Bir anlığına gördüm seni,
kalabalığın içinde
kendi ekseninde dönen bir gezegen gibiydin.
Ne ışık seni aydınlatıyordu
ne de sen ışığa ihtiyaç duyuyordun.
Sanki karanlığı sen çağırmıştın,
ona bile zarafet öğretiyordun.
Bakışların…
Tanrılar bile kıskanırdı o dengeyi:
hem davetkâr,
hem temkinli,
hem her şeyin farkında
hem hiçbir şeye ait değilmiş gibi.
Sen kimsin ki böyle,
dokunulmadan en çok hissedilen?
Ateş misin, rüya mı,
yoksa Tanrı’nın unutulmuş bir hecesi misin?
Kim tasarladı seni böyle?
Hangi el, hangi sezgi
bu kadar keskin bir güzelliği
bu kadar sakin bir duruşla birleştirebildi?
Tenin dokunulmamış bir sanat eseri gibi
yalnızca bakınca anlaşılıyor .
Bir el mi seni bu kadar kusursuz çizdi,
yoksa sen o elin kendisi misin?
Yürüyüşünde bir matem vardı,
ama neye yas tuttun bilmiyorum.
Belki kendi yüksekliğine,
belki kimsenin ulaşamadığı
o iç kuleye.
Hangi rüzgar taşıdı seni bu salona?
Hangi yıldız düşerken bıraktı izini gözbebeklerine?
Kim cesaret etti bu kadar güzelliğe
bu kadar uzaklık eklemeye?
Sen kimsin ki böyle,
bir gecede doğup gecenin kendisini unutturan?
Gözlerin mi yakıyor karanlığı,
yoksa karanlık mı senden öğrenmiş yanmayı?
Kalbin atıyor muydu o anda,
yoksa sadece bizimkiler mi durdu?
Konuşmadın… ama herkes seni duydu.
Gülmedin… ama bir şehir sustu.
Sana bakarken neye yandım bilmiyorum.
Cesaret mi?
İhtiyaç mı?
Yoksa kendi suretimde bulduğum yabancılığa mı?
Kayıt Tarihi : 5.8.2025 15:19:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!