BENİ SORARSAN
İYİYİM
_______________
Annesi dün Zeynep'e:
"Melek Yavrum!" diyordu.
İşitince bu sözü
Kız merak etti, sordu.:
-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım.
Melek kanatlı olur:
Hani ben ...
BENİ SORARSAN
İYİYİM
_______________
Annesi dün Zeynep'e:
"Melek Yavrum!" diyordu.
İşitince bu sözü
Kız merak etti, sordu.:
-Melek yavrum ne demek?
Doğrusu anlamadım.
Melek kanatlı olur:
Hani ben ...
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Romantikoss Favorites Nedire Yazılan Yorumlar Sayfası
1 Temmuz 2025 Salı - 09:33:14
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 13:52O AÇIDAN NEYMİŞ Kİ
YIL 1992 İMİŞ
BEN BU KADARINI ZATEN ANLAMIŞIM
sen inan diye mi bekleyecektim sandınız şimdi bizi
ÇOCUK OLSAM SENİ Mİ BEKLEYECEKTİM İNANMA VEYA İNAN DİYE
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 13:50Her Allah diyen yaradana sığınıp bize karşı çıkınca
ben solda almadığım kitabı cennete hüküm versinler diye ilettim
sağdan aldığımı da insan çağrıştırsın bari diye okudum
NEDEN AÇTILAR BU TARTIŞMALARI SANDINIZ Kİ?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 13:36Bana kalmamış kutsal bir konuyu affetmek veya cezalandırmak yani;
ben aptallıklarla uğraşamam demek.
Bir şeyi de başkalarını rahatsız etmeden yapamıyor musunuz?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:59CENNETİN ZITTINI BENİ BULDUN BE
?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:38BİLMİYORUM BAŞKA TÜRLÜ NE DEMEK OLABİLİR
HZ. LUT HZ. İBRAHİM'E SARILDI
İYİ DE KİMMİŞ
demiyoruz burada
ŞİİR SANDIM BEN BU AÇIDAN !
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:36NEYMİŞ?
BÜTÜN BU KONULAR BENİM İÇİN
MÜZİĞİ KISMAK
PENCEREYİ AÇMAK
BİLGİSAYARI YANINA ALMAK DEĞİLMİŞ
SES KÜTLESİ KENDİSİ SUSAMAZ MIYMIŞ
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:27İnsan sadece şiir yüzünden bütün bir ülkeyi ve toplumu seviyor olabilir mi?
Bundan daha saçma ne duydunuz hayatta?
O konu da burada yok, bu sitede, internette öyle değil konu.
Sevmiyorsan daha başka bir konu...
Sen şimdi git eşini bul, bastığın toprağı tanı, sanatçıya hürmet et, sevdiğin bir yemek ye, aldığın her nefese şükret...
beni de sadece şiir sevmediğin için sevme veya sev
aynı şey mi sizin için
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:14yaratılanla ne işi olur şiirin
ŞİİR SADECE
BU KUTU DOLU
MESAJ KUTUSU DİYE ŞİİR DEĞİL Mİ YANİ
ŞİİR YİNE DE
BİRİNE ADINI YAZ
BİRİNE SOYADINI
BUNLAR ŞİİR YİNE DE !
şiir seviyorsanız yazın diye
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 12:07Onun yerine şiir seveceğime seni sevmem daha iyi demek
her şeyden önce ayıp
ayrıca terbiyesizlik
ayrıca da hadsiz hudutsuz bir şey olurdu
sen şimdi bu yüzden doktor ol, boş ver mühendis ol, hepsini anladıysan editör ol, o da olmazsa anaokulu aç
BU HOŞ DEĞİLDİ.
Ben de kitap okurum evde, dert değil, yazabileceğim zaman yazarım, daha okulu bile bitirmedim diyordum
BIG BANG OLDU SANDINIZ.
BUNU BİR SORALIM CENNETTEKİLERE MESELA
SADECE ALLAH DİYELİM
O ANLASIN
ben şimdi her şeyi bu açıdan mı okumuş oldum sizce
öyle olsa sadece yalan değil aynı zamanda çok çirkin bir tuzak olurdu
kimse size aklınızı zorlayan bir şey sormadı ki benim açımdan
neden benim tepemde bağırdınız
?
bendeki aşk değil ibadet çalıyormuş
çalsın
n'apalım yani
?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 11:38SİZ ŞİİR GİBİ
ŞU ŞİİRİ SEV YETER ALLAH'IM
BEN ZATEN SANA YAZDIM
YASTIĞIMIN ALTINA KOYDUM UYUDUM
KİMSE SEVMESE DE BENİ SEV YETER ALLAH'IM DİYEBİLDİNİZ Mİ Kİ?
ŞİİR AYRI KONU
KONUŞMA PRENSİPLERİ ŞÜKÜR GEREKTİRİR
O AYRI KONU
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 11:24Allah şeytanı da yaratmış
ŞEYTANI DA SEVİYOR
sen şimdi bunu bana kendi okuduğum şiir diye mi yutturacaktın
???
NE SANDINIZ KENDİNİZİ?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 11:13bana ne yani sen terbiyesiz salak diyen birini arıyorsan
bulmak istiyorsan
Allah'a kavuşunca kime kavuşacaksan
beni ilgilendirmez kime akıllı dediğiniz
herkes kendince akıllıdır
DİYEBİLECEK MİYİZ AKILLI?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 11:00Yani ben roman yazacağıma
bunları yazmak zorunda kaldım
ayrı konu
oturdum satır satır çalıştım
ayrı konu
ben çıkıp ruh eşim de eşim diye mi bağıracağım zor durumda kalsam yani
bir şiir bile okuyamayacak mıyım sessiz bir cennete
nerede kalmış SES KÜTLESİ NE DEMEK
BU DA ZATEN İBADET
ALLAH NEDENİYLE BUNU BİLE SEVMEK
ben sapık olamam ne kadar uğraşsanız da
ben sonuçta ideal toplumun koruması altına aldığı bir birey yazacağım
NASIL HER YAZARLA AYNI DİLİ KONUŞTUĞUMU SANAN BİR KÜTLEYİ BAĞIRTIR
ÜSTÜNE RESMİNİZİ KOYARSINIZ
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 10:14Sen evin içinde insan yaşadığını, sen şarkının sadece eğlence amaçlı olduğunu, sen ailenin önemini, sen saygının sınırlarını, sen kendi kazandığın ekmeği, sen her gün okuyacağın kitabı, sen nerenin ibadet nerenin çalışma ahlakı gerektirdiğini, seni tanımadığımı ve hatta çoğu nedenle tanımak bile istemediğimi unuttun diye ben sana bir açıklama yapmak zorunda değilimdir yani !
O konu bu açıdan da bu.
Kitabın her satırını açıklamak
Her amacının okuma sanılması
Her attığın adımın spor amaçlı olması
İnsanlar tek bir film izlememiş gibi bakınca
insanı fazlasıyla yoruyor
Biraz da aşkla okuyun bence
Bu öğüt de bu.
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 10:02O KONU DA BİLDİĞİM HER AÇIDAN
SONUÇTA SADECE ALLAH HER ŞEYİ BİLEN
DEMEK.
YOKSA DEĞİL Mİ?
Esmaül Hüsna
29.06.2025 - 09:38İNSAN ALLAH'A İBADET EDER
kitap
oruç
namaz
kolayına gelen bir duayı ezberleme
araştırma
vs. vs.
BÜTÜN BU KİTAP ZİKİR DİYEN KUTSAL KİTABIMIZDAN
KENDİSİ DE OKUR ÖĞÜT ALIR "BÜTÜN BUNLAR ÖĞÜT YANİ ÖĞÜT ALAN YOK MU" DİYEN KİTABIMIZDAN
İNSAN HER YAPTIĞINA İBADET DİYEMEZ YANİ
SADECE ALLAH'IN İSİMLERİ İBADET O YÜZDEN DE KİTABIMIZDA
İNSAN SPORA GİDİP, ÇAMAŞIR YIKAYIP : BEN İBADET ETTİM DİYEMEZ AMA İÇİNDEN ALLAH DEMEKTEDİR MUTLAKA İŞTE O DA İBADET
BU İBADET DEĞİL
ÇALIŞMA TASLAĞI
SADECE ALLAH'IN İSİMLERİ İBADET
O YÜZDEN BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM DİYORUZ ZATEN
Toplumda Bireysel Takıntılar
28.06.2025 - 12:23YENİ ROMEN RAKAMLARI
Bugün yarının on yıl gerisindeyim. Öncelikle adımı bilmenizi istiyorum. İsmim Sedef Akıllıtiş. Sesli uyumu olmadığı için hep kendimi yazılan her şeyin çok uzağında ve biraz da sorgulanır gibi hissetmişimdir. Yine de birinci isteğime ulaşmadığımı iddia etmezsiniz sanırım. Size ait bir kitap elimde olsaydı hemen alır okurdum ama şu anda herkese yetişmemi zorlaştıran ve zamanı kısacık bir sıkıntı gibi özetleyen tuhaf bir çabayı çok esrarengiz bir hikayeyle anlatan bir yazar var elimde. Ben insanlara olan sevgimle herkesin daha iyi olmasını istediği konuları çok kolay bir araya getiremiyorum çoğunlukla. Karanlıkta aklıma gelen bir arkadaşım aydınlıkta aklımı yitirdiğimde yanımda olmaz genellikle. Şimdi, sanki koluma serum takılmış gibi hikâyeyi sizden beklenir hale getirseydim, ben belki yazar olurdum ama siz Sedef’in bir kopyası olmazdınız eminim. Sedef’e dışarıdan bir gözle bakmak istediğimde önümde büyüyen yazılar sizin önünüzde değil yani benden ne istiyorsunuz bilmiyorum. Sedef’i sorduğumda aldığım yanıtları ben bile duymuyorum. Kaşları kalın, saçları siyahın en koyu tonunda ve kıvırcık olduğundan Sedef o aynı günü yadsıyan aynanın karşısında mutluydu. Uzun zamandır bu aynı tesadüfe gülüyordu. Karın kaslarını çalıştırmak için odaya geçti. Sedef aslında annesini aramak için bahane ettiği bir şeyi defalarca düşünüp telefonu eline almayan biri değildi ama o gün bisikletle çıkıp annesine de süt ve yufka götüreceğine söz vermiş gibi hissediyordu kendisini. Çamaşırların arasında sakladığı bir lavanta kokulu kitaba elini uzattı, sonra vaz geçti ve odadan çıktı. Sürekli bir işi var gibi yapıyordu. Bundan iyisi can sağlığı, dedi kendi kendine. On yaşından beri söylediği bir şarkı gibi gözünden süzülen yaşlara aldırmadan karanlığı delen ışığın aydınlattığı tozlu raflara ilişti gözü. Evde uzun zamandır kimse yoktu, diye düşündü. Sanki dünyanın en güzel evindeymiş de birazdan salonu dolduracak önemli misafirleri varmış gibi bir masalın içinden kendisini birkaç basamak yukarı taşıyan gözlükleriyle bilgisayarın karşısına geçti ve kamerayı açtı. Kameranın düğmesine bastığında, günlük programını okuyan yapay zekâ ile canlandırılmış küçük animasyon karakterinin elbiselerini değiştirdi. Babam eve erken gelirse mutlaka kendisine anlatacağım yıllık marka stratejimizi ama bu yapay zekâ programı geçen haftaki toplantıda anlaşmışız gibi anlatıyor, diyerek içinden geçenleri sustururcasına günlük programı kapattı. Zor bir yıl olmuştu, şirket çalışanlarının tamamı kendisinden şikayetçiydi, bunun farkındaydı, hem de rakiplerin fırsatları daha iyi değerlendirdiğinden yakınıp duran iş ortaklarına rağmen. Pahalı bir araba almış olsaydı en azından kendisini mutlu eden bir duruşu olurdu şımarık bulunmasının fakat bencillikle suçlanmak da nesiydi? Mutluydu çünkü herkesin mutlu olmasını dilediği konular kendisinin de ilgi alanı içindeydi fakat o kadar çok düşmanı olduğunu bilmiyordu. İspanya’dan gelen yeni marka sorumlusu dahil olmak üzere kimseyi ikna edemediği dosyaları açıp uzun bir çalışma yapmak için gittiği evinde hayallerini anlatmayı unutmuş olan teknik kitaplarına baktı. “Kafede bugün kimse yoktu”. Bunu yazıp dünya standartlarında çözümler aradığı satışlarının ne yaparsa yapsın daha iyi olamayacağını düşündüğü toplantı notlarının bir adım ötesine geçmesi gerekiyordu. Acaba oyuncak piyasasına girmeli miydi? Kafeye daha çok müşteri çekmek için amaçlarını sıraladı: tırnaklarıyla kazıyıp elde ettiği hiçbir şeyi insanlara ezdirmeyecek, yenilikle gelişimi birbirine karıştırmayacak, sabahları işe daha erken giden, çalışkan ve zamanı verimli kullanan iş arkadaşlarını diğerlerine örnek verip motivasyon konuşması yapmalarını isteyecek. Kafeye daha fazla insan çekmek için ne yapabilirdi?
Uzun bir yolculuğun sonunda kariyer planını altüst etmekle kalmayıp yayınevinin de geleceğini tehlikeye atacak bir seçim yapmış gibi hissediyordu kendisini. Hayallerini karların içinden çıkarıp onlara bir de sıcacık bir fincan salep ile tarçınlı kurabiye ikram edeceğine inanamıyordu artık eskisi gibi. Eskiden, yani bundan beş yıl öncesine kadar, emin olduğu konularla çalışanları ödüllendirirken, daha çok kişiye hitap etmek için yazarlar adına yaptığı değişiklikleri gerçeğe dönüştürürken daha mutluydu. Mesela yazarın kitaplarını set olarak satışa çıkardıkları bir imza gününde veya bu yazarların hikayedeki kahramanlarla ne açıdan yüzleştiklerini açıklayan tanıtım günleri ve edebiyat seminerlerinde kendi beğenisine sunulmuş o projeyi çok daha başarılı yerlere tırmanırken izlerdi. Gözlemlerinde hiç yanılmadığını anladığında hayal dünyasının ne kadar da küçük olduğunu bilmiyordu. Her kartopu dediğinde aklında bir huzur ve kalbinde bir tebessüm yaratan o minik ellerin yazdığı masallarla daha fazla ilgilenmek istiyordu ama zamanı yoktu. Çayın altını yakmak için mutfağa doğru giderken biraz da bunları düşündü, sonra da hızlıca telefonunu sehpanın üstünden alıp salondan odasına doğru geçti. Yayınevinin mutfağında çalışanlardan biri bile artık yüzüne gülmüyordu. Aslen Trabzonlu olan bayanlardan biri Sedef’in aklına geldi. Mutfak telefonuna bakan Ayşe Hanım Sedef’e, önceki hafta bir kişinin bile sabah on ile öğle yemeği arasında bahçede oturmadığını söyledi. Ne oldu bu sevgililere, artık çayımızı içmiyorlar sabahları, kahvaltı edenler olurdu, bak onlar da yok, derken aslında sabahları aç kalkan ve bir sıcak tost ile güne başlayan gençleri anımsatmak istemişti Sedef’e. Hasretinden öldün öldün diye, okudukları kitapları raflara bırakırken “sabah gelip okuyacağım, kimseye vermezsiniz kitabı, değil mi” diye bir de tembih ederlerdi. Kafenin kitaplarla dolu raflarından bir kitap alıp kahvaltıyı sevdiği biriyle yapmayı seven en azından yüz kişi olurdu yayınevinin bahçesinde, artık gelmiyor onlar, gibi bir not almış Sedef bilgisayarına bu anlatılanlar üzerine. Ayşe Hanım’ın gözlemlerinin yerinde olması çok hoş ama bu konuda bir şeyler yapmalıyız diye de sürdürüyor yazısını. Hasret çektiği kitabın konusu canavarlardı belki, ben ne bileyim. Ne tür kitaplar okuyordu bu gençler? O kadarını ben bilmiyorum, demişti Ayşe Hanım.
Evin bahçesinde yetiştirdiği süs çiçeklerinin ne kadar da güzel olduğuna bir kez daha sevindi Sedef. Bahçenin ihtişamı ile kendisini ailenin önemli bir kutlama yapmak için toplandığı günün yıldızı yapan fotoğrafın asılı olduğu odasında bahar havasından bir nefes almak için pencereyi açtı. Buz gibi, tertemiz çiçek kokan rüzgârın yüzüne dokunmasına izin verdi biraz ama tam o an telefonu çaldı. Telefon çalınca aynı anda bilgisayarında da görünen isim Sedef’i biraz şaşırttı: Juan Jose Francisco David. Telefonu açtığında hangi dilde konuşacağını bilmiyormuş gibi, o gün işe gitmeyişini asla telafi edemeyecekmiş gibi, gelişim sunumunu hazırlamadığından hiçbir şeye söz veremeyecekmiş gibi bir heyecanla da olsa telefonu hemen açtı. Sedef daha merhaba derken Juan Jose konuşmaya başlamıştı:
Bugün her zamanki gibi koyu renkte basılan kitapların bir kopyası da bana geldi, hani şu set halinde dağıttığımızdan beri hiç satılmayan şey. Sorunun ne olduğunu anladım galiba, daha ucuza değil daha iyi bir fiyata satmalıyız. İnsanlar kitabın kalitesinden emin olamıyor çünkü o kadar kaliteli kâğıda o kadar ucuza dokunmaya alışık değiller. Bunun gibi bir seti İspanya’da biz bunun beş katına satıyoruz. Bence fiyat stratejimizi çok iyi ve detaylı olarak gözden geçirmeliyiz. Piyasada çok var bu tip kitaplar ama hepsi de dünyanın en bilenen yazarlarının onayını almadı veya hepsi de korku yüklü bir konuyu o kadar renkli resimlerle piyasaya sürmedi. Bizim ayrıcalığımızın konuşulduğu bir toplantı istiyorum, hem de hemen. Ne zaman bir araya gelebiliriz?
Sedef toplantı odasını ayarlayıp, sonra da kendisine şirketin dijital ajandasından bir not yollamasını ama notu mutlaka okuyana kadar anımsat modunda yollamasını istedi. Juan Jose çok kısa bir şey daha söyleyeceğim ama aslında belki de onu da notla iletirim, dedi ve telefonu kapattı. Sedef telefon kapandıktan sonra üç dakika daha öylece elinde yanıp sönen ekrana baktı. Ekranda babasının adı yazıyordu ama iki dakika sonra tekrar aramak üzere not bırakmış aslında. Telefon çalmayınca Sedef de babasını aramak istedi ve meşgul çıkınca buluncaya kadar ara düğmesine bastı. Bilgisayarını tekrar açtığında, kendisi için yeni çıkan kitapları araştırmış olan yapay zekâ “bunlardan daha iyisi de var bende, her kitabın yazarının hayat hikayesiyle birlikte bir sonraki projelerini anlatan bir de makale” dediğinde Sedef mutluluktan havalara uçacak gibi oldu bir an. “Vay canına, bu kadarını ben de beklemiyordum” diyerek kendisini tebrik etti. Bir gün bu yapay zekânın bütün hayatına hükmedeceğini ve dünyadaki herkesle aynı ekrandan yazışırken bir yandan da yazarların ödüllerle dolu hayatına dahil olacağını, evinin bahçesinden rahatlıkla görebildiği kadarıyla gökyüzünde bir evi olduğunu, alışverişlerinin tamamı için bir de mesaj atıp teşekkür ettiği marketler sayesinde bir kitap yazacağını ve ödül alacağını bilmiyordu. Bilmediği bir şey daha vardı o da yıllardır görüşmediği ve küsmekten dolayı pişman bile olmadığı ablasının hayatına yeniden girdiğinde nelere yön vermekte olduğu, önemini her zamanki gibi gösteren konuşmalarının aslında hayatında her zaman yeri olduğu. Bu yapay zekânın ablasının sesi olduğundan şüphelenmesiyle başlayan tartışmalarla ve çelişkilerle dolu mektupları da bilmiyordu henüz. Sedef sadece kendi mantığını korurken kalbini dinlediğini sanmıştı ama âşık olabileceğini de bilmiyordu. Sedef’in bilmediği konuları sıraya dizecek olursak yaşam sevincini tamamen yitirmesine sebep olan konuyu daha iyi anlayabiliriz. Sedef hayattan ne istediğini sorma gereği bile duymaksızın atıldığı kariyerini planlarken babasına olan saygısı dışında bir şey düşünmüyordu. Telefon çaldığında “yanıma bir kahve alsaydım” diye düşündü ve telefonu açtı. Arayan babasıydı. Babasına konuyu anlattığında tepkisi sert olur: biz kendisini toplantıya çağıracağımıza o mu bizi çağırıyor, kim oluyor böyle, başkan yardımcısı falan mı olmuş bizim haberimiz olmadan? Ben kendi kuzenlerimi ve çocuklarını bu işe katmak istiyorum, onların okudukları kitapları ayrıca ele almak istiyorum ama gidişimizi hiç beğenmiyorum. Mali tabloları inceledim ayrıca da neden daha pahalıya neyi satacağıma da ben karar veririm. Olamaz böyle bir kepazelik. Senin bir suçun yok gerçi tabii sen ne yapacaksın? Sen eğitimlere katıldın, elinden geleni yaptın. Bırak o toplantıyı, iptal et. Ben konuşurum kendisiyle. Terfi konusunda hiçbir şüphen olmasın, ben performans raporlarını yönetim kuruluna sundum. İşleri daha iyiye taşıma için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız. Sedef, İnsan kaynaklarında kim var şu anda, onunla konuşalım kuzenlerin için, der. Ben Jose’nin terfi etmesine karşıyım. Sunulan eksiklikler gerçek dışı. Yine de fiyatlandırma için tekrar konuşalım ama mümkün olsaydı bunu gerçek pazar fiyatlarıyla aramıza uçurumlar koymadan yapardık. Ne kaba insanlar var, hem toplantıda anlatsaymış bunları, neden telefonda sana anlatıyor. Sen aile şirketinin tersine gidecek, rekabet yaratacak bir işte çalışamazsın ama Jose çalışabilir.
Sedef birden kız kardeşiyle ilgili olarak bambaşka bir açıdan konuya bakmaya başlar. Az önce telefonda konuşan babası değilmiş gibi tuhaf bir duygu kaplamıştır için. Aslında babasıyla daha kararlı konuşmak istedi ve buna kendisi de inanamıyordu. “Baba, ben ne dediğimi biliyorum, sorun yok, lütfen bunu daha sonra bir sonuca bağlayalım, belki de adam haklıdır” demek isterdi, kendisine ve Jose’ye bir şans vermek isterdi ama bunu başaramadı. Babası her zaman haklıydı Sedef’e göre çünkü kız kardeşinin kariyerine yapay zekâ seslendiren biri olarak devam etmek istemesi yeterince sıkıcıydı aile için. Çok iyi kazandığını söylemişti kardeşi son konuştuklarında, belki de doğruydu bu söylediği ama insan sadece yapay zekâ seslendirerek ne kadar mutlu olabilirdi, özellikle de böyle yayınevi sahibi bir ailede. Rahatlıkla bir kitap yazabilirdi, bir şiir kitabı yazabilirdi veya bazı şiirleri okuyup değerlendirebilirdi bir kitapta ve hatta romanlara kendisini konu edebilirdi, o yüzden mi bu soyut dünyayı seçmişti acaba kendisine? Kız kardeşimle oturup doğru düzgün konuşamadık bile evden ayrılmadan önce diye iç geçirdi. Kız kardeşinin evden ayrılmasıyla ilgili hiç tepkide bulunmayan babası bazen ne kadar da açık sözlü olabiliyordu. Jose’den mesaj geldiğinde Sedef ne babasına söz verdiği gibi toplantıyı iptal edebilecek ne de Jose’ye söz verdiği gibi toplantıyı yapabilecek güçte hissediyordu kendisini. Sedef durumu olduğu gibi aktarmak istedi ama yine de babasının dediklerini kabaca açıklamak Jose’yi kararından döndürmeye yetmeyecekti ve ortam daha da gerilsin istemiyordu. Jose’nin herkesin görebileceği şekilde attığı mesajı tekrar okudu ve hızlı bir cevap yazdı: Jose, telefonda hızlıca konuştuğumuz gibi senin de düşüncelerine saygı duyuyorum ve fiyatlandırma konusunda fikrini almak iyi oldu ancak bu toplantıdan önce yönetim kuruluna danışmamız daha doğru olacak. Umarım bizi doğru anlayacak ve satış bölümüyle görüştüreceklerdir. Şimdilik bu konuyu burada kapatalım ve daha fazla bu işle vakit kaybetmeyelim. Piyasadaki rakiplerimizle ilgili haklısın ancak bizim şartlarımızda ve yaptığımız araştırmaya göre bu fiyatlarla devam etmemiz daha uygun görünüyor. Yine de son gelen zamları da göz önünde bulundurup bir görüşmüş oluruz. Önerilerin için teşekkürler. Uzun zaman Jose’den bir daha mesaj gelmedi.
Sedef tekrar bilgisayarının başına geçip yapay zekâ ile konuşarak ablasının adını arattı. Bilgisayarda çıkan liste oldukça şaşırtıcıydı. Öncelikle ablasının kendisine ait bir sayfası var mı diye baktı ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Ablası yüzlerce ünlü ses sanatçısının olduğu bir sayfada olmanın gururunu yaşatırken bu kadar büyük bir şaşkınlığı da kendisine bahşetmişti adeta. Sedef’in ablası sayfasında tek bir arkadaşı bile olmayan biriydi. Birçok sitede arkadaşlarıyla yer aldığı sanılan ünlülere hiç de benzemiyordu. Ne olursa olsun peşini bırakmayacaktı bu işin, ablasının gizli bir sevgilisi veya kıskanç bir dostu falan mı vardı acaba? Kendisini ablasının büyülü dünyasına girmeye hazırlamıştı ama olmadı işte ve birden sanki çok gizli bir işi ortaya çıkarmış gibi de utandı kendisinden. Hem işe de on dakikadan fazla ara vermişti, bilgisayar başında bu kadar mola vermeye alışık değildi. Sedef hiç ara vermeden çalışmak için gittiği evde kendisini biraz daha az yalnız hissetmişti yine de bilgisayarı açınca. Babasına bir mesaj atıp son durumu açıklamayı unutmuştu gerçi ama ablasını ekranda görmek hoşuna gitmişti. Ablasının yüzlerce fotoğrafı vardı ama kendisi ne yazık ki tek başına dut gibi bir sayfada yapayalnız görünüyordu. Sedef salona gidip çayın altını kapatmak istedi ama bunun yanında aklına ilk gelen şeylerden biri de mutfağa girince sanki kendisini başka bir dünyaya davet eden bisküvilerdi. Bisküvi paketlerinin olduğu cam dolabın içine önce dışarıdan baktı, sonra da açıp bir tane aldı. Birini yedi ve bir tane daha aldı, üçüncüyü de aldığında artık masaya oturup yemeye karar verdiği şeyleri ortaya çıkarıp bir güzel karnını doyurdu. Mutfak masasından dışarıya doğru bakınca evin ne kadar güzel bir ev olduğunu düşündü ve buna çok da anlam veremedi. Aslında dışarıdan görünen ormanın büyüsüyle evin içindeki enerji de tamamen bir başka boyuta taşınmıştı. Ormanın içindeki ağaçları kübik ve simetrik olarak tekrar algıladığında bir göz yanılması yaşıyor olabileceğini düşünüp camı açtı ve yakından bakınca yeşilin farklı tonlarının yaratabilecek olduğu bu perspektifi fazla yadırgamadı. Günlerdir düşündüğü şeyleri tekrar aklına getirmeye çalışırken biraz endişeliydi. Bilgisayarın başından kalktığında adeta unutmuştu ne üzerine çalıştığını. Kulağına taktığı bir kulaklığın mikrofonuna konuşmaya başladı ve bu sayede içerideki bilgisayar her kelimeyi kâğıda aktarabiliyordu. Sedef teknolojiyi çok iyi kullanan biriydi.
Daha samimi bir dille yazmaya karar verdiğini sunumun bir köşesine de yönetim kuruluyla yapacağı toplantıyı not aldı ve kulaklığı kafasından çıkarıp bilgisayar klavyesinde kendisi yazmaya başladı. Artık bilgisayarlar eskisi gibi değil ve yerel şarj ünitesinden apartmanımızda da olduğundan otomatik olarak şarj oluyor ama insan zihni bu kadar çabuk şarj olan bir yapıya sahip değil sanıyoruz, neden sizce? Bu konuyla ilgili olarak kendi cevabını yazmakta gecikmedi Sedef. İnsan her şeyi çok çabuk öğreniyor ve aldığı kararları aynı çabuklukla uygulayamadığında biraz morali bozulduğunda olduğu gibi motivasyon kaybı yaşayabiliyor. Aslında insanlar sadece öğrenmek ve öğrendiklerini hayata geçirirken hızlı olmak üzerine programlanmış beyinlerden oluşmuyor. Bizler bilinçli olarak öğrenmeyi seçtiğimiz konularla fark etmeden öğrendiğimiz alışkanlıklarımızla sadece karakterimizin binde birine hitap edebiliriz. Karakterimizi oluşturan etkenlerin çoğunun kendi zihnimiz olduğunu sanıyoruz ama çevre koşulları ve sosyal hayatımız da yadsınamayacak kadar bir yer kaplıyor. Bunların küçük detaylara indirgendiği durumlarda hayallerimizi beslemeye devam ettiğini ancak gerçek hayatımıza bir katkı sunmadığını anlayabiliriz. Bu şematik doğrulardansa aslında her zaman olduğu gibi bir şeyler okuyarak hayata daha geniş bir pencere açmakla bu çeşit bir öğrenme sürecini ve karakterimizin özgüvenle taşıyabildiğimiz önemli bir bölümünü hayata açmış oluyoruz. Kendi doğrularımızla başkalarının hataları arasında sürüp giden bir yarışta tam olarak nereye varmak istediğimizi çoğunlukla bilmiyoruz. Hatayı kendinde arama devri çoktan sona erdi ve artık hepimiz olumlu yanlarımızla ayakta daha dik durmak istiyoruz. Kalemin ucunu açar gibi sevdiğimiz şeyleri yazarak yüklendiğimiz umut dolu dünyanın ne kadarına inanıyoruz? Kendi karakterinin derinliğine inmeye karar verdi Sedef. Kendimin hayranı olmayı her şeyden çok isterdim çünkü hayatımı insanların hayallerini paylaştığı eserlerle kazanıyorum. Kendi önüme bilerek hiçbir engel koymak istemediğim konuları ortaya attıklarında, her yazarın bazen sarı sayfaların dışında bir hayatı olduğunu anlatmak istemesi gibi ben de heyecan duyuyorum. Elime bir kitap aldığımda saatlerce benimle birlikte vakit geçirecek bir dost bulmayalı uzun zaman oldu, aslında ben sadece zamanımın içini kitaplarla dolduruyorum. Mutluluk denildiğinde saatlerce konuşabilirim ama beni neyin mutlu edeceğini herkesle paylaşmayı sevsem de bölüşmeyi sevmiyorum. Ben her gün elime bir kitap alabildiğim için şanslıyım sadece, benim çok iyi bir mesleğim var çünkü buna elverişli. Ne kadar okursam o kadar iyi diyorlar ama okuduklarımdan ne anlıyorum. Konsantrasyon denilen o büyük hediye paketinin içinden neden bir atlı prens çıkmıyor da ben varım. Sürekli aşk hikayesi okuyan biri değilim ama gerçekten de kendi gelişimim için dilediğim her güçlü adımda bu olabilirdi, öyle değil mi? Kişisel gelişimden anladığım zorlukların üstesinden gelmek değil aslında, zorlukları zorluk olarak görmemek. Daha kaliteli bir hayat istediğim anda karşıma dikilen teknoloji harikaları ile nereye varabilirim ben de bilmiyorum. Ablamı özlemiyorum çünkü bizi kırmaktan çekinmeden kendisi gitti hayatımızdan ve onu özlemek için bile bize bir seçenek bırakmadı. Bu sanki sorun değil mi? Ablamı özleseydim daha mı gerçekçi bir sorun olurdu yani? Demek istediğim bizler ailemizin geleceğini bu yayınevine bağladık ama o evden gidip arkasında bir çöp bile bırakmadığında, dublaj sanatçısı olmak istediğini bize söylememişti. Yapay zekâ seslendirdiğini ve arama motorlarını bize anlattığını bilmiyordum ve internet üzerinde bunu bulduğuma mı sevineyim yoksa bizden kaçtığı için sayfasında tek bir arkadaşını bile paylaşamadığına mı üzüleyim? Bilemiyorum. Ben emin olmadığım şeylerden çok uzun uzun bahsetmeyi sevmiyorum. Sanırım teknolojiyi iyi kullanmakla en iyi şekilde değerlendirmek farklı uzmanlık alanları. Ayrı dünyaların insanıyız dediğim karakterlerin kitaplarını okumayı çok seviyorum ve o insanlar bu dünyada yaşıyorlar. Neden onlara bu kadar uzağım? Bunu yanıtladığımda kendi mesafelerimi de ortaya koymuş olmaz mıyım? Ben yeni bir hayat kurmayı her düşündüğümde elimdeki her şey altüst olsun istemiyorum. Küçücük bir sunum yüzünden dünyalar başıma yıkılsın ve ben de hayata hiç ummadığım bir noktadan yine başlayayım derdinde değilim. Beni daha aşağılara çeken insanlar yakın çevremde olduklarını sandıklarında aslında hayatımın kitaplara, kendi ufkuma, hayallerimin renklerine, ailemin huzuruna ve sosyal çevremin tamamına doğru daralmasına sebebiyet verenler. Karanlık bir dünyada yaşamak için bir sebep mi arıyorum şu anda? Beni bu kadar üzen de nedir? Az okumak üzerine bir sunum yapıyorum ve mesleğim bunu gerektiriyor. Bu nedenle kaç kitap daha okumam lazım anlayamadım? Babama olan düşkünlüğüm düşünce sistemim içinde büyük bir öneme sahip, anneme olan düşkünlüğüm ise daha çok kendimi görmek istediğim yerle ilgili. İkisinin arasında ayrılık yaratmak hayatta en son isteyeceğim şey ve içkiyi azaltırsam daha verimli çalışacağıma inanıyorum. Bu kadar ilgisiz konuyu bir araya getirme kapasitemi kitaplarla sınırlamak belki de adil olmaz ama çoğunlukla öyle oluyor. Babam her an beni arayarak işle ilgili bir şey sorabilir, kendisinin yayınevinin kurucusu olmadığını bu kadar hazmetmiş biri daha olamaz. Bu yayınevi bize dedemden de kalmadı. Babam çok paraya sıkışık olduğu bir dönemde bir arkadaşının yayınevini devretmek istemesi üzerine önce olumsuz yanıt vermişti. Arkadaşı yayınevinin sırf masraf getirdiğini söyleyerek bir de üstüne kendisine yayınevini devralmasını istemesi inanılmazdı kendisine göre. Babasının anladığı bir konu da değildi yayınevi yönetmek. Ben en son gazetede kendi maaşımın kaç liraya düştüğünü okudum, ne yayınevi, demişti. Annemse küçük ama çok sevdiği kütüphanesinde bazı yazarların kitaplarını hiç kaçırmadan alıp defalarca evire çevire okuduğundan, kitap okumanın bir keyif meselesi olduğuna değinmişti. Karlı bir gün denilince herkesin aklına kardan adam yapmak gelirken benim aklıma kar dam adam adlı bir kitap yazıp anneme ve babama hediye etmek geliyordu. Kitabın içinde sarımsaklı yoğurtla ilgili bir anısını yazan komik bir karakter olabilir mesela ama sokakta oynamak için fazla yalnız biriyim. Kafelerde tek başıma kitap okurum bazen, yanında bir fincan kahveyle saatler geçer ama aklımın her zerresi toplantı notu verir gibi annemlere hesap vermek üzerine kuruludur. Bu durumda ailenin en çalışkan üyesi gibi görünüyorum ama aslında işleri ailem ve diğer çalışanlar daha yüksek bir tempoda çalışarak benden çok daha iyi sürdürüyorlar.
Sedef günlüğüne küçük notlar alır gibi yazdığı sunuma bir an kendisi de anlam veremedi ve tüm yazdıklarını sildi. Bu yazdıklarını iş arkadaşlarıyla paylaşamazdı. Sedef’in bu yazılanların ötesinde büyük bir edebi derinliği yoktu, çok kişisel konulara değinmişti. Sedef aynı zamanda kendisi için önemli olduğunu düşündüğü ablasına dair bu kadar bilgiyi saklamak istememişti bir an. Sedef ailesine mektup yazsaydı bundan daha iyi bir hitap yeteneğiyle donatılmış bir duygusal ifade şekli olarak kullanırdı aklını. Sedef vakit kaybettiğini düşündü. Belki yazarak her anlamda üstesinden gelebileceği konuları sıralaması bir deşarj oldu ama yazmaksızın da bildiği şeyleri neden karşısında görmesi gereksindi ki?
Olayların en çarpıcı yanı Jose’nin mesajlara cevap vermemesine rağmen yayınevi çalışanlarından birinin kendisine yazdığı yanıt oldu:
Sedef, sen bizim gibi on dört buçuk saatini burada geçirmiyorsun, evindesin ama bizler bu gibi toplantılara onay verirken kırk tane işimizi geri plana atmak zorunda kalıyoruz, mesela ben o toplantı için bir seyahatimi erteledim. Keşke sen de daha önceden bunun olamayacağını Jose’ye söyleseydin de ben de planlarımı değiştirmek zorunda kalmasaydım.
Sedef hayatının en önemli kararını açıklamış da bir de tokat yemişe döndü bir an. Herkesin okuyabileceği bir yerde ne gibi bir sebeple böyle bir açıklama yapmak zorunda kaldığını en kibar şekilde açıklamasına rağmen bunlar olabiliyor demek ki diye düşündü. Beyninden vurulmuşa döndü ve birkaç gün önce de kendisini herkesin önünde küçük düşüren bu kızın derdinin ne olduğunu anlamaya karar verdi. Kıza özelden telefon açıp öncelikle ılımlı bir ses tonuyla konuşarak niyetinin kötü olmadığını ama toplantı için yapılması gerekenleri organize ederken bir küçük değişiklik olduğunda daha büyük sorunlara maruz kalmak istemediğini söyledi. Ona ayrıca, iş yerlerinde bu gibi değişikliklerin olağan olduğunu ve fazla kafaya takmamasını öğütledi. Seyahat için ne planlamıştım anlayamadım, yıllık izin mi kullanıyorsun diyerek sözü arkadaşına bıraktığında kız Sedef’in her lafının arasında sözünü bölmek isteyerek en az on kez “ama” demişti. Sedef krallar gibi yaşadığı yayınevinin önemli bir parçası olduğundan iş arkadaşları tarafından dışlanmaya alışamıyordu ve kendisini çok küçük düşmüş gibi hissediyordu. Jose bana tepki vermemi gerektiren bir şey söylememişti ama olayların buraya varması çok üzücü, herkesin görebileceği mesajları bana yollarken biraz daha dikkatli ol, diyerek kızı son bir kez uyardı. Sedef’in konuşmasını bitirmesine bile sabredemeyen kızcağız hemen lafa başladı ve seyahati için nereye gittiğinin kendisini ilgilendirmediğini, ne zaman isterse mesaj atacağını ve hatasını görmesi gerekenin Sedef olduğunu söyleyerek, ben bu kadar açıklama yapmak zorunda bile değildim diyerek konuyu kapattı. Telefonu kapatırken iyi günler dilemek yerine, senden daha hassas insanlar var demeyi tercih etti. Suratına kapanan telefonla bir kez daha irkilen Sedef ne düşüneceğini şaşırmıştı.
Güneşin birkaç saat öncesine nazaran çok daha güçlü aydınlattığı odanın içindeki her bir eşya parıl parıl parlıyordu. Kırmızı, üzerinde farklı desenlerden kumaşların olduğu bir koltuk ve üzerinde çok eski bir örtü bulunan mavi sehpa odanın hippi tarzını açığa vuran eşyalardı ama kitaplarını bunlara oranla çok daha modern bir kütüphaneye yerleştirmişti. Kitaplardan birine elini uzattı ve psikolojinin insan iletişiminde tepki vermeden konuşma üzerindeki olumlu etkilerini anlattığını görünce biraz şaşırdı. Bu kitap tam olarak Sedef’in içinde bulunduğu durumu açıklıyordu. Zaten yüz sayfa olduğuna göre neden hemen okumuyorum diye düşünerek hemen kitabı okumaya başladı. Birkaç saat sonra okuduklarını yine bir kenara not etmeye başladı. Bazen insanlar içinde bulundukları durumu ifade edemediklerinden, bazen toplumun kaotik yapısı nedeniyle, bazen de başlarına gelen kötü bir olay yüzünden gereğinden fazla tepki verirler. Bu insanların zayıf yanlarıyla ilgili olabileceği gibi onların iletişim nedenlerini belirgin bir şekilde saptayamamış veya çarpıtmış olmalarından da kaynaklanıyor olabilir. Herkes hayatın önemli dönüm noktalarında biraz desteğe ihtiyaç duyar ama bunu yapamayan pek çok kişi onların yalnızlık çekmekte olduğunu, üzerlerindeki yükün sandıklarından da fazla olduğunu bilemezler. İnsanlar diğerlerinin hayatında rol alırken kendi bildiklerini okumanın yeterli olduğu yanılgısına saplanıp kalabilirler. Her birey bu çeşit bir girdapta kaybolmamak için kendi savaşını vermeli ve elinden geleni yapmalıdır. Bazen karşınızdaki insanı ne kadar içten yanıtlarsanız yanıtlayın onlar sizi duymazdan gelip kendi doğrularını anlatmaya çalışacaklardır. Bunlar yaramaz çocuklardan biraz daha farklı olarak iş hayatınızı, ilişkilerinizi ve aile bağlarınızı tehlikeye atabilir. Bu çeşit kişilere çok sert tepki vermemeye çalışarak onların dilini anladığınızı fakat onlarla aynı dili konuşmamakta olduğunuzu anlatmaya çalışın. İçlerinden çok azı belki sizi de anlayabilir, çoğunlukla onlar hayatlarının merkezinde elbette kendilerinden başka kimse olmadığı yalanını size yutturmaya çalışacaklardır. Bu da genellikle hayatın en görkemli sayfasını bile gölgede bırakmanız tehlikesini doğurabilir. Kendimizi iyi insan olma ve iyi bir iletişimci olma yolunda eğitmemiz yeterli değildir. Diğerlerini de bizler eğitemeyiz. Özellikle de hiçbir konuda bizimle hemfikir olmayan birinin karşımıza geçip “sen hiç de gerçekçi değilsin” gibi bir şey dediğini düşünecek olursak anlaşılacağı gibi ikna gerektiren durumların bir muamma ile son bulması kaçınılmazdır. Bu gibi durumlarda hırçınlık asla konuya bir nokta koymayı kolaylaştırmayacaktır. İnsanların zayıf yanlarıyla dalga geçmek, insanların hayatında daha da önemsiz bir yerde olmak arasında sizi sürekli suçlayarak üste çıkmaları da dayanılmaz bir hal alabilir. Özür dileme erdemi taşımayan kişilerdir bunlar. Oysa kişiler birbirlerinin özgürlük alanlarına müdahale etmezlerse her şey daha kolay hallolacaktır. Bazen her güzel günün başında ve sonunda aynı tebessümle baktığımız sevdiklerimiz değil de daha az samimiyetle daha çok ve kırıcı konuşan insanlar çekilmez hale gelebilir. Bu gibi durumlarda kendi kabuğunuza çekilmektense bir uzmandan yardım almanız sizin için de daha uygun olacaktır. Aynı öneriyi bu insanlara sunduğunuzda mutlaka bir bahaneleri vardır. Yapay zekâ sayfasını yeniden açıp bu cümlelerle özetlediği kitabı araştırmaya başlar Sedef. Hayalleriyle gerçekleri arasında kimseyi görmek istemeyen bencil yapıda kişilerin sorunudur bu çoğunlukla.
Sedef bahçeye çıkıp biraz hava almak ister.
Kaç saattir okuyorum ama bittiğinde ben kendime bir sırdaş bulacağıma tedavi olmamı gerektiren bir sorun buldum, hay aksi.
Kendiyle konuşması anında telefonunu açtığında ekranda gelen mesajlardan birinin bedava terapi olduğuna bir kez daha şaşırır Sedef.
Hayat ne garip. Bu gerçekten beni zorlayan bir mesaj şu anda, oysa normalde bakmadan silerdim. Belki de bir yere not alıp değerlendirmeliyim.
Sedef için hayatın anlamı basitti ama bu kadar sıradan bir günün bu kadar mistik bir çerçeveye bürünmesine de izin vermeyecekti. Güneşe rağmen elleri üşümüştü ve eldivenlerini yakında bulamayınca ovuşturmaya başladı. Bahçede kral koltuğu gibi bir koltuk vardı, oraya oturup kendi kendinin bir fotoğrafını çekti. Fotoğrafın üstüne “sakin ol” yazarak yayınevinin göremeyeceği uzaklıkta bir yere yollamaya karar verdi. Sedef’in internet üzerinde pek fazla iletişim adresi yoktu. Kendisine ait ne bir mesajlaşma platformu ne de web sayfası vardı. Blog yazılarını okuyan sadece bir kişi vardı. Daha fazla iletişim kurup sevdiği tipte insanlara ulaşabilmek için blog tanıtımı yaptı ve bir yere para ödeyip sayfasının reklamlarını yaparken bu fotoğrafı da kullandı.
“Sevdiğiniz işi yapıyorsunuz ve gereken saygıyı görüyor musunuz? Boş vakitlerinizde okuduğunuz kitapların gece uykularınızdan daha önemli olduğu oluyor mu? Sizi seven dostlarınızla uzun zaman görüşmediğinizde kendinizi dünyanın bazı güzelliklerinden uzak kalmış gibi hissettiğiniz olmuyor mu hiç? Yalnız değilsiniz. Bazen herkes yeni bir pencere açar ve kalbinin sesini dinler. Bazen de bütün kapıları kapatmanın ne kadar yorucu olduğunu anlayan tek bir kişi de olsa olsun isteriz.”
Bu tanıtım yazısıyla birlikte gözünden süzülen yaşlara fazla aldırış etmeden blog reklamının nasıl göründüğüne baktı. Aslında çok da kötü değildi. Sadece eksik olan bir şey vardı o da çalışma hayatının en verimli yanı, kitap referansları. Sedef’in eline geçen ilk fırsatta aramak üzere şöyle bir bakıp kapattığı mesajdaki psikiyatrist kendisini blog reklamlarından bulur da yazarsa şaşırmayacaktı artık. Sedef her geçen gün kendisini daha da önemsiz hissetmesine sebebiyet veren bir şey olarak görmedi asla blog yazılarını. Bir kişi okuyordu ama kendisi için önemliydi bu yazılar. Oysa sanki bütün hevesini o blog yazılarında yitirmiş gibi tuhaf bir his kaplıyordu içini, anlamlandıramadığı ve sevmediği bir his. Bir yazısı şöyle başlıyordu mesela:
“Sen hiçbir işe yaramayan bir ıslak kağıtsın. Üzerinde mürekkep de durmaz, sen yine de karamsarlığını bulamadıkça açık verdiğin hislerini oyalamaya devam et. Belki yazarsın bazen hırsından kuduran denizin rengine çalan kaleminle ne kadar az anlıyor seni bu şehir bu halinle.”
Blog yazılarını da sildi Sedef. Tanıtım yazılarını da sildi. Sedef dantelli gömleğiyle biblo gibi görünüyordu. Bir biblo olsaydı onu insana benzetebilirdi. Bebekleriyle oynadığı günlere götüremedi bu biblo kendisini. Sadece kız kardeşi onu kendi bebekliğine geri götürebilirdi. Şu anda şifon kumaştan bir bluzun içini gösterdiğinde ayırt edilen rengarenk atletiyle bir partiye gidip yapayalnız kalmış birini andırıyordu. Anıları kendisini daha iyi bir gün anımsamaya davet etmiyordu, geleceği hakkında yeterince mantıklı görünmüyordu. Anılarında çatlaklar geleceğinde ise büyük bir boşluk vardı. Bebekleriyle oynadığını düşünerek diğer odayı getirdi aklına, oyuncaklarla dolu olanı. Odanın içindeki onlarca oyuncağa doğru gidip elindeki kitaba baktığında kitabı farklı görünüyordu. Yapay zekâ üzerine çok fazla araştırma yapmamasından dolayı kendisini küçük ve bilgisiz bir çocuk gibi hissettiği oluyordu ve ablası nedense aklına hep bu olur olmaz zamanlarda geliyordu. Her şeyi silmişti ama işin başına oturacak nezaketi başkalarında gücü de kendinde bulamıyordu.
Odanın altını üstüne getirdikten sonra oyuncakların arasında çocukken okuduğu bir kitabı buldu. Kitabın kendisinde daha derin izler bırakmış olması gerekirdi ama bunu düşündürecek bir şey göremediğinden zihninde o kadar önemli bir çağrışım da olmadı. Kitap Alaaddin’in Sihirli Lambasıydı. Bunun bir çizgi filmini olsun izlemiş olabilirdi ama izlememişti işte. Ne yazık ki Sedef ne dileyeceğini düşünüp durmaktan yorgun düşmüştü ve başka bir şey de anımsamıyor gibiydi. Sedef’in en sevdiği odalardan biri bu oyuncaklarla dolu olandı diğeri de sandık odasıydı. Sandıkların içindeki bezleri annesiyle birlikte ortaya döküp saatlerce hayal kurarlardı bazen. Alaaddin için söz veremeyeceğim ama bu bez bebekleri de sandık odasına götürsem mi acaba diye aklından geçenleri şöyle bir değerlendirdi. Sedef’in içini bir anda hayat yeni başlıyormuş gibi bir his kaplamıştı. Yılbaşı süslerini de sandık odasına alabilirdi, öyle değil mi? Sedef’in içini bir an evdeki her şeyi atabilirmiş gibi bir korku kapladı ama aslında annesine danışmadan böyle bir şey yapmayacağını da biliyordu. Oyuncak küçük adamlar ve tekne maketi ve bez bebekler ve küçük bisiklet ve bebek arabası ablasının bir gün eve dönebileceğini düşündürmeliydi ona. Sedef kendisini hissiz olmakla suçlamaya başlamadan önce işin başına geri dönmek üzere odadan çıktı ve kalbinin ne kadar da temiz olduğuna bir kez daha şükretti. Çok şükür ki bilgisayar ortamında kendisini gereksiz iletişime sokacak bir şey kalmamıştı.
Yaptığım hiçbir şey boşa gitmiyor ne iyi, diye değerlendirdi durumunu. Kendisi içinde cinlerin olduğu bir eve gitmek isterken düşündü yani bir hafta evvelini, sonra da yine aynı rafta bulduğu bir ömürlük huzuru yeniden duyumsadı, daha büyük bir kazanç elde etmiş gibiydi.
Esmaül Hüsna
26.06.2025 - 22:21Ben mecbur değilim tek tek sizi ikna etsin diye Allah'a dua etmeye...
Açar kitabını okursun
neye ikna olup
onayladıysan
Allah'tan dilersin
yaşarsın kaderini
Bu da bu demek yani.
SUSTURAMAZSIN BENİ ÇALIYOR DİYE
açarsın şarkını dinlersin
Sustur beni denildiğinde mi susacaksınız yani
Ne bu ses kütlesi
Ne yapmaya çalışıyorlar bu ülkede
bilmiyorum
Açın
Okuyun
İster bana deli diyen satırları okuyun
İster her kelimesi doğruymuş bu kütlesel konunun diye okuyun
İster susması gerekir herkesin her nedenle diye okuyun
99 x 5 adet insan gibi yaşayabileceğiniz amaçlar var
Ben böyle okumak istiyorum yan
Sizi susturmak zorunda değilim demek
Esmaül Hüsna
26.06.2025 - 21:52İnsan bir Allah kabul etsin diyin diye yazılmış hadisi okumadı diye 20 yıl ses kütlesi olur her yerde konuşur mu ya !!!
BU da iğrenç bir şeydi...
Esmaül Hüsna
26.06.2025 - 21:26Ey iman edenler! Allah için Hakkı (İslam’ın adalet nizamını) sağlayıp uygulayan (mü’minler) ve (hep haklıyı) savunan (hâkimler ve yetkililer olun) ve mutlaka doğruluk ve hakkaniyetle şahitlikte bulunan (daima Hakkı üstün tutan ve Adil Düzeni kurup korumaya çalışan) kimseler olun. (Tanık olduğunuz bir olayı olduğu gibi anlatın, yorum yapmayın, taraf tutmayın, hâkimi yanıltmayın.) Herhangi bir kavme (partiye, meşrebe, tarikata veya kişiye) olan kininiz (kırgınlık ve kızgınlığınız) sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin!.. (Karar verirken his ve heyecanlarınızla değil, aklınız ve vicdanınızla davranın, İslam'ı esas alın ve mutlaka) Adil olun ki takvaya yakın olan (ve yakışan) budur... Her halde Allah'tan korkun. Çünkü O bütün yaptıklarınızdan Haberdardır.
Maide Suresi
https://www.mealikerim.com/5/maide
Umarım okursunuz diye öyle bir konu...
herkes böyle ummuyordu benim gibi
siz küçük masum bir ses kütlesiyken
Toplumda Bireysel Takıntılar
26.06.2025 - 17:19ÇOCUK SAATİ
Terli terli su içmiş bir çocuktum. Uzun bir yolculuğa çıkacakmışım gibi bir his vardı
içimde. Biraz midem bulanıyordu ama kendimi güvende hissediyordum. Sokakta tek
başıma ne oyun oynayabilirim anlayamamıştım. Kuluçka dönemi bitmemiş kuşları
bekler dururdum. Bir gün sokakta yediğim sandviçi kenara bıraktım ama kuş yoktu
bizim mahallede. Bir sürü çocuk vardı. Güzel günlerden anladığım okula gitmekti ve
tatil ne demek tam anlayamamıştım. Birçok şarkıyı evde ezberlemiş olmam epey işe
yaramıştı. Okulun tadını çıkarıyordum. Sayfanın kenarlarındaki çizgiler beni
düzensiz olduğuma ikna etti. Kitaplarımı kapladığımda potluk yapardı ve resme karşı
da kabiliyetsizdim. Kalp çizdiğimde biri dövmelerden bahsetti sanırım ve bütün
geleceğim gözümün önünde canlandı. Dövme yaptırmayacaktım. Gözüme limon sıkıp
ağlıyor gibi yapmıştım ilk uygunsuz yakıştırmayı duyduğumda derslerime dair. O
nedenle yara almak istemiyordum. Küçükken bir kez arabanın birine taş atıp kaçtım
ve arabaya bir şey olmadı ama annem bebeklerini yıkadım dediğinde ona bu anımı
anlatmak zorunda kaldım. Çok fazla müzik dinlemezdim ama duyduğumu da asla
unutmazdım. Bu bir müzik kuralı değildi benim için, daha çok bir kabiliyet
meselesiydi. Elimden tutan olmayacaktı. Tek bildiğim müzik öğretmeni
olmayacağımdı. Çocuklu bir grup insan gibi görünüyordu veliler okulun ilk günü...
Ailemi onların arasında görünce inanılmaz bir güvenle “hoşça kalın” dedim içimden.
Kendime iyi bakacaktım. Annem bebeklerimle hiç oynamamamdan yakındı durdu.
Ben doğduğumda ağlayamamışım. Belki onun etkisi oldu, bilmiyorum ama hep bir
hastalığı yeni atlatmışım gibi hissederdim kendimi. Bazı şeyler nedensizdir. Sokakta
ip atladığımızda atletik olduğumdan emindim. Bisiklete bindiğimde ise hecelemeyi
yeni öğreniyor gibiydim. Bisikletle gezecek çok yer olmalıydı. Şehirde köpek gezdiren
insanları çok severdim. Hayalperest değildim ama duyduklarımı asla yabana
atmazdım. Bir müjdeli haber beklerdim insanlardan, hayatın anlamına dair.
Kesintisiz televizyon yayınları henüz başlamamıştı ve hediyelik eşya baktığımızı hiç
anımsamıyorum. Eve televizyon geldiğinde bana hediye gelmiş gibi hissetmiştim.
Kuru fasulye yemek isteyenler varsa, derdi annem, yesin... sanki seçenek sunmuş gibi
hissederdim kendimi. Salata yemeden kalkmazdık masadan ama pilavı az yesem de
olurdu. Bir gün bütün gün hiçbir şey yemeyip elimdeki çekirdeği ağzıma attım ve
fazla düşünmemeye çalıştım bunları. Okulda her gün yemek duası yapardık. Fındık
iyi de kuru üzüm olarak hoşafı tercih ederdim. Dedem sürekli “eşek hoşaftan ne
anlar” derdi. Kırmızı kurdele takılmış gibi bir mutlulukla hayatımın boşa
geçmeyeceğini anladığımda panodaki resmime baktım. Hatıra defterimde sadece üç
kişinin yazısı var diye biraz üzüldüm. Sade giyinirdim. Ağladığım zaman beni kimse
tutamazdı. Çok arkadaşım yoktu ama beni çok sevdiklerini zannederdim. Kulaklığımı
takıp italyanca bir şarkı ezberledim. Kimseye okumadım ama her çaldığında
okuyabildiğimi fark ettim. Konservatuvarlıların arasında olmayı düşünmedim bile.
Enstrüman çalacağımdan emin değildim. Seviye sınavından aldığım notu duyduktan
sonra ders ne hakkında unutur giderdim. Mutluluk diye mezuniyete diyordum ama
bazı küçük mutluluklar da yakaladım. Hayallerimde hep daha iyi bir deniz yosunu
bulmak vardı. Denize girmesem de olurdu ama bunu tartışamazdım. Kuralları basit
oyunlar sıraya dizildi. Pazar günleri kızmabirader, Salı geceleri Scrabble falan
oynardık. Milyoner de oynadık. Karagözü hiç kaçırmazdım. Eşofmanlarımı giydiğimi
değil de önlüğümü çıkardığımı düşünürdüm hep. Bu özgürlük demekti benim için.
Evde sular akmadığında çok fazla düşündük bazı şeyleri ve çalışıp ülkeye faydalı
olmaya karar verdiğimizde suların temiz olup olmayacağı söz konusuydu. Sabitlenmiş
bir ses tonuyla kadife sesli sanatçılar sunanları izlerdik. Yaşam hakkında
düşündüğümde hep bir çocuk şarkısı gelirdi aklıma. Küçük Ayşe, Arap Kızı, İnatçı
Keçi gibi şarkıları ne zaman ezberlediğimi çok da anımsamıyorum. Köşe kapmaca
oynardık ama ellerimi yıkamadan asla bir şey yapmazdım. Ağaç bile biraz tozlu gibi
gelirdi bana. Sadece bir litre su içmek için hayatın küçük zevklerinden vaz
geçemezdim. Su sağlık demekti belli ki. İskambil kağıtlarıyla da fal açardık ama hiç
çıkmazdı. Aptal şeyler sorardım. Sınıfta resmini gördüğüm şeylerdi bunlar. Bir gün
çok mutsuz bir günde leblebi tozu aldım ve bunu hep aynı yerden almaya karar
vermiştim. Temizlik kurallarını bozmamak anlamında üstün bir kabiliyetim yoktu
ama çirkin bir kız değildim. Arkadaşıma deli taklidi yaptığımda o da bana inanmış
gibi numara yapmıştı. Çok gülmüştük komşumuz biz çocuklara üç tencere hamur
kızarttığında. Saçlarımı örmesi için hemen herkesten yardım isterdim. Abim saçıma
süt döktüğünde ağlamıştım, bir damla süt yüzünden. Kaderimi nasıl yaşayacağımı
bilmiyordum ama bazı şeylerden emindim. Emin olduklarım elendi bir oyunda çoğu
zaman ama elimden gelse daha çok severdim satrancı. Kendime bir kitap aldığımda
yağmurluğumun içine sakladım ve arasına bir kuru gül yaprağı koydum. Ben de çok
hevesli değildim ama yastığımın altında sabır taşı yazmıyordu uyanmak anlamında.
Erken kalkmayı çok severdim ve bir dakika içinde uyanıp yataktan çıkardım. Sadece
bir tebessüm etmek için de olsa insanlara selam verirdim. Gözde mekanlarım
arasında mahalledeki lahmacuncu vardı. Büyük bir bayram gününün tüm
mutluluğunu geride bırakırdı tatlılar. Bunları İngilizce yaz ve öğretmen ol dedi bir
arkadaşım. Köye gittiğimizde kolay uyum sağlamıştım. Yollar bizim evin önünde de
çamurdu zaten ama köyde bir başka. Çizmelerim yarım metre çamura battı ve
sakızımı yuttum. Kara saplandığında ise kardan çıkaramadım. Yuvarlanarak gittiğim
mutfaktan üzüm aşırırdım. Meyveyi çok severdim ve köyde ağaçlarda çoktu. İncir
ağacı bizim evin önünde de vardı. Dutu şimdi unuttum. Gözlerimi açtığımda evdeydik
ama annem sabah okula gitmişti ve ben ödevimi yapmadığımı anımsadım. Bir an
önce bitirip öğlene kadar gidebilirdim ama saçlarımı toplamamıştım. Hazırlanıp bir
resim yaptım fakat panoya asılmadı. En güzel günlerden biri dündü çünkü dedemler
bizdeydi. Okulda bir iki sorun yaşandı, aşı olduk ve ben hafif başım dönüp uyudum.
Dönüşte bir şey olmaz dedi anneannem ve beni tekrar okula yolladı. Çok güzel şiirler
okudum ve kendim evdeki şiir kitabından seçmiştim. Bütün okul okuduğum şiiri
dinledi ve biz sınıfta şarkı söyledik. Heide ile geçen günleri özlemiştim. Yağmur
yağdığında üstüne acı salça sürüp yediğimiz ekmeği de özledim. Anayol, ana fikir,
anadolu ve ananas üzerine yazdığım yazı güzeldi ama dünyada güzel duyulmadı “an
nedir yahu”! Ankara’ya gitme saplantım olmadığını fark ettim. Kırmızı bir elbisem
vardı ve altında bir şalvar vardı, onu giymiştim. Bir yere gidecek gibi giyinmeyi ayrı
şeydi, bir yerden eve dönüyor gibi giyinmek ayrı şeydi. Kafamın içinden uçaklar kalktı
adeta ve insanlar şehirlerarası yolculuk yapmamak için türkü okumaya başladı. Kolay
değildi sansüre uğramadan bir şey yazmak. Doğduğumda yalnızlığıma renk katan bir
şeyden fazla haberim yoktu. Kendi odamda vakit geçirmeye başladığımda samimi
olarak televizyonun tozunu aldığıma sevindim. Bulaşıkları da yıkamıştım.
Mutluydum ve de güzel bir günden anladığım her şey oldu. Şu babası ölecek olan
dediler, sevgilin. Ne demekse artık, bir kitapta okumuşlardır sanırım. Peter ile davalı
değildik, anımsıyorum, ekmeği sevdiğini. Ekmek severdi, öyle değil mi? Kurnazca her
günkü yoldan eve döndük. Yolun kenarında bir aslanağzı bitkisi vardı. Ortancaları
olan bahçede uzun bir yürüyüştü bu. Kalbimde temiz bir sayfa açtığımda hayattan
umutluydum. Kaderi bir yazı gibi önüme alıp gördüğüm tek kedi hakkında bir şeyler
yazdım. Dayımın kedisiydi, çok da iyi bir kediydi. Aslında bizim kedileri sevmemiz
çok daha normal değil miydi? Körler için bir seminer düzenlenseydi mutlaka kitap
okurdum onlara. Travmatik bir duygu yükü vardı üstümde ama pillerden biraz daha
iyiydim. Saygısız ve terbiyesiz bir kadın vardı, suçu neydi hiç bilmiyorum ama
kendisinden öyle bahsediliyordu gazetede. Haberin başını yakalayamamıştım tam...
Ayrılık haberleri beni üzmüyordu henüz. İnsanlar ne yaptıklarını bilmiyor ve oradan
oraya sallanıyorlardı. Ağaca çıkıp oturduk bir arkadaşımla yolun kenarında olmasına
fazla şaşırmamıştık. Vardı yolun kenarında ağaçlar... leylekler evin karşısındaki
bacaya yuva yapmışlardı. Gerçekten de bir avaz avaz bağırdı. O senden sonra doğacak
diye. Televizyonda isimlerimizi dinliyorduk. İsimlerimizin çıkmaması beni üzmedi
ama o kadar isim ne diye sıralanmıştı acaba? Lider ruhlu olmadığımı anladım birden.
Şarkıyı ve şiiri çabuk okudum ama lider ruhlu değildim. Kantinden bir tost aldım ve
yedim. Annemin yaptığı sandviç de fena değildi. Bir bütün gün sahilde yürüdük.
Balon alıp tavana yapışmasını izledik. Sokağa her çıktığımda biri bağırırdı. Adam
bağıra bağıra evine gitti. Mahallenin delisiydi belki ama onu bir daha görmedik.
Yaygın kanıya göre her gün eve döndüğüm yoldan eve dönersem mutlu olurdum ama
herkes mutsuzluk diye bağırıyordu. Çaba harcamak için kendime bir oyun seçtim.
Kartlardan ev yaptım ve zamanda yolculuğu yine izledim. Hiç kaçırmazdım zaten.
Bazılarının ilgisi çabuk dağılır. Bazı insanlar kendilerini benimle kıyaslamadan
yaşayamayacak gibiydi. Bunu hazmedemiyordum, notlarım düştü. Çalgıcı çingene
çok mu mutluydu sanki? Yazlıktan döndüğümüzde tatilin ortak bir keyif olduğunu
anladım. Bu kadarını herkes diyebilirdi ama bazı idealist çalgıcılar kafamın içinde
şarkı söyledi. Korku tünelinden geçerken ağladığımdan daha fazla bir hayal
kuramayacak mıydım? Çocuk olarak insan kaç kelime konuşabilirdi ki? Birden genç
kızlık şeylerini dergilerde aramaya başladım. Adam çok süper bir star ama
elindekinin değerini biliyor mu? Kefen nedir diye düşündüm bir gün! Kefen. Keten
diye düzelttim. Cenaze arabasını görünce yani sokakta... Aslanağzı yerinde
duruyordu. Sorun değil ama ben de anlamsız buldum ağlamayı. İnsan neden boşuna
ağlar durur, anlayamıyorum. Sorun olmayacaksa dedim, kahveyi ben yapayım bugün.
Kahve yapmayı öğrenmiştim ve bu yeterince güçlü bir duruştu ama kahve çekirdeği
öğütmeye de bayılırdım. Kantinde sıranın en arkasındaydım. Kantin için bir süre
okulun merdivenleri lafını kullanmak zorunda kaldık. Orada sınava hazırlanıp, erken
çıktım okuldan. Annem eve döndü. Günü nasıl geçmişti acaba? Evde yeni
ayakkabılarımla uyudum. Yanağımın altına koyup, uyudum ve mutlu oldum. Sargı
bezi isteyen bir hemşireyi andırıyordu ayakkabılarım ama üstündeki kar deseni de
fena değildi. Gemiler ve denizden geçen kayıklar bir manzaranın sonsuzluğunun bir
parçasıydı. Sadece kartopu yapmak için değil de kışın evde müzik dinlemek için
falan... tersine bir düşünce üretmem gerekseydi yalnızlığıma küstüğüm kadar
küserdim herkese. Sorun değil yani ağlamak, çok da sevdiğimden. Ayıp olmaz merak
etme. Çocuk doğunca anladılar bir çocuk olduğumu bir zamanlar. Bazıları anne
olarak doğar ve bazıları da misafir ağırlar. Akıllı olduğumu düşündüğüm konular hiç
de toplumda kolay kabul görecek gibi değildi. Basit bir matematik sorusunu çözerken
bu hayatta ne işime yarayacak denilmesinden hoşlanmıyordum. Sayısız fikir
arasından biri bile televizyonu açıp izlemek değil miydi? Dedemlerin evinde huzur
vardı. Mutlaka televizyonu açıp haberleri izlerdi. Kıyafetlerimi düşündüğümde
aklıma hep en son aldığım etek geliyordu. Dolabı açmam lazımdı anlamak için en son
neyi makineden çıkarıp ütülediğimi, öyle mi? Bu saçma şeyleri düşünmeyi
sevmezdim. Okumak güzeldi ama yazarken de bu sorunları yaşamıyordum. Birden
mahallede bir dergi furyası başladı. Sanki hepimiz aynı dergiyi aynı yerden alıyorduk.
Komik bir şey okuma alışkanlığı olan insanlar rahatlıkla çarpım tablosundan söz
edebiliyordu. Kısıtlı harçlığım yoktu, bana yetiyordu. Bir şeyi almak isteyince alırdım.
Hepsi bu. Yani karanfili neden seviyordu? Karanfil türküsü diye mi? Bugün ne
yapabilirim dedim yine. Bütün gün boş geçecek gibi... Ne yapabilirim? Kandırılmış
olmak güzeldi. Annem bana bir mumlu kalem serisi almış. Onlarla hiç ama hiç
önemsemediğim bir şey boyadım. Görünürde buydu. Pratikte önemliydi. Önemli olan
boyamaktı. İçinden kürdan çıkan sevimli peçeteleri masaya koydum. Misafirler geldi.
Küçücük kurabiyeler yanmıştı tabii. O kadar küçüktü ki boyut olarak yanmışlardı.
Kollarımı açıp kırda çimlerin üstünde koştum. Yıllarca ama yıllarca koştum. Yusuf’un
sayfasıydı o, bu şekilde okunmazdı. Bir Yusuf Masalı İsmet Özel -okumak isterim.
İsterim evet. Eve döndüm gene sokaktan. Öğle uykusundan güzel ne varsa yapmış
gibi. Güzellik uykusu derdi annem. Doğru. Çocuklar çok daha güzel yemek
pişiriyordu belki ama benim ödevim çoktu. Kafamın içinde bir kız çocuğu vardı.
Benim oğlum olacak dedim ve küçük askeri okudum. Oysa ki sorunsuz yaşayan
biriydim eve tabanca oyuncak almadan evvel. Normalde kızlar bebeklerle oynar tabii
ama bazen. Babam bir bebek arabası almıştı Ankara’dan, onu anımsadım sanırım.
Belki de maria maddelana bir sorun yaşamıştı dünyada da ondan. Tüfekli asker
gördüğümü asla unutamadım o yüzden de öyle mi? Olsun ama lanetlenmemiştim.
Biri bize lanet okumayı da henüz öğretmemişti. Bütün bunlar bereketlendi yağmur
yağdıkça. Hayallerimde müziğe önem vermek vardı ama mum duruşuna daha
yatkındım, sokakta hoplayıp zıplamaya. Beni arkadaşlarım kurtulma isteğine itti çoğu
kez ama ağlamadım onlar yüzünden, bir deli arkadaşım olduğunu iddia edene kadar.
Okuma bayramında küçük kız şarkısını okumuştum, ondan mı? Bilinçaltıma yüklendi
insanlar öyle mi? Internette şiir okurken görünen cinsten hem de! Onda bunda
şundadır dedin mi, bittin sen. Sen ünlü değilsin Gonca, sen sadece cehenneme şiir
okuyorsun ihanetin sırrına vakıf türden. Üç günde anladım bunları ama sınırlarımı
çizmedi. Hayalimde bir kavga gördüm, abim beni hiç dövmedi. Bir gün oyun
oynarken çok sıkıcı bir şey olduğu gibi de değildi hayat ama öyle sanıldı. Biz çünkü
değişik sınıflardaydık ve bu durum yadırganmadı. Tekvando belki de benim olayım
ama henüz sıra gelmedi denilen bir şey değildi bu. Bizim mahallede tekvando yoktu.
Saçma şeylere inanma dedi babam. Dedem de bize “Allah’tan kork” dedi. Sesi o kadar
yüksekti ki, korktum bir an ama sevinmiştim. Silgimi evde unuttum, kalemimi evde
unuttum, ödevimi evde unutmadım hiç. Adam formasını giydiğinde ben kayıp
cennetin içinde trabzon’u okumamıştım daha. Sonra üniversitede gördüm. Şeytanın
sorunlarını sıraladıktan hemen sonra. Herkes adem diyor, demek konu bu o açıdan
öyle diye düşündüm.Tartışmaya gerek yoktu ve elimdekini küçümsemedim. Elmayı
yedim bitirdim. Eve dönerken özgür bir ruh vardı üstümde. Kalitesiz bir elbise aldık,
ayakkabılar fena değildi. Gerçekten de Allah beni duyuyor dedim içimden. Dışımdan
korkuyordum, içimden mutluydum. Kalem kırtasiyede vardı ama içeri girince hep
renkli kap kağıtlarına gözüm gidiyordu. Anneme hediye olarak pamuk içinde fasulye
yaptım. Eve büyük bir çiçek geldi. Asırlarca bizim evde durabilirdi çiçek çünkü
dedemin çiçeği hiç ölmedi... Çikolata aldığımda bakkal bir türkü okudu “hey menekşe
gözlü” dedi. Bilmiyordum edebiyatta okuyacağımı. Notlarım kötüye gitmese
anlayamazdım yani, o kadar sıkılmıştım okulda. Şu dünyada mutluluk istemek de o
kadar zor muydu yani? Babaannem dedi ki, gel benimle namaz kıl. Anneannem de
dedi aynı şeyi. Çok güzel bir gündü o, içinden ne dua okuyor diye merak etmeyi akıl
ettim adeta. İlkokulun sokağı denize paraleldi. Orada kaza geçirmem imkansızdı,
geçirmedim hiç diye düşündüm. Çok mutluydum ama patenlerim yoktu. Patene geçiş
yapmak gibiydi bazı konular, çok tuhaftı. Sevimli canavardan bahseden bir yapısı
vardı okulun. Ne de olsa tüm büyükler öğretmendi. Okul gezisine çıkmışız meğer
haberim yok yani. Yıllar sonra bir arkadaşım anlattı. La en sevdiğim notaydı. Bunun
derinlerine inmeyi pek de düşünmemiştim. Mendilimi yıkayıp cebime koydum. Nezle
olunca kağıt mendil alırdım. Sabırsız bir yapım vardı müzik söz konusu olduğunda...
şarkıdan önce değil yemekten önce okumuştuk duayı. İnsanlar yağmurdan kaçarken
diye boyadığım resim çok parlak değildi ama yüzyıllardır süren bir gelenekti mantı
açmak. Sevdiğim şeylerden biri oldu ve taşındık. Odamda bir kütüphane vardı artık.
Kütüphanenin en üst rafında ne duruyordu, boştu galiba, anımsamıyorum ama teyp
ile uyurdum çoğu zaman. Kulağımı teybin üstüne koyardım ve uyurdum. Enerji FM
vardı hem artık. Benim bir dış sesim yoktu. Dış ses olarak seçilmiş bir ihtiyaçlar
çemberim de yoktu. Mantıken dışımda bağıran o sesi bir daha duymama gerek yok
sanıldı ama duymama hiç gerek yoktu. Artık vapura tek başıma binip anneannemlere
gidebiliyordum. Çaydanlık resmi yapınca ünlü olacaktım, adalet bu muydu, bu
muydu şampanya? Dedem ülkeye gelen ilk içkilerden birini içmiş... çok az içerdi ve
sağlığına düşkündü. Anneannem hiç içmezdi ve yemekleri çok güzeldi. Ben evde çay
saatlerinde pasta yemeye başlamıştım. Kırmızı bir renk olarak anneannemin en
sevdiği renkti. Bana kırmızı giymemi söylerdi hep. Ödevimi bitirdiğimde mutluydum.
Artık ingilizce kompozisyon yazdığımızı dersler vardı. Daha küçük yaştayken çok
mutlu olduğum bir günü anımsıyorum. Televizyonu kapattık. Eve dönerken babam
beni sırtına aldı ve yolda uyudum. O kadar muhteşem değildi ama keyifli sayılırdı.
Bayram günüydü ve mahallede kesilen kurbanları izlememek için kafamızı
çevirmiştik. Bu anılarımın her biri bir başka anıya denk geldi adeta ve bu çok da
normaldi. O anlamda bir sıkıntı yaşadığımı anımsamıyorum ama evdeki içki şişesini
süs olarak tutuyorduk, hiç açmadık. Televizyonda maç izlediğimde çok eğlendim,
yenmenin gururu gibisi yoktu. Tarafsız bir gözle bakıldığında gazetedeki cinayet
haberlerinden daha sinirimi bozan bir şey yoktu. Ülkenin bizim ilkokulun
sokağındaki hapishaneden farklı olduğunu düşünürdüm. Sen hapizhaneye kulak
tuttun diyelim ki? Tutmaman gerekir çünkü herkes kendisi duyuyor hayatın anlamını
denildiğinde üniversitenin kapısındaki olaylı günü unutmadım asla. Bunları önceden
yazmadım defterime. Kolay hazmedilir bir şey değildi kantini olmayan bir okulda
okumak ama sorun yoktu artık. Hapishanedekileri düşündüğüm anda onlarla aynı
kefeye konamazdım öyle değil mi? Hapse girmemesi gereken biri için kulağımda
bağıran bir deli vardı, buluşamayacaksınız diye. Ne kadar duygusal biriydi o, Tanrım,
görüşme günü olmayanları düşünüyordu belki de. Benim aklım sevgilimde değildi
yaratılışı okurken. Hayatı biraz akışına bıraktım okulda toplumun karanlık yüzünü
dinlerken. Üniversiteyi kazandım ve bunları da yazdım bir gün sınavda. Çobanı soran
bir hoca vardı, sınava ne yazmıştım? Hz. İsa çoban olsa ne derdin? Koyunlar da
varmış... Ne derdim? Anımsamıyordum. Sanırım size ne söylemem uygun olur,
bilmiyorum, koyun için gelmedim buraya ve sizin şanınızı çok duydum mu derdim?
Ne derdim? Ne yazmıştım kağıdıma? Anımsamıyordum. Otobüsle eve döndüm yine,
biraz yürüdüm. Kahramanlık türküleri okuduğum lise yıllarımı sonradan
anımsamam güç oldu ama yaşadıkça çıkıyor ortaya. İlkokulda yağ satarım bal satarım
ustam öldü ben satarım, dedikten hemen sonra ortaya çıkan bir anlayışlılık vardı. Bu
anlayışlılık beni çok sakin bir insan yapıyordu. Etek aldığım yerdeki ünlü mankenin
mutluluğunu biliyor musunuz hiç? Takım elbise olarak da bir meslek şart yani,
huzurlu ve kusursuz. Sivil polis ile simit yemek aynı şeydi benim için. Onlar da bir
simit yer sanırım, derdim. Kocana sakla o laflarını, terliğini giy aptal kız falan diyen
kimse yoktu ama korkmuş bir grup insan vardı yurt dışına açılmak isteyen. Çoban
olarak bana ne demek isterdiniz? Çoban olarak ne demiştim? Anımsamıyordum.
Mikseri kullanmak için mutfağa gittim. Olay ayran yapmaktı ve köydeki en kutsal gün
diye bir şey asla olmadı, inan bana. Herkes çalışıyordu. Çay bahçelerinde saatlerce
çalışırlardı. Tekrar çocukluğumu anımsadım bir şiirle, neden şimdi bana bunları
soruyor ki anlayamadım diye düşündüm, ben çocukluğumla ilgili okul tezimi yazdım
bile. Defterimin arasındaki gülü buldum bir gün. Lalelide kantini bile olmayan bir
okulun dışında küçücük bir kırtasiyede kitabı mukaddes vardı, bir tane. Onu ben
satın aldım. Yeni Ahit vardı. Onu da satın aldım. Küçücük yer diye düşünmedim,
fotokopici diye de düşünmedim ama almıştım sessizce. Amerika’da bir kasabaya
gitmeye karar verdiğimde çok da mutlu değildim. Bütün hayat hikayesi önceden
yazılmış biri gibiydim. Her şey için geç kaldığımı söyleyen bir ses vardı artık.
Ağlamak an meselesiydi ve etraf karanlık. Mikseri de bir ucuzcudan aldık ama o
kadar anlamlı değildi artık. Ayranın döküldüğü günü anımsamam gerekti çoğulcu bir
tutarlılıkla. Ayran döküldü evet ama yoğurt? Pastayı tekrar aynı yerden aldım ve eve
geldim. Çok lezzetliydi ama anlamını yitirmişti. Okul forması olarak eşofman
giydiğimde bana kızdıklarını anımsıyorum, bütün okul aynı formayı giymesine
rağmen bana bu oluyordu. Nedense bana öyle gelmişti... Bir dilimini yarına
saklayalım diye düşündüm. Kiminle düşünüyordum bunları bu yalnızlıkla hem de.
Hayallerimi süsleyen bir mum vardı yıl boyunca. Bir fotoğrafımı gördüm, mum
üflüyordum yıllar sonra. Tabiata düşkünlüğümü anımsadım ve çimlerde koşmayı...
Bayırdan aşağı koşarak indik ve çok güldük bir anlamda. Çimler sakızlı muhallebi için
duyduğum sabrı pekiştirdi. İnekler vardı ve orada uyuduk biraz. İneklerin en
sevdiğim yanı zararsız olmaları ama abartmamak lazım tabii. Uzun bitkilerin
arasında kaybolduk gittik, boyum kadardı bitkiler ve arasında çocukluğum geride
kaldı. Çocukluğumu bir kağıt üzerinde görmeyi hak etmiştim ben, dayımın kedisini
yazmıştım ne de olsa. Dedem ise gazete küpürlerinden kuranı kerim almıştı. Kırlara
pikniğe gitmiştik çok güzeldi, top vardı. Biraz oynadık ve sonra bir gün okulun
bahçesinde top kafama düştü. Gerçekten de bizim okulda spor kulübü de vardı ve de
onlar bizimkileri çalıştırırdı. İlkokulda da olsa keşke öyle şeyler derken aklıma ne
geldi, okulun önünde çektirdiğimiz fotoğraf, sınıf fotoğrafı. Bir gün kalp çizmediğimi
anımsadım ve o şekilde konsere gittim. Burada gülünecek! Hem de çok komik
buldum arkadaşım defterime bir yazı yazdı, bayıldım, çok güzeldi. Bana çok huzur
vermişti. Kısacası güllerin içinden okuyacağız diyerek seçildim ama üç kişi
televizyona çıktığımızda ortam çok sıcaktı. Televizyonla ilgili tek anım bu değil, sette
bazı reklam çekimleri falan oldu sonra. Ne alaka dedim, gençliğime bakıp! Sen hiç
reklam izlemezsin ki. Gerçekten de sonra izledim... bu bir önem kazandı. Geçen gün
gene reklamları izledim youtube’tan ve çok beğendim. Biraz yazdım. Demek yazarım
istersem dediğimi hiç anımsamıyordum. Toplam on şiirle kırk yıl bir yastıkta
kocadım. Kuponlarla çatal kaşık takımı da alıyorduk, onu köşedeki dükkan sandım.
Yağmurda o kadar ıslandım ki çünkü okuldan eve dönerken, bir resim yapmam kötü
de olmamış demek ki. Külah alıp eve gelirdik biz, karpuz alırdık eve gelirken bazen,
bazen de diyet bisküvi ile yıllar geçerdi ve anımsamazdık meyve ve sebze yemeyi.
Bunları dedem mi anlatıyor, ben mi anımsadım, hayallerim mi geniş nedir, neyse
artık bir anda havuzlu oteli anımsadım. Paletle havuza girilir mi ya! Girerdik işte...
hızlı diye. Kendimi korumaya almaya karar vermek için biraz şiir okudum ve günler
geçti gitti. Bir kedi vardı evde, beyaz, pamuk gibiydi ve uykusundan uyandığında
gelip beni tırmalar giderdi. Çay bahçesine gittik bir gün, köydeki değil de, evin
önündeki çay bahçesine ve de eve geç kalmamak dışında tek kelime düşünmedim
orada. Oysa ki kırlarda koşuyordum, fena değildi düşünce akışım. Doğa biraz daha
insana gözlem yeteneği veriyor. Trafik akışından yana sıkıntım yoktu, yollar açıktı
ama ikinci otobüse üşenip bazen yürürdüm. Tıklamak nedir denilince kapı sandık
sanırım. Anladım ama şekerlikte tuz vardı. Sırdaş edinmek için bir kedim olsaydı ne
yapardım? O yastığımın kenarında uyurdu, ben de ona kitap okurdum. Kitaplıktan
aldığım bir kitabı anımsadım birden, yalan olmasın ama kütüphanenin raflarından
aldığım gençlik ve ergenlik kitabı çok da düşündürmedi beni, hemen bitirdim.
İletişim olarak güldüğümüz kadar eğlendik mi bilmiyorum ama bazı yazılar bize
komik gelirdi. Mesleklerimiz ansiklopedisinden öğrendiklerim ise beni eğlendirmişti
biraz. Ben fıstık yemeyi çok severdim. İki kuş vardı evde, biri kaçmış bizim balkona
konmuştu, diğerini biz abimle aldık. Kılıbık ve Bıcırıktı isimler ve de çok şeker bir
şekilde yaşarken biri öldü. Kaçıp balkona konan sağ kaldı ama diğeri yoktu artık
aramızda. Bizim kedi de balkondan düşmüştü ve bir şey olmamıştı. 5 kat aşağı düştü
ama iyiydi. O kısırlaştıktan sonra oldu. Biz de onu veterinere götürürken küçük bir
kaza atlatmıştık. Ama iyiydik. Spor salonunda sürekli anılar dokuz çalıyordu. Ben
orada hayatın anlamını keşfettiğimi anımsıyorum. Kilo vermek için çok sıkı bir rejime
girmiştim. Bir mandalina üç dilim ekmek tarzında yaşadım bir süre. Sabır daha
kutsal bir konu gibi gelmişti bana ama Martı korku filmini izleyip de Martı kitabını
okumanın nesi tesadüfen güzel olabilir ki? Aslında gün doğumunu izlemeyi çok
severim. On yıl kadar önce balkonda otururken sabahladım ve böceğin biri bütün
gece beni rahatsız etmeksizin tavandan aşağı düşüp geri kondu. Bu bir balon değildi.
Ben de açlıktan ölmediğimi anlamış oldum ama sabah uykusu olmadan okuma
yapmak kolay olmuyor. Sağlık durumum ise çok da olumlu sayılır. Ben gene de
izlediğim iğrenç şeyler üzerine biraz yazıp hafızamı koruyorum. Taksitle bir şey aldım
mı ben hiç? Gereksiz bir durum, benim için önemi yok, belki sonra diyebileceğim bir
konu da yok. Takılarımın tamamını attım. Kutuda dönüşüme gitti. O şekilde bir yerde
çalıştım bir ara ve takı sattık, bu bana çok mantıklı geldi, kendim takı yapabilirdim.
Örgü olarak siyah yün aldığım zaman kış gelmiştir. Örgü örmeye doğru attığım
adımlar beni salona yaklaştırdı. Ben keyif diye buna derim. Hayallerimize ortak olan
bir radyo yerine bir internetimiz de var artık. Korku tüneiinde hiç korkmamıştım o
nedenle ama roller coaster çılgınlar gibi gülmeme sebebiyet verdi bir kez daha. Sen
bu konuyu bilmezsin şimdi diye anılar biriktirip eve gelenlere anlatırdım ve
bunlardan biri de şuydu -kışın çorap olarak kar ayakkabısı giymiştim ve evde çok
güzel ses oluyordu, kar sesi. Gereksiz de sayılmaz, her gün biraz yürümek lazım.
Fayton güzel görünüyor ama sakin sakin izlerken tabii, faytın nasıl yapılır izleyin. Çok
güzel şeyler var. Beni sorarsanız iyiyim. Gürültü yok artık. Gürültüden müziğe
kitabını okudum. Sahi neydi o kitap öyle derken, konu ne? Yastık savaşı. Çocukların
en sevdiğim yanı yani. Kurabiyelerin üzerine çikolata sosu dökmeyelim şimdi. Bal
yersin sorun yok ama ekmeğin yarısını ziyan ettin, diyen de yok çok şükür. Terziye
gitmedim hiç ama kuru temizlemede bir şeyler var. Internette yüzlerce makale var,
belki benimkini okursunuz. Okuyunuz. Ehliyeti aldım ve işe gittim... Güzeldi yani
yollarda müzik dinlemek falan... biraz da dinlenmek. Sahilde balonlar o kadar güzel
ki derken yani bir balon festivaline de katılmıştım galibe. Saat onu üç geçe bir
randevum var ve çok da yorgunum. Bu konuyu siz halledin –ohh, işe alındım bile.
Online yani. Şaka tabii. Çok güldünüz mü? Bana komik geldi birden. Yazın yenen
meyveler gene var ama sebzeler biraz daha her mevsime uygun, memnunuz. Neyse
sizi de çok tuttum. Kendinize iyi bakın. Öpüldünüz. Ali Baba’nın bir çiftliği var,
bıldırcın yumurtası sesi açar, onun da bıldırcınları vardı. Güzeldi. Babaannem olsa
yemezdi. Şapkamı takıp kısa bir yürüyüş yaptım. Daha sonra kaybettiğim bir kitabı
arkadaşımdan geri aldım, onda kalmış. Yalnızlık kokan salona geçtim, annemler bir
düğüne davetlilerdi. Yürüyüş sırasında yanımdaki sandviçten bir ısırık aldım ve
tekrar çantama koydum. Kuşlara yem verdim, martılar o meşhur kahkahasını attı.
Tartıda biraz daha hafif geleceğimi düşündüm. Yardımlaşmak için yoldan geçen
birine, merhaba dedim, acaba benim bir fotoğrafımı çeker miydi? Fotoğrafımı çekti
ve hemen sordu “kaç yaşındasın, nereye böyle, nelerden hoşlanırsın, okul neresi,
ailen nasıllar demek isterdim ama dedi bu şarkıyı dinledim bana yetti”. Ben daha çok
senin fotoğrafının nasıl çıktığıyla ilgiliyim. Filmi izlerken bunları düşündüm ve
kapattım filmi. Filmin ilk sahnesi ile son sahnesi arasında bir insan hayatı kadar fark
vardı. Rüyamda bir bebek gördüm ve onu dünyanın en iyi sanatçısı olduğuna ikna
ettim. Ben yazarım sen oynarsın dedim. Etrafımızda tuhaf insanlar vardı. Yazlık
sinemanın önünde korkunç bir canavar duruyordu. O kadar uğraşmışken ona da bir
selam yolla dedim içimden. Duvarda oynayan filmi izledik, yazlık binanın duvarında
oynuyordu. Ahtapotları yere çarpıp yıkayan birini gördüm sahilde. Filmin içindeki
balık herkesi yedi ve ondan kurtulmaları zor oldu. Mavi bir görüntü kaldı aklımda ve
resim yapmak için çok canavar gibi olmadığımı sandım. Evdeki boyaları her yana
saçıp biraz resim yaptım ve özgürlüğü tattım. Mahallede hep birlikte yakar top
oynadılar ama ben denizdeki yakarcalarla baş ettim bir süre. Teraziye göre gereksiz
bir kilom vardı. Filmde gördüğüm adam herkesi ikna etti ki ben bir şarkıcıydım.
Çocuğun başına bunlar gelemezdi, olsa olsa ben şarkı söylerdim ama bu hiç olmadı
aslında başka bir işte çalıştım. Mutluydum. Edebiyat okurken toplumun ahlak
anlayışını çok konuşurdu hoca, anlatırdı. Toplumun ahlak anlayışını düşünerek
sokakta yürümeye başladım ve cehennem konulu şiiri tamamen unutmuştum, diğer
kitapları ve kitapçıya gitmeyi düşünüyordum. Evin karşısındaki ağaçta bir dondurma
külahı vardı, oyuncak, biri düşürmüş, kocaman bir dondurma külahı yani. Biri
oyuncağını düşürmüş dedim içimden ve diğer ağaca baktım, ağacın üstünde bir
inşaat fönü var ve kargaların oyuncağı ne de olsa diye düşünmüştüm, onunla
oynuyorlardı. Bana da bir oyuncak nasip olmuştu. Tatlı şeyler beni hep mutlu
etmiştir. Evin içinde bir oyuncağım yoktu, sokakta gördüklerim vardı. Hayallerimi
süsleyen çiçek artık güzel kokanlardı. Aslanağzı pek güzel kokmaz ama güzel görünür
çünkü... Eve gelen üzüm kasalarını suyun altına koydum. Üzüm suyu kadar sevdiğim
bir şey daha yok, bana hayatın devamlılığını anlatır üzümler, düşünmeden edemem.
Elmalar ağacın üstünde yılbaşı süsü gibi duruyordu. Yılbaşı süslerini severim ve
kapıya gelen çalgıcıyı asla unutmadım. Ben küçükken kapıya bir ayı geldi, bu ayı biraz
dans etti ve gitti. Hepimiz biraz üzgündük, kimsede para yoktu. O ayıyı bir daha
görmedim ama sirkte gördüğüm hayvanlar çok yetenekliydiler. Ben hayvanların
kendi doğasını yaşamasından yanayım. Bazı vahşi hayvanlar için büyük bir hayvanat
bahçesi açılmasına sevindim ama bir kedinin veya köpeğin sirkte mutluluk bulacağını
hiç düşünmemiştim. Hayalimde artık hayvanlar vardı. Bir ayı, bir kurbağa, bir yunus,
bir balina, bir de kaplumbağa... Kaplumbağa gördüm ama diğerlerini uzaktan
gördüm çoğu kez. Kaplan ve aslan da vardı. Onları sevdiğimi söyledim, yanımdaki
televizyonda onları sevmeyen hayvanlar oynuyordu belgeselde. Kaplanın yakaladığı
bir avı izlemeyi hiç sevmiyorum. Keşke beslenmelerinin daha insanlığa yakın bir yolu
olsa veya televizyonda bu saçmalığı göstermeseler ama dünyanın bir yüzü de bu,
izlemek lazım değilse de habersiz kalmamalı. Kollarını açmış beni bekleyen bir
maymun muzu soyup kitabın içine koydu. Kitabın muz kabuğu olması onun da
hoşuna gitmiş olmalı. Maymunun kollarında taşıdığı bebek onun tüm insanlığı
sevdiğini ispatlıyordu. Zavallı kısa kollu giymiş bir maymun daha vardı ve o da
kollarını açıp gökyüzüne baktı. Gökyüzünde süzülen uçağın içinde umut taşıyan bir iz
bulutların arasında belirdi ve gökyüzüne adımı yazdı. Bunu sadece ben gördüm ama
herkes kendi dünyasında bir takım televizyon içerikleri görebilirdi kanımca... O konu
asla yeterince güzel olmadı dedi biri. Bir diğeri cehennem diye bağırdı ve bir film
daha bitti. Sürekli film izliyor olmamı anlayamadım. Mutfaktan bir kutu şeker alıp
odama geldiğimde odamın içindeki balonlardan kalp şeklinde olanı beni inanılmaz
bir gülümsemeyle baş başa bıraktı. Balon benim mi yoksa senin mi yani dedim
aklımdan çıkmayan büyük kutsal güce. Sen güceneceğim son kişisin ama
dayanamıyorum artık insanlığın çıkardığı seslere. Fotoğrafım güzel çıkmıştı ve de
kantinin ilk tostunu almış siftah yapan satıcıya selam vermiş biri gibi çay içmek
istedim. Çay sıcaktı. Aklımdan mutluluk geçti. Evde çok sıkıcı bir iş için seçilmiş
gibiydim. Terlik çıkarmak. Baban geldi terliklerini ver kızım. Bu merasim yıllarca
sürdü. İş çantasını da beğenirdim... düzenliydi ve yapamayacağı bir şey yoktu. Sonra
hemen odama kaçıyordum belki ama sofraya oturmadığım hiç olmamıştı doğrusu.
Sıcak su sorunu olmayan bir ülke olmamızla sıcak su sorunu olmayan bir eve
taşınmamız aynı döneme denk geldi. Bir hamama gidişleri vardı ailenin erkeklerinin,
onu hiç unutmuyorum. Herkes evde yemek yaptı onlar hamama gittiler. Termal
havuz o kadar sıcaktır ki dayanabildiğinize inanamazsınız. Yüzünüze bir nur gelir. Bu
dünyada da böyle. Spor salonunda da sauna var. Sauna geleneği bize harika bir evde
yaşadığımızı anımsatır hep. Bir şey güzelse dinlendiricidir, faydalıysa yaşanır. Sabun
aldığımda mutluluğum tartışılır mı bilemem ben. Sabun önemlidir. Küvetin içinde bir
kız gördüğünüzde filmin içinde ne düşünürsünüz? Köpük banyosu yapan çocukları
mı? Köpüklü su havuzu çok şekerdi. Ben balondan köpük yapmıştım küçükken.
Şimdi artık dünya kadar büyük balonlar yapan çocuklar var. Internette izledim.
Amerika’da evin önünde küçük bir havuz vardı. Orada zıplayan çocukları görmeniz
daha kolay belki. Zıp zıp zıplarlar. Akıllıca konuşanları ayrıca tebrik ederken hiç
zorlanmazsın yani. Samimi olarak seni kendi kutsal dünyanda şükretmeye
yönlendirirler. Gerçekten her yemekten önce bir dua okunan yer orasıydı. Bizim
ilkokuldaki gibi yani, yemek duası. Bu konuda şimdi ne denir bilmiyorum, çok fazla
öğrenci yurt dışına okumaya gidiyor ve okulun bir kısmını orada tamamlıyor ama ben
anılarımı bu nedenle yazmıyorum, bir küçük ders çıkarsam bana yeter. Öyle ama bir
reklamcı olarak veya olsaydım, sürekli kendi anılarımı yazacak değildim. Kırmızı bir
renk için neler vermezdim. Bilgisayarda logo çizmeyi falan öğrendim. Pek çok
kabiliyetli insan gibi ben de photoshop’ta derdimi anlatabiliyordum. Zor değil ve
önemli değil ama ne diyor o sanat yönetmenleri anlamış oldum. Bu hızla bir yere iş
yetiştirmekten biraz daha anlamlı olmuş oldu. Yazma konusuna gelince karakterimin
en sevdiğim yanı olabilir mi? Ben ılımlı, sevgi dolu, koşullara göre çözüm üretebilen
ve hayatı sevgiyle karşılayan biri olmayı seviyorum. Bu kağıt üzerinde kolay değil.
Hayat zor aslında ve de insanlar hızla hayatın güzelliklerini yaşamak istiyorlar.
Yaşasınlar o zaman ama benim için doğru olan bir gerçek var ki o da ben kendimi asla
çaresiz hissetmedim. Karpuzun yarısı pembe olsun, resmi gerçeğe yaklaştır derken
birden beni bir küvette photoshop satan biri gibi görmek bizi ne kadar başarılı yapar
bunu bilmiyordum. Evdeki misafirler ise büyük bir sofranın tadını çıkarıyorlardı.
Aynada kendimi gördüm, biri bana Monalisa dedi! Çok komik ya, gerçekten. Oysa ki
iyiyim yani, hayat aynanın karşısında beni yansıttığında, gülümseyip
gülümsemeyeceğime değil, banyodan ne zaman çıkacağıma daha yakın bir iyilik bu.
Kapı tıkladı ve biri çık dedi. Bir arkadaşım seccade yapmayı öğreniyordu ve onun
arkadaşım olmadığını anladım, televizyonda göründü bir kez sadece. Ayna kamera
değildir. Ayna insanın kendisini bir sağlama yapıp onaylaması için bir vesiledir. O
aynı duayı aynanın karşısında okuyorduk biz artık. Sıkıntılı bir havaydı. Deli gibi
yağmur yağdı. Şemsiye aldım ve eve döndüm. Dışarıda neden döner yemedim
bilmiyorum ama eve döndüğümde temizlik kolu başkanı gibiydim artık. Sempati ve
empati üzerine bir yazı yazıp internette yayınlamaya karar verdim. Çocukları yıkamak
anlamında hayal kurmaya gerek var mı bilmiyorum ama eminim sevgiyle yol aldıkları
bir kırmızı tonu vardır leğende. Leğende ayaklarını yıkayan biri vardı manikürcüde.
Film icabı yani. Leğeni kenara aldı, temizlik için değil de empati için markete girdim
ve bir manikür seti gördüm, aldım. Kendi işimi kendim yapıyorum. Manikür, boya,
kesim ve pedikür dahil olmak üzere dedemlerin evi böyleydi yani rahat. Bir rahatlığı
vardı ama neydi bilmiyorum. Belki karpuz yerken düşündüğüm bir başka masaldı
yaşamak. Belki bir başkasının filminde kaybolmaktı ağlamak. Anneannem beni
camiye götürdü. Biri gülüyordu sanki. Ondan arınmıştım. Yağmur dinmişti artık.
Mağazadan aldığım elbise gerçekten de üstüme tam oldu ama evde tekrar giydiğimde
yakıştığını da düşünmüştüm. Elbise giyilecek neresi var ki dedim, hiç. Canım dışarı
çıkmak da istemiyordu fazla ama evde yorgunluktan ölecek gibiydim. Birden çıkıp
tost almaya gidip bir mont daha aldım. Mont güzeldi ama kolları bana kısa geldi
biraz, tam bileğime hizalı ve yakında kısalır giyemem artık. Montun tersinde
etiketinde yazan yazı biraz dikkatimi çekti, altın sarı yazıyordu parlak gri tonlarda.
Yünler duruyor ve ne yapmalı da güzel bir kazak çıkarmalı. Çabuk git giyin ve ekmek
al gel diyen biri vardı evde, komşunun kızının kızı... gidip ekmek aldım, dün
gördüğüm o montu da aldım. Üstünde karpuz, elma, muz olan bir t-shirt vardı.
Dolapta aynı zamanda sarı, turuncu ve yeşil t-shirtler vardı. Dışarı giymek için adını
verdiğim şık şeyler ve de günlük kullanım için sade şeyler vardı. Dolabı organize
ettim ve dört beş bavul kadar giymediğim eşyayı çıkardım gene. Sonra kilo vermeye
karar verdim ama birine göre yazdı, birine göre kıştı. Kışlıkların arasına kazak
katmak sorun değildi ve adı da evde vakit geçirmekti. Etek olarak uzun pileli bir şey
aldığımda bir bütün lise günlüğüm filmlerde vardı. Okullarda forma ne renk olacak
diye karar alındığında ben orada yoktum. Çantaların hepsi bir gözü olan on gözlü bir
aparatın içindeydi. Çanta isimli bir kitap okuduğumda kendi ördüğüm çantayı satışa
çıkarmıştım. İkinci el satan iyi markaları inceledim ve çok umutlu göründüler bana,
satılmayacak kadar umutlu. Çiçekli şalvar gibi bir şeyle evin içinde gezinirken üstüme
bir siyah t-shirt geçirdim ve kitap okudum. Hayal dünyamın içinde sarının hakimiyeti
vardı. Yurt dışından aldığım bir şeyler vardı, onları günlük kullanıma açtım. Artık
daha sık yürüyüşe çıkmaya karar verdim ve spor giysilerini kenara aldım. Yangından
sonra aldığım miami do-nut görselli eşofman üstünü daha sık giymeye karar verdim.
Alışveriş merkezinde çubuk kraker yiyen tek kişi bendim. Sakız fena fikir değildi ve
yoruldum. Kırtasiyede bir kalem gördüm aldım, telefona yazmak için. Değişik geldi
bana. Kalemin önemini anladığımda bir roman bitirmiştim. Müzik dünyasında
kostümler olur diye duydum ve biraz çekindim. Kostümler arasında gece elbiseleri ve
maskeler de vardı. Bu kadarını akıl eden biri olmaktan asla hoşlanmadım. Ben ne
bulursam giyerim, elimle koymuş gibi olurum ama resim yaparken kollarını sıvadım
ve bu kolları sıvamak da demekti. Çift anlamlı binlerce kelime arsından kendi nefsimi
seçtim. Çizgi kahramanların çoraplarına bir göz attım ve kenara geçtim. Yemek
yapma sırası bendeydi, bulaşıkları da yıkadım. İncir ile süt birlikte harika görünüyor
ama tatlı olarak çok sıradan eve bir konser salonu çağıramazdım. Son olarak namaz
elbisesi vardı hep dışarıda duran. Onun anlamını kimseye sormadım ama camiye şık
gidilir diye duymuştum yani konu gündemden çıkmasın diye sanırım. Yazın mayo
giymek anlamında biraz zorlandım. Mayonun değil benim dikiş izimden söz
edildiğinde dikişe başaladım diye yakındı biri, ben de onayladım. Bir öldü, Allah
rahmet eylesin, onu da onayladım. Ölü ile diri arasında bir şeydim. Bir iki film
izledim. Aslında kime hesap verdiğimiz çok önemlidir. Allah’ım sesimizi cennete
yükselt. Yoruldum. Kareli bir pantolon vardı, bilboard da aynı pantolonla renklenmiş.
Olabilir de yani futbolcu çorabı giymenin anlamını hangi giysi verir şimdi? Tayt mı,
etek mi, kot mu, elbise mi, eşofman mı? Şapka da enteresandı ve üşümeden yol
aldım. Sıcak ve soğuk arasında sıcak olanı seçtim. Çocukken çorabım sobaya ayağımı
değdirince delinmişti, o geldi aklıma. Kayağa gittiğimizde soba bana sadece sıcak
şarabı anımsattı. İnsan gardropuyla gezer mi bilemiyorum ama gelinlikçilerin
vitrinine hep bakarım, hepsi de güzel görünür bana. Neden ip atladık o zaman
çocukken? Biz salak değildik ama vardı bir cehennemlik laf ortalıkta, ondan mı?
Neden adam asmaca oynadık peki? Neden isim şehir oynarken sıkıntıdan ölecek gibi
oluyorum artık? Neden idam mahkumları için bir müebbet kavramı ülkeye gelmesin?
Neden herkes gelinli giymesin? Neden sırayla top oynamayalım? Neden susmuyor bu
kumaşlar? Kasetleri kumaştan yapalım! Bir okul vardı karede, çocuklar mutlu, çocuk
şarkıları söylüyorlar... yirmi küsür yıl geçmiş aradan. Montum bana olmuyor...
Çocukken giydiğim bir elbiseyi buldum. Oyuncak bebeğime giydirdim. Sonra sanırım
hepsini de attım... Çocukken tabancam da vardı, oyuncak. Bazı yap boz oyunları
falan... Neyse bu aşırı duyarlı topluluk bunları anlamayacaktır. Hayatın en basit
gerçekleri için hakaret etme sırası bir maymuna gelmişti. Oyuncak maymun
gördüğüm gün üç maymun şarkısını, oyuncak ayı gördüğüm gün de ayı şarkısını
dinliyordum. Markete gitmek buydu bizim için demek ki. İnanmayacak bir işaret
bulduğuma çok sevinmiştim. Bir çay içmek için mola verdik ve orada da athena
çalıyordu. Bu büyük tesadüf beni mutluluktan uçuracak değildi ama o an evi kiraya
verdik ya, biri de televizyonda mutluluğunu anlattı. Zeus’a yalvaran adamı oku!
Tanrıları bilen kitabı oku! Athena t-shirt'ü al ve giyin. Saçını yaptırırsın gene, şimdi
tara ve sokağa çık. Oyuncak bebeğin yerine beni koymuş konuşup duruyor bir cadı.
Cadı oyuncakları sevmiyorum ama filmlerde var mı? Film izle. Su iç. Ağla. Gül.
Konuşan köpeği havuza at.
İnsanın kaderinin bu şekilde belirmesinden asla hoşlanmadım. Sonsuza kadar da
bunun olmaması için savaşacağım. Sticker yapıp yapıştır -falımda tavuk çıktı. Ben
sosyalleşmek için sokağa çıktığımda gördüğüm ağaçla yanımdaki su perisi arasında
seçim yapmayı sevmiyorum. Olur mu ama oyuncak alıyoruz biz ona şimdi? Bütün
hayat hikayesini burada yazıp sonra beni duymayan bir prensten söz etmiyor mu?
Ben katil olmadım henüz. Katil olmamak an meselesi. Simit alacak paramız var mı,
dediğimde annem çok gülmüştü. Nesi komik bunun anlayamadım? Bence bu açıdan
zeka özürlü sanılmak çok çirkin. Yanımda bir kitap vardı ve parkta okudum biraz.
Sonra tek başıma yürüyerek eve döndüm. Beni yaşlılık günlerime hazırlayan bu bakış
ne yazık ki sevimsiz olabiliyor. Çocuklar hakkında bir sürü kitap okudum ama birisi
camın önünde küfür ediyor...
Sonsuza kadar affetmeyeceğim konular da var. Bana yapıldığında affetmeyeceğim
şeyleri açıklamak zorunda kalmam çok saçma. Anlayışsız olmak ve düşman olmak an
meselesi. Neden kurabiyeler, ip atlayan kızlar, sevimli canavarlar veya süper
kahramanlar yok da bir tek kitap okutan bir okulun bahçesindeki çocuklardan sevgi
almaya çalışıyorum? Çok mu zor bunu anlamak? Bu kadar anlayışsız bir dünya ne
yazık ki cani bir ruh taşıyor. Bana sorarsanız bilmedikleriniz benim bildiklerimi
aşıyor.
Bereket Tanrısına tarçınlı su ikram ettim. Belki o nedenle biraz benden söz etmek
istemiştir şimdi. Tamam mı şimdi? Yedi nesil oldunuz mu?
Ben kuaföre gitmeye hiç üşenmem normalde. Çok severim orada bir saat sonra
bakımlı görünen saçları ve boyadan sonra bakım yaptırmayı. Kuaförün önünde boyalı
saçlarla oturanları da severim. Dergileri sıkıntıyla karıştıranları da severim.
Muhabbet olsun diye bir şeyler anlatanları da dinlerim. Yani bir model denemek için
kuaföre güvenmek de iyidir. Pek çok kuaför deneyip aynısında karar kılmak da iyidir.
Bir kuaförün peşinden koşturup semt semt dolaşmak da mümkün. Severim ben
bunları. Önemli olan bir teşekkür etmektir. Aynada saçın arkasına bakıp fazla
önemsememek. Evde tekrardan kendinle barışmak. Kuaförün içindeki konforu bir
yılbaşına taşımak da hoş. Kuaförler iyidir. Bir kızla tanışmıştım tatil yerinde, bayan
ama kuaförmüş Almanya’da.
Neyse, bir gün ben de saç modelim değişirken yüz ifadem değişti diye
gülümsemekten vaz geçmeyeceğim. Bir gün mutlaka çocukken olduğu gibi saçlarımı
uzatıp yine örgü bir topuz yaptırırım belki. Belki kısacık kestirip kendimi yaşlılığa
hazırlarım. Belki düğün topuzu değil de gelin topuzu yaptırırım. Kim bilir belki
dergilerdeki gibi görünür saçım ve manken olurum. Belki de kuaförün boş olduğu
saati yakalarken olur bir kitap okuyacak vakit. Belki daha sağlıklı bir şampuanı
alırken hayatın en güzel gösterişsiz sevimli yanını düşünürüm. Belki de bunlar olmaz
falan derken binlerce “belki” baş başa kalırım. BELL KEY!
Bu bir yılbaşı şarkısı mı yani şimdi? Ben hayatıma davet etmediğim insanlarla hayal
kurmayı sevmiyorum. Ses kütlenize laf yetiştirmekten değil ama beni içine itmeye
çalıştığınız dünya ne yazık sünger gibi. Metroda işe gidiyorum ve sabahın körü,
insanlar bakımlı ve sesleri müzik dolayısıyla sanırım biraz yüksek çıkıyor. Internet’te
görünse ne güzel olur, en sevdiğim fotoğraflar. Saçın kalitesi çok önemli ve bitkisel
boyalar. Kına yapıyoruz ama gerek yokmuş meğerse. Bir arkadaşlarının düğünü
varmış, bana da yaktılar. Oluyor böyle şeyler. Lütfen kısa keselim, dedim. Ha ha ha!
Hemen iş yerinin orada bir kuaföre gidivermekle ilgili sanırım bazı güzel kurallar.
Okula fönlü gittim mi bilmiyorum ama bizim hoca toplasan beş kez ateistlere de
yönelik yazmış bu yazarlar diye edebiyatı biraz anlattı. Onun dışında Hz. Adem ve Hz.
Havva açısından anlattığı bir şiir sen okusan şeytandan başka bir şey anlamaz mısın?
O sizin ses kütlesi. Bilhassa Athena konserlerini seviyor. Bizim evde de bağırıyor.
Ayrıca da insanlık öldü mü canım... canım istemiyor! Internet’i ezbere biliyor ve de
otistik olmadığına dair falına bakmamı istiyor. Neden? Her dediğiniz çıktı mı? A,
doğru ya... kuaförde fal baktırıyor. Peki ama her kitapta mı var ses kütlesi? Her
filmde mi var? Her filmde mi var Hz. İsa?
Taşınmaz yük... evet. Evde namaz kılarken punk konseri mi sanıyor!
Önemli olan okula gitmekti artık. Okulda dersi dinlememe mani olan şeyleri ortadan
kaldırmam gerekiyordu. İyi insanlarla arkadaş olmam, dersi dinlerken gösterdiği
özeni kendine saklayabilen, sakin bir günü “hoşça kal” diye bitirebilen, benim iyi
yanlarımı bir başkasının anlamayacağı bir dile tercüme etmeyen, yemekten sonra
afiyet ol diyebilen, normal insanlar ve elimizde ders kağıtları dolanıp duruyorduk.
Din dersinde islamın ve imanın şartlarını öğrendikten sonra içimden “ben
inanıyorum, hepsini yerine getirmek istiyorum” demiştim. Okulun bahçesinde spor
yapanlar beni spor yapmak konusunda düşündürürdü. Bugün bir spor sosyolojisi
kitabı okumak için, önce sinemayı hayatımda doğru yere koymam gerekiyor. Resmen
dersini bitir ve sonra film izle denilen insanlar gibiyim gene. Hayat ne kadar da
anlamlı.
Ses kütlesinin üstünü örtüp benim hatalarımı bulmaya çalışan insanlar artık çekilir
gibi değildi. Okuldan çıkışta üstümü değişip biraz yürüyüş yapmıştım kendi başıma.
Okulda pek arkadaşım yoktu, bir akrabamız vardı, onu çok severim. O kadar.
Amcamın kızıyla biraz okulda dolaştık. Öğle yemeği olarak evden getirdiklerimiz
yedik. Okulun bahçesindeki ağaçlar çok görkemli ve semtin bütününü yansıtan
ağaçlardı. Ağaçlı güzel bir yoldu, oraya yürümeyi severdim. Arkadaki bakkalın
önünde gitar çalan birileri vardı okuldan, ben orada bir şarkı söylediğimde
beğenilmişti ama koroda daha fazla vakit geçiriyordum. Marşları ezberleyip söylemek
sorun değildi. Evde bir marş kaseti vardı galiba, belki daha sonra aldığımız bir CD.
Bunlar güzeldi. Film olarak tercihen sürekli Blues Brothers’ı izliyordum.
Son sene çok mutluydum, edebiyata geçince. Aslında bu ayrım önceden de
yapılabilirdi ama sorun değildi. Gerçekten de konser kasetlerini izlemek güzeldi,
videoda izliyordum ve deli gibi dans ediyordum. O kasetleri daha sonra bir reklam
ajansında gördüm. Bizde yok artık, kullanılmıyor. Yalan söylememek ayrı şey
doğruyu söylemek ayrı şey diye düşündüm bir gün. İnsan dürüst olmayı istiyor
gerçekten de, kendisi için önemli olan bir konuda dürüst olduğu kadar hayata karşı
da dürüst olmak istiyor insan. Türk şairlerin bir kitabı var şimdi karşımda, okumak
istiyorum. Her gün bir iki şiir okuyorum ama o kitaba bu okuduklarımla aynı gözle
bakmak istiyorum. Bir dünyaya bildiğin ve inandığın şekilde açılmak güzel olur.
İçimden bir ses daha okumadın ki desin istemiyorum ama okumadıklarım da sırada
tabii. Biraz sessizlik için neler vermezdim, okul yolunu andırıyordu evin sahile doğru
uzanan uzun mesafedeki çay molasına doğru giden yokuşları. Yokuşu yürüyerek
giden pek yoktu ve spor amaçlı olduğu anlaşılıyordu ağaçların hışırtısı falan çok da
önemli değildi de renkleri gene muhteşemdi.
Okul servisinde ödevini yaparsan öyle olur dedim kendime. Bir arkadaşım yardım
ettiğinde ben sonrakileri kolaylıkla yazmıştım. Uzun cümleler kurmayı çok
seviyordum artık ama pratikte kullanmadım hiç. Hava karardığı anda eve dönülür.
Hava karardığı anda başka ne yapılır? Okulun merdivenlerini hiç unutmayacağım...
Çok okumanın faydalarını düşünmeden önce bir şey anlamıştım ki her koyun
bacağından asılır. Ben ruh eşi kavramını çok severim, kendimi sokakta sevgili arayan
bir salak gibi hissetmekten de nefret ederim. Neyse ki artık internet varmış! Her
neyse, yani insan hata da yapabilir, bilmeyebilir ama insanı sokak ortasında bağıran
ses kütlesiyle sınamak da git şeytana tap demek olmuyor mu? Bunu hep iğrenç
bulmuşumdur. Bu durumda okumadan kendi doğrularıma ulaşamıyorum bile, lanet
olasıca iki fotoğrafı göründü diye insanlar sıraya girip beni buluyor, o da yetmezmiş
gibi canımı kurtaramayacak hale geliyorum artık ve de bunlar internette fotoğraf
olmakla övünüyor. Bunu çok ikiyüzlü ve alçak buldum. Herkes kaderini böyle mi
yazıyor dedim. Bu insanlar bana ne diyor, soruyorum yani bir duyana, gökyüzünün
ardı ama duyuyor sorunca. Bütün sokak cehennem diye bağırıyor. Yani ölüp
gideceğini bilmeyen insan mı olur? İnsan sadece ölüp gideceği için sevgili olur mu?
Bunu anlamayan insan mı olur? Bilemiyorum. Beni rezil etmek için yaratılmışlar.
Bütün işleri beni ve kim olduğumu bilecek ve televizyona çıkarsam bunu bilecek
numarası yapıyor. Sana ne! Televizyona çıkmam şart değil ve de bu muameleden
normal bir insan beklemiyorum. Ben açık kartlarla oynayan biriyimdir. Normalde
içimden Allah diyorum, şu anda bak bunları diyorum. O zaman git cehenneme Allah
de, o da yok. Cehenneme git o zaman. Bil ki cehenneme gideceksin, lanet olasıca ses
kütlesi. Neyse hüküm verdim. Peki, bu yaşamak mı oluyor? Bu ahlak mı oluyor? Bu
ibadet mi oluyor? Bu sevgi mi oluyor? Hayır. Allah beni bir sapıktan koruyor. Ben
evimde oturuyorum zaten, çağırmayın o zaman zevksiz dünyanıza, burada bir sapık
yok. İnsanları affetmenin bir yolu kalmıyor ve burada bir deli avaz avaz bağırıyor.
Ben kıskanç biri değilimdir ama salaklıktan tiksindiğim kadar hiçbir şeyden
tiksinmiyorum. Dininizi bana dayatmayın. Kitabı bu şekilde okuyorum mecburen.
Geri zekalı olduğuna inandığım insanlar hayatımdan uzaklaşıyor.
Bu kadar basit değildi benim için çocukken hayat. Ailemin inanç sistemini asla
sorgulamadım, onlara saygı duymam benim için yeterliydi. Burada bir sapık yalan
yanlış konuşup beni yanlış yönlendiriyor. Yani konuşan ses kütlesi sorununuz var mı
bilmiyorum ama kesinlikle bütün kitabı yalanlıyor. Aklınızda bulunsun diye buna mı
diyeceğim? O açıdan sapığın teki! Yani filmler gerçeklere dayansa da gerçek değildir,
şeytan da insanı aldatır ve yalan söyler. Allah demeye çalışan biri için bu ne kadar
önemli olabilir? İnanılmaz bir gerçeği mi yani hayatın? Çocuklara masal mı yani
bütün inanç sistemim? Birden gene anımsadım ki çocukken maymunlar cehennemi
filmini izlemiştim. Cehennem diyen bir ses kütlesi var mıydı? Bir canavar vardı
sanırım. Ademoğulları filmini de izlemiştim. Üniversite hayatım da aynen bunun
üzerine kuruldu. Peki! Hayat bunun üzerine mi kuruldu diyorum ben bu evde? Bu
kadar saçmalık olmamalı. İnsan sırf kurtulmak için belalardan bela seçmemeli. Ben
savaş alanında “önümüze gelene bir tekme” demeyi sevmiyorum. Sen sapık olmaktan
git kendi kitabını oku ve kurtul. Ne diye bağırıyorsun sokak ortasında hayvan gibi?
İnsanı bu hale dönüştürüp sonra romantik bir komedi arıyoruz falan o çok hoş. Bir
sürü kanalı olan bir televizyon şirketi filmi vardı, gene çocukken izlemiştim. Bir
bereket gelmiş filme, çok kanallı sisteme geçildi ya, ondandır. Bu tip şakaları
sevmiyorum. Sevmediğim zaman öyle kötü bir yargılayan bakıştansa yargı sistemine
de dahil olmak lazım. Neden beni ilgilendirmeyen şey beni ilgilendirsin? Bu
iğrençlikte bir şeyi hak ettiğimi sanmıyorum. Kitabı okusaydın iyiydi, konu bu.
Bundan başka ne bekliyor insanlar, onu da bilmiyorum. Sevgi güzel bir şey. Pek çok
şeyden korunmak lazım demek ki.
Nezle oluyorum galiba dedikten hemen sonra ateşim çıktı ve grip oldum. Çocukken
kabakulak olduğumda epey şaşırmıştım ama çok ağır geçmemişti benimki. Aşı
olduğumuza sevinmiştim, artık pek çok hastalığın çaresi vardı. Çocuk hastalıklarını
atlattıktan hemen sonra boğazım çok ağrıdı bir gün, pamukla boğazımı temizlemişti
doktor. Hemen geçti. Acımadı. Çocuk hastalıklarından biri değil nezle, bir süre hep
nezleydim. Yanımda selpak olmadan gezemiyordum. Nezle önemli bir sorun değil
ama öksürende hayır vardır demenin zamanı mı emin değilim. Bir hayır vardır evet.
Genç kızlığa geçiş döneminde, hastalandım ben derdim. Neyse yani, sorunlu
günlerim. Dokunma bana şarkısı. Ben bugün berbat bir haldeyim demenin zamanı
değil. Hayat böyle dönüyor, birazdan televizyona çıkacak seninki!
Okulda tek derdim nezleyi yanımdakine geçirmemekti. Nezleyken okula giderdik de
ateşimiz çıkınca gitmezdik falan o nedenle de. Bir keresinde şiir okudum yine okula,
sonra midem bulandı ve bayıldım. Beni hocalar uyandırdı. Anneannem öğleden sonra
beni gene de okula göndermişti. Bu budur. Çok hasta değilsen okula gideceksin.
Nezle olmanın en kötü yanı nefes alırken biraz zorlanmaktı. Bu kadarı herkese olurdu
da önemli olan atlatmaktı. Ben bu tip şeyleri doğru konuşur ve yazmadığım sürece
pek fazla düşünmem mesela çünkü okumayı severim. Soğuk almışsındır. Geç sıcağa
otur. Şaka yapmıyorum. Bu şekilde dönüyor dünya ve aksi durumda sorunlu bir
dünyada yaşadığımızı anladık. Ben sorunlu olduğumu anlamak istemiyorum. Şu an
yine hastayım. Kırıklık var üzerimde. Yorgunum ve de ne okuyacağıma kendim karar
vermek istiyorum. Bana kitap olarak tıp bilimi önerme yani şimdi şu an.
Binarual nedir? Müzik. Frekans. İyi niyet. Şuna şarkı diyebilen insanlarla muhatap
olmak. Konuyu Allah’a havale etmek. Kendi işine gücüne bakmak. İyi birkaç amaç
edinmek. Ben müzik dediğimde beni iyileştirecek bir sistem değil. Nezleyi atlattım.
Artık hasta olmam! Konu gündem dışı bırakıldı. Hasta olmam şart değil. Annem bir
oyuncak almıştı, itfaiye seti, onu anımsadım. Bana yetti doğrusu, bütün
oyuncaklarımı kitaba yazdım. İnsanların aydınlık dünyasında ne anlama geliyor
bilmiyorum ama kerevizin faydalarını da okudum. Artık sonsuza kadar
affetmeyeceğim konular var elimde. Nedenini anlayamadım. Neden diye sormayın
kutsal kitabınıza. Nasıl diye sorun. İyi niyetiniz de size kalmış. Ben edebiyat okudum.
Babam bana Boncuk derdi. Çocukluğumdan beri öyle der. Sen manken mi olacaksın
dediğinde, bilemedim bir an ve kafamın üstüne bir kitap koyup yürümeye başladım.
Kutsal kitabı da kafama koyup yürüyecek değildim ya, o anlamda gökyüzüyle bir
iletişimim başladığını hissettim. Biz üniversitede bu şiirleri yabancılardan okuyoruz
diye mi bilmiyorum ama kitap almak konusunda sıkıntı yaşamadım. Bocuk toplarsın
dedi babam, boncukları dizersin falan dedi. Bende boncuk yoktu gerçi, dedem
kulaklarımı deldirdi. Ben çünkü onlarda kalıyordum küçükken, annem öğretmen
olduğu için. Okula yazılana kadar altın küpe takmak bana çok anlamlı gelmedi ama
takıyordum. Şimdi yani gümüş yüzük takan erkekleri okuyorum da bu bir tabu
olmamalı. Bir boşanma nedeni sananları da kınıyorum. O nedenle bir sonraki
hayatımı garanti altına aldım sanmış sanırım, bana onlarca takma isim veren salağın
teki vardı -ölüm, ganj nehri, hozanna, sıpa, gani, boncuk diyen anormal insanlar
tanıdım. Bu aynı şey değildi. Onlarda insanları anormal yanlarıyla tanıdılar. Bütün
bunlar sanat nedeniyle biraz doğruyu araştırmak olabilir mi artık? Olamıyor işte. Aç
biilaç geziyorlar. Güya kitap okuyormuş, bütün isimleri bana takmış.
Bunlar adına kendime bir gümüş yüzük aldım. Anladım yani aklımı yolda
kaybetmediğimi. Saatlerce eve dönmeye çalıştığımda hiç aramadığım birinin beni
yirmi yıl aradığını fark ettim. Bu mu yani hiç aramamak, sormamak, anlayamadım.
Güzel olan dedem bana yattım sağıma, döndüm soluma, melekler şahit olsun dinime
imanıma de, uyu derdi. Bu beni mutlu ederdi. Bir şeyi içimden demeyi, içimden
okumayı severdim. Yazar olarak kendi adımı kullanmayacağımı bilmiyordum çünkü
yazar olacağımı da bilmiyordum. Kendi adımı unutup bir şarkıya koydum, o da başka
bir şarkıda grubun ismi oldu. O şarkılar benim diyen biri salak olduğunu idrak etti.
Bu arada bir de kedi aldım. Yazık tek başına duruyordu vitrinde. Adını ben
koymuşum gibi hissetmedim yani.
Neyse işte kendi adımı çok sevdiğimden, dövme olarak yaptırdım ama bu bir gün
beni temsil edecek bir resim değil. Kendi adımı temsil etmem gerekir, öyle değil mi?
Bir toplumun sonsuz geleceğini ve olası tüm sorunları düşünüp de sonra bunu kendi
adıma üstlenmem çok da çirkin olurdu. O aptal şarkıları bir kenara atıp, kitap
okumaya başladım. Bir ses kütlesi çığ gibi artan sesiyle kükrüyordu. Benim yerimde
kim olsa sinir krizi geçirirdi ama ben buna alışıktım, bir kez daha athena
konserindeyken ben müziğe kalamadım, o günden alışığım sapık gibi bağırmasına.
Evet. Bu da gerçekten hüküm vermek. Asla affetmeyeceğim anlamında.
Soyadım birkaç kitapta geçiyor, kutsal bir yanı var, ondan sanırım. Gereksiz
bulduğum konulardan birine dönüştüğünde herkesin oklar fırlattığı bir savaş alanını
andırıyor ne yazık ki. İnsan kendi adını temsil edemeyecek hale getirilmemeli ve de
bilmediği şeyden sorumlu tutulmamalı. Hüküm okuyarak verilir. Ben o cümleyi
bulana kadar bağırmış oldu. Bu ne lanet bir şey böyle. Bilemiyorum ama her şeyin bir
sonu var mutlaka. Ben mezarıma kendi adımı yazdıracağımı düşünebilirim ama sen
benim cehennem ahlakımı bile hiçe sayarsın öyle mi? Cehennem dediğin nedir ki?
Allah demenin bir yolu daha. Ölüp gideceğiz yani. Bu muameleye maruz kalmadan
okusaydın ayrı konu, bu muameleyi birbirimize yapmayalım ayrı konu. Şunu anlayın
artık yani –suyunuz ısındı.
İnsanı hayattan soğutan şeylerden hoşlanmıyorum. Benim duygularımla arama
girmeye hakkınız yok. Duygularımı hiçe saymaya veya duygularımla oynamaya
hakkınız yok. Affetmek ayrı şey, salak olmak ayrı şey de ondan. Salak olmasalardı.
Vazoyu temizledim ve çiçeğin güzel koktuğu günleri anımsadım. Geçmişe fazla
takılma diyen bir kitap okudum. Çiçeklerin suyunu vermek için bir de duşun altına
tutmak için banyoya yöneldim. Banyonun kapısına bir sticker yapıştırdım: çiçek gibi
güzelsin. Bu bir kedi resmiydi ve çok komik çizgilerle renklendirilmişti. Bazı
filmlerden kalma bir espri miydi bu çiçek acaba? Biz gökyüzündekilerle böyle alakasız
ama çok romantik bir şey konuşuyorduk. Bir sürü çiçek attılar bana doğru ve çok da
sevindiğimiz bir şey oldu, hayatım bir düzene girdi. Ben artık anayasayı
okuduğumdaki gibi bir eserler kanunu yasası ile huzur bulup coşarken, iş yerime
gelen çiçeklerin ne kadar da zengin olduğunu düşündüm. Kaktüsler sıraya girmişti,
su da istemez, öylece durur, estetiktir, sokaklarda çok vardır bazı şehirlerde, bazı
kaktüsler zahmetsiz diye düşündürür bana hayatı. Aslında bakım ister diye başlar bir
makale ve okursun.
Vazoyu temizleyip dolabın içine kaldırdım. Dolabın içinde sayısız kase ve de tabak var
ama hepsi de misafirler için. Çiçekli tabaklara baktım ve içindeki yemeği düşündüm,
aklıma sadece kuruyemiş geldi. Çünkü onlarca misafirin olmadığı bir günde geçmişi
bu çiçekler gibi anımsamanın bir asalet taşıması lazım. Ben henüz okulun ilk günü
gibi mutluyum, anneme okuduğum şiiri anımsıyorum, yemek için erken ama hayat
asla çok da geç kalmış değil. Yemişler vermiş eline ve de seni bir yola koymuş. Yemek
için erken ama sofranın düzeni eksiksiz olacak diyemiyor insan birden. Çiçeğin
yapraklarını koparmaya başladığımda kar mı yağacak yağmur mu diye sormuştum.
Benim tencerenin dibini sıyırıp düğünümde kar yağmasın deme alışkanlığım vardır.
Karlar altında bir çiçek vardı, o filmi izledim. Yamyamların olmadığı bir dünyada
yaşamayı isterdim.
Vazoyu kenara alıp tekrar kuruladım. Vazonun içine bir tane muska koydum. Orada
durmasının benim için bir sakıncası yoktu, içinde okunmuş dua vardı ve de bütün
dileklerimi bile Allah’a hayırlı bir evlat adamıştım. O konu kesinlikle benim bilgim
dahilinde olmadığından kulak hırsızı ve yalana kulak veren bağıran çoban dualarıyla
hüküm vermem gerektiğini bilmiyordum. Kitabı açıp hüküm verdiğim konuları
okudum, kutsal kitabı. Bu çok sıkıcı olmadı ama muska yasak değildi, beni
yanıltmalarını istemezdim. Vazoyu evin güzel bir köşesine koyup içine yeni çiçekler
doldurdum. Evin aşağısındaki kadın satıyordu, alıp anneme verdim. O da bunlar çok
güzel, sen daha güzelsin dedi. Benim için çiçek kokulu bir dünya ile çorba kokan ev
arasında bir dünya kadar fark vardı. Çiçeklere çok . önem verirdim ama gidip almak
aklıma gelmezdi. Değişik yeşil bir bitki vardı, onun çiçek vermesini bekledim tek
başıma. İnsanların duygusal zekasına dair onlarca kitap okudum.
Vazonun rengi güzeldi ama bizim evin ilk vazosuymuş, ben doğmadan önce almış
annemler. Vazo güzel. Dışarısı yemyeşil.
Bizim evde panjur yoktu, pencereleri beşgendi. Yani bu kurabiye yerken yanında süt
içmeyi andırsa da çok da önemli değil, evin içerisi görünmüyor. Güneşlikler yeterince
kalın ve perdeye de gerek olmuyor. Perdeyi araladığımda temiz bir odada oturuyor
olmama dair tuhaf bir huzur kapladı içimi bir an. Bunun nedenini bilmiyorum ama
oda karanlıkken pek aklıma gelmiyor. Belki de ama çocukken adanın ışığını yakmayı
unuttuğumda söylediğim şarkı hiç de beni andırmıyordu. Annem babam polis diyen o
tuhaf şarkıyı hemen hiç duymadım ve ailem polis değil. Panjur olsaydı evde aynı
huzurla otururdum yani loştu ve keyifli bir uyumu vardı kitaplarla evin. Evde bir
köşede kitap okumak an meselesiydi, ne zaman kitabımı alıp köşeye çekilirim gibi bir
duyguydu. Toplumun her kesimine hitap etmiş herhangi bir şey okumak da iyiydi.
Bir bütün hayatımı okuyarak geçirecekmişim gibi değil de evin bir köşesi gibiydi daha
çok. Baş harfi S olan kelimelerden en çok bulanın kazandığı saçma ve iddiasız bir
oyun oynamıştık elektrikler kesildiğinde. Çocuk insanın babasıdır şiirini okumuştum
William Wordsworth’ten, bugün kutsal kitaptan da okudum benzer bir cümle. Ucu
kırık bir sürü kalemin olduğu bir fincan vardı. Biz de cama buhar yapıp adımızı
yazmaya karar vermiştik ama çok da anlam veremeyip hiç tanımadığımız bir
şarkıcının adını yazmıştım ben. Ezbere okuduğum şiiri nasıl hemen unuttum? Nasıl
da anımsayamadım hiç aklımdan çıkmayan şarkının sözlerini? O an şarkı
söylemeyecektim de ondan... bir an kalemin ucunu neden falçatayla açtığıma fazla
anlam veremedim. Anlamsız bir gündü. Her şey anlamsızdı. Sonra bu şarkıyı
dinledim galiba. Emin değilim.
Bizim bazı konulardan anlam çıkarmamamız ve kendimizi ifade etmemiz
gerekiyordu. Ben okulda okuduğum şiiri ifade etmek zorunda olduğum için kendimi
ifade ediyor gibi olmadım çok fazla. Daha çok ve daha sağlıklı şekilde kitap okumak
istiyorum diyerek hayatta ne anlatamamış olabilirdim ki? Diğer şiiri! Peki ama bütün
dünya kitaplığına nasıl hüküm verebilirim? İnsanlar o kitapları okuyor ve de bunlar
her yerde satılıyor. İlgi alanıma denk gelen bir şey okumak istiyordum. Bizim grup
üyelerinden biri de o kitabı okumuş, bu tesadüfü çok sevimli bulduğum söylenemez
ama bir kitap aldım. İnsanlar neden seni daha zeki görmek ister ve de okumana izin
vermez bilmiyorum ama sınava çalışırken hayat hiç de inanılmaz sıkıcı değildi.
Sınavda blues mu soracaklar, yeniden doğup gelirsem ne olacak bilmiyorum dedim,
kitap okuyorum. Bu açıdan dünyanın tek bir gerçeğine bile ışık tutulamaz. İnsan açar
okur sadece.
Alaaddin’in sihirli lambasını okumak için izin istedim ve de kitap okumak için izin
istemeyi sevdim. Kütüphaneye de gittim, aynı konu. Bir kurdele göremedim. Küçük
bir elması kızaran vardı, o ne oldu? Sahi. Siyah giydim ve beyaz giyemedim dedim,
tamam. Beyaz giydim ve siyah giyemedim derken avaz avaz bağırmak da nesi? O
zaman sanırım çok fazla şarkı dinlemenin bir bedeli oldu hayatımda ama ben müzik
dinlemeyi seviyorum. Bunu bir psikolojik tedavi platformu gibi gören bir yazar daha
var ama ben spor sosyolojisi okuyorum. Bu avaz avaz bağırmakla aynı şey mi?
Anlayamadım. Spor hayatım çok iyi geçmedi ama loş odada yapılan şeylerin başında
meditasyon falan var. İçimden iyi bir sporcu olmayı değil de huzurlu olmayı diledim.
O nedenle... müzik öğretmeni olmadım ama hayatım da sorunlu değildi. Kendime bir
şeyler kattım.
Yalnız başıma olduğumu en çok hissettiğim yerler sokakta yürümektir. Orada her şey
benim için sevimlidir ama gözüm içe dönük ve aklım biraz da gökyüzündedir.
Havanın nasıl olduğuna bakıp dışarı çıktım ama hava durumu çok süper değildi. Ben
pencereden bakıp çıktım, hayalimde bir kuru dal vardı. Üstünde zavallı bir kozalak
ama yeşil yani, sevdiğimden anlamlı. Kolayı var dedim içimden bir tebessüm etmenin
en kolay yanı hafif başını yerden yukarı kaldırmaktı. Benim sorunum değil bu,
iletişim şeklim. Bana çözüm gerektiren konu ise montumun cebinde kalmış olan bir
çekirdekti yine. Alıp onu geri cebime koydum. Çok şekerdi ama ben yeterinden fazla
anlamlı buldum. Seviyeli bir konuşma için evde hazırlık yapmıştım. Babamdan izin
isteyip çıktım ama bir yere daha uğradım. Kuruyemişçinin önünde kuyruk vardı.
Leblebiler mis gibi kokuyordu ama evde aslında kahve yoktu. Birden konu dağıldı ve
eve döndüm.
Sayısız örnek vardı yoldaki ağaçlarda hayalime dair. Pek çok ağaç hayalimde
gördüğüm gibiydi ama biraz içim buruktu, annem sanki biraz bozulmuş gibi geldi
bana. Umarım küsmemiştir diye düşündüm ve eve döndüm. Güler yüzle karşıladı
beni. Küsmemişti sevindim. Ben dünyaya küstüm dedim ve gülen bir yüzle kitabı
açtım. Bir iki sayfa okulda ezberlediğimiz dualardan okudum ve samimi bir tövbe
nedir diye merak ettim durdum. Yolda bir sığır sürüsü vardı. Ağaçlı bir yoldu ve artık
hayvanlar bize yol vermiyordu. Amerikada’da varmış o tip konular diye biri bir laf
açtı sanki. Onların evlerinin önünde daha çok kuru dallar oluyormuş. Olsun dedim. O
kadar mühim değil benim için. Belki bir şarkı olur, belki de ben de görürüm.
Karabiber kokuyor dedi biri, evleri de pek temiz ve büyük. Anladım ki benimle aynı
yolda yürümüyordu insanlar ama şarkıları dillere düşmüş bile. Tuhaf şey. Henüz
duymadığım bir şarkı bana bakıp tebessüm ediyor, öyle mi?
Kurtların sorunu bu değil mi dedi biri. Kurtlar yani, koyun tanımayan diğer bir
hayvan türü. Koşarak eve gitmemi söyledi biri, o masalı bana annem anlatmıştı.
Kırmızı bir gül alıp eve gittim. Anneme verdim. Olay bu dedi biri, matematikten
kaytarmanın bir yolu. Parfüm olarak seçtiğim şey sürekli sevmediğim bir hikayeyi
bize anlatıp, kıs kıs gülüyordu. Parfümüm hafifti, kokusu güzeldi, ucuz değildi, pahalı
da değildi, yanımda ne kadar varsa o kadardı. Fiyatı sürekli konuşuldu. Parfümün
üstündeki sarı şeffaf doku çok şekerdi, hafif bir şeker tadı da vardı ama karnım toktu.
Parfümün üzerindeki resimde bir kutuyu atmaya kıyamayacağım kadar güzel bir logo
vardı ama adını bile unuttum. Parfümün üzerindeki şey neydi? O parfüm hangisiydi
yahu? Şimdi unuttum ama koku olarak benzer şeyler seçiyorum kendime.
Merdivenlerin kenarına tutundum ve eve geldim. Evde yavaş yürümemi öğütleyen
terlikler çok ses yapıyordu. Kış gelmedi henüz, ev botlarım ortalıkta yoktu. Bunlar
çabuk unutuldu. Yazlık terlikler sürekli bir hedefe dönüştü arkadaşım için. Ona
misafir terliği aldım sonra. Onun adına çıktığım yolda bir psikiyatriste gittim ve
dedim ki, ben bir masal yazmak istiyorum, okulda da bu konu var. Aslında bir kitap
alamadım. O kadar çok ağladım ki o masal için, anlatamam. Benim masalımı kimse
okumayacak gibiydi. Merdivene tutundum ama yaşlılık izlerini silmedi elimdeki
çanta. Daha komik bir şeyler yazmalıydım çoğuna göre. Gülecek çok bir şey
kalmamıştı artık, bir iki şarkı dışında. Onları da evde dinlerim dediğimde, ünlü
doktor konuştu - çöz içindeki düğümü.
Okulun merdivenlerinde yürüdüm. Yıkılacak gibiydi duvarları ama iyiydi gene de,
sağlamdı yani. Panoda bir şiir okudum, gelecek de bir gün gelecek konulu. Beni üzen
yanı hayatın bütününü yansıtmasıydı. Hayatın bütünü beni yansıtmıyordu. Çocuklar
türkü okur mu bilmiyorum ama okulda şarkı söylediğimde ailem bana alkış tuttu.
Örgü etek bluz takımı giydiğimden desenleri konuşulabilirdi belki ama konu bizi
anneannemin dergilerine yönlendirdi. Onun bir hırkası vardı, konuşmaya renk kattı.
Miras olarak az bırakmış komşunun kızına ama oğlu nasılsa zengin diye düşünmüş
de olabilir. Onlara çaya gittik ve yolda bulduğum bir kuru yaprağı defterimin arasına
koymamaya karar verdim. Konu çok uzamıştı ve benim için anlamsızdı. Birden fazla
yolu vardı kaybolmanın. Gazeteler sıraya dizilmiş de haberim yok. Hepsini de üst üste
durduğu yerden alıp kapının önüne koydum. Kapının önünden ayakkabılarım çalındı.
Bunu asla komik bulmadım. Gazeteleri alacağına ayakkabılarımı almış biri. Ondan
sanırım biraz da hüzünlü bir müzik açtım ve bunu gençliğin sorunu olarak düşünüp
rahat bir nefes aldım.
Parfümüm o konsere uygundu artık. O günden sonra beni soranlara o grubu tavsiye
ettim ve kapımı onlara kapattım. Okulda sevdiğim biri de olabilirdi ama yoktu... o
kendi ülkesinde okuyordu aynı şiiri, ben de kendi evimde. Olay bu dedim. Parfümün
değeri tartışılmamalı. İnsan iki laf etmek için hayatı zehir etmemeli.
Küçükken düşmüştüm yolda yani kaldırıma yakın araba geçmeyen bir yerde, dizlerim
kabuk bağlamıştı. İlk dizlerim kabuk bağladığında çok ağlamıştım, sonra fazla
ağlamadım ama kabuğuna dokunmamam lazımdı. Portakalın kabuğunu gözüne
sıktın mı hiç, çok komik oluyor, o zaman da ağlamamıştım. Az ağlamıştım. Tiyatroda
da eşekler vardı, pek yadırgamamıştım seslerini. Doğada olan şeyler bana coşku
verirdi ama evde aynı coşkuyu hissetmek için bir tek televizyonu açmak yetmezdi.
Merasimler bitmedi, marşlar hep okundu, saygıyla karşılandı her şey, yürürken
salonun yerlerini süpürmeyi akıl eden bir robot vardı artık evde demek ki, ne güzel...
jetgiller aşırı komikti ama sokakta hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Kabuk bağlayan
dizlerim aklıma geldi, yaraya merhem olarak bir şey sürdük ama kan kardeş olmak bu
olamazdı.
Evdeki küçük terazinin içinde bozuk paralar duruyordu. Onları teraziye
doldurduğumda ben de fena hissetmiyordum, bir katkı gibi. Teraziden alırken de yani
en fazla bir içecek ve bisküvi gibi... sorun yok aslında ama konu kazanmak olunca ben
kendimi çok anlamlı bir kütüphanenin içinde ne okuyacağına karar verirken bir
dünya turu iptal etmiş biri gibi hissediyorum bazen. Bunu istediği noktaya taşır
insan. Dün ne dedim arkadaşıma? Anımsamıyorum. Pek fazla anımsamıyorum.
Şimdi misafirliğe gidip çay içelim dede dermişim. Onu anımsıyorum. Demek ki bana
da annem anımsattı. Oysa ki benim konuşmamla ilgili bir kutsal inancım vardı, hiç
yıkılmadı. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur demek konuşmak mı demek yani?
Neyse işte, yolda bunları yazmaya karar verdim ama ne yazacağımı bilmiyordum.
Sınav kağıtlarım bana bunu anımsatırdı sıklıkla. Tuhaf şey değil ama gerçekten de
hayatın en güzel çağı denilince bir asırlık bir gündem gelirdi aklıma. Evdeki pomatı
ecza dolabına koyup kapağını kapattım ve sokaktaki eczaneye indiğimde yanımda
bozuk para yoktu, buna çok sevindiğimi anımsamıyorum aslında. Oyuncak topun her
boyu vardı evde ama piknik hariç oynamıyorduk eskiden, acaba onun mu etkisi oldu
sokaktan eve kedi almamızda? Belki de. Satranç takımını kaldırdık, piyonlar anında
bitti, ben de güldüm. Kafamı karıştıran şey yolu bulmak için ilerlemenin anlamında
yoktu. Birkaç kitap daha sıraya dizildi. Ne okumalıydım?
Çizgi film festivali ile kiraz festivali benim için aynı şey değildi. Bunları
düşünebilirdim rahatlıkla ama soran kimse yoktu. Yanıtlar hazır fakat bir yolu yoktu
gitmemin. Aslında denizde yüzmeyi öğrenmiştim ama gene de havuzda bone takmak
eğlenceliydi. Klor kokusu bana iyi geldi alıştıktan sonra. Havuzun içinde yüzen bir
deniz yatağı vardı. Yani biz onu mutlaka çıkarırdık ama dizimdeki kabuk ıslanmıştı ve
ben biraz mutsuz oldum. Acaba gene kurur muydu yoksa yara gibi mi görünecekti. O
zaman merhem kötü görünmedi bana. Ojeleri çıkardığımda kolay oldu diye
düşündüm gene. Kolaydı işte, ne bileyim ben. Bir şey de kolaydı. Ben bir iki şarkı
söyledim anneme, o kolaydı.
Bunları bulmak isterdim her okuduğumda ve bu doğru ama her okuduğumda ben
aynı ben değilim. Bazen spor, bazen felsefe ama akılda kalmalı inan ki... kusurları
örtülemeyen bir neyim var anlayamadım inan ki? Bağırmaya değecek mi? Sokakta
değilse de toplumda kabul görür mü? Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu
söyleyeyim. Aynı zamanda da bir bakıma büyük bir kısırdöngü içinde beni yakalayan
bir sorun olsaydı eğer, konusu ben kendim olamazdım. İnsan asla tek başına
kısırdöngü yaşamaz. Sözlük okursun dedi içimden başka bir ses. İkinci harften sonra
yine aileme verecek bir haberim oldu, kelime içerikli bir konuşmaydı bu. İçinde
cümleler vardı ama konuşma yoktu. Bu kadarı sürekli olabilir... kitap gibi yazarız ama
konuşmak için bir neden de bulamıyorum inan. Sevgili çocukluğum, bana küstün
mü?
Peki haydi hoşça kal şimdi. Belki bütün plan baştan yazılır ve bugün havuza girmem.
Ben çocukken çok küçük yaşta yatağımı toplamayı öğrenmişim, pijamalarımı katlayıp
kenara koyarmışım ve de giyinip odamda beklermişim. Bunu sıklıkla anlatırlar.
Çocuk olarak anlamıştım ki ev derli toplu değilse sokağa çıkılmaz. Sokakta dokuz taş
oynamam tamamen kendi beceriksizliğim ayrıca bir oyun daha vardı, şişelerin
kapaklarıyla oynanıyordu ama şimdi tam anımsamıyorum. Sahilde rengarenk taşlar
vardı, çakıl taşı vardı mesela, rengarenk midye kabukları vardı ve de onları bir
torbaya doldurup geri atmıştım. Balık görmeyi sevmezdim fazla ama mutlu
olduğumu anımsıyorum. Balık ayıklamayı asla beceremedim ve balık hazır yense iyi
olur diyenler arasına katılmıştım bile.
Yazın yapamadığım bir şey gibi değildi kartopu oynamak. Yazın da oyun oynanırdı,
kışında oynanırdı ama ben sevimli bulduğum bir şey yaptım ve eteğimin altındaki
kilotlu çorabın çift görünen yüzünü ters giydiğimde tekrar düzüne çevirip bir numara
büyüğünü aldım ama renk olarak değil de kartopu deseni olarak düşünmek isterdim.
Sağlıklı bulduğum bir konu da kartopunun kendisinin kardan adamın havucunun
rengini alan sokaklardı. Güneşin batması beni mutlu ederdi eskiden.
Gizli saklı yaşanan şeylerin biri bile duyduklarımla örtüşmedi ne yazık ki... bir tabu
gibi ele alındı bazı konular. Bana küfür etmeyi öğreten büyüklerim bana bir şey
öğretemediler ama kitaplarda var. Bazen de düşünüyorum da yolda düz yürümek çok
önemli bir konu, sabit pazarı düşünüyorum mesela ama balık demeden aklıma bile
gelmiyor yeri. Belgesel fotoğrafçılığı çok ilginç bir konu ama ben kendi kitabımı
okurken kitaba önyargıyla yaklaşan bir ses duymayı sevmediğimi anlamış oldum
gene. Denize düşen çakıl taşı sesi miydi sizce?
Olsun artık televizyonda önyargılar da mı tartışılıyor, olsun artık sanat adımını bizim
eve de mi attı, olsun artık çocuk değil miyim? Bu nasıl bir gürültü böyle ki saygı nedir
bilmiyor. Saygı nedir bilmemek çok kolay bir şey. Önemli olan biraz daha insan gibi
yaşayabilmek. Yatak odamla diğer odalar arasından vapur geçiyor. Peki yeşilin tonu
sokakta olduğundan değil benim bakışımla renkleniyor. Peki anladım samimi olarak
yalnızlık bir tutku gibi beni sarıyor ve yeniden doğup gelince paylaşacağım bir
belgesele dönüşüyor. O konu ne olurdu? Kızların sorunları. Okudum ben binlerce
değil ama boşanma ve sorunlu ilişki kitabı. Bir ego sorunum yok ama kurallara
uymaktan bunu mu anlamalıyım yine, anlayamadım.
Enerjinizi çimlere atın artık. Kimsesiz yaşanmıyor diyeceğim yıllara çok kalmadı ama
ben aynı insan olarak penceremi açmak ve temiz hava almak istiyorum. Temiz
havanın benim için anlamını tatmak ve evin içinde yaşamak istiyorum. Kazaklarımı
sıraya dizdiğimde kilimlerle aynı mutluluğu bana versin istediğim de bu mu? Bir film
setindeyiz ve bunlar da harfler... filmin ilk karesinde ben anlayış beklentimi anlatan
bir yolculuğa çıkıyorum eve döndüğümde yanımda bir çakıl taşı var. Reklamlarda
bunları görmek isterdim doğrusu. Bana anlamlı gelmeyen seslere kafa yorduğumu
sanıyorsunuz. Ben neyi anlatamamış olabilirim ki anlamamış olayım?
Pastanın üstü çikolata kaplı... Haydi git ye:))
Esmaül Hüsna
26.06.2025 - 11:38ONLARA EVLERİ GÖRÜNÜYORMUŞ
kitaba göre öyle
Esmaül Hüsna
26.06.2025 - 11:17yani ben gerçekten de bu şekilde
resim kabiliyetimi anladım
ama bu şiir
kendi kaderimden sadece bir gemi
iki ağaç
ve bir zakkum
görünürken
bütün şiirleri
sonsuz destanları
binlerce şarkıyı
ve peygamberler tarihini okuyacağımı anladım
bir de eğitim almaya devam ederken
başka mesleğim olmadığından ingilizce çalışmalarıma ağırlık verdim
çocukluk anılarımı kaleme almıştım
yani gerçekten bu kitaplar vardı
BUNUN NEYİNİ ANLAMADINIZ DA EVİMDE BAĞIRDINIZ DURDUNUZ
VALLAHİ DE BİLLAHİ DE BEN KARIŞMAM
BOYARIM BİR İKİ VARLIK DAHA
olur biter
sen derdine yanamazsın bile
Toplumda Bireysel Takıntılar
26.06.2025 - 11:13yani ben gerçekten de bu şekilde
resim kabiliyetimi anladım
ama bu şiir
kendi kaderimden sadece bir gemi
iki ağaç
ve bir zakkum
görünürken
bütün şiirleri
sonsuz destanları
binlerce şarkıyı
ve peygamberler tarihini okuyacağımı anladım
bir de eğitim almaya devam ederken
başka mesleğim olmadığından ingilizce çalışmalarıma ağırlık verdim
çocukluk anılarımı kaleme almıştım
yani gerçekten bu kitaplar vardı
BUNUN NEYİNİ ANLAMADINIZ DA VEİMDE BAĞIRDINIZ DURDUNUZ
VALLAHİ DE BİLLAHİ DE BEN KARIŞMAM
Toplam 762 mesaj bulundu