret(in dehşetin)den korkan ve Rabbinin rahmetini uman, gece saatlerinde secde edip ayakta durarak taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” Ancak (bunları), temiz akıl sahipleri düşünürler. [krş. 35/28]
10. De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey iman eden kullarım! Rabbinizin emrine uygun yaşayıp azabından sakının. Bu dünyada iyi hareket edenlere bir güzellik vardır. Allah’ın toprağı geniştir. (Dinin gereğini ve hükümlerini rahatça yaşayacağınız yere göç edebilirsiniz.) Ancak (Allah yolunda, taviz vermeden yaşamak için göç etmeye sabredip) dayanıp direnenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” [bk. 29/56]
11. De ki: “Ben, dini yalnız Allah’a halis kılarak (ihlasla) O’na kulluk etmemle emredildim.”
12. “Ve (yine) müslümanların ilki olmam emredildi.”
V
yakınına düşen sevdaya iyi bak…,
/canbaz/
ki bu canınla kumar oynamaya benzemez,
çift kutuplu bir ip gibi,
sonuna vardığın an,
başladığın yer
uzağında kalıyor…,
ki bakma aşağıya,
uçurumdur ayaklarının altında
seni çağıran…,
biliyorum eski bir korkuyum ben;
gün/ah/kâr, siyah muska...,
ah;
ellerini göğe her açışında
çatlıyor yüreğim duana…,
aklının çeperlerine çarpıp duran
bu kanayan imgeler,
hep o şiir/de son buluyor canbaz,
çöz gözlerinin düğümünü
yürüdün ve bitti yol…,
her ayrılığın vardır elbet,
sarmaş dolaş kavuşması,
sarıl/sarıl/sarıl...;
ki;
aşk çift kutuplu bir haindir zaman zaman,
bir yanı çökkünlüğe bir yanı uçkunluğa bakan,
kol kol çayları dereleri kendisinde toplayan,
bir ulu ırmak olup uçurumlarda çağlayan,
aşk…,
hayata düşman bir intihardır,
an be an...,
ki gayet dengeli dizelerim yâre ulaştıkça,
ve çok daha iyi ve stabil oluyorum,
hoşnut kalıyorum hayatta olmaktan ve
deniz havasını solumaktan…,
hiç de yorulmuyorum,
yâri okuyup, yâre yazmaktan,
ve hep derdim ki öldüğümde,
kabrime fesleğen dalları konulsun,
lakin şimdi,
kefenime lavantalar serpilsin istiyorum…,
sen ne büyülü bir sandıksın yâr ki,
içinden ne çıksa,
üstüme başıma yaraşıp yakışıyor;
ah…,
nasıl ki, yaşanmışlığı olmayan bir hakikati yaşamış sayan her çıkarım, yaşanacakları ipotek altına alacak demekse ve o ipoteğin adı, sonunda yine dönüp dolaşıp yanılsama olarak karşımıza çıkıyorsa ve, bildiklerimiz sonuçta yanıldıklarımıza yetmez hale geliyorsa, öyle de; kulluk yolundaki suskunluk ve duralamalarımız, bir ömür k/aybı olarak mahcup ve anlayış bekleyici konumda kalmamız ötesine geçemez, ironik kazanımlarla yüzleşmek akıbetine uğramaktan azatlığın yolunu kesecektir… ki her susku; bir vazgeçmenin ilk adımıdır…
gökyüzündeki manzaraya bakıp, bu tabloyu kim yaptı diye soran bir çocuğun halis kalbinde saklı değil midir, iyi ki varsın beni var eden, varlığından haberdar eden rabbim nidasıyla yüzlerimize yayılan, sonsuza müteveccih o bembeyaz pamuk yığınları gibi bulut tebessümler… o halde, asık bir suratla bir canı, cananını aramaktan alıkoyan nedir ve korkarım bu yine kendisinden başkası değilse nerededir, ulu ulu nehirlerin, denizlerin, okyanusların ummanına akmaya çakılı kalışlarındaki bu bulutsuzluk hasretinin efsunu… ve hangi kalbin nefesi ummanında yankısını bulmamış…
annelerimizden aldığımız o hesaba gelmez şefkatler, bütün insanlıkla paylaşarak geçmedikten sonra, hangi ömür uzundur… ve öte gecelerde uyumak istemek, nasıl ölümcül bir kâbusun ninnisidir… dört işlemden hangi azıksız sağlama ırgatlığı yüzleşmesiyle, gettoların inleri asude ve müstağni, yaşamaktan yana… ki bu sağlamadan önceki bütün işlem olup bitimlerinin, hesap günü bir referans alınma kabiliyeti de yok, kesinlikle… bunu bilerek biriktirilen çukurda kalmış deneyimlemelerle yüz yüze gelindiğinde, her şeyin sıfırdan başlaması talebinin anlamsızlığı kaçınılmazdır… hesabıyla yüz yüze gelmezden önce, yaşamakta olduklarını bir kevgirde biriktirmeyi sürdürmekten yana mı insan ya da bu kadar azık, bu yol arkadaşlığın için kâfi mi bunu düşünmeye neden yanaşmaz…
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
XXVIII
bir gece bu kadar mı nur dağları gibi gökçek
ve çivit mavisi,
bir yolculuk bu kadar mı hususî olur,
gece neresi, çivit mavisi kim bilmiyordum,
umursamıyordum, bitmek tükenmek bilmeyen yolu,
can yoldaşım vardı, sırdaşım, elbistan ağıtım,
kalbimde;
irtibatı mütemadî yârenin hatrı hatırımdayken,
uyku yokluğa kadem basmış, yön kayıp
ve gaibdim…,
ezelden gelen meşkin ebedi
olsa da hoş olmasa da;
ve öylesi bir mahrumuyum ki,
ayrılığın varlığı mümkünsüz dostun…,
aşk olsun sana, öyle olsun hekimim,
bilesin ki şuurum pek açık bu çivit gecede,
nice evvelki geceler ve sabahlarda,
öğle, ikindi ve akşamlarda
olduğu gibi bilesin,
bilesin ki;
yüzün suyu hürmetine teveccühüm eşyaya
ve çocuk ruhum muhtaç teselline,
bir elma şekeri yarısı kadar,
karabiberim, kâfurum, kabir kokulum…
ah;
senelerce kanal kanal pislik akmış
bir garip körfez denizi,
kesilmesi sonrasında kirliliğin tedricen…,
hani kendini temizleyip
nasıl yeniden ma/ss/mavi olabiliyorsa,
sende öyle arındır seni senden,
sende aşk,
seni senden…,
kent atıklarıyla kirlenmiş gözlerim,
yüzüm, ellerim ve içim,
ve huzuruna,
ay ışığına bestelenmiş bir sonat gibi çıkacak kadar,
duru olamadım henüz,
perişan, merhametine muhtaç ve üzgünüm,
ki malumun bunlar…,
ah;
ekrem imamoğlu... taksimdeki altunizade capitol büyüklüğündeki bir fuhuş yuvasının sahibidir, beylikdüzü döneminde açmıştır, gizli ortaktır... ha ama hakkındaki iddialara katılıyor muyum hayır...
nasıl ki, yaşanmışlığı olmayan bir hakikati yaşamış sayan her çıkarım, yaşanacakları ipotek altına alacak demekse ve o ipoteğin adı, sonunda yine dönüp dolaşıp yanılsama olarak karşımıza çıkıyorsa ve, bildiklerimiz sonuçta yanıldıklarımıza yetmez hale geliyorsa, öyle de; kulluk yolundaki suskunluk ve duralamalarımız, bir ömür k/aybı olarak mahcup ve anlayış bekleyici konumda kalmamız ötesine geçemez, ironik kazanımlarla yüzleşmek akıbetine uğramaktan azatlığın yolunu kesecektir… ki her susku; bir vazgeçmenin ilk adımıdır…
gökyüzündeki manzaraya bakıp, bu tabloyu kim yaptı diye soran bir çocuğun halis kalbinde saklı değil midir, iyi ki varsın beni var eden, varlığından haberdar eden rabbim nidasıyla yüzlerimize yayılan, sonsuza müteveccih o bembeyaz pamuk yığınları gibi bulut tebessümler… o halde, asık bir suratla bir canı, cananını aramaktan alıkoyan nedir ve korkarım bu yine kendisinden başkası değilse nerededir, ulu ulu nehirlerin, denizlerin, okyanusların ummanına akmaya çakılı kalışlarındaki bu bulutsuzluk hasretinin efsunu… ve hangi kalbin nefesi ummanında yankısını bulmamış…
annelerimizden aldığımız o hesaba gelmez şefkatler, bütün insanlıkla paylaşarak geçmedikten sonra, hangi ömür uzundur… ve öte gecelerde uyumak istemek, nasıl ölümcül bir kâbusun ninnisidir… dört işlemden hangi azıksız sağlama ırgatlığı yüzleşmesiyle, gettoların inleri asude ve müstağni, yaşamaktan yana… ki bu sağlamadan önceki bütün işlem olup bitimlerinin, hesap günü bir referans alınma kabiliyeti de yok, kesinlikle… bunu bilerek biriktirilen çukurda kalmış deneyimlemelerle yüz yüze gelindiğinde, her şeyin sıfırdan başlaması talebinin anlamsızlığı kaçınılmazdır… hesabıyla yüz yüze gelmezden önce, yaşamakta olduklarını bir kevgirde biriktirmeyi sürdürmekten yana mı insan ya da bu kadar azık, bu yol arkadaşlığın için kâfi mi bunu düşünmeye neden yanaşmaz…
XXXVII
aşka aşık,
aşka tutkunsun ve
çimenli tepeler kadar
yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…,
yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse,
öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu,
halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli
bir bardak çay deminde kaynar senin,
hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde,
dağılırken tonları kurşunî bulutların,
maçkada/teşvikiyede,
ak martılar yükseliyordu göğe;
özgür ve aç,
bir teksirin üst köşesinden koparılmış,
ki semavî bir elce verilen ve üstünde,
{bir şairim vardı, /üç nokta yan yana/}
dip/notu yazılı ve,
yolda tutulduğu göz yaşlarından ikisinin,
içine işlediği pusulayı,
tutarken parmaklarım…,
/bir şairim vardı//nın,
{üç nokta yan yana} yanına değil de,
neden;
alt satırına konmuştu diye,
düşünürken ciğerim pare pare…,
o münzevi dip/notunun çırpınarak ve
can havliyle yazılmışlığı ışıldıyordu,
süreyya yıldız kümesinden,
ah;
ahbap lakırdıları ve
suflî meşgalelerden kurtarılıp,
kabaran/çalkalanan konukluğuma sunulan,
bu hal ile gördüm ki;
geceden beridir süren,
bereketli bir sabah yağmuru misalisin sen,
kendini elbistan merkezli depremlerle,
ansızın anımsatan,
nurhak/ceyhan aşk…,
XXXVII
aşka aşık,
aşka tutkunsun ve
çimenli tepeler kadar
yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…,
yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse,
öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu,
halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli
bir bardak çay deminde kaynar senin,
hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde,
dağılırken tonları kurşunî bulutların,
maçkada/teşvikiyede,
ak martılar yükseliyordu göğe;
özgür ve aç,
bir teksirin üst köşesinden koparılmış,
ki semavî bir elce verilen ve üstünde,
{bir şairim vardı, /üç nokta yan yana/}
dip/notu yazılı ve,
yolda tutulduğu göz yaşlarından ikisinin,
içine işlediği pusulayı,
tutarken parmaklarım…,
/bir şairim vardı//nın,
{üç nokta yan yana} yanına değil de,
neden;
alt satırına konmuştu diye,
düşünürken ciğerim pare pare…,
o münzevi dip/notunun çırpınarak ve
can havliyle yazılmışlığı ışıldıyordu,
süreyya yıldız kümesinden,
ah;
ahbap lakırdıları ve
suflî meşgalelerden kurtarılıp,
kabaran/çalkalanan konukluğuma sunulan,
bu hal ile gördüm ki;
geceden beridir süren,
bereketli bir sabah yağmuru misalisin sen,
kendini elbistan merkezli depremlerle,
ansızın anımsatan,
nurhak/ceyhan aşk…,
ömre bedel anlarımız olacaktır diye,
mırıldanırken sen hekimim göz gözeydik,
soran bakışlarla…;
anılara ka/l/r/dığımız bunca ay sonrası,
hızır/ilyas sohbeti misali ve
bir sahur vakti işte yine şimdi,
ve bir yanda tan yeri,
bir yanda saçlarım ağarıyor…,
aziz hatıralarla yaşanan ve
muhabbet bağları fasılasız,
bir {/boş/enkaz/ ev} kadar,
eş/siz; aşk…,
acilindeki kara gözlü hemşireye
emanet edilmiş ve tetkik için verdiğim kan,
numune tüplerinde harmanlana dursun;
serin kaldırımlarda yürürken düşünüyordum
ve konuşuyordum kendimle,
ki sobe;
kendiyle kendine olduğu kadar,
yâriyle güzel sohbet edemiyor insan…
her cuma ikindiye doğru neden; bu sanki
elimi uzatsam dokunacakmışım gibi hissettiğim
yakınlık, uçurum olurdu sana;
musevi ve isevilerce kutsal sayılan o iki gün…,
ve yine de her haftanın bayram gününün sonunda,
akşam akşam güleç olurdu gözlerimiz
ışıl ışıl, o dar vaktin alacasında bile…,
böyle acayip acayip kesintisizmiş
ve bir terzi işi gibi cereyan edip duran,
gönlü hep; gün batımlarından yana yatık,
turuncu/kızıl; aşk…,
ah,
küresel ısınmanın faydaları
26.11.2025 - 05:46paytak paytak yürüyen penguenim,
üşüyen kalbine sular serperek gel artık,
kopuyor bir parçası daha buz dağının bak yine,
ve büyüyor ibne dünyanın deliği...,
evren manikleşiyor,
hızla dönüyor; hızla hızla hızla hızla...,
hiç olmadığı kadar hızlı değişiyor mevsimler,
zaman allak bullak,
dönüyor başı; başı başı,
ve sarhoş tik taklar,
tik/tak/tak/tik/tik tak;
beceremiyor bir türlü yürümeyi düz bir çizgide,
elimden tut paytağım;
işte şimdi kandırdık yuvarlak topu,
minicik bir elma şekeri ile,
çift kutuplu bir gecede ve
buz gibi bir igloda,
eksi seksensekiz derecede yanarken insanlık,
matematiksel bir kavuşma olsun bizimkisi,
haklısın; bırak artık o
oblomovun miskinliğini anlatan
romanı da okumayı…,
tam seksensekizinci sayfada,
ve unutma,
fay hatları an gelir bir gün,
kutuplardan da geçer,
ah;
çanakkale şehitleri
21.11.2025 - 03:38çanakkalem
yasin sütleriyle büyümüş yiğitlerin bağrında yattığı
topraksın sen çanakkale’m… sen şehit kuzularına
yangın anaların yüreklerini gökyüzüne yıldız yıldız
savurdukları nurlu gecesin çanakkale’m ve sen tan
yerisin imanın, kandilsin küfrün karanlığını boğan
sana vurulmak istenen zincirleri kıran heybetin dostun
gönlünde şenlik, düşmana iliklerinde korku oldu, hem
peygamber sancağını dimdik tuttun sen çanakkale’m,
hem de sömürgeci vahşiler elinde inim inim inleyen,
beyni ve kalbi köleleştirilmiş zavallılara ilham oldun
çanakkale’m, adın yaşasın sonsuza dek, tarihin bütün
kutlu cihatlarıyla yan yana, geçilmesin kıyamete kadar
bütün mazlumların yurdu senin ruhunla dirilerek, sen
ibret ol kahreden sabrınla gözü dönmüşlere de, sen kızıl
goncası aşkımızsın, hiç solmayacak sen, çanakkale’m
2008 Mart 23 – Ankara Batıkent- Gümrük Lojmanları
yeni yıl
20.11.2025 - 22:13iyi geceler güliz hanım...
bizim senede iki yılbaşımız var, siz bilmem bu konuda ne düşünüyorsunuz...
kitabımdan bir bölüm peki,
hz.muhammed efendimizin hicretinin
ardından geçmiş, bindörtyüz küsur yılın,
sene başı muharrem hilâlinden,
yirmibeş akşam geçmişken ve keza,
hz.isa peygamberin de,
buna beşyüz bilmem ne yıl ilaveli senesi,
kaç gün olacağı istikrarsız ayının,
yirmidördüncü günü,
günlerden cumaydı;
yine böyle kritik bir ikindi vakti ertesiydi
ve kentin o en uzlaşmasız meydanında duyduğum,
kâfûr kokulu sesinin geldiği yöne baktım…,
ki o an ölmenin hemen öncesiydi,
ah;
ve bir çocuk masumluğundaki bakışlarımdan geçiyordu;
sak/lan/baç çiçekleri körebesinin köşe kapmacasında,
uzun eşeğin üstünden ırmakta taş sektirişim,
elektronik beyin adı verilen bir kasabalı kuzu gibi;
çelik çomaktan bıkkınken,
ve micozun kırdığı biricik mavi bilyenin,
talihsizliğine içerlemiş,
ve dahası kanatlılar bilmecesindeki bıçak da,
yağmur erteleri oynan kader çizgisi oyununda
dar boğaza saplanmışken,
yine,
yap/boz/yap memleket haritasında
yerini bulamadığım uşak kayıpken,
bir insan anatomisindeki iç organların yeri bile,
gözü kapalı bulunabiliyordu hayatta sanki artık,
tekrar, tekrar ve tekrardan…,
ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum,
tuzlu kocaman gözlerimle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum,
yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında;
zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök;
matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
türkü
18.11.2025 - 23:45bir uçuk turunç güle benzer o yüzün,
yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün,
eğme öyle başını yetimce ve küskün,
bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün,
ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
bir eflatun ölüm
18.11.2025 - 23:27ve belki de panayırda kaybolmuş bir çocuktum,
tuzlu kocaman gözlerimle ve,
atlı karınca döndükçe,
hareleri oyuncak çemberiydi ne malum,
ve belki mutlu çocuk yüzleri biriktiriyordum,
yüzümü yasladığım parlak bir yıldızın yanağında;
zaman, pastasını bir kez daha keserken…,
derken gök;
matem giysisini geçirip üstüne,
tülden siyah örtüsüyle,
sildi tuzlarını çocuğun gözlerinden,
ve üfledi mumu…,
bir dilek panayıra düştü,
belki de yine bir düştü…,
kaybolmuş bir çocuktum belki
kendi karanlık ormanımda
ve yağmur kokusu avuç içlerimde,
alnı buz gibi bir çocuk…,
ve bir kerametli ve ismiyle müsemma kalbi gördü,
o panayırda kaybolmuş çocuk ve,
gömüldü; yürek boşluğuna
uysal kalbinin kuş tüyleri…,
korku tünelindeki gürültü,
içinden hızla geçerken,
aralık kapılar bırakıyordu,
ve hep o; aralık kapılardan süzüldü
o/nun ol tecellisi,
her seferinde açık kalan o kapılardan…,
ve haylaz bir çocuk gibi,
sak/lan/baç zamanı derdi;
- çık ortaya…,
tebessümü ılık taze süt kokusu,
yüzünde iki mürdüm eriği…,
elma yanağında yıldız izi…;
parıl parıl parıldıya koşardım ona,
panayırda kardeşini bulmuş çocuk gibi,
koşardım o, sahipsizlerin icapçısı hekime,
ciğerindeki yara izlerini takip ederek...,
yok ki kimsenin böyle bir muhabbet ve
özlemek sandığı…,
en yaşanmış ve en yaşanmamış düşlerle nakışlı
ve pamuklara sarılıp saklanmış kalsın,
kemirmesin sohbetin s/özünü tahta kuruları ve,
lavanta koksun her daim,
düşümüz…,
buluşuruz düşte bir yerde,
lavanta tak o kalabalıkta göğsüne ki,
kokun yaslansın yüreğime peygamber torunu,
ve istediğimiz kadar çok sarılalım,
ağaçlar gibi ayakta ölebilen evvel gidenlere…,
eflatun ve sonsuz bir uykuda,
ah;
sen nerdesin
17.11.2025 - 21:35ki tutucu bir adamım ben çok doğru,
bir yol tuttu mu;
geriye çevrilmem öyle kolay kolay,
ama yalnız,
geri çevrilmenin muhabbete gitmek,
anlamına geldiğine inanırsam,
yön tanımaz olurum ve kararır gözlerim,
evet;
çizgisi orta yerde,
bağnazıyım gerçek hayatın…,
peki şimdi söyle güzel kardeşim,
tam olarak sen neredesin,
bak kaç ömürdür buradayım,
bu denizin karşısında…,
ve ne kadar zaman oldu,
yine hiçliğimle bekliyorum,
kıpırdamadan, eylemsiz seni…;
intiharı seçmiş bir balina kadar ölü,
kıyıya vurmuş ve cansız…,
denizdeyim…,
tam karşısında,
kıpırtısızlığını delecek ilk dalgayı yakalamak için,
gözlerimi kırpmadan bekliyorum…,
kafamı kaldırıp bir an göğe baksam,
yine orada kim olsa bilir,
o şımarık,
tembel ve inatçı bulut…,
sahi şu içi geçmiş dünyanın tepesindeki
bulutlar renk değişmez mi hiç,
hep o puslu gri,
/kaç gündür aralıksız yağan rahmetten/
ki bir iç ses daha evet,
sıkılmaz mı hiç bu inatçı bulut çakılı kalmaktan,
ve hep aynı hoşnutlukta…;
renklerden gri, gri, gri,
kaç fitten bana bakar sorsan,
/hey;
hep maviyi bekleyen,
/çekil aşağımdan;
ki deniz suyu,
köpük,
bulanık burnumun ucu…;
erzurum
17.11.2025 - 00:11(Amman amman)
Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur üstüm yağmur
Gine gönlüm hoş idi
(amman amman)
Ben yandım seni bilmem
(amman amman) dağ ne kadar yüce olsa
Bir kenarı yol olur
Buna bayram günü derler
Dostla düşman bir olur
(amman amman)
Ben yandım seni bilmem
(Amman amman) sen bugün nadan ile gezdin
Merak oldu bana sen bugün nadan ile gezdin
Merak oldu bana çeşmi mestimden bile süzdüm
Merak oldu bana (amman amman amman amman)
Ben yandım seni bilmem
gazel
17.11.2025 - 00:06Gazel
Fâ'ilâtün / Fâ'ilâtün / Fâ'ilâtün / Fâ'ilün
Ey gönül, zülfünde bulsan ger o âb-ı hayâtı,
Cân fedâ eyler sana her demde aşkın kâinatı.
Lâ'l-i yârin şevki var ser-mâye-i cân eyleyen,
Hızr’a sorsan bilmez ol demden geçen her müşkülâtı.
Yâr elinden bir kadeh nûş eyleyen mest ü bî-hod,
Dilde tesir eylemez artık cihânın menhiyâtı.
Cem yüzün gösterdi âfâka, meğer cân geldi cisme,
Gönlüme düştü güneşin nûru, terk ettim zulümâtı.
Gözlerimden akıttım yaş yerine gevher-i aşkı,
Her damlası eyler âşüfte bu dâr-ı imtihânı.
Gülşen-i vuslatta bülbül zâr eder her gice günden,
Bir nefeslik ömrü bin yıllık cihânın berekâtı.
Âşık Turhal der ki, bî-pâyân o deryâyı bulan,
Ehl-i derde bahşeder her zerresinde mâ-fâtı.
hiçlik
17.11.2025 - 00:03ve şimdi;
hiçlik mezhebindeyim,
yurtsuz ve
kimse/sizim…,
sevgili tabîbim,
terk/et/me/beni
ah,
ve sen ki aşk;
felçli bir yatalaksın artık,
yatağına kırgın akan ölü bir ırmağın deltasında...,
ah;
münzevi
15.11.2025 - 22:39VIII
adını hecele süreyyanın,
ve kaç asırdır suskunsun sen mo/na/li/sa…,
ki sen anadolu gırtlaklı bir kayyumsun,
kimse senin gibi söyleyemezken,
öyle doğal gelir ki sana çağırmak adımı,
ve gırtlağından süzülen sesine
ömrümü feda etmek istemem de keza bana…,
sen;
elmacık kemiklerinden akan
eflatun ırmakların çakıl taşları ile,
üç taş oynayan…,
ihramı iç/inde mütemadî bir umrede,
yalınayak seyy/ah/sın,
ve
çocuk yürekli bir çukurova bozlağına
her veda edişimle çoğalan,
aşkın salyalarından tiksinmeyen
ben,
kalbinin ılık suyunda,
gurbet garipliğimi saklarken,
pişkin bir vefasızlıkla…,
buyurgan nefsimin,
yüreğine attığı tırnak izlerinin,
tahammülle bağışlayanısın…,
ah;
çektirdiğim arsız çilelerin çilekeşi,
ki sen gece yarısı uykundan uyanıp,
yumulu gözlerinle,
mısralarına heceler seçen sevdalısın…,
esirgeme benden de,
merhametle bakan gözlerini desem,
kederli nazarlarını önüne düşürürsün,
bahtı gibi kömür gözlüm,
ay ışığına yakılmış bir sonat gibi,
sarıl bana ey aşk,
sarıl ve yarama dokun…,
ki soğuk bir su içsem uzakta yâr üşür...,
ve
bir mektupsun o/ndan,
duadan ötesin...,
ah;
evet bir ah/sın sen,
yekûnu simmsiy/ah bir ah,
masumsun,
ve dervişinim...,
gözlerin bana derg/âh,
fermanım elindeki padiş/ah,
kızıl lekesiyle bir garibe verilen kazağın,
garipliği değildir;
aşktan gayrısından soyunmak...,
garipliği;
kendi başına yaşayacak olmasındadır aşkını
garibanın,
buruk, münzevî ve tek...,
dost
15.11.2025 - 22:29XXIV
lokması kursağında kalmış bir mavi güvercin,
kanat çırpmaya çalışıyordu ki,
çapalı bir rüzgâr sardı her yanını,
artık kanatlarını alabildiğine açmış
ve süzülüyordu maviliklerde,
gözle görülemeyecek kadar yukarılarda;
ki payına irtifanın yüksek olanı düşmüştü,
o bilmem kaç fitin halvetinde…,
sana düşen aşıklar sevgili güvercin,
ve fakat tekrar tekrar vakîdir ki,
ne ezalar ne cefalar çekti,
ne acılara katlandı; keder elinde,
tabiatında var bu senin farklı olamazsın,
ki can yakmaya elbette taksirlisin,
ama gel gör ki,
yanmadan bilinmezsin sen,
kızıl kor ateşinde…;
uykuyla uyanıklık arasında gördüm seni
bir zuhurat gibi her seferinde aşk,
ağır göz kapaklarımda, yokluğun kafes,
yokluğun kahır, yokluğun; tenha…,
ve kanatlanamadım hiç katına,
uykuyla uyanıklık arasındaydım,
koskoca tekrarsız ömürler geçiyor,
kayıp nesiller jelatini açılmadan
göçen nesillere ekleniyor,
ah senin yüzün kuzeydoğuya,
benim yüzümse güneybatıya dönük…,
daha ne vakte dek bekleşelim, yeniden
bir zaman dilimi daha verilir mi bize diye,
umutlanan gözbebeklerimiz
ve tükenen yüreklerimizle be hey dost…,
çakırkeyif
15.11.2025 - 22:28Korona mı yaptı, aşı mı yaptı
Milletin ayarı bozuldu kardaş,
Devran mı değişti, Beşer mi azdı
Adalet sarayı bozuldu kardaş.
.
Toplumu çok güzel kandırıyorlar
Milli değerlere saldırıyorlar
Cumhuriyete baş kaldırıyorlar
Siyaset kökünden bozuldu kardeş.
.
Der Vezir, yazımız dönüştü güze
Adalet kervanı çıkmıyor düze
Bu düzen Ulusu çökertti dize
Milli kültürümüz bozuldu kardaş...
-------OZAN ÇAKIROĞLU-------
zümer
15.11.2025 - 18:068. İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine (yürekten) yönelerek O’na dua eder. Sonra (Allah) ona katından bir nimet verdiği (kurtulup rahata erdiği) zaman, evvelce O’na yalvarmış olduğunu (ve asıl kurtaranı) unutur da, O’nun yolundan (sapmak ve) saptırmak için (“bizi falancalar kurtardı” diyerek) Allah’a birtakım eşler koşar. (Resûlüm!) De ki: “Sen küfrünle biraz oyalanıp geçin. Çünkü sen artık ateş ehlindensin.” [bk. 10/12; 17/67]
(Bu tehlikeli davranıştan sakınmalı ve böyle davranışta bulunanları da uyarmalıdır.)
9. Yoksa o (sadece sıkıntıda iken dua eden kimse) hiç âhiret(in dehşetin)den korkan ve Rabbinin rahmetini uman, gece saatlerinde secde edip ayakta durarak taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir? De ki: “Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” Ancak (bunları), temiz akıl sahipleri düşünürler. [krş. 35/28]
10. De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey iman eden kullarım! Rabbinizin emrine uygun yaşayıp azabından sakının. Bu dünyada iyi hareket edenlere bir güzellik vardır. Allah’ın toprağı geniştir. (Dinin gereğini ve hükümlerini rahatça yaşayacağınız yere göç edebilirsiniz.) Ancak (Allah yolunda, taviz vermeden yaşamak için göç etmeye sabredip) dayanıp direnenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir.” [bk. 29/56]
11. De ki: “Ben, dini yalnız Allah’a halis kılarak (ihlasla) O’na kulluk etmemle emredildim.”
12. “Ve (yine) müslümanların ilki olmam emredildi.”
yunus emre
15.11.2025 - 15:20Nice feryâd edip zârı kılam ben
Nice bu aşk oduna yakılam ben
Ölümden korkmazan be hey yârenler
Budur korkum yardan ki ayrılam ben
E yâ Leylâ sıfat senin elinden
Varam Mecnun gibi dağa düşem ben
Yunûs eydür senin aşkın yolunda
Varam Mansur gibi berdâr olam ben
ıtri
15.11.2025 - 15:07Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Yine endîşe bilir kadr-i dürr-i güftârım
Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil
Girdi miftâh-ı der-i günc-i ma'ânî elime
Âleme bezz-i gevher eylesem itlâf değil
Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î
Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil
büyü
15.11.2025 - 05:39V
yakınına düşen sevdaya iyi bak…,
/canbaz/
ki bu canınla kumar oynamaya benzemez,
çift kutuplu bir ip gibi,
sonuna vardığın an,
başladığın yer
uzağında kalıyor…,
ki bakma aşağıya,
uçurumdur ayaklarının altında
seni çağıran…,
biliyorum eski bir korkuyum ben;
gün/ah/kâr, siyah muska...,
ah;
ellerini göğe her açışında
çatlıyor yüreğim duana…,
aklının çeperlerine çarpıp duran
bu kanayan imgeler,
hep o şiir/de son buluyor canbaz,
çöz gözlerinin düğümünü
yürüdün ve bitti yol…,
her ayrılığın vardır elbet,
sarmaş dolaş kavuşması,
sarıl/sarıl/sarıl...;
görmüyor musun,
gözkapaklarına ektiğim
gül tohumları,
ser/inde tomurcuklanıyor...,
ah,
son buluyor can/baz
çöz gözlerinin düğümünü,
yürüdün ve bitti yol…,
her ayrılığın vardır elbet,
sarmaş dolaş kavuşması,
sarıl/sarıl/sarıl...;
görmüyor musun,
gözkapaklarına ektiğim
gül tohumları,
ser/inde tomurcuklanıyor...,
ah çocuksun sen…,
ah ki ah;
ah kere ah,
ki;
aşk çift kutuplu bir haindir zaman zaman,
bir yanı çökkünlüğe bir yanı uçkunluğa bakan,
kol kol çayları dereleri kendisinde toplayan,
bir ulu ırmak olup uçurumlarda çağlayan,
aşk…,
hayata düşman bir intihardır,
an be an...,
ki gayet dengeli dizelerim yâre ulaştıkça,
ve çok daha iyi ve stabil oluyorum,
hoşnut kalıyorum hayatta olmaktan ve
deniz havasını solumaktan…,
hiç de yorulmuyorum,
yâri okuyup, yâre yazmaktan,
ve hep derdim ki öldüğümde,
kabrime fesleğen dalları konulsun,
lakin şimdi,
kefenime lavantalar serpilsin istiyorum…,
sen ne büyülü bir sandıksın yâr ki,
içinden ne çıksa,
üstüme başıma yaraşıp yakışıyor;
ah…,
sağlı sollu yanaşmak
15.11.2025 - 05:23nasıl ki, yaşanmışlığı olmayan bir hakikati yaşamış sayan her çıkarım, yaşanacakları ipotek altına alacak demekse ve o ipoteğin adı, sonunda yine dönüp dolaşıp yanılsama olarak karşımıza çıkıyorsa ve, bildiklerimiz sonuçta yanıldıklarımıza yetmez hale geliyorsa, öyle de; kulluk yolundaki suskunluk ve duralamalarımız, bir ömür k/aybı olarak mahcup ve anlayış bekleyici konumda kalmamız ötesine geçemez, ironik kazanımlarla yüzleşmek akıbetine uğramaktan azatlığın yolunu kesecektir… ki her susku; bir vazgeçmenin ilk adımıdır…
gökyüzündeki manzaraya bakıp, bu tabloyu kim yaptı diye soran bir çocuğun halis kalbinde saklı değil midir, iyi ki varsın beni var eden, varlığından haberdar eden rabbim nidasıyla yüzlerimize yayılan, sonsuza müteveccih o bembeyaz pamuk yığınları gibi bulut tebessümler… o halde, asık bir suratla bir canı, cananını aramaktan alıkoyan nedir ve korkarım bu yine kendisinden başkası değilse nerededir, ulu ulu nehirlerin, denizlerin, okyanusların ummanına akmaya çakılı kalışlarındaki bu bulutsuzluk hasretinin efsunu… ve hangi kalbin nefesi ummanında yankısını bulmamış…
annelerimizden aldığımız o hesaba gelmez şefkatler, bütün insanlıkla paylaşarak geçmedikten sonra, hangi ömür uzundur… ve öte gecelerde uyumak istemek, nasıl ölümcül bir kâbusun ninnisidir… dört işlemden hangi azıksız sağlama ırgatlığı yüzleşmesiyle, gettoların inleri asude ve müstağni, yaşamaktan yana… ki bu sağlamadan önceki bütün işlem olup bitimlerinin, hesap günü bir referans alınma kabiliyeti de yok, kesinlikle… bunu bilerek biriktirilen çukurda kalmış deneyimlemelerle yüz yüze gelindiğinde, her şeyin sıfırdan başlaması talebinin anlamsızlığı kaçınılmazdır… hesabıyla yüz yüze gelmezden önce, yaşamakta olduklarını bir kevgirde biriktirmeyi sürdürmekten yana mı insan ya da bu kadar azık, bu yol arkadaşlığın için kâfi mi bunu düşünmeye neden yanaşmaz…
Hadsize had bildirmek
15.11.2025 - 04:20oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
anıt kabir
15.11.2025 - 03:56XXVIII
bir gece bu kadar mı nur dağları gibi gökçek
ve çivit mavisi,
bir yolculuk bu kadar mı hususî olur,
gece neresi, çivit mavisi kim bilmiyordum,
umursamıyordum, bitmek tükenmek bilmeyen yolu,
can yoldaşım vardı, sırdaşım, elbistan ağıtım,
kalbimde;
irtibatı mütemadî yârenin hatrı hatırımdayken,
uyku yokluğa kadem basmış, yön kayıp
ve gaibdim…,
ezelden gelen meşkin ebedi
olsa da hoş olmasa da;
ve öylesi bir mahrumuyum ki,
ayrılığın varlığı mümkünsüz dostun…,
aşk olsun sana, öyle olsun hekimim,
bilesin ki şuurum pek açık bu çivit gecede,
nice evvelki geceler ve sabahlarda,
öğle, ikindi ve akşamlarda
olduğu gibi bilesin,
bilesin ki;
yüzün suyu hürmetine teveccühüm eşyaya
ve çocuk ruhum muhtaç teselline,
bir elma şekeri yarısı kadar,
karabiberim, kâfurum, kabir kokulum…
ah;
muhiddin ibni arabi
15.11.2025 - 03:45kalbini allaha bırakan, allahı kalbinde bulur...
Akan su yosun (pislik) tutmaz.
14.11.2025 - 18:37senelerce kanal kanal pislik akmış
bir garip körfez denizi,
kesilmesi sonrasında kirliliğin tedricen…,
hani kendini temizleyip
nasıl yeniden ma/ss/mavi olabiliyorsa,
sende öyle arındır seni senden,
sende aşk,
seni senden…,
kent atıklarıyla kirlenmiş gözlerim,
yüzüm, ellerim ve içim,
ve huzuruna,
ay ışığına bestelenmiş bir sonat gibi çıkacak kadar,
duru olamadım henüz,
perişan, merhametine muhtaç ve üzgünüm,
ki malumun bunlar…,
ah;
serbest kürsü
14.11.2025 - 11:55ekrem imamoğlu... taksimdeki altunizade capitol büyüklüğündeki bir fuhuş yuvasının sahibidir, beylikdüzü döneminde açmıştır, gizli ortaktır... ha ama hakkındaki iddialara katılıyor muyum hayır...
nasıl ki, yaşanmışlığı olmayan bir hakikati yaşamış sayan her çıkarım, yaşanacakları ipotek altına alacak demekse ve o ipoteğin adı, sonunda yine dönüp dolaşıp yanılsama olarak karşımıza çıkıyorsa ve, bildiklerimiz sonuçta yanıldıklarımıza yetmez hale geliyorsa, öyle de; kulluk yolundaki suskunluk ve duralamalarımız, bir ömür k/aybı olarak mahcup ve anlayış bekleyici konumda kalmamız ötesine geçemez, ironik kazanımlarla yüzleşmek akıbetine uğramaktan azatlığın yolunu kesecektir… ki her susku; bir vazgeçmenin ilk adımıdır…
gökyüzündeki manzaraya bakıp, bu tabloyu kim yaptı diye soran bir çocuğun halis kalbinde saklı değil midir, iyi ki varsın beni var eden, varlığından haberdar eden rabbim nidasıyla yüzlerimize yayılan, sonsuza müteveccih o bembeyaz pamuk yığınları gibi bulut tebessümler… o halde, asık bir suratla bir canı, cananını aramaktan alıkoyan nedir ve korkarım bu yine kendisinden başkası değilse nerededir, ulu ulu nehirlerin, denizlerin, okyanusların ummanına akmaya çakılı kalışlarındaki bu bulutsuzluk hasretinin efsunu… ve hangi kalbin nefesi ummanında yankısını bulmamış…
annelerimizden aldığımız o hesaba gelmez şefkatler, bütün insanlıkla paylaşarak geçmedikten sonra, hangi ömür uzundur… ve öte gecelerde uyumak istemek, nasıl ölümcül bir kâbusun ninnisidir… dört işlemden hangi azıksız sağlama ırgatlığı yüzleşmesiyle, gettoların inleri asude ve müstağni, yaşamaktan yana… ki bu sağlamadan önceki bütün işlem olup bitimlerinin, hesap günü bir referans alınma kabiliyeti de yok, kesinlikle… bunu bilerek biriktirilen çukurda kalmış deneyimlemelerle yüz yüze gelindiğinde, her şeyin sıfırdan başlaması talebinin anlamsızlığı kaçınılmazdır… hesabıyla yüz yüze gelmezden önce, yaşamakta olduklarını bir kevgirde biriktirmeyi sürdürmekten yana mı insan ya da bu kadar azık, bu yol arkadaşlığın için kâfi mi bunu düşünmeye neden yanaşmaz…
meydan okuma
14.11.2025 - 04:53XXXVII
aşka aşık,
aşka tutkunsun ve
çimenli tepeler kadar
yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…,
yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse,
öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu,
halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli
bir bardak çay deminde kaynar senin,
hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde,
dağılırken tonları kurşunî bulutların,
maçkada/teşvikiyede,
ak martılar yükseliyordu göğe;
özgür ve aç,
bir teksirin üst köşesinden koparılmış,
ki semavî bir elce verilen ve üstünde,
{bir şairim vardı, /üç nokta yan yana/}
dip/notu yazılı ve,
yolda tutulduğu göz yaşlarından ikisinin,
içine işlediği pusulayı,
tutarken parmaklarım…,
/bir şairim vardı//nın,
{üç nokta yan yana} yanına değil de,
neden;
alt satırına konmuştu diye,
düşünürken ciğerim pare pare…,
o münzevi dip/notunun çırpınarak ve
can havliyle yazılmışlığı ışıldıyordu,
süreyya yıldız kümesinden,
ah;
ahbap lakırdıları ve
suflî meşgalelerden kurtarılıp,
kabaran/çalkalanan konukluğuma sunulan,
bu hal ile gördüm ki;
geceden beridir süren,
bereketli bir sabah yağmuru misalisin sen,
kendini elbistan merkezli depremlerle,
ansızın anımsatan,
nurhak/ceyhan aşk…,
meydan okuma
14.11.2025 - 04:52XXXVII
aşka aşık,
aşka tutkunsun ve
çimenli tepeler kadar
yumuşak nazarlıdır gözlerin senin…,
ve bezeli yüzün hicap nakışlarıyla…,
yağmur sonrasında toprak nasıl tüterse,
öyle bürür rabıtandaki aşka meftunu,
halis çapalı ve elbistan bağırlı lisanın,
ki petek motifli
bir bardak çay deminde kaynar senin,
hay/dan ihsan yüreğin, mim; aşk…,
gecenin derinliğinde,
dağılırken tonları kurşunî bulutların,
maçkada/teşvikiyede,
ak martılar yükseliyordu göğe;
özgür ve aç,
bir teksirin üst köşesinden koparılmış,
ki semavî bir elce verilen ve üstünde,
{bir şairim vardı, /üç nokta yan yana/}
dip/notu yazılı ve,
yolda tutulduğu göz yaşlarından ikisinin,
içine işlediği pusulayı,
tutarken parmaklarım…,
/bir şairim vardı//nın,
{üç nokta yan yana} yanına değil de,
neden;
alt satırına konmuştu diye,
düşünürken ciğerim pare pare…,
o münzevi dip/notunun çırpınarak ve
can havliyle yazılmışlığı ışıldıyordu,
süreyya yıldız kümesinden,
ah;
ahbap lakırdıları ve
suflî meşgalelerden kurtarılıp,
kabaran/çalkalanan konukluğuma sunulan,
bu hal ile gördüm ki;
geceden beridir süren,
bereketli bir sabah yağmuru misalisin sen,
kendini elbistan merkezli depremlerle,
ansızın anımsatan,
nurhak/ceyhan aşk…,
ömre bedel anlarımız olacaktır diye,
mırıldanırken sen hekimim göz gözeydik,
soran bakışlarla…;
anılara ka/l/r/dığımız bunca ay sonrası,
hızır/ilyas sohbeti misali ve
bir sahur vakti işte yine şimdi,
ve bir yanda tan yeri,
bir yanda saçlarım ağarıyor…,
aziz hatıralarla yaşanan ve
muhabbet bağları fasılasız,
bir {/boş/enkaz/ ev} kadar,
eş/siz; aşk…,
acilindeki kara gözlü hemşireye
emanet edilmiş ve tetkik için verdiğim kan,
numune tüplerinde harmanlana dursun;
serin kaldırımlarda yürürken düşünüyordum
ve konuşuyordum kendimle,
ki sobe;
kendiyle kendine olduğu kadar,
yâriyle güzel sohbet edemiyor insan…
her cuma ikindiye doğru neden; bu sanki
elimi uzatsam dokunacakmışım gibi hissettiğim
yakınlık, uçurum olurdu sana;
musevi ve isevilerce kutsal sayılan o iki gün…,
ve yine de her haftanın bayram gününün sonunda,
akşam akşam güleç olurdu gözlerimiz
ışıl ışıl, o dar vaktin alacasında bile…,
böyle acayip acayip kesintisizmiş
ve bir terzi işi gibi cereyan edip duran,
gönlü hep; gün batımlarından yana yatık,
turuncu/kızıl; aşk…,
ah,
Toplam 816 mesaj bulundu