Günaydın.... sonsuz kalabilmek için var olduğun süre içinde en az ölümsüz bir eser bırakmakla mümkün olur... Gelecek nesiller için faydalı bir eser yada daha güzel yaşamaları için yaşam kaynakları bırakabilmek gibi....
'Sakin ol,! ' diyerek sözümü tekrarlıyor. ' sizin için kolay sakin olmak, ama benim için değil. Bu ülkede her sözün ağır bir bedeli var. Kelimeler pahalı burada, özgür ülkelerdeki gibi ucuz değil. Burada tek bir söz bile insan hayatına mal olabilir. ' Mehmet Uzun - Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık
😉
Kişilik üzerinde, iç salgı bezlerinin çalışma biçimlerinin önemli etkisi olduğu görülmektedir. Örneğin, beynin hemen altında bulunan “hipofiz”in fazla salgı yapması “Gigantisme” denilen dev cüsseliliğe, az salgı yapması ise “Nanisme” denilen cüceliğe neden olur. Bunun gibi, boğazın her iki yanında bulunan “Troid bezi”nin fazla salgı yapması, gerginlik, heyecan, kaygı ve uykusuzluğa, az salgı yapması ise yorgunluk, tembellik ve uyuşukluğa neden olur. Ayrıca, böbrek üstü bezlerinin dış kısmının salgıladığı “Kortin” adlı hormon, kadınlarda fazla çalışırsa ses kalınlaşması, sakal çıkması gibi erkeksi özelliklerin görülmesine neden olur.
İnsan fiziksel çevreyle birlikte, sürekli olarak, bir sosyal çevreyle de etkileşim halindedir. İnsan bu etkileşim süreci içinde, toplumdaki kültürel değerleri benimser ve toplumsallaşır. Bu süreç içinde kültür bireyin kişiliğini biçimlendirir. Kültür, en kısa tanımıyla “insanın yaptığı her şey”dir. Bu anlamda kültür, tüm bilgi, inanç, sanat, ahlâk, âdet ve alışkanlıkları kapsar.
Evet en iyi ölü taklidi yapan yöneticilerimiz cennet vatani cehenneme çevirdi.... yabancılar vatandaşlarını uyarip Türkiye ye gitmeyin derken bizimkiler hala ülkenin cennetmiş gibi taklidini yapıyorlar ....😢 😢 😢 😢
Yine ölümler yine canımız gitti....en iyi ölü taklidi yapan malesef bu toplum oldu 😦
Cehenneme doğru giden ülkemin tüm ciddi sorunlarını gormeyip herşeyigüllük gülistanlık gibi gösteren mevcut iktidar ve medya...
Bir akşamüzeri Ahmet Kaya Taksim'den aldı beni, karmakarışık sokaklara daldık. Geceye başlarken hiçbir zaman unutmayacağım, daha sonra onun kaderi haline gelen bir şey söyledi bana. Gülen bir yüz, içten bir dost edasıyla girdi koluma ve şunları söyledi: 'İnsan hayatında üç kez çocuk olur ilki çocukluğu, ikincisi sürgüne giderken, üçüncüsü de sürgünden dönerken. Şimdi sürgünden geliyorsun sen, seni gezdirmeliyiz, döndüğün memleketi tanıtmalıyız sana...'
İngiltere tahtının beş numaralı varisi Prensi Harry, “yaralı, hasta, sakat” ordu mensupları için iki yılda bir tekrarlanacak bir “engelliler yarışması” organize etmiş… Bu yarışmaların adı İnvictus Oyunları…
“İnvictus”, Latince “yenilmez” anlamına geliyor.
Aynı zamanda İngiliz şairi William Ernest Henley’in çok ünlü “İnvictus” şiirine de bir saygı selamı veriyor:
“En kötü şartlarda olsam bile
Ne korktum, ne de ağladım kimselere
Kaderin pervasız darbelerinde bile
Kana bulansa da başım, eğilmedi asla”
Kaderin darbelerine direnen insanlara yeni bir ümit ve güç vermeyi amaçlıyor bu yarışmalar.
Bir benzeri Amerika’da da var.
Bu oyunları desteklemek için bir de “klip” dolaşıyor internette.
Prens Harry, babanannesi Kraliçe Elizabeth ile otururken telefon çalıyor, görüntülü aramada karşılarında Michelle ve Barack Obama duruyor…
Bu oyunlarla ilgili ona takılıyorlar, Kraliçe ile Prens de onlara cevap veriyor.
Son olarak bu “takılma” çemberine Kanada Başbakanı Trudeau da katıldı.
Dünyanın en güçlü insanlarından bir grup, acılar yaşamış olanlara şakayla, espriyle, takılmayla güç veriyor, onlara yalnız olmadıklarını bir kez daha hatırlatıyor.
Bu klipin arkasından Obama’nın geleneksel Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde yaptığı son konuşmayı dinledim.
Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde başkanların esprili konuşmalar yapmaları da ayrıca bir gelenek.
Obama’nın kendisiyle dalga geçme biçimi, muhaliflerine şakacı iğneler batırması, “topal ördek” olmasıyla alay etmesi, başkanlığının biteceği günü beklemesini “son gününü bekleyen zavallı yaşlı bir adamım” diye fevkalade hafifseyerek anlatması…
Bütün bunlar bize ne kadar yabancı.
Tabii insan “neden” diye sormadan edemiyor.
Neden onların ülkelerinin başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanları öyle de bizimkiler böyle?
Neden Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Obama düzeyinde bir konuşma yapamaz?
“Obama çok parlak bir adam, herkes o düzeyde konuşamaz” derseniz, onun kadar parlak olmayan Bush da muhabirlerin yemeğinde böyle konuşmalar yapardı…. O düzeyde bile konuşma çıkmıyor bizden.
Neden onlar kendileriyle dalga geçmekten gocunmaz da bizim Cumurbaşkanı kendisiyle ilgili her şakaya bile dava açar?
Neden onlar her eleştiriyi soğukkanlılıkla karşılar da bizim cumhurbaşkanı her eleştiriyi “hainlikle” bir tutar ve eleştirenleri yargılayıp cezalandırmaları için yargıya emirler yağdırır?
Neden İngiltere kraliçesi bile o yaşında bir şakacı klibin içinde rol alır da bizim cumhurbaşkanı gülünç bornozlar giymiş adamların arasından asık suratla merdivenlerden inmeyi tercih eder?
Neden Kanada Başbakanı kendisine “kuantum”la ilgili bir soru sorup kendisini “çuvallatmaya” çalışan bir muhabire, “sen kimsin, kimin emrinde çalışıyorsun” demeyip, o muhabiri “kuantum” konusunda yaptığı parlak konuşmayla sustururken, böyle bir soru bizde bir muhabirin işine mal olur?
Nedir bu büyük ve bizim açımızdan pek de övünç kaynağı olmayan farkın sebebi?
“Eğitim farkı” diyebilirsiniz.
O zaman son seçimlerden bir örnek vereyim izninizle… Selahattin Demirtaş da Harvard’dan değil ama zekasıyla ve esprileriyle dünyanın bu “yönetim eliti” arasında yer alabilecek bir performansın sahibi.
Demirtaş başbakan ya da cumhurbaşkanı olsaydı, eminim İnventus klibi içinde kendine özgü bir biçimde yer alır ve çok da ilgi toplardı.
7 Haziran’dan önce hepimiz onu televizyonlarda izledik.
Demek “eğitim” tek başına bir neden değil.
“Halkın düzeyi” desek, “bizim halk geri” desek, ben size gene Demirtaş örneğini vereceğim.
Erdoğan’a oy verenler Türkiyeli de Demirtaş’a oy verenler İngiliz mi?
Demirtaş’ın esprili, kendisiyle de dalga geçen, saz çalan üslubu nasıl o kadar taraftar ve beğeni topladı?
Demirtaş o üslubuyla bir “kitle” partisinin başında olsaydı, ortalığı silip süpüreceğini hepimiz biliyoruz.
Demek bu farkın nedeni “halkın düzeyi” de değil.
Peki ne?
Niye bizim yöneticiler bu kadar tedirgin, sert, esprisiz?
Niye hep ölümden ve şiddetten konuşuyorlar?
“Zeka farkı” desek… O makamlara çıkabildiklerine göre zekasız da değiller, hiç olmazsa iki espri yapabilir, kendileriyle de dalga geçecek bir laf söyleyebilirler.
Eğitimin, halkın düzeyinin, zekanın aradaki bu büyük farkta bir rolleri olabilir ama farkı asıl belirleyenin başka bir şey olduğunu düşünüyorum.
“Hak etmediğini isteyenin” korku dolu katılığından kaynaklanıyor bu fark.
Erdoğan ve Davutoğlu, hakları olmayan bir şeyi istiyorlar.
“Anayasaya uymayacağını” söyleyen Erdoğan, anayasanın kendisine vermediği yetkileri kullanmak, yargıyı kendine bağlamak, başbakanlığı sırasında işlenen suçlardan yargılanmamak, “tek adam” rejimi kurup ülkenin başına “padişah” olarak geçmek istiyor.
Bunların hiçbiri onun hakkı değil.
Anayasaya uymak, o anayasanın dışına çıkmamak, başbakanlığı döneminde işlenen suçlardan yargılanmak ve zamanı geldiğinde cumhurbaşkanı olarak görevi bırakmak zorunda.
Davutoğlu ise kendi yöneticileri tarafından halkın gözü önünde aşağılandığı bir partinin başında kalmak ve kendi yetkilerini anayasaya aykırı biçimde cumhurbaşkanına kullandırarak başbakanlığı sürdürmek istiyor.
Hak etmediklerini istemeleri onları bu kadar tedirgin yapıyor.
Her şakadan, her espriden, her eleştiriden korkuyorlar.
Nasıl kendileriyle dalga geçecekler?
Nasıl şakacı bir oyunun parçası olacaklar?
Onlar, hak etmedikleri iktidarlarını gittikçe arttırdıkları bir şiddete borçlular.
Davutoğlu’nun açıkça söylediği gibi, “insanlar öldürüldükçe onların oyları artıyor” ve toplumu paniğe sevkeden ölümler hiç bitmiyor artık.
Gelişmiş dünyadan kopuyorlar.
Türkiye’yi de gelişmiş dünyadan kopartıyorlar.
Kendileri “horoz” olabilmek için ülkeyi de çöplüğe çeviriyorlar.
Bu yüzden hep bağırarak konuşuyorlar, hep tehdit ediyorlar, hep “gelişmiş dünyanın” aslında kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Hitler de öyle konuşurdu.
Ben onun yaptığı her hangi bir şakayı hiç okumadım.
Bağıra çağıra Şarlo’nun alay ettiği bir figür oluyordu ama Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisinin travmasını ve utancını taşıyan Almanları, ancak o bağırış çağırışla ve aşağılık bir şiddetle bir felakete yürümeye ikna edebildi.
Zeka, şaka, espri, toplumları hep uyanık tutar, toplumun uyanık kalmasından korkmayanlar onun için bizim imrendiğimiz bir düzeye ulaşıyor.
Biz, “anayasaya uymayanlar”la, sürekli ölüm güzellemeleri yapanlarla, güçler ayrımını yok etmek isteyen diktatörlük meraklılarıyla o düzeye erişemeyiz.
Gelişmiş ülkelerde de siyaset bizdeki kadar kara, orada da insanlığın bir türlü dinmeyen saçma sapan “yönetme ihtirası” buraki kadar koyu ama bütün bunları gene de belli kurallar içinde tutmayı başarıyorlar… O yüzden o kadar güvenliler.
Buradakilerin ihtirası ise hiçbir kuralın içine sığmıyor… Sürekli suç işliyorlar… Ve onun için bu kadar tedirginler.
Bizimkiler altın varaklı bir koltuk için her şeye razı.
Altınlar içinde doğan İngiltere Kraliçesi torununun oyun arkadaşı.
Alay konusu olduğu için gülünen değil de esprilerine gülümsenen yöneticiler de çıkacak mı bir gün buralardan?
Diktatör olma umudunun kalmadığı, bütün diktatör heveslilerinin cezalandırıldığı, yargısı bağımsız, yasaması özgür, yürütmesi yasalara saygılı bir devlet kurduğumuzda çıkacak elbette.
Öyle bir devlet kurabilen toplumlar, ödül olarak öyle yöneticilere de sahip oluyorlar çünkü.
Koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir
Bir belirsiz karanlıktan
Bir belirsiz karanlığa
İrkilip uçmasıdır
Bir dağ çekirgesinin
Bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından
Yamaçtan bir taşın yuvarlanması
Bir pınarın durup durup akması
Bir çift gözün karanlığa bakması
Şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda
Bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır
Bir geyiktir koçero
Sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri
Tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu
Tırnakları rüzgarlı
Suçsuz bir geyik
Avcılar yakalarsa mezedir eti
Köpekler kovalarsa diş kırasıdır
Bir okul piyesidir koçero
Açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
Müsamere derler adına oralarda
Kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
Biletlidir ve yoksullar yararınadır
Muhtara sorarsanız
Bizim serseri veli
Marabaya sorarsanız
İşini bilmemiş deli
Köylüye sorarsanız
Ekmeksiz garibin teki
Çocuklara sorarsanız
Yüce dağlar aslanı aslan koçero
Kimsesize sorarsanız
Hükümet bilir onu
Candarmaya sorarsanız
Devletin dağlarda silah çatması
Vurguncuya sorarsanız
Yolkesici yağmacı
Soyguncuya sorarsanız
Devletin acizliği
Sağcıya sorarsanız
Siktiret pezevengi
Solcuya sorarsanız
'ferman padişahın dağlar bizimdir'
Erzurum'da kol başıdır
Erzincan'da deli daylak
Pir sultan yoldaşıdır sivas'ta
Bir 'kılıcı kanlı' van'da
Mardin'de bir
Gözükanlı kaçakçı
Diplomata sorarsanız
Turistik bir serüven
Kaymakama sorarsanız
'ahval-i adiye'den
Sosyeteye sorarsanız
Eğlenceli bir briç
Sorarsanız bezirgan filimciye
Gişelik bir senaryo
Sorarsanız bürokrata
Atatürk'ün gardrobuna
Tükürmüş biri
Hümaniste sorarsanız
Fransızca bilmeyen
Montenyi'den anlamıyan
Mitologya tragedya
Hümanizma helenizma
Hiçbirinden çakmayan
Bir yörüktür koçero
Ne anlar rönesanstan
Ne anlar restorasyondan
Diyarbakır kokardı saçların, gözlerin Bahrevan
Her geldiğinde bana sen, dururdu zaman
Firar ederdim gözlerine, mültecin olurdum
Ben peşinde rüzgâr olurum
Ben peşinde Ferhat olurum
Ben peşinde Fırat olurum
Sen de Dicle…
Gelirsen ayın tam üstünde kederli bir bulut tutamaz gözyaşlarını
Harran papatyadan bir gelinlik giyer arsız, zamansız
Gelirsen Dersime Dersime kırlangıçlar geri döner, Munzur gülümser
Gelirsen kızıl bir gelincik olup açacak Ararat, Zap sana koşacak durmaksızın
Gelirsen Batmanda intihar son kurşununu kendine sıkacak
Ani kurtulacak susmaların dilinden
Ve Çorum ve Maraş ve Sivas yüzünü yıkayacak yağmurda
İçimdeki Kızıldeniz doydu kana
Kızılırmaktan alayım selamını
Merhaba de vurulmuş güvercinler aşkına merhaba
Ben peşinde rüzgâr olurum
Ben peşinde Ferhat olurum
Ben peşinde Fırat olurum
Sen de Dicle…
Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir, ama tüm dönemeçler yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin
Tıpkı nilüferler gibi ) Nilüferler…Yalnızca bu çiçekler, hep ...
serbest kürsü
01.07.2016 - 09:17Günaydın.... sonsuz kalabilmek için var olduğun süre içinde en az ölümsüz bir eser bırakmakla mümkün olur... Gelecek nesiller için faydalı bir eser yada daha güzel yaşamaları için yaşam kaynakları bırakabilmek gibi....
şu an ne dinliyorum
01.07.2016 - 02:09Kardeş türküler / mirkut
serbest kürsü
30.06.2016 - 03:13'Sakin ol,! ' diyerek sözümü tekrarlıyor. ' sizin için kolay sakin olmak, ama benim için değil. Bu ülkede her sözün ağır bir bedeli var. Kelimeler pahalı burada, özgür ülkelerdeki gibi ucuz değil. Burada tek bir söz bile insan hayatına mal olabilir. ' Mehmet Uzun - Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık
şu an ne dinliyorum
30.06.2016 - 01:25Cevdet Bağca.... bahrevan
serbest kürsü
30.06.2016 - 00:31😉
Kişilik üzerinde, iç salgı bezlerinin çalışma biçimlerinin önemli etkisi olduğu görülmektedir. Örneğin, beynin hemen altında bulunan “hipofiz”in fazla salgı yapması “Gigantisme” denilen dev cüsseliliğe, az salgı yapması ise “Nanisme” denilen cüceliğe neden olur. Bunun gibi, boğazın her iki yanında bulunan “Troid bezi”nin fazla salgı yapması, gerginlik, heyecan, kaygı ve uykusuzluğa, az salgı yapması ise yorgunluk, tembellik ve uyuşukluğa neden olur. Ayrıca, böbrek üstü bezlerinin dış kısmının salgıladığı “Kortin” adlı hormon, kadınlarda fazla çalışırsa ses kalınlaşması, sakal çıkması gibi erkeksi özelliklerin görülmesine neden olur.
serbest kürsü
30.06.2016 - 00:26İnsan fiziksel çevreyle birlikte, sürekli olarak, bir sosyal çevreyle de etkileşim halindedir. İnsan bu etkileşim süreci içinde, toplumdaki kültürel değerleri benimser ve toplumsallaşır. Bu süreç içinde kültür bireyin kişiliğini biçimlendirir. Kültür, en kısa tanımıyla “insanın yaptığı her şey”dir. Bu anlamda kültür, tüm bilgi, inanç, sanat, ahlâk, âdet ve alışkanlıkları kapsar.
şu an ne dinliyorum
30.06.2016 - 00:17Farid Farjad.....
serbest kürsü
29.06.2016 - 08:18Hiç kimse Günaydın... ülke medyasından, sosyal paylaşım sitelerinden anlaşılıyor ki bizler ölümlere alistiriliyoruz....
serbest kürsü
29.06.2016 - 08:14Ölüm kokuyor Memleketim......
serbest kürsü
29.06.2016 - 00:42Ölü sayısı 28... ölü taklidi yapan milyonlarca.....
serbest kürsü
28.06.2016 - 23:56Evet en iyi ölü taklidi yapan yöneticilerimiz cennet vatani cehenneme çevirdi.... yabancılar vatandaşlarını uyarip Türkiye ye gitmeyin derken bizimkiler hala ülkenin cennetmiş gibi taklidini yapıyorlar ....😢 😢 😢 😢
serbest kürsü
28.06.2016 - 23:51Yine ölümler yine canımız gitti....en iyi ölü taklidi yapan malesef bu toplum oldu 😦
Cehenneme doğru giden ülkemin tüm ciddi sorunlarını gormeyip herşeyigüllük gülistanlık gibi gösteren mevcut iktidar ve medya...
Sonra dedim ki
28.06.2016 - 21:58Son Sözün Özü.....
serbest kürsü
28.06.2016 - 21:41En iyi ölü taklidi yapan hayvan; tilki
şu an ne dinliyorum
28.06.2016 - 21:39Tarkan /Def/Son bulsun savaslar
serbest kürsü
28.06.2016 - 11:47Bir akşamüzeri Ahmet Kaya Taksim'den aldı beni, karmakarışık sokaklara daldık. Geceye başlarken hiçbir zaman unutmayacağım, daha sonra onun kaderi haline gelen bir şey söyledi bana. Gülen bir yüz, içten bir dost edasıyla girdi koluma ve şunları söyledi: 'İnsan hayatında üç kez çocuk olur ilki çocukluğu, ikincisi sürgüne giderken, üçüncüsü de sürgünden dönerken. Şimdi sürgünden geliyorsun sen, seni gezdirmeliyiz, döndüğün memleketi tanıtmalıyız sana...'
Mehmed Uzun - Ölüm Meleğiyle Randevu
serbest kürsü
28.06.2016 - 11:35Herşey kendi mekânında özgür olur ....
serbest kürsü
28.06.2016 - 08:38Paylaşımlar alıntı...
Susarak Özlüyorum (işte buna bıçak çekiyorum)
Sözcüklerim varmiyor uzaklarına
Birer birer düşüyor bütün öpmelerim
Ağır yenilgiler alarak
Adresinde yoklugunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
Sense uzak, çok uzakta
Bir deniz gibisin resimlerde
Dokunsan Dersim olur, göçerim mecburen
Duydum çok sonradan, adın önemli değil
Acın aynı tadı veriyor zaten
Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
işte buna bıçak çekiyorum
şimdi adı yok, hiç bir sevginin
Zaman zaman değil şimdi
Yalnız benmiyim bu ahir zamanda
Derviş mekanına aşk ile cağıran
Bu ahir zamanda...
şu an ne dinliyorum
27.06.2016 - 23:34Yusuf Hayaloğlu /...
serbest kürsü
27.06.2016 - 23:30Senin adın yağmur rüzğar olacak
Senden bana solmuş resim kalacak
Anılarım son sevgilim olacak
Bende seni öldür öldür öyle git
Bakışımda senin izin kalacak
Yüreğimde senin sızın kalacak
Gülüşümde inan izin kalacak
Yüreğimde inan sızın kalacak
Sensizliğim zaten sonum olacak
Bende seni öldür öldür öyle git
Bende seni öldür öldür öyle git
serbest kürsü
27.06.2016 - 11:46İngiltere tahtının beş numaralı varisi Prensi Harry, “yaralı, hasta, sakat” ordu mensupları için iki yılda bir tekrarlanacak bir “engelliler yarışması” organize etmiş… Bu yarışmaların adı İnvictus Oyunları…
“İnvictus”, Latince “yenilmez” anlamına geliyor.
Aynı zamanda İngiliz şairi William Ernest Henley’in çok ünlü “İnvictus” şiirine de bir saygı selamı veriyor:
“En kötü şartlarda olsam bile
Ne korktum, ne de ağladım kimselere
Kaderin pervasız darbelerinde bile
Kana bulansa da başım, eğilmedi asla”
Kaderin darbelerine direnen insanlara yeni bir ümit ve güç vermeyi amaçlıyor bu yarışmalar.
Bir benzeri Amerika’da da var.
Bu oyunları desteklemek için bir de “klip” dolaşıyor internette.
Prens Harry, babanannesi Kraliçe Elizabeth ile otururken telefon çalıyor, görüntülü aramada karşılarında Michelle ve Barack Obama duruyor…
Bu oyunlarla ilgili ona takılıyorlar, Kraliçe ile Prens de onlara cevap veriyor.
Son olarak bu “takılma” çemberine Kanada Başbakanı Trudeau da katıldı.
Dünyanın en güçlü insanlarından bir grup, acılar yaşamış olanlara şakayla, espriyle, takılmayla güç veriyor, onlara yalnız olmadıklarını bir kez daha hatırlatıyor.
Bu klipin arkasından Obama’nın geleneksel Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde yaptığı son konuşmayı dinledim.
Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde başkanların esprili konuşmalar yapmaları da ayrıca bir gelenek.
Obama’nın kendisiyle dalga geçme biçimi, muhaliflerine şakacı iğneler batırması, “topal ördek” olmasıyla alay etmesi, başkanlığının biteceği günü beklemesini “son gününü bekleyen zavallı yaşlı bir adamım” diye fevkalade hafifseyerek anlatması…
Bütün bunlar bize ne kadar yabancı.
Tabii insan “neden” diye sormadan edemiyor.
Neden onların ülkelerinin başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanları öyle de bizimkiler böyle?
Neden Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Obama düzeyinde bir konuşma yapamaz?
“Obama çok parlak bir adam, herkes o düzeyde konuşamaz” derseniz, onun kadar parlak olmayan Bush da muhabirlerin yemeğinde böyle konuşmalar yapardı…. O düzeyde bile konuşma çıkmıyor bizden.
Neden onlar kendileriyle dalga geçmekten gocunmaz da bizim Cumurbaşkanı kendisiyle ilgili her şakaya bile dava açar?
Neden onlar her eleştiriyi soğukkanlılıkla karşılar da bizim cumhurbaşkanı her eleştiriyi “hainlikle” bir tutar ve eleştirenleri yargılayıp cezalandırmaları için yargıya emirler yağdırır?
Neden İngiltere kraliçesi bile o yaşında bir şakacı klibin içinde rol alır da bizim cumhurbaşkanı gülünç bornozlar giymiş adamların arasından asık suratla merdivenlerden inmeyi tercih eder?
Neden Kanada Başbakanı kendisine “kuantum”la ilgili bir soru sorup kendisini “çuvallatmaya” çalışan bir muhabire, “sen kimsin, kimin emrinde çalışıyorsun” demeyip, o muhabiri “kuantum” konusunda yaptığı parlak konuşmayla sustururken, böyle bir soru bizde bir muhabirin işine mal olur?
Nedir bu büyük ve bizim açımızdan pek de övünç kaynağı olmayan farkın sebebi?
“Eğitim farkı” diyebilirsiniz.
O zaman son seçimlerden bir örnek vereyim izninizle… Selahattin Demirtaş da Harvard’dan değil ama zekasıyla ve esprileriyle dünyanın bu “yönetim eliti” arasında yer alabilecek bir performansın sahibi.
Demirtaş başbakan ya da cumhurbaşkanı olsaydı, eminim İnventus klibi içinde kendine özgü bir biçimde yer alır ve çok da ilgi toplardı.
7 Haziran’dan önce hepimiz onu televizyonlarda izledik.
Demek “eğitim” tek başına bir neden değil.
“Halkın düzeyi” desek, “bizim halk geri” desek, ben size gene Demirtaş örneğini vereceğim.
Erdoğan’a oy verenler Türkiyeli de Demirtaş’a oy verenler İngiliz mi?
Demirtaş’ın esprili, kendisiyle de dalga geçen, saz çalan üslubu nasıl o kadar taraftar ve beğeni topladı?
Demirtaş o üslubuyla bir “kitle” partisinin başında olsaydı, ortalığı silip süpüreceğini hepimiz biliyoruz.
Demek bu farkın nedeni “halkın düzeyi” de değil.
Peki ne?
Niye bizim yöneticiler bu kadar tedirgin, sert, esprisiz?
Niye hep ölümden ve şiddetten konuşuyorlar?
“Zeka farkı” desek… O makamlara çıkabildiklerine göre zekasız da değiller, hiç olmazsa iki espri yapabilir, kendileriyle de dalga geçecek bir laf söyleyebilirler.
Eğitimin, halkın düzeyinin, zekanın aradaki bu büyük farkta bir rolleri olabilir ama farkı asıl belirleyenin başka bir şey olduğunu düşünüyorum.
“Hak etmediğini isteyenin” korku dolu katılığından kaynaklanıyor bu fark.
Erdoğan ve Davutoğlu, hakları olmayan bir şeyi istiyorlar.
“Anayasaya uymayacağını” söyleyen Erdoğan, anayasanın kendisine vermediği yetkileri kullanmak, yargıyı kendine bağlamak, başbakanlığı sırasında işlenen suçlardan yargılanmamak, “tek adam” rejimi kurup ülkenin başına “padişah” olarak geçmek istiyor.
Bunların hiçbiri onun hakkı değil.
Anayasaya uymak, o anayasanın dışına çıkmamak, başbakanlığı döneminde işlenen suçlardan yargılanmak ve zamanı geldiğinde cumhurbaşkanı olarak görevi bırakmak zorunda.
Davutoğlu ise kendi yöneticileri tarafından halkın gözü önünde aşağılandığı bir partinin başında kalmak ve kendi yetkilerini anayasaya aykırı biçimde cumhurbaşkanına kullandırarak başbakanlığı sürdürmek istiyor.
Hak etmediklerini istemeleri onları bu kadar tedirgin yapıyor.
Her şakadan, her espriden, her eleştiriden korkuyorlar.
Nasıl kendileriyle dalga geçecekler?
Nasıl şakacı bir oyunun parçası olacaklar?
Onlar, hak etmedikleri iktidarlarını gittikçe arttırdıkları bir şiddete borçlular.
Davutoğlu’nun açıkça söylediği gibi, “insanlar öldürüldükçe onların oyları artıyor” ve toplumu paniğe sevkeden ölümler hiç bitmiyor artık.
Gelişmiş dünyadan kopuyorlar.
Türkiye’yi de gelişmiş dünyadan kopartıyorlar.
Kendileri “horoz” olabilmek için ülkeyi de çöplüğe çeviriyorlar.
Bu yüzden hep bağırarak konuşuyorlar, hep tehdit ediyorlar, hep “gelişmiş dünyanın” aslında kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Hitler de öyle konuşurdu.
Ben onun yaptığı her hangi bir şakayı hiç okumadım.
Bağıra çağıra Şarlo’nun alay ettiği bir figür oluyordu ama Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisinin travmasını ve utancını taşıyan Almanları, ancak o bağırış çağırışla ve aşağılık bir şiddetle bir felakete yürümeye ikna edebildi.
Zeka, şaka, espri, toplumları hep uyanık tutar, toplumun uyanık kalmasından korkmayanlar onun için bizim imrendiğimiz bir düzeye ulaşıyor.
Biz, “anayasaya uymayanlar”la, sürekli ölüm güzellemeleri yapanlarla, güçler ayrımını yok etmek isteyen diktatörlük meraklılarıyla o düzeye erişemeyiz.
Gelişmiş ülkelerde de siyaset bizdeki kadar kara, orada da insanlığın bir türlü dinmeyen saçma sapan “yönetme ihtirası” buraki kadar koyu ama bütün bunları gene de belli kurallar içinde tutmayı başarıyorlar… O yüzden o kadar güvenliler.
Buradakilerin ihtirası ise hiçbir kuralın içine sığmıyor… Sürekli suç işliyorlar… Ve onun için bu kadar tedirginler.
Bizimkiler altın varaklı bir koltuk için her şeye razı.
Altınlar içinde doğan İngiltere Kraliçesi torununun oyun arkadaşı.
Alay konusu olduğu için gülünen değil de esprilerine gülümsenen yöneticiler de çıkacak mı bir gün buralardan?
Diktatör olma umudunun kalmadığı, bütün diktatör heveslilerinin cezalandırıldığı, yargısı bağımsız, yasaması özgür, yürütmesi yasalara saygılı bir devlet kurduğumuzda çıkacak elbette.
Öyle bir devlet kurabilen toplumlar, ödül olarak öyle yöneticilere de sahip oluyorlar çünkü.
serbest kürsü
27.06.2016 - 01:31Zaten Koçero Tam anlatilamamis bir iki katı daha anlatilabilinirki😉
serbest kürsü
27.06.2016 - 01:16Koçero
Koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir
Bir belirsiz karanlıktan
Bir belirsiz karanlığa
İrkilip uçmasıdır
Bir dağ çekirgesinin
Bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından
Yamaçtan bir taşın yuvarlanması
Bir pınarın durup durup akması
Bir çift gözün karanlığa bakması
Şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda
Bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır
Bir geyiktir koçero
Sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri
Tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu
Tırnakları rüzgarlı
Suçsuz bir geyik
Avcılar yakalarsa mezedir eti
Köpekler kovalarsa diş kırasıdır
Bir okul piyesidir koçero
Açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
Müsamere derler adına oralarda
Kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
Biletlidir ve yoksullar yararınadır
Muhtara sorarsanız
Bizim serseri veli
Marabaya sorarsanız
İşini bilmemiş deli
Köylüye sorarsanız
Ekmeksiz garibin teki
Çocuklara sorarsanız
Yüce dağlar aslanı aslan koçero
Kimsesize sorarsanız
Hükümet bilir onu
Candarmaya sorarsanız
Devletin dağlarda silah çatması
Vurguncuya sorarsanız
Yolkesici yağmacı
Soyguncuya sorarsanız
Devletin acizliği
Sağcıya sorarsanız
Siktiret pezevengi
Solcuya sorarsanız
'ferman padişahın dağlar bizimdir'
Erzurum'da kol başıdır
Erzincan'da deli daylak
Pir sultan yoldaşıdır sivas'ta
Bir 'kılıcı kanlı' van'da
Mardin'de bir
Gözükanlı kaçakçı
Diplomata sorarsanız
Turistik bir serüven
Kaymakama sorarsanız
'ahval-i adiye'den
Sosyeteye sorarsanız
Eğlenceli bir briç
Sorarsanız bezirgan filimciye
Gişelik bir senaryo
Sorarsanız bürokrata
Atatürk'ün gardrobuna
Tükürmüş biri
Hümaniste sorarsanız
Fransızca bilmeyen
Montenyi'den anlamıyan
Mitologya tragedya
Hümanizma helenizma
Hiçbirinden çakmayan
Bir yörüktür koçero
Ne anlar rönesanstan
Ne anlar restorasyondan
serbest kürsü
26.06.2016 - 00:48Diyarbakır kokardı saçların, gözlerin Bahrevan
Her geldiğinde bana sen, dururdu zaman
Firar ederdim gözlerine, mültecin olurdum
Ben peşinde rüzgâr olurum
Ben peşinde Ferhat olurum
Ben peşinde Fırat olurum
Sen de Dicle…
Gelirsen ayın tam üstünde kederli bir bulut tutamaz gözyaşlarını
Harran papatyadan bir gelinlik giyer arsız, zamansız
Gelirsen Dersime Dersime kırlangıçlar geri döner, Munzur gülümser
Gelirsen kızıl bir gelincik olup açacak Ararat, Zap sana koşacak durmaksızın
Gelirsen Batmanda intihar son kurşununu kendine sıkacak
Ani kurtulacak susmaların dilinden
Ve Çorum ve Maraş ve Sivas yüzünü yıkayacak yağmurda
İçimdeki Kızıldeniz doydu kana
Kızılırmaktan alayım selamını
Merhaba de vurulmuş güvercinler aşkına merhaba
Ben peşinde rüzgâr olurum
Ben peşinde Ferhat olurum
Ben peşinde Fırat olurum
Sen de Dicle…
Toplam 269 mesaj bulundu