....Toplumsal Şiddet, Kadın, Şair ve Sor ...

Naime Erlaçin
955

ŞİİR


43

TAKİPÇİ

....Toplumsal Şiddet, Kadın, Şair ve Sorular? ....Düz Yazı

Konuya yalnızca kadın penceresinden bakmak mümkün değil. Şiddet, günümüzde toplumun tüm katmanlarını salgın bir hastalık gibi sarmış durumdadır. Çocuğa şiddet, kadına şiddet, erkeğe şiddet, yaşlıya şiddet, hastaya şiddet, doktora şiddet, emekçiye şiddet, öğretmene şiddet, öğrenciye şiddet, askere-polise şiddet, esnafa şiddet, doğaya şiddet, hayvana şiddet, trafikte şiddet gibi pek çok ilgi ve inceleme alanından söz edilebilir.

Aile içi şiddet, odaklanacak noktalardan sadece birisi. Kadın öyle farklı biçimlerde şiddet görmektedir ki biz genellikle televizyon ekranlarında, filmlerde ya da üçüncü sayfa gazete haberlerinde fiziksel ve cinsel şiddete tanık olmaktayız. Ekonomik bağımlılığın doğurduğu, “katlanma” olgusu ile sürdürülen şiddet belki daha da önemli, çünkü sorunlar açık edilmemekte ve yaşam bunların halı altına süpürülmesi ile devam etmektedir. Duygusal ya da pasif olarak adlandırılabilecek şiddet ise tanımlanması, kanıtlanması en zor olanı. Kadın, ilgili mercilere şikâyet ettiğinde karşısına çıkacak “Ne var ki; kocan (fiziksel) şiddet uyguluyor mu? ” sorusuna verecek yanıt bulamamakta ve ayrıca sistem kadını bu gibi durumlarda koruma altına almamaktadır.

Sonuç, çözümsüzlük; sonuç, çaresizlik; sonuç, kafalarımızda beliren pek çok soru işareti…

Kadın-erkek-toplum yeterince eğitimli mi?
Bireylerin psikolojik dengeleri sağlam mı? Modern yaşam tarzı ve geçerli normlar bu dengeyi giderek bozmakta mı?
Gelişmekte olan toplumlarda kadın ekonomik özgürlüğe sahip mi?
Ekonomik yükler altında ezilen erkek biriken öfkesini zamanla kadınına mı boşaltıyor?
Töreler kadını nasıl bir konumda değerlendiriyor? Toplum kadını önceden tanımlanmış bir obje olarak mı algılıyor? Bu “obje”, davranışlarıyla beklentilerin dışına çıktığında adı şiddet olan bir tür cezalandırılma biçimi ile mi karşılaşıyor?
Birbirini tamamlaması gereken kadınla erkek bir diğerini rakip olarak mı görüyor? Eğer öyleyse neden böyle koşullanıyorlar?
Şiddet, cezasını yeterince buluyor mu? Bunu değiştirecek olan yasalar neden yapılmıyor ve neden uygulamaya konulmuyor?
Teşhisi doğru yapabiliyor muyuz?
Tedavide başarılı mıyız?
Olanaklarımız sorunları çözmeye ne ölçüde elverişli?
Hangi toplumdan söz ediyoruz? Matriarkal (anaerkil) toplumlarda, patriarkal (ataerkil-ata soylu) toplumlarda görülen uyum dengesizlikleri yaşanıyor mu? Yoksa anaerkillik genel görünümü sadece tersyüz mü ediyor?
Kısacası, hangi toplumun edebiyatını yapıyoruz? Sorgulamalarımız, incelemelerimiz, değerlendirmelerimiz ne tür nirengi noktalarından hareket ediyor?

Asıl sorulması gereken sorular bunlar.

Ve gerçekte hangi zaman dilimindeyiz? Bunu da bilmiyoruz.
Bir çalışmamda şöyle demiştim:

“Havva ile yaratmışlar beni
ilkçağda adın kadın demişler
ortaçağda yakmışlar
sonra da
hakkımı aramışlar! ”

Günümüzde ve içinde yaşadığımız toplumda kadının hakları ne derece aranıyor peki?

Kültürün bilimsel teorisi üzerine çalışmış pek çok teorisyen, antropolog, arkeolog, gazeteci, felsefeci ve sosyolog konuya fazlasıyla kafa yormuştur. (Malinowski, Radcliffe-Brown, Margaret Mead, Friedrich Engels, Levi-Strauss, Ricardo Coler gibi.) Örneğin F. Engels, ataerkilliğin babanın çocukları sahiplenmesiyle birlikte ortaya çıktığını ileri sürmüş ve aile reisliği ile erkek egemenliğini ilişkilendirmiştir. Margaret Mead, farklı toplumlardaki rol model oluşumlarını inceleyerek rol farklılıklarının kültürlere göre değişim gösterdiğini savunmuştur. Çin’in güneyindeki anaerkil Musuo’larda inceleme yapan Arjantinli gazeteci Ricardo Coler, kadınlar tarafından yönetilen bu toplumda şiddetin yerini anlayış ve uyumun aldığını tespit etmiş; ekonomik ve yasal olarak egemenliğin kadında olduğu ve evlilik müessesesinin görülmediği bu bölgede kadının işleri şiddete başvurmaksızın idare edebildiğini saptamıştır. Bu yüzden “cennet dişidir” der Coler. (“Kadın Krallığı -Son Anaerkil Toplum” – Ricardo Coler, Nemesis Kitap, 2010, Çev. Filiz Öztürk)

O halde şiddetin geleneksel bir mirası, diğer bir deyişle ataerkilliği devralan Batı toplumlarında egemen olduğu söylenebilir mi? Böylesi bir genelleme yapmak için elimizde yeterince veri var mı? Batılı gözüyle baktığımız için mi böyle sonuçlara varıyoruz, yoksa söz konusu kutuplaşmayı modern toplum ile kabile toplulukları arasındaki bir farklılaşma; bir evrimleşme konusu olarak mı irdelemek lazım? Örneğin bir Doğu toplumu olan Hindistan’da geçmişte kadınların ölen eşleriyle birlikte canlıyken yakılmalarını; ona yakın bir coğrafyada kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmelerini, dünyanın pek çok bölgesinde ve değişik zamanlarda kadının bir meta gibi alınıp satılmasını nasıl açıklayacağız? Ortaçağ veya Yeniçağ Avrupa monarşilerinde sekiz yaşına gelen prenseslerin politik amaçlı evliliklere zorlanmasına, büyücü olduğu varsayılan kadınların yakılmalarına ne diyeceğiz?

Hangi toplumda, kim kimin tamamlayıcısı veya rakibidir bilinmez ama kadın ile erkek arasındaki çatışma sürecinin tarih boyunca kadının aleyhine işlediği gerçeğini görmezden gelemeyiz. Toplumdan soyutlanan, kimliksizleştirilen, evde farklı dışarıda farklı kimlikler arasında rol karmaşalarına sürüklenen kadının trajedisi ile iç içeyiz hep. Ancak ezilen ve hırpalanan kadını fark etmek, gazete haberlerinde sergilemek ve istatistiklere geçirmek yetmez. Üstelik haberleri günlük hayatın bir parçası haline getirmek kadına yönelik şiddetin bir bakıma normalleştirilmesi, yaygınlaştırılması ile sonuçlanıyor olabilir. Asıl mesele sorunlara çözüm yaratmakta yatıyor. Bu konuda ise başarılı olduğumuz söylenemez.

Şaire gelince, o ki acı ve ölümü peynir ekmek gibi yer, yutar, yazar. Bunlarla tanıştır, bildiktir, arkadaştır. Hele bir de kadınsa, kadın sorunlarına yabancı kalması elbette düşünülemez. Poetik isyan bunun temel göstergesidir. Kişisel olarak kadına yönelik şiddet bana ünlü Rus hikâyecisi Yefim Zozula’nın “Ak ve İnsanlık” öyküsünü hatırlatır hep. Kurgusal bir kentte, ne olduğu belirsiz bir komitenin insanlar hakkında bireysel dosyalar oluşturmasını; saçma sapan kıstaslarla kent komitesinden olumsuz not alan dosyaların siyah bir dolapta biriktirilip, dosya sahiplerinin ölüme gönderilmesini... (Yefim Zozula; “Rus Hikâyeleri, Remzi Kitabevi, 1938, Sayfa 94–110, Çev. Hasan Âli Ediz) . Öyküde kadın-erkek, zengin-fakir, genç-yaşlı ayrımı yoktur. Sırası gelen ölecektir. Günümüzde ise o siyah dolapta sanki sadece kadın dosyaları biriktiriliyor gibi geliyor.

Şair çözüm yaratıcı olmayıp sorunları saptayan ve üstü kapalı eleştirilerle çözüm öneren kişidir. Ancak, yazınsal yaşamı boyunca daima gerçek ile hayalin yüzleşme sorunsalı ile boğuşur. Gerçeğin şiire yansıdığından çok daha katı olduğunun farkındadır çünkü. Bu yüzden de içi buruktur, kırıktır. Tıpkı pek çok diğer yazar ve sanatçı gibi… Sonuçta sanat, yaşamsal sertliği ve acımasızlığı estetize ederek, bir anlamda yumuşatarak okura sunmaktadır. Çalışmalarında doğrudan mesaj veriyor olma korkusu, şiiri kapalı tutup görüşlerini ima ve sezdirme yoluyla bildirme kaygısı, estetik sınırlarını zorladığı anda şiiri zedeleme çekincesi onu ürkütür. Tam bu noktada insan yanıyla şair yanı birbiriyle çatışır. Yetersizlik duygusuyla sanatın gerekleri arasında sıkışıp kalmıştır. Bir kitabının önsözünde J. Kessel bu duyguyu aşağıdaki cümlelerle ifade etmiş; dışarıdan bakarak yazmanın yarattığı yetersizliğe ve bunun yazarda bıraktığı derin üzüntüye dikkat çekmiştir;

“Hangi muharrir vardır ki, bir ışığı, bir manzarayı, bir şahsı veya bir hayatı tasvir ederken yeise kapılmamış olsun? …..Kendini insan nev’inin altında veya üstünde yahut kaderin çizdiği yolun dışında kaldığı hissetmeyen kim vardır? ”
(“Gölgeler Ordusu”, Remzi Kitabevi, 1945, Sayfa 7, Çev. Mansur Tekin)

Şair sorumluluğunun elbette bilincindedir. Yüreğinde biriken acılarla çalışır ama Kessel’in sözünü ettiği yeise de sürüklenerek. Konu insanî acılar olduğunda, toplumun tek dengeleyicisi olmadığını bilir ve bu açmazın içinde çırpınmaktadır. Bireysel çabalarla, toplumsal sorunları çözemeyeceğinin farkındadır çünkü.

Şair ne yapsın?

(Hayal Dergisi, Ekim 2011, Sayı 39 -Dosya Yazısı)

Naime Erlaçin
Kayıt Tarihi : 8.2.2012 09:52:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Melahat Demir
    Melahat Demir

    Süregelen kadın sorunları ile ilgili güzel bir yazı okudum.
    Haksızlıklara tahammülü kalmayıp neticede şiir dünyasına merhaba diyen kadınlarıda bilirim.
    Eskiden bu kadar kadın şair yoktu fakat günümüzde bu sayı oldukça kabarık.

    Nedeni tartışılır....kendimden örnek vereyim:Eğer hasibe hanımla otursam dedikodu yapacağım,oturmasam niye bize katılmıyorsun diyecekler?

    En iyisi arasıra görünüp sevdiğim şeyleri yapmak.....(şiir gibi).

    Tebrikler....

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Naime Erlaçin