Amed Ruha Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Antolo ...

  • serbest kürsü

    01.07.2016 - 09:17

    Günaydın.... sonsuz kalabilmek için var olduğun süre içinde en az ölümsüz bir eser bırakmakla mümkün olur... Gelecek nesiller için faydalı bir eser yada daha güzel yaşamaları için yaşam kaynakları bırakabilmek gibi....

  • şu an ne dinliyorum

    01.07.2016 - 02:09

    Kardeş türküler / mirkut

  • serbest kürsü

    30.06.2016 - 03:13

    'Sakin ol,! ' diyerek sözümü tekrarlıyor. ' sizin için kolay sakin olmak, ama benim için değil. Bu ülkede her sözün ağır bir bedeli var. Kelimeler pahalı burada, özgür ülkelerdeki gibi ucuz değil. Burada tek bir söz bile insan hayatına mal olabilir. '     Mehmet Uzun - Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık

  • şu an ne dinliyorum

    30.06.2016 - 01:25

    Cevdet Bağca.... bahrevan

  • serbest kürsü

    30.06.2016 - 00:31

    😉
    Kişilik üzerinde, iç salgı bezlerinin çalışma biçimlerinin önemli etkisi olduğu görülmektedir. Örneğin, beynin hemen altında bulunan “hipofiz”in fazla salgı yapması “Gigantisme” denilen dev cüsseliliğe, az salgı yapması ise “Nanisme” denilen cüceliğe neden olur. Bunun gibi, boğazın her iki yanında bulunan “Troid bezi”nin fazla salgı yapması, gerginlik, heyecan, kaygı ve uykusuzluğa, az salgı yapması ise yorgunluk, tembellik ve uyuşukluğa neden olur. Ayrıca, böbrek üstü bezlerinin dış kısmının salgıladığı “Kortin” adlı hormon, kadınlarda fazla çalışırsa ses kalınlaşması, sakal çıkması gibi erkeksi özelliklerin görülmesine neden olur.

  • serbest kürsü

    30.06.2016 - 00:26

    İnsan fiziksel çevreyle birlikte, sürekli olarak, bir sosyal çevreyle de etkileşim halindedir. İnsan bu etkileşim süreci içinde, toplumdaki kültürel değerleri benimser ve toplumsallaşır. Bu süreç içinde kültür bireyin kişiliğini biçimlendirir. Kültür, en kısa tanımıyla “insanın yaptığı her şey”dir. Bu anlamda kültür, tüm bilgi, inanç, sanat, ahlâk, âdet ve alışkanlıkları kapsar.

  • şu an ne dinliyorum

    30.06.2016 - 00:17

    Farid Farjad.....

  • serbest kürsü

    29.06.2016 - 08:18

    Hiç kimse Günaydın... ülke medyasından, sosyal paylaşım sitelerinden anlaşılıyor ki bizler ölümlere alistiriliyoruz....

  • serbest kürsü

    29.06.2016 - 08:14

    Ölüm kokuyor Memleketim......

  • serbest kürsü

    29.06.2016 - 00:42

    Ölü sayısı 28... ölü taklidi yapan milyonlarca.....

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 23:56

    Evet en iyi ölü taklidi yapan yöneticilerimiz cennet vatani cehenneme çevirdi.... yabancılar vatandaşlarını uyarip Türkiye ye gitmeyin derken bizimkiler hala ülkenin cennetmiş gibi taklidini yapıyorlar ....😢 😢 😢 😢

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 23:51

    Yine ölümler yine canımız gitti....en iyi ölü taklidi yapan malesef bu toplum oldu 😦
    Cehenneme doğru giden ülkemin tüm ciddi sorunlarını gormeyip herşeyigüllük gülistanlık gibi gösteren mevcut iktidar ve medya...

  • Sonra dedim ki

    28.06.2016 - 21:58

    Son Sözün Özü.....

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 21:41

    En iyi ölü taklidi yapan hayvan; tilki

  • şu an ne dinliyorum

    28.06.2016 - 21:39

    Tarkan /Def/Son bulsun savaslar

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 11:47

    Bir akşamüzeri Ahmet Kaya Taksim'den aldı beni, karmakarışık sokaklara daldık. Geceye başlarken hiçbir zaman unutmayacağım, daha sonra onun kaderi haline gelen bir şey söyledi bana. Gülen bir yüz, içten bir dost edasıyla girdi koluma ve şunları söyledi: 'İnsan hayatında üç kez çocuk olur ilki çocukluğu, ikincisi sürgüne giderken, üçüncüsü de sürgünden dönerken. Şimdi sürgünden geliyorsun sen, seni gezdirmeliyiz, döndüğün memleketi tanıtmalıyız sana...'

    Mehmed Uzun - Ölüm Meleğiyle Randevu

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 11:35

    Herşey kendi mekânında özgür olur ....

  • serbest kürsü

    28.06.2016 - 08:38

    Paylaşımlar alıntı...

    Susarak Özlüyorum (işte buna bıçak çekiyorum)  

    Sözcüklerim varmiyor uzaklarına 

    Birer birer düşüyor bütün öpmelerim 

    Ağır yenilgiler alarak 

    Adresinde yoklugunu kıyamet bilerek 

    Sadece susarak özlüyorum seni 

    Hiç tanımadan, ne garip 

    Sadece susarak özlüyorum seni

    Hiç tanımadan, ne garip 

    Sense uzak, çok uzakta 

    Bir deniz gibisin resimlerde 

    Dokunsan Dersim olur, göçerim mecburen 

    Duydum çok sonradan, adın önemli değil 

    Acın aynı tadı veriyor zaten 

    Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek 

    Sadece susarak özlüyorum seni

    Hiç tanımadan, ne garip 

    işte buna bıçak çekiyorum 

    şimdi adı yok, hiç bir sevginin 

    Zaman zaman değil şimdi 

    Yalnız benmiyim bu ahir zamanda 

    Derviş mekanına aşk ile cağıran 

    Bu ahir zamanda...

  • şu an ne dinliyorum

    27.06.2016 - 23:34

    Yusuf Hayaloğlu /...

  • serbest kürsü

    27.06.2016 - 23:30

    Senin adın yağmur rüzğar olacak
    Senden bana solmuş resim kalacak
    Anılarım son sevgilim olacak
    Bende seni öldür öldür öyle git

    Bakışımda senin izin kalacak
    Yüreğimde senin sızın kalacak
    Gülüşümde inan izin kalacak
    Yüreğimde inan sızın kalacak

    Sensizliğim zaten sonum olacak
    Bende seni öldür öldür öyle git
    Bende seni öldür öldür öyle git

  • serbest kürsü

    27.06.2016 - 11:46

    İngiltere tahtının beş numaralı varisi Prensi Harry, “yaralı, hasta, sakat” ordu mensupları için iki yılda bir tekrarlanacak bir “engelliler yarışması” organize etmiş… Bu yarışmaların adı İnvictus Oyunları…

     

    “İnvictus”, Latince “yenilmez” anlamına geliyor.

     

    Aynı zamanda İngiliz şairi William Ernest Henley’in çok ünlü “İnvictus” şiirine de bir saygı selamı veriyor:

     

     “En kötü şartlarda olsam bile

    Ne korktum, ne de ağladım kimselere

    Kaderin pervasız darbelerinde bile

    Kana bulansa da başım, eğilmedi asla”

     

    Kaderin darbelerine direnen insanlara yeni bir ümit ve güç vermeyi amaçlıyor bu yarışmalar.

     

    Bir benzeri Amerika’da da var.

     

    Bu oyunları desteklemek için bir de “klip” dolaşıyor internette.

     

    Prens Harry, babanannesi Kraliçe Elizabeth ile otururken telefon çalıyor, görüntülü aramada karşılarında Michelle ve Barack Obama duruyor…

     

    Bu oyunlarla ilgili ona takılıyorlar, Kraliçe ile Prens de onlara cevap veriyor.

     

    Son olarak bu “takılma” çemberine Kanada Başbakanı Trudeau da katıldı.

     

    Dünyanın en güçlü insanlarından bir grup, acılar yaşamış olanlara şakayla, espriyle, takılmayla güç veriyor, onlara yalnız olmadıklarını bir kez daha hatırlatıyor.

     

    Bu klipin arkasından Obama’nın geleneksel Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde yaptığı son konuşmayı dinledim.

     

    Beyaz Saray Muhabirleri yemeğinde başkanların esprili konuşmalar yapmaları da ayrıca bir gelenek.

     

    Obama’nın kendisiyle dalga geçme biçimi, muhaliflerine şakacı iğneler batırması, “topal ördek” olmasıyla alay etmesi, başkanlığının biteceği günü beklemesini “son gününü bekleyen zavallı yaşlı bir adamım” diye fevkalade hafifseyerek anlatması…

     

    Bütün bunlar bize ne kadar yabancı.

     

    Tabii insan “neden” diye sormadan edemiyor.

     

    Neden onların ülkelerinin başkanları, cumhurbaşkanları, başbakanları öyle de bizimkiler böyle?

     

    Neden Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Obama düzeyinde bir konuşma yapamaz?

     

    “Obama çok parlak bir adam, herkes o düzeyde konuşamaz” derseniz, onun kadar parlak olmayan Bush da muhabirlerin yemeğinde böyle konuşmalar yapardı…. O düzeyde bile konuşma çıkmıyor bizden.

     

    Neden onlar kendileriyle dalga geçmekten gocunmaz da bizim Cumurbaşkanı kendisiyle ilgili her şakaya bile dava açar?

     

    Neden onlar her eleştiriyi soğukkanlılıkla karşılar da bizim cumhurbaşkanı her eleştiriyi “hainlikle” bir tutar ve eleştirenleri yargılayıp cezalandırmaları için yargıya emirler yağdırır?

     

    Neden İngiltere kraliçesi bile o yaşında bir şakacı klibin içinde rol alır da bizim cumhurbaşkanı gülünç bornozlar giymiş adamların arasından asık suratla merdivenlerden inmeyi tercih eder?

     

    Neden Kanada Başbakanı kendisine “kuantum”la ilgili bir soru sorup kendisini “çuvallatmaya” çalışan bir muhabire, “sen kimsin, kimin emrinde çalışıyorsun” demeyip, o muhabiri “kuantum” konusunda yaptığı parlak konuşmayla sustururken, böyle bir soru bizde bir muhabirin işine mal olur?

     

    Nedir bu büyük ve bizim açımızdan pek de övünç kaynağı olmayan farkın sebebi?

     

    “Eğitim farkı” diyebilirsiniz.

     

    O zaman son seçimlerden bir örnek vereyim izninizle… Selahattin Demirtaş da Harvard’dan değil ama zekasıyla ve esprileriyle dünyanın bu “yönetim eliti” arasında yer alabilecek bir performansın sahibi.

     

    Demirtaş başbakan ya da cumhurbaşkanı olsaydı, eminim İnventus klibi içinde kendine özgü bir biçimde yer alır ve çok da ilgi toplardı.

     

    7 Haziran’dan önce hepimiz onu televizyonlarda izledik.

     

    Demek “eğitim” tek başına bir neden değil.

     

    “Halkın düzeyi” desek, “bizim halk geri” desek, ben size gene Demirtaş örneğini vereceğim.

     

    Erdoğan’a oy verenler Türkiyeli de Demirtaş’a oy verenler İngiliz mi?

     

    Demirtaş’ın esprili, kendisiyle de dalga geçen, saz çalan üslubu nasıl o kadar taraftar ve beğeni topladı?

     

    Demirtaş o üslubuyla bir “kitle” partisinin başında olsaydı, ortalığı silip süpüreceğini hepimiz biliyoruz.

     

    Demek bu farkın nedeni “halkın düzeyi” de değil.

     

    Peki ne?

     

    Niye bizim yöneticiler bu kadar tedirgin, sert, esprisiz?

     

    Niye hep ölümden ve şiddetten konuşuyorlar?

     

    “Zeka farkı” desek… O makamlara çıkabildiklerine göre zekasız da değiller, hiç olmazsa iki espri yapabilir, kendileriyle de dalga geçecek bir laf söyleyebilirler.

     

    Eğitimin, halkın düzeyinin, zekanın aradaki bu büyük farkta bir rolleri olabilir ama farkı asıl belirleyenin başka bir şey olduğunu düşünüyorum.

     

    “Hak etmediğini isteyenin” korku dolu katılığından kaynaklanıyor bu fark.

     

    Erdoğan ve Davutoğlu, hakları olmayan bir şeyi istiyorlar.

     

    “Anayasaya uymayacağını” söyleyen Erdoğan, anayasanın kendisine vermediği yetkileri kullanmak, yargıyı kendine bağlamak, başbakanlığı sırasında işlenen suçlardan yargılanmamak, “tek adam” rejimi kurup ülkenin başına “padişah” olarak geçmek istiyor.

     

    Bunların hiçbiri onun hakkı değil.

     

    Anayasaya uymak, o anayasanın dışına çıkmamak, başbakanlığı döneminde işlenen suçlardan yargılanmak ve zamanı geldiğinde cumhurbaşkanı olarak görevi bırakmak zorunda.

     

    Davutoğlu ise kendi yöneticileri tarafından halkın gözü önünde aşağılandığı bir partinin başında kalmak ve kendi yetkilerini anayasaya aykırı biçimde cumhurbaşkanına kullandırarak başbakanlığı sürdürmek istiyor.

     

    Hak etmediklerini istemeleri onları bu kadar tedirgin yapıyor.

     

    Her şakadan, her espriden, her eleştiriden korkuyorlar.

     

    Nasıl kendileriyle dalga geçecekler?

     

    Nasıl şakacı bir oyunun parçası olacaklar?

     

    Onlar, hak etmedikleri iktidarlarını gittikçe arttırdıkları bir şiddete borçlular.

     

    Davutoğlu’nun açıkça söylediği gibi, “insanlar öldürüldükçe onların oyları artıyor” ve toplumu paniğe sevkeden ölümler hiç bitmiyor artık.

     

    Gelişmiş dünyadan kopuyorlar.

     

    Türkiye’yi de gelişmiş dünyadan kopartıyorlar.

     

    Kendileri “horoz” olabilmek için ülkeyi de çöplüğe çeviriyorlar.

     

    Bu yüzden hep bağırarak konuşuyorlar, hep tehdit ediyorlar, hep “gelişmiş dünyanın” aslında kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.

     

    Hitler de öyle konuşurdu.

     

    Ben onun yaptığı her hangi bir şakayı hiç okumadım.

     

    Bağıra çağıra Şarlo’nun alay ettiği bir figür oluyordu ama Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisinin travmasını ve utancını taşıyan Almanları, ancak o bağırış çağırışla ve aşağılık bir şiddetle bir felakete yürümeye ikna edebildi.

     

    Zeka, şaka, espri, toplumları hep uyanık tutar, toplumun uyanık kalmasından korkmayanlar onun için bizim imrendiğimiz bir düzeye ulaşıyor.

     

    Biz, “anayasaya uymayanlar”la, sürekli ölüm güzellemeleri yapanlarla, güçler ayrımını yok etmek isteyen diktatörlük meraklılarıyla o düzeye erişemeyiz.

     

    Gelişmiş ülkelerde de siyaset bizdeki kadar kara, orada da insanlığın bir türlü dinmeyen saçma sapan “yönetme ihtirası” buraki kadar koyu ama bütün bunları gene de belli kurallar içinde tutmayı başarıyorlar… O yüzden o kadar güvenliler.

     

    Buradakilerin ihtirası ise hiçbir kuralın içine sığmıyor… Sürekli suç işliyorlar… Ve onun için bu kadar tedirginler.

     

    Bizimkiler altın varaklı bir koltuk için her şeye razı.

     

    Altınlar içinde doğan İngiltere Kraliçesi torununun oyun arkadaşı.

     

    Alay konusu olduğu için gülünen değil de esprilerine gülümsenen yöneticiler de çıkacak mı bir gün buralardan?

     

    Diktatör olma umudunun kalmadığı, bütün diktatör heveslilerinin cezalandırıldığı, yargısı bağımsız, yasaması özgür, yürütmesi yasalara saygılı bir devlet kurduğumuzda çıkacak elbette.

     

    Öyle bir devlet kurabilen toplumlar, ödül olarak öyle yöneticilere de sahip oluyorlar çünkü.

     

  • serbest kürsü

    27.06.2016 - 01:31

    Zaten Koçero Tam anlatilamamis bir iki katı daha anlatilabilinirki😉

  • serbest kürsü

    27.06.2016 - 01:16

    Koçero

    Koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir
    Bir belirsiz karanlıktan
    Bir belirsiz karanlığa
    İrkilip uçmasıdır
    Bir dağ çekirgesinin
    Bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından
    Yamaçtan bir taşın yuvarlanması
    Bir pınarın durup durup akması
    Bir çift gözün karanlığa bakması
    Şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda
    Bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır
    Bir geyiktir koçero
    Sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri
    Tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu
    Tırnakları rüzgarlı
    Suçsuz bir geyik
    Avcılar yakalarsa mezedir eti
    Köpekler kovalarsa diş kırasıdır
    Bir okul piyesidir koçero
    Açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür
    Müsamere derler adına oralarda
    Kaymakamlı savcılı ve çavuşludur
    Biletlidir ve yoksullar yararınadır

    Muhtara sorarsanız
    Bizim serseri veli
    Marabaya sorarsanız
    İşini bilmemiş deli
    Köylüye sorarsanız
    Ekmeksiz garibin teki
    Çocuklara sorarsanız
    Yüce dağlar aslanı aslan koçero
    Kimsesize sorarsanız
    Hükümet bilir onu
    Candarmaya sorarsanız
    Devletin dağlarda silah çatması
    Vurguncuya sorarsanız
    Yolkesici yağmacı
    Soyguncuya sorarsanız
    Devletin acizliği
    Sağcıya sorarsanız
    Siktiret pezevengi
    Solcuya sorarsanız
    'ferman padişahın dağlar bizimdir'
    Erzurum'da kol başıdır
    Erzincan'da deli daylak
    Pir sultan yoldaşıdır sivas'ta
    Bir 'kılıcı kanlı' van'da
    Mardin'de bir
    Gözükanlı kaçakçı

    Diplomata sorarsanız
    Turistik bir serüven
    Kaymakama sorarsanız
    'ahval-i adiye'den
    Sosyeteye sorarsanız
    Eğlenceli bir briç
    Sorarsanız bezirgan filimciye
    Gişelik bir senaryo
    Sorarsanız bürokrata
    Atatürk'ün gardrobuna
    Tükürmüş biri
    Hümaniste sorarsanız
    Fransızca bilmeyen
    Montenyi'den anlamıyan
    Mitologya tragedya
    Hümanizma helenizma
    Hiçbirinden çakmayan
    Bir yörüktür koçero
    Ne anlar rönesanstan
    Ne anlar restorasyondan

  • serbest kürsü

    26.06.2016 - 00:48

    Diyarbakır kokardı saçların, gözlerin Bahrevan
    Her geldiğinde bana sen, dururdu zaman
    Firar ederdim gözlerine, mültecin olurdum

    Ben peşinde rüzgâr olurum
    Ben peşinde Ferhat olurum
    Ben peşinde Fırat olurum
    Sen de Dicle…

    Gelirsen ayın tam üstünde kederli bir bulut tutamaz gözyaşlarını
    Harran papatyadan bir gelinlik giyer arsız, zamansız
    Gelirsen Dersime Dersime kırlangıçlar geri döner, Munzur gülümser
    Gelirsen kızıl bir gelincik olup açacak Ararat, Zap sana koşacak durmaksızın
    Gelirsen Batmanda intihar son kurşununu kendine sıkacak
    Ani kurtulacak susmaların dilinden
    Ve Çorum ve Maraş ve Sivas yüzünü yıkayacak yağmurda
    İçimdeki Kızıldeniz doydu kana
    Kızılırmaktan alayım selamını
    Merhaba de vurulmuş güvercinler aşkına merhaba

    Ben peşinde rüzgâr olurum
    Ben peşinde Ferhat olurum
    Ben peşinde Fırat olurum
    Sen de Dicle…

Toplam 269 mesaj bulundu