Tamay Önal Polat Şiirleri - Şair Tamay Ö ...

Tamay Önal Polat

Şarkı, opera gibi sanatlardaolduğu gibi edebiyatın ana dallarından birisi olan şiirde de kültürel dil ve konuşma dili ana malzemedir. Sanat bazında baktığımızda şiir bir yazın sanatı olmaktan daha çok fonetik (Ses) sanatı içerisinde yer almaktadır. Bunu yazarken burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Şiirde şiirin konusu önem sıralamasında hemen hemen en sonda yer alır. Öyle olmasaydı bincenlerce aşk şiirinden sadece bir tane okuduğumuzda başka şiir okumak gereği duymazdık. “Konuyu anladık bitti” derdik.
Şiirler seslendirildiğinde ya da dile getirildiğinde etkisi artıyor veya azalıyorsa ki şiir yazan hemen hemen herkes bunu bilir ve birçoğumuz şiirimizin yüksek sesle okunmasını istemeyiz bunun sebebi şiirin fonetik bir sanat olmasındandır. Yani sadece yazın sanatı olmamasından. Şiirin estetiği dediğimiz olay da burada başlıyor. Bu fonetik sanat şiire nasıl yerleşebilir.
Ölçülü şiir yazanlar (aruz veya hece) bu konuda oldukça şanslılar. Ellerinde kalıplar var. Tartım malzemesi hazır. Sadece konu ve sözcüklerin ustalıkla seçimine bu sözcüklere eklenebilecek ek ya da takıları doğru kullanmaya kalıyor iş. Bunu yeterince titiz yaptıklarında da tadına doyulmaz şiirlere kavuşabiliyoruz. Bunu yapamadıklarında da zaten şiir olmuyor yazılanlar. Sadece ölçülüp biçilmiş yanyana dizilmiş sözcük yığınları oluyor. Ölçülü şiirde okuyucu olmaktan daha ileri gitmemiş birisi olarak en kendi alanıma dönerek sözü serbest şiire ve neden ısrarla serbest şiir diye didinmeme getireceğim.
SÜRECEK.

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

“Tülbendimi tutuştururdum kızanın eline” diye başlamıştı sözlerine.” Bir misafirimiz gelse biz hiç “şimdi ne ikram edeceğim” diye telaşlanmazdık. Herkes gibi ben de hemencecik başımdan tülbendimi çıkarır verirdim bizim kızanlardan birisinin eline. O da hemen dereye gider tülbendi salardı şırıl şırıl akan dereye. İki dakika geçmeden içi balıkla dolardı tülbendin. Köşelerinden toplayıp eve koştururlardı kızancıklar. Bize de misafirlerimize da yetecek kadar balık olurdu. Yanında ekmeğimiz, bahçemizden yeşilliğimiz olurdu. Hem kendimiz doyardık hem de (h) er bir kimseyi doyururduk. Bizi aç bıraktılar bacım. Ne su var, ne suda balık. Ne bahçe var, ne bahçede salatalık.”
Acı bir feryattan öte can havli ile atılan çığlıklar içerisinde boğuluyor gibiydim.
“Çal istediğin hanenin kapısını” diyordu. “Ahana hangisini istersen onu çal. Hepsinde en az bir kanserli var. “
Biri kızını kaybetmişti öteki babasını. Anasız kalan evlatsız kalanı nasıl teselli edebilirdi ki. Kâbus kara renkli bir su olmuştu. Kâbus altın renkli bir sarıçiçek, kâbus renksiz bir toprak olmuştu Ergenede. Kâbus artık çığlık olmalıydı. Bu işin günahkârlarının kulaklarını yırtabilecek kadar güçlü bir çığlık.
“Ah be kardeşim” dedim daha yarım saat önce tanıştığım halde tüm yaşam öyküsünü öğrendiğim o acılı kadına. “Sizin için ne yapabilirim” diye saçma sapan bir soru sordum. “Bizim için değil kendiniz için herkes için bir şey yapın. Suyu kirletenlerin yürekleri kanamıyor. Bizim onların kulaklarını kanatacak kadar çok bağırmamız lazım” dedi.
“Hep beraber “ dedi köy meydanındaki kadınlardan bir başkası. Bu “hep beraber” sözü ile fitil tutuştu sanki. Şimdi birer birer sesler yükseliyordu.

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Yoğun bakım odalarını bilirsiniz. Görmüşlüğünüz olmasa da duymuşluğunuz, anlatılanları dinlemişliğiniz vardır. Burası İstanbulun en büyük hastanelerinden birisinin kardiyoloji yoğun bakım odası. Odadaki tüm yatakların yanı sıra sedyelerde yatan hastalar da var. Herkes bir yandan kendi acısı ile boğuşurken bir diğer yandan da yanındaki yöresindeki hastalara acımakla meşgul. Birçoğunda oksijen tüpü bağlı. Hemen hemen herkese irili ufaklı şişelerle sıvılar enjekte edilmekte. Her birisinin uygunlu uygunsuz yerlerinden inceli kalınlı hortumlar sarkmakta.
Yan yatağa yeni gelen hastanın durumu da bu anlattığımdan pek farklı değil. Oksijen maskesinin altındaki dudakları ile hiç durmadan hemşirelere yalvarışını duyunca başınızı ona çevirip dikkatle kulak kabarttığınız anda kendi derdinizi unutmanız çok doğal.
Bu yeni hasta öyle içten öyle telaşlı yalvarıyor ki. “Lütfen” diyor. “Lütfen sadece bir tek dakika… Hatta dakika bile sürmeyecek söz veriyorum. Sadece birkaç saniye. Lütfen… lütfen…”
“Aman beyefendi yoğun bakım odası burası, burada kesinlikle yasak” diyor hemşire ama adamcağızın hemşireyi ikna etmesi şart. “Bakın” diyor. “Bakın, bana başka hiçbir şey yapmayın. Burada başıma ne gelecekse gelsin. Ama lütfen... Lütfen... Sadece birkaç saniye için bana bir telefon verin.”
“Beyefendi lütfen, bakın kriz geçiriyorsunuz. Telefonla konuşamazsınız.”
“Geçireyim önemli değil. Siz telefonu vermezseniz ben zaten iyileşmem. Lütfen... Lütfen sadece bir tek yeri arayacağım ve sadece birkaç saniye.”

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Serbest şiirle ilgili değerlendirmelerimi yazmaya çalıştığım bu yazı dizisinin ilk bölümlerinde serbest şiiri üç boyutlu bir heykele benzetmiştim.
Büyük olasılıkla hemen hemen hepimiz şiir yazma eylemine geleneksel şiirimiz olan hece denemeleri ile başlamışızdır. Zaman içerisinde kendi çizgimizi ve kendi farkımızı oluşturabilmek için emek verip yeni denemeler yapmış belki de kendi tarzımızı markalaştırabilmişizdir.. Bu konuda hepimizin tanıdığı çok ünlü isimleri yazmaya gerek görmeden size antolojide paylaşımlar yapan arkadaşlarımızdan örnekleme vermek istiyorum
Antoloji’de hemen hemen hepimizin büyük bir dikkatle takip ettiği güçlü kalem Cevat Çeştepe ve Bayram Kaya şiirlerini incelediğinizde bu markalaşmayı nasıl başardıklarını göreceksiniz.
Bayram Kaya beyefendi kendi üç boyutlu şiirini oluştururken, günlük dilde ağızlara sakız olmuş sözcükler yerine, en ufak anlam kaybına uğramayacak olan özgün sözcüklerini büyük bir özenle yerleştirerek hepimizin yaptığının dışında bir sanat eseri oluşturmaktadır.
Onun dili için;
“eski dil” diyemezsiniz.

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Çocuk büyüdü
Oyuncaklarını eskiciler götürdü
Dibi delik torbadan
Cam bilyeleri döküldü
Yuvarlandı merdivenlerden
Seslerini duyuyordu

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Biliyor musun
Saçlarını okşuyorum arada ama sen onu rüzgar sanıyorsun.
Günün öyle bir dilimi var ki
O dilimde buruk bir tat olup yayılıyorum damaklarına.
İşte o an yudumladığın kahvenin buruk lezzetine şaşıyorsun.
Bakınıyor oluyorken bahçendeki hasta goncaya

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Unutkan belleğinin oyununa gelerek
Kendi ördüğün zincir topağının içine düştün
Devinimlerin doğru olsaydı
Belki bir iki ufak çizikle atlatırdın badireyi ama
Her yanlış kıpırtın farklı bir karmaşa yarattı
Ayaklarına dolanınca çeliğin soğukluğu

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Her ne kadar erkek olsan da
Ağlarsın
Derin gördüğün sığlara...

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

Yaprak gibi düşürdüler gençliğimizi,
Boğazlayıp yok etmek istediler inançlarımızı
Tornadan çıkardılar yeni gençlerimizi
Bu garabeti sen yaratın 12 eylül

İnsan sevgisini aldılar içimizden

Devamını Oku
Tamay Önal Polat

DUR DİYEN ŞİİR

Sen hiç ersiz köyü olan ülke duydun mu
Duymadınsa beni dinle
Benim ülkemde dizi dizi ersiz köyler bulursun
Yaşı onyedi olmadan can vermiş neferler

Devamını Oku